SİZE BABA DİYEBİLİR MİYİM?
Yardımcı doçent Nihat, son devrin en büyük İslam âlimlerinden biri olan ve kitapları dünyanın her yerinde büyük ilgi ile okunan merhum Hüseyin Hilmi Efendinin kabrinin bulunduğu bölüme girdi.
O an orada bulunan üç kişilik ziyaretçi aileyi rahatsız etmemek için uzak bir köşeye çekildi. Erzurum’dan geliyordu.
Kabrin karşısında, gelenlerin oturup dua etmesini kolaylaştırmak için bir platform vardı.
Şimdi orada kıvırcık saçlı, bıyıklı, meleze yakın esmer bir adam ile gül desenli kırmızı uzun entarili ve başında bembeyaz eşarbıyla güzel bir kız oturuyor, pardösülü bir kadın da ayakta duruyordu.
Nihat, kadının kocasına seslenmesini duydu:
- Let’s go... We’ll see you again… (Gidelim… Yola çıkmadan önce yine geliriz.)
Adam ve kızı manevi âleme dalmıştı, orada değillerdi sanki… Kadın ses tonunu yükselterek bir kez daha seslendi:
- Come on Salman! (Haydi Salman!)
Nihat bakmaması gereken yere baktığı için rahatsızdı ama gözlerini alamıyordu. Kalbi tövbe ediyor, gözleri kızı takip ediyordu. Kız başını kabirden sağa doğru çevirince, karşıdan vuran ikindi ışığı yanağındaki gözyaşı damlasını kristal gibi parlattı.
Baba ayağa kalkınca o da kalktı. Anneyi takip ederek, demir parmaklıkların arkasında kayboldular.
H H H
Nihat öylece kalakaldı.
Tekrar nerede ve niçin bulunduğunu hatırlayıp duaya başladı. Ancak kabre gelirken aklında olmayan şey, şimdi duasına karışmıştı. “Allahım, benim için hayırlı ise onunla tekrar karşılaştır.”
H H H
Nihat ertesi gün Yenibosna’dan tramvaya binecekken ümitlerini tüketmişti. Otogar yolundaydı, Erzurum’a gitmek için…
Tam o sırada, filmlerde, dizilerde olabilecek şey oldu; havalimanı istikametine giden tramvayda onu gördü; dün kabristanda dua eden melez adamı… Salman’ı…
Yalnızdı.
Hemen rayların üzerinden öte yana atladı, tramvayın kapısı açık son vagonuna kendini attı.
Az sonra havalimanında indiğinde koşturarak Salman’a yetişti. Bir yandan da hem bu karşılaşma, hem de orta derece İngilizce bildiği için Allaha şükrediyordu.
- Selamün aleyküm, dedi.
Salman muhtemelen “Burada bana selam verecek kişi yoktur” diye dönüp bakmadı. Nihat bu kez kolunu hafifçe çekti.
- I’m sorry... Do you have a moment? (Özür dilerim efendim, biraz zamanınız var mı?)
- Sorry? (Anlamadım?)
- I am sorry again. (Çok özür dilerim tekrar.)
- Yes? (Buyurun?)
- Can we sit down for two minutes? (Şöyle oturamaz mıyız iki dakika?)
Salman önce saatine sonra Nihat’a baktı. Nihat’ın yüzünde nasıl bir yalvarma mimiği gördüyse, koltuklara doğru yürüdü. Oturdular.
- Şey, ben, dedi Nihat… Dün sizi kabristanda gördüm. Nereli olduğunuzu, kim olduğunuzu bilmiyorum. Ben akademisyenim. Bekârım. İsmim Nihat.
- Malezyalıyım, Salman… Doktorum.
- Efendim zamanınızın ne kadar az olduğunu biliyorum.
Söyleyeceğim şeyin tuhaflığını da… Ama sizin tekrar karşıma çıkmanızı hayra yoruyorum. Ben.. Kızınıza talibim.
Doktor Salman gayriihtiyarî sağına soluna baktı; duyan, gören var mı diye… Nihat’a çook uzun gelen kısa bir süre sessiz kaldı. Şaşkınlığını belli eder şekilde kafasını sağa sola salladı, dudaklarını büzdü.
- Very interesting, dedi. (Çok ilginç.) Ben Türkçe bilmem; gece rüyamda hocam Hüseyin Hilmi Efendi “Kızını hâlâ evlendirmedin mi?” diye sordu Türkçe olarak! Bu bir. İkincisi, Topkapı’dan tramvaya bindiğimizde karım mücevherlerini otelin kasasında unuttuğunu söyledi, bir durak sonra indim, tekrar döndüm ve size rastladım.
- Elhamdüllilah, dedi Nihat belli belirsiz.
Ama Salman duydu, tebessüm etti. Ve el çantasından kartvizitini çıkarıp uzattı. Nihat da telefonunu çıkardı, kartvizit üzerindeki numarayı tuşladı, kalın ve tiz bir telefon sesi yankılandı tramvay istasyonu boşluğunda... Salman bir kez daha el çantasına uzanıp telefonunu buldu. Nihat, sarı ışığı yanan küçük ekranı gösterdi:
- O da benim numaram…
Salman, “Tamam” diyerek ayağa kalktı, elini uzattı.
- Sanırım yakında görüşeceğiz, diyerek göz kırpıp ilerledi.
Nihat takip edip etmemekte kararsız kaldı; “Ayıp olur” diye düşünerek geri döndü.
…......
Meraklısına not: Malezya Kuantan’lı Rabia Avang dört aydır mutlu mesut Erzurum’da İstasyon Mahallesinde oturuyor!
Sadık Söztutan
Yardımcı doçent Nihat, son devrin en büyük İslam âlimlerinden biri olan ve kitapları dünyanın her yerinde büyük ilgi ile okunan merhum Hüseyin Hilmi Efendinin kabrinin bulunduğu bölüme girdi.
O an orada bulunan üç kişilik ziyaretçi aileyi rahatsız etmemek için uzak bir köşeye çekildi. Erzurum’dan geliyordu.
Kabrin karşısında, gelenlerin oturup dua etmesini kolaylaştırmak için bir platform vardı.
Şimdi orada kıvırcık saçlı, bıyıklı, meleze yakın esmer bir adam ile gül desenli kırmızı uzun entarili ve başında bembeyaz eşarbıyla güzel bir kız oturuyor, pardösülü bir kadın da ayakta duruyordu.
Nihat, kadının kocasına seslenmesini duydu:
- Let’s go... We’ll see you again… (Gidelim… Yola çıkmadan önce yine geliriz.)
Adam ve kızı manevi âleme dalmıştı, orada değillerdi sanki… Kadın ses tonunu yükselterek bir kez daha seslendi:
- Come on Salman! (Haydi Salman!)
Nihat bakmaması gereken yere baktığı için rahatsızdı ama gözlerini alamıyordu. Kalbi tövbe ediyor, gözleri kızı takip ediyordu. Kız başını kabirden sağa doğru çevirince, karşıdan vuran ikindi ışığı yanağındaki gözyaşı damlasını kristal gibi parlattı.
Baba ayağa kalkınca o da kalktı. Anneyi takip ederek, demir parmaklıkların arkasında kayboldular.
H H H
Nihat öylece kalakaldı.
Tekrar nerede ve niçin bulunduğunu hatırlayıp duaya başladı. Ancak kabre gelirken aklında olmayan şey, şimdi duasına karışmıştı. “Allahım, benim için hayırlı ise onunla tekrar karşılaştır.”
H H H
Nihat ertesi gün Yenibosna’dan tramvaya binecekken ümitlerini tüketmişti. Otogar yolundaydı, Erzurum’a gitmek için…
Tam o sırada, filmlerde, dizilerde olabilecek şey oldu; havalimanı istikametine giden tramvayda onu gördü; dün kabristanda dua eden melez adamı… Salman’ı…
Yalnızdı.
Hemen rayların üzerinden öte yana atladı, tramvayın kapısı açık son vagonuna kendini attı.
Az sonra havalimanında indiğinde koşturarak Salman’a yetişti. Bir yandan da hem bu karşılaşma, hem de orta derece İngilizce bildiği için Allaha şükrediyordu.
- Selamün aleyküm, dedi.
Salman muhtemelen “Burada bana selam verecek kişi yoktur” diye dönüp bakmadı. Nihat bu kez kolunu hafifçe çekti.
- I’m sorry... Do you have a moment? (Özür dilerim efendim, biraz zamanınız var mı?)
- Sorry? (Anlamadım?)
- I am sorry again. (Çok özür dilerim tekrar.)
- Yes? (Buyurun?)
- Can we sit down for two minutes? (Şöyle oturamaz mıyız iki dakika?)
Salman önce saatine sonra Nihat’a baktı. Nihat’ın yüzünde nasıl bir yalvarma mimiği gördüyse, koltuklara doğru yürüdü. Oturdular.
- Şey, ben, dedi Nihat… Dün sizi kabristanda gördüm. Nereli olduğunuzu, kim olduğunuzu bilmiyorum. Ben akademisyenim. Bekârım. İsmim Nihat.
- Malezyalıyım, Salman… Doktorum.
- Efendim zamanınızın ne kadar az olduğunu biliyorum.
Söyleyeceğim şeyin tuhaflığını da… Ama sizin tekrar karşıma çıkmanızı hayra yoruyorum. Ben.. Kızınıza talibim.
Doktor Salman gayriihtiyarî sağına soluna baktı; duyan, gören var mı diye… Nihat’a çook uzun gelen kısa bir süre sessiz kaldı. Şaşkınlığını belli eder şekilde kafasını sağa sola salladı, dudaklarını büzdü.
- Very interesting, dedi. (Çok ilginç.) Ben Türkçe bilmem; gece rüyamda hocam Hüseyin Hilmi Efendi “Kızını hâlâ evlendirmedin mi?” diye sordu Türkçe olarak! Bu bir. İkincisi, Topkapı’dan tramvaya bindiğimizde karım mücevherlerini otelin kasasında unuttuğunu söyledi, bir durak sonra indim, tekrar döndüm ve size rastladım.
- Elhamdüllilah, dedi Nihat belli belirsiz.
Ama Salman duydu, tebessüm etti. Ve el çantasından kartvizitini çıkarıp uzattı. Nihat da telefonunu çıkardı, kartvizit üzerindeki numarayı tuşladı, kalın ve tiz bir telefon sesi yankılandı tramvay istasyonu boşluğunda... Salman bir kez daha el çantasına uzanıp telefonunu buldu. Nihat, sarı ışığı yanan küçük ekranı gösterdi:
- O da benim numaram…
Salman, “Tamam” diyerek ayağa kalktı, elini uzattı.
- Sanırım yakında görüşeceğiz, diyerek göz kırpıp ilerledi.
Nihat takip edip etmemekte kararsız kaldı; “Ayıp olur” diye düşünerek geri döndü.
…......
Meraklısına not: Malezya Kuantan’lı Rabia Avang dört aydır mutlu mesut Erzurum’da İstasyon Mahallesinde oturuyor!
Sadık Söztutan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder