‘Hüsnü zan’, başkaları hakkında iyi ve olumlu düşünmek demektedir.
Hüsnü zan’nın zıddı ‘Sûi zan’ (kötü düşünme)’dır.
Sûi zan, yani gereksiz yere başkaları hakkında kuşkuya düşmek, Allah (c.c.)’ın kullarını kötü sanmak doğru değildir. Kötü zan insanı kendini beğenmeye götürür ki, bu da çok çirkin bir huydur.
Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor:
“ Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakınınız. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını da araştırmayın..” [1]
Bu ayette geçen zan, sebepsiz yere başkasını suçlamak, kanıt olmadığı halde birisinin herhangi bir kötü iş yaptığını sanmaktır. Yasaklanan zan, insanlar hakkında kötü düşünce beslemek şeklindeki zandır. Kur’an-ı Kerim, Allah (c.c.)’ın yaratıkları hakkında iyi zan beslemeyi emreder. Çünkü insanların gönüllerinde olanı yalnızca Allah (c.c.) bilir.
Kişi iyi düşünürse iyilik bulur, mutlu olur. İyi düşüncesi kendisine iyilik getirir. Ama kötü düşünürse, o düşüncesi, içinde kendisini mutsuz edeceği gibi, dış dünyada da sevilmez, dolayısıyla kötülük bulur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuştur:
“Zandan sıkınınız. Zira zan, sözün en yalanıdır.” [2]
Sahabeden İbn-i Mes’ûd (r.a.)’a birini getirdiler. Adamın sakalı ıslaktı.
- Baksana, adamın sakalından şarap damlıyor, dediler. Bunun üzerine İbn Mes’ûd şöyle dedi:
- Ne biliyorsunuz, su olamaz mı? Hz. Peygamber (s.a.v.), insanların kusurlarını araştırmak demek olan ‘tecessüsü’ yasaklamıştır.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi sakalı ıslak kişi hakkında, ‘sakalından şarap damlıyor’ diyerek olumsuz düşünmek de, ‘damlayan sudur’ diyerek olumlu düşünmek de mümkün iken, bunlardan olumsuzunu seçmek dinen günah ve ahlâken kötü; olumlusunu seçmek ise dinen sevap ve ahlâken iyidir.
Atalarımız İslâm ahlâkının bu güzel prensibini, ‘hüsnü zan velâyettir; sûi zan cinayettir.’ ve ‘her geçeni hızır, her geceyi kadir bil’ özdeyişleri ile hayata geçirmişlerdir.
Abdullah ibn Ömer bir gün Kâbe’ye bakarak şöyle dedi: ‘Yücesin, dokunulmazlığın da yücedir. Allah (c.c.) katında müminin dokunulmazlığı, senin dokunulmazlığından da büyüktür.’
Şunu da unutmamak gerekir ki; hüsnü zan sahibi olmak, adına firâset denilen, ileri görüşlü ve uyanık insan olmaya engel değildir; olmamalıdır. Özellikle müslümanlara açıkça zararı dokunan, fitne ve fesat unsuru olan, haramları açıkça işleyen kimse hakkında hüsnü zaman beslemek ise kendi kendimizi aldatmak olur. Bunun hiçbir mantığı da yoktur.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.): “Mümin, aynı yılan deliğinden iki kere sokulmaz (yani aynı konuda iki kere yanılmaz).”[3]
“Müminin firasetinden (ileri görüşlülük) sakının. Çünkü o Allah’ın nuru ile bakar.” [4] buyurmuştur.
Mümin, akıllı, ileri görüşlü ve uyanık insandır. Kârını-zararını; faydalıyı, zararlıyı birbirinden ayırır. Zaten imanı seçmiş olması, küfür karanlığında kalmamış olması da bir uyanıklık değil midir? İmanın seçilmesi en büyük sınavın kazanılması ve en büyük kar-zarar hesabının başarılı bir şekilde yapılması demektir.
İnsanın, başkası hakkında hüsnü zan sahibi olması ve iyi duygularla dolu olması demek, onun her konuda yanılması ve kendisine zarar verilecek işlerle aldatılmaya katlanması, göz yumması demek değildir.
İnsanlar hakkında olumlu düşünmek, fert huzuruna olduğu kadar toplum huzuruna da yardımcı olur.
Aksine, herkes hakkında kötü duygular ve olumsuz kanaat beslemek demek olan sûi zan, insanın kendi iç dünyasını da dış dünyasını da karartır ve hayatı çekilmez hale getirir. Üstelik âhirette de zararlı kılar. [5]
Bu sebeple şuurlu Müslüman konuştuğu her kelimede ve verdiği her hükümde şu ayeti asla aklından çıkarmamalıdır: “Bilmediğin şeyin ardına düşme. Doğrusu kulak, göz, kalp bunların hepsi o şeyden sorumlu olur.” [6]
Müslüman başkalarının aleyhinde konuşmaz. Zira kalbiyle inanır ki, konuştuğu her kelime bir melek tarafından kaydedilmektedir.
“Sağında ve solunda onunla beraber oturan iki yazıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü kaydederler.” [7]
Bu emirlerin şuuruna ermiş bir Müslüman ağzından çıkan her sözün ve yaptığı her davranışın sorumluluğundan korkar. Bu yüzden konuştuğu her kelimede onu, dikkatli ve sözlerini tartan bir durumda görürüz. Çünkü o, konuştuğu kelimenin kendisini Rabbının rıza makamına çıkaracağı gibi, cehennemin alt tabakalarına indirebileceğini de bilir. Bu hususta Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kişi, Allah’ın rızasına uygun bir kelime konuşur da bu kelimenin kendisini Allah katında ulaştıracağı yüksek mertebeyi hiç ummaz. Halbuki Allah kendine kavuşacağı güne kadar ona rızasını yazar. Bir kişi de Allah’ın azabını celbeden bir kelime konuşur da bu kelimenin onu ne dereceye düşüreceğini tahmin edemez. Halbuki Allah bu kelimeye karşılık ona kıyamet gününe kadar gazabını yazar.” [8]
Müslüman, insanlar hakkında zahirde (görünürde) görecekleri ile hükmetmeli; zann, şüphe, dedikodu ve evham ile başkalarına iftiradan uzak durmalıdır. İnsanların gizli şeylerini ortaya çıkarmak, özel işlerine burnunu sokmak ve namusları hakkında gereksiz konuşmalar yapmak müslümanın ahlâki özelliklerinden değildir. Ancak Müslüman zahirde gördüğü ile amel eder. Ne gördüyse onu söyler. Şüphe ve zan ile hükmetmez. Hz. Ömer (r.a.) şöyle buyurmuştur: ‘İnsanlar Resûlullah (s.a.v.) zamanında vahiy ile hükmediyorlardı. Şimdi vahiy kesilmiştir. Biz artık sizin amellerinizden gördüğümüze hükmederiz. Bize iyilik izhar edeni korur ve kendimize yaklaştırırız. Onun gizledikleri bizi ilgilendirmez. Gizlediklerinden dolayı Allah (c.c.) onu hesaba çeker. Bize şer izhar edene güvenmez ve tasdik etmeyiz. İsterse kalbinin temiz olduğunu söylesin.’ [9]
[1] Hucurat sûresi, 49/12.
[2] Buhâri, Müslim.
[3] Buhâri, Müslim.
[4] Tirmîzi.
[5] İslâm Ahlâkı, F. Demir.
[6] İsra sûresi, 17/36.
[7] Kaf sûresi, 50/17-18.
[8] Buhari, Rikak, 23.
[9] Hayatü’s-Sahabe, M.Y. Kandehlevi, Trc. A. Meylani.
http://www.islamahlaki.com/
--
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder