Kalb, günah lekeleri tarafından iyice istîlâ edildiğinde gaflet ve kasvet karanlıklarına gömülür. Ayna üzerinde oluşan kirlerin ve lekelerin, zamanla görüntünün netliğini bozması gibi, günah kirleri de kalb gözünü köreltir, ruh daralır, kalp bğulur ve insan büyük bir karanlıkta yolunu kaybetmeye başlar.Kalb, günah lekeleri tarafından iyice istîlâ edildiğinde gaflet ve kasvet karanlıklarına gömülür. Ayna üzerinde oluşan kirlerin ve lekelerin, zamanla görüntünün netliğini bozması gibi, günah kirleri de kalb gözünü köreltir; güzel ile
çirkini, iyi ile kötüyü ayırt etme vazîfesinde kişiyi acze düşürür. Bir zaman gelir ki, kalbe hayat veren îman nûru da söner. Böyle bir sîne, artık içinde cenâze bulunan kabir çukurundan farksızdır.
Mehmed Âkif’in dediği gibi:
Îmandır o cevher ki ilâhî ne büyüktür!
Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür!..
Îmansız olan paslı yürek sînede yüktür!..
KALBİN MÂNEN ÖLÜMÜ
Kalbin mânen ölümü netîcesinde kişi, hayır ve şerri birbirinden tefrîk eden en mühim istîdâdını kaybetmiş olur. Artık rûha zehir saçan en büyük günahlar bile, ağırlığı hissedilmeden işlenebilir hâle gelir. Ömer bin Abdülazîz -rahmetullâhi aleyh-’in şu sözleri, bu hakîkati ne güzel ortaya koymaktadır:
“Haramlar bir ateştir. Ona ancak (kalbi) ölüler uzanır. Eğer el uzatanlar diri olsalardı, o ateşin acısını duyarlardı.”
İnsanoğlu, maddî ve fânî kayıplar karşısında gösterdiği teyakkuz ve endişeyi, gafleti sebebiyle mânevî ve ebedî kayıplar için gösterememektedir. En fecî gaflet, kişinin ölü bir kalbe sâhip olmasına rağmen bunun ıztırâbını
duymamasıdır. Vehb bin Münebbih -rahmetullâhi aleyh-’in şu sözü çok mânidardır:
“BEDENİ ÖLENLERE AĞLIYORLAR DA GÖNLÜ ÖLENLERE AĞLAMIYORLAR”
“İnsanlar ne kadar da tuhaf! Bedeni ölenlere ağlıyorlar da gönlü ölenlere ağlamıyorlar. Oysa asıl felâket, gönlün ölmesidir!”
Namazı büyük bir vecd hâlinde îfâ etmeye gayret eden Fadl bin Abbâs – radıyallâhu anh- de şöyle der:
“Doğrusu şu insanlara hayret ediyorum; bir çocuğum öldüğünde binlercesi gelip başsağlığı diliyor da, meselâ bir vakit cemaatle namazı kaçırdığım için kimse gelip bana tâziyede bulunmuyor, teessürlerini bildirmiyor. Yeminle söylüyorum, bir vakit cemaatte bulunmamam, benim için, yetişmiş, âlim ve sâlih bir çocuğumun ölümünden çok daha büyük bir musîbettir.”
İşte bu hakîkati en zirve seviyede idrâk hâlinde olan Hak dostları, dünyevî ve fânî kayıplardan ziyâde, dâimâ uhrevî ve ebedî hayâtı ilgilendiren mânevî kayıplara karşı teyakkuz hâlinde olmayı telkin etmişlerdir.
Hak dostlarının gönüllerinden taşıp fem-i muhsinlerinden dökülen öğütler, nasîbi olanlar için- kalb aynası üzerinde biriken kiri-pası silip ona aslî berraklık ve nûrâniyetini tekrar kazandıran feyizli nefeslerdir. Velîlerin bu rûhâniyet ve rahmet nefhasından ancak kahr-ı ilâhî ile mühürlenmiş nasipsiz kalbler mahrum kalırlar. Zîrâ böyle bir felâkete dûçâr olanlara -değil evliyâullâh- peygamberler bile nasîhat etseler kâr etmez. Kalbleri günah kirleriyle tamamen kararıp mânevî idrâk melekeleri dumûra uğramış olduğundan, artık hakîkati kavrayamazlar.
KARARMIŞ BİR KALBİN ÜÇ ALÂMETİ
Ebû Turâb en-Nahşebî -rahmetullâhi aleyh- şöyle buyuruyor:
“Kararmış bir kalbin üç alâmeti vardır:
1- Kişinin günahlardan ürperti duymaması.
2- İtaat ve ibâdetlerin gönle lezzet vermemesi.
3- Nasîhatlerin tesir etmemesi.”
Gönül dünyâmızın bu duruma düşmemesi için, Rabbimizin lutfettiği hidâyet rehberleri olan ilâhî kitapları, peygamberleri ve peygamber vârisi Hak dostlarının kalbleri ihyâ eden feyizli irşadlarını baş tâcı etmemiz îcâb eder.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş,Gönül Bahçesinden Saadet Damlaları, Erkam Yayınları
http://www.islamveihsan.com/ruh-sikintisi-neden-olur.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder