Gerçek âlimler, bilmediklerinin daha çok olduğu anlayışıyla, son nefese kadar bir yönüyle talebe olmanın ihtiyacını hissederler. Bilmedikleri bir mesele karşısında, gururlanmadan, tevâzuya bürünerek “bilmiyorum” diyebilme cesaretini ve kemâlini gösterirler. 

“Abbasi Halifesi Harun Reşit, dönemin şeyhülislâmı İmam-ı Ebû Yusuf hazretlerine bir soru sorar.

Büyük İmam:

“Bilmiyorum!” der. Bunun üzerine mâbeyncisi söze karışır ve:

“Yâ Ebâ Yusuf! Mü’minlerin Emiri sana bu kadar maaş ve tahsisat verdiği halde ‘bilmiyorum’ demeye utanmıyor musunuz?” diye edebcizce bir çıkış yapar. Bunun üzerine Ebû Yusuf hazretleri:

“Mü’minlerin Emîri’nin bana verdikleri maaş, ilmime göredir, cehlimi nazar-ı itibara alarak vermiş olsaydı hazinesi yetişmezdi!” anlamlı karşılığını verir.”[1]

TEVAZU SAHİBİ GERÇEK ALİMLER “BİLMİYORUM” DİYEBİLİR

İlim, uçsuz bucaksız bir deryadır. İnsana ise çok az bir ilim verilmiştir. Her bilenin üstünde daha iyi bilen birisi mutlaka vardır. Bugün doğru bildiğimiz nice meseleler vardır ki, zamanla eksik ya da yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır. Durum böyle olunca, her şeyi bildiğini iddia etmek, ya da her sorulana cevap yetiştirmeye çalışmak, bir anlamda ilimde yarı yolda olduğunun, daha doğrusu henüz âlim olamadığının bir işareti sayılır.

Gerçek âlimler, bilmediklerinin daha çok olduğu anlayışıyla, son nefese kadar bir yönüyle talebe olmanın ihtiyacını hissederler. Her öğrendikleri, cehâletlerini giderdiğinden, Rablerinden sürekli ilimlerini artırmasını niyaz ederler. Böyleleri, bilmedikleri bir mesele karşısında, gururlanmadan, tevâzuya bürünerek “bilmiyorum” diyebilme cesaretini ve kemâlini gösterirler. Ancak kendini âlim zanneden nice câhiller vardır ki, onlar da her sorulana cevap verme cür’etinde bulunurlar.

[1] İbrahim Refik, Tarih Şuuruna Doğru, IV, 198.

Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/bilmedigini-soyleyebilmenin-fazileti.html