Zaman gazetesindeki bu güzel yazıyı inşallah bölümler halinde yayınlayacağız...
Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor [Çok özel röportajlar - ZamanTV]
ŞEYMA ERCANLI, SEVDE NUR TUNÇ
15 Mart 2015, Pazar
Dile kolay bir asır geçti üzerinden... Anadolu’nun dört bir yanından yarım adaya koşup, geri dönme gayesi taşımadan şehit düşenlerin arkada bıraktıklarıyla görüştük. Gördük ki her ilden yüzlerce kayıt defteri tutulmuş. Bize ise o kahramanlık hikâyeleriyle dolu defterlerin yapraklarını aralamak düştü.
Dile kolay bir asır geçti üzerinden. Ancak büyüklerinden o kahramanlıkları dinlemiş, hâlâ anlatacak bir şeyleri olan nesillere ulaşmak mümkündü. Anadolu’nun dört bir yanından yarımadaya koşup geri dönme gayesi taşımadan şehit düşenlerin geride kalanlara emanet ettikleri kıymetlilerinden savaşı dinledik. Çanakkale’den yola çıkıp İzmir, Bursa, Karabük, Ankara ve İstanbul’a döndüğümüzde gördük ki her ilden yüzlerce kayıt defteri tutulmuş. Bize ise sadece o defterlerin yapraklarını aralamak düştü.
Mehmet Tosun
Dedesinden kalan eserleri yakmak zorunda kalmış
Çanakkale’nin Bigalı köyünden savaşa katılan Mehmet oğlu Mehmet, Gelibolu Yarımadası’nın güney bölgesinde bulunan 9. Tümen’in 27. Alay’ında görevli bir asker. Köyünden ve ailesinden uzakta Yarbay Şefik Bey’in komutasındaki 27. Alay’ın birliğinde çatışan Mehmet oğlu Mehmet, savaş devam ederken yaralanır ve cephe gerisindeki bir sargı yerine götürülür. Sargı yerinden yolunu bularak evine giden Mehmet Bey’in hikâyesini torununun torunu, Bigalı köyünde hem anne tarafından hem de baba tarafından şehit torunu olan Mehmet Tosun aktarıyor.
“Dedem ilk çıkarma anlarında düşmana kurşun sıkanlardan biriymiş. Büyük dedem ve aynı zamanda büyük dedemin yanında gelen yakın köylüleri anneme şunu anlatmış: “Mehmet Bey savaş sırasında yaralandığı bir anda sargı yerlerine götürülmüş. Sargı yerinde bir süre kaldıktan sonra buraya gelen komutan ‘Anadolu’da yakın erlerden kim var?’ diye sormuş. Dedem de kendisinin olduğunu söylemiş.
Çanakkale savaşlarında yiyecek, erzak ve bilhassa hayvanların yiyeceği çok az geldiği için zayıflayan hayvanları Anadolu’ya götürürlermiş, onlara da oradaki insanlar bakarmış beslensin diye. Dedeme de “Bana uğrayın. Sizinle birlikte bu hasta ve zayıf hayvanlar karşıya geçer.” denmiş. Görevlendirilen kişilerle birlikte dedemler bulundukları bölgeden karşıya geçmiş. Dedem hayvanları bakım için bir yere ulaştırdıktan sonra yolunu bulmuş, 100 kilometre yayan giderek köyümüze ulaşmış.
Dedem evine varınca babası çok kızmış. ‘Komutandan izin aldın mı?’ diye sormuş. Dedem, izin almadım deyince, ‘Peki niye geldin?’ diye sitem etmiş. “Sabah kalktığımda seni burada görürsem döve döve teslim ederim.” demiş. Dedem de gece tekrar yola çıkarak birliğine teslim olmuş. Bir daha da gittiği yerden dönmemiş.”
Çanakkale’nin aslında Türkiye’nin önsözü olduğunu söyleyen Tosun, dedesinden kalan birçok mektup, anı ve hatıranın 1980 yılında yapılan ihtilalden sonra Osmanlıca, Arapça eserlerin yasak denilerek yakıldığını ve o döneme ait çoğu tarihi belgelerin de kaybolup gittiğini üzülerek anlatıyor.
Geriye kalan hatıralara, özellikle de dedesinin giymiş olduğu çarıklara değer veren Tosun, müzede özel bir yer ayırmış. Çarıklar, Tosun tarafından şöyle anlatılıyor: “Dedemin giymiş olduğu bu çarıklar, manda derisinden yapılmış ve o zamanın en iyi ayakkabıları. ‘Güneş vardır çarığı sıkar, çarık ayağı sıkar, ayak canı sıkar, can da insanı sıkar.’ Böyle anlatılır bu çarıklar. Çok ıslanır öyle giyilir. Giyildikten sonra güneş vurduğu zaman da sertleşir ve ayağı sıkar. Acaba bu ayakkabıları nasıl giydiler diye soruyorum çoğu zaman.”
http://www.zaman.com.tr/pazar_canakkale-kahramanlarinin-torunlari-anlatiyor-cok-ozel-roportajlar-zamantv_2283311.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder