10 Mart 2015 Salı

MEHMET KAMIŞ - Kız evlat

MEHMET KAMIŞ - Kız evlat 


Gözyaşımı tutamadığım yazı...



1995 yılında Mayıs ayının 10. gününü 11. güne bağlayan gece, Malatya'dan Mersin'e giderken Pazarcık'ta geçirdikleri trafik kazasında hayatını kaybetmişti ablam. Henüz 37 yaşındaydı. Eşi ve iki çocuğu da öte yolculuğunda kendisine yol arkadaşı olmuşlardı o gece. Aniden karşılarına çıkan ötelere davete icabet etmişlerdi ama geride bıraktıkları büyük bir şok içindeydi.

Ben o zaman İzmir'de yaşıyordum ve memlekete geldiğimde babamın yüz ifadesinde ablamın vefatıyla karşılaşmıştım. Daha önce hiç böylesine acı çeken bir insan yüzü görmediğimden midir, yoksa babamı böylesine canı acırken fark etmediğimden midir bilemiyorum, o yüz ifadesini hiçbir zaman unutmadım. Ölümle böyle bir yüz ifadesiyle yüzleşmek beni ablamı kaybetmek kadar yaralamıştı. Alnındaki boncuk boncuk terleri, derin bir acıya boğulmuş gözleri, ne yapacağını bilemediğinden titreyen elleri, çaresizliği aradan yirmi yıl geçmesine rağmen gözlerimin önünde öylece duruyor. Bir yürek acısının ne demek olduğu ve o acıdan yeryüzünün insana nasıl dar geldiği bundan daha iyi nasıl anlatılırdı.

Bu, babamın ilk acısı değildi ama ben ilk defa bu kadar acıdığını görmüştüm. Hepimiz için çok kara bir gündü ama babam için daha bir karaydı. Ablam, babamın kız evladıydı. Küçücük bir çocukken bile dilinde hep babası vardı. Babamın ardına düşer, ondan hiç ayrılmak istemezdi. İşe giderken bile peşindeydi. Hatta babam bir gün Maraş'ın Pazarcık ilçesine gideceği zaman arkasından nasıl ağladığı, babamın da onu da götürmek zorunda kaldığı anlatılır dururdu. Kaderin cilvesi işte, aradan 30 yıl geçmiş, bu kez aynı Pazarcık'tan cenazesi gelmişti. Ablam evlendi, boylarınca çocukları oldu ama babasından elini hiç çekmemişti. O babasının kızıydı. Küçücük bir çocukken her gün babasının geleceği zamanı bekler, ilk o karşılardı.

Ablamın gidişi babam için öylesine bir travmaydı ki, neredeyse hayatla bütün bağlarını kopardı. İraden, taammüden bir koparmaydı bu. Fişi prizden çıkartır gibi kasten çekip çıkarttı ve kendini nefessiz kalmaya mahkum etti. Ağır astım hastası olmasına rağmen sigaraya başladı. Küçücük bir çocukken nasıl da nefessiz kaldığına defalarca şahitlik ettiğim, krizlerden çıkartmak için türlü çareler aradığım adam, şimdi sigaraya başlamıştı. Bir gün ona biraz da sitemle niye sigara içtiğini, içmemesi gerektiğini söylediğimde daha iyi bir önerim olup olmadığını sordu. Biliyordum ki bu acıyı dindirecek başka bir ilacın var mı demek istemişti.

Sigara ile başlayan süreçte babamın ciğerleri iyice perişan oldu. Onu İstanbul'a getirip Süreyya Paşa hastanesine yatırdık. Günlerce, haftalarca hastanede kaldı. Artık babamdan ümidi kesmiştik ki, bir gün hastaneye gittiğimizde babamın iyileştiğini, toparlandığını, hatta ayağa kalktığını görünce şoke olmuştuk. Meraklı gözlerle baktığımızda babam ‘Rüyamda ablanı gördüm' dedi. ‘Sırtıma bir ilaç sürdü, uzun uzun uğraştı. Sonra da baba kalk, bir şeyin kalmadı artık dedi. Sabah kalktım kendimi çok iyi hissediyorum.'

Ablam, öldükten sonra bile babasından elini çekmemişti. Başka bir dünyaya göçmüş olmasına rağmen babasının iyileşmesi için ona ilaç yapmış ve iyileşmesine sebep olmuştu. Bu ilaç aynı zamanda babamın hayatla kopardığı bağlarını bir müddet için de olsa yeniden kurdu. Babam o olaydan sonra beş yıl daha yaşadı. Ta ki bir sabah gelen telefon, onun kızına kavuştuğunu haber verene dek.

Kız evlattı bu, aynı şehirde hastanede ziyaret için bile mazereti olan oğulların ne yaptığına bakmadan, onlara sitem dahi etmeden, yardıma koşmayı her daim vazife bilendi. Hem de bu dünyadan göçmüş olsa dahi.

2006 yılında kızımın doğduğu gün kayınpederimin sol kulağı aniden çökmüştü. Yani hiçbir belirti vermeden duyma yetisi kaybolmuş, sol kulağıyla hiçbir ses duymaz olmuştu. Doğum yaptığı gün eşim babasıyla ilgilenemedi. Daha doğrusu böyle bir rahatsızlığının olduğunu günler sonra duymuştu ama bir şey yapamadı. O olaydan tam üç yıl sonra bu kez sağ kulağı da çöktü. Yani dış dünyadan gelen hiçbir sesi işitemez olmuştu. Başka bir şehirde yaşadıkları için olay meydana gelince kayınvalidem apar topar Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine götürmüş ancak fakültenin KBB bölüm başkanı yapacak bir şeyin olmadığını, bununla yaşamayı öğrenmesi gerektiğini söyleyince kızını aramak zorunda hissetmiş kendini. Kızı olayı duyar duymaz doktor arkadaşlarını aradı. Hepsi de durumun çözümsüzlüğünden bahsediyordu. Ama o yılmadı, internetlere girdi, tıp sitelerine baktı. Tekrar tekrar konuyu araştırırken bir internet sitesinin bir kenarında oksijenle tedavinin bazen iyi geldiğini anlatan küçük bir bilgi notu gördü. Hemen oksijenle tedavi merkezlerinin yerlerini öğrendi, oradaki doktorlarla konuşup bir umut diyerek İzmir'den apar topar babasını getirtti. Kayınpeder İstanbul'a gelince eve bile getirmeden oksijen tedavi merkezine götürüp tedavi altına alınmasını sağladı. Çünkü bu tedavinin cevap verebilmesi için saatlerin, dakikaların önemi vardı.

15 günlük tedaviden sonra kayınpederin sağ kulağı yeniden duymaya başladı. Tıp Fakültesi KBB bölüm başkanı dahil konuştuğu onlarca doktor arkadaşını dinlemiş olsa kulak, bir daha gelmeyecek şekilde işitme yeteneğini kaybedecekti.

Tıpkı 2000 yılında babasının kalp ameliyatı olacağı zamanda yaptığı gibi, (teşbihte hata olmasın) ameliyat sırasında doktora bir şey olsa girip ameliyatı yapacak kadar konuyu öğrenmişti. Kalp konusunda ihtisas sahibi bir doktor kadar konuya vakıf oldu. En iyi doktorun, en iyi hastanenin, en iyi sağlık şartlarının nerede olduğunu bu sayede öğrendi. Bütün arkadaşlarına dualar dağıttı, okudular, okudular, okudular. Öyle ki mümkün olsaydı babasının yerine ameliyat da olurdu.

Kız evlattı bu, evlenmişti ama hiç evden gitmemişti. Başka şehirde yaşıyor olsa da, fiziksel olarak arada yüzlerce kilometrelik mesafeler bulunsa da onun eli an be an anne babasının üzerindeydi. Öyle ya, anneden babadan nasıl gidilir ki.

Bugün de sağlıkları, neşeleri, huzurları nasıldır, günü gününe takip eder. Onların hangi ilacı kullandığını, hangi ilacı kaç dozda kullanmaları gerektiğini, sağlığının ne durumda olduğunu gün be gün izler. Onları her gün bir güvercin ürkekliğiyle arar. Her telefon gelişinde bir güvercin ürkekliğinde kaldırır ahizeyi... Kapatırken telefonu çok şükür bir şeyleri yokmuş der, rahatlar. Bütün bunları ancak bir kız evlat yapabilirdi. Ablam da benden çok çok daha iyi bir evlattı. Seslensen sesini duyacak kadar yakın oturan oğulların umuru değildir ama yüz kilometrelerce uzaktaki kız evlat, babaların kalp atışlarını duyar.

Kız evlatların, Fatıma'nın (r.a) Babasına kaygılandığı gibi kaygılıdır yürekleri.

Allah, iyi evlatlar versin. Ve o evlatları korusun. Kız evlatları ise çok ama çok korusun...


http://mobil.zaman.com.tr/mehmet-kamis/kiz-evlat_2281984.html




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder