3 Ocak 2017 Salı

İHTİYAT

İHTİYAT
 

‘İhtiyat’, gerçekleşmesi beklenilen bir konuda ileriyi düşünerek tedbirli ve hazırlıklı olmak, kendisini korumak, tehlikeye ve günaha düşmekten sakınmak, ölçülü davranmak demektir.

 

Allah (c.c.)’ın haklarıyla ilgili konularda ihtiyatla hareket etmek caiz, kul haklarıyla ilgili konularda ise caiz değildir. Örneğin, namaz insanlar üzerinde Allah (c.c.)’ın bir hakkıdır. Kılınan bir namazın sahih olup olmadığı fıkıh açısından şüpheli ise ihtiyatla hareket edilip bu namazın iade edilmesi, yani yeniden kılınması gerekir. Çünkü üzerine gerekmeyen bir şeyi eda etmek, üzerine gerekeni terk etmekten daha iyidir.

      

Halbuki kul haklarıyla ilgili bir konuda örneğin, tazminat ödenip  ödenmeyeceği şüpheli olan bir durumda ihtiyatla hareket edilip tazminat ödenmesi gerekmez, çünkü şüphe ile tazminat ödenmez, kesinlik olması gerekir. 

       

Diğer yandan ayet ve hadisle konulan  had cezaları şüphe halinde düşer. Hz. Peygamber şöyle buyururlar: “Gücünüzün yettiği kadar, şüphelerle hadleri düşürünüz” [1] Bu durumda, şüphe bulunduğu halde cezanın uygulanması ihtiyat sayılmaz.

 

Yemesi veya içmesi haram olan bir madde ile tedavi konusunda, dinin emir ve yasaklarını bilen müslüman doktorların ağırlık kazanan görüşleri, haram olan maddeyi (ancak o konu ve gerekli miktarı ile sınırlı olarak) helal kılar. Burada ‘zaruretler sakıncalı olan şeyleri mübah kılar’ kuralı işletilir. İhtiyata uyuyorum, diye tedaviden kaçınmak caiz değildir. Çünkü Kur’an-Kerim’de: “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız.” [2] buyurulmuş, Hz. Peygamber (s.a.v.) de “Tedavi olunuz” [3] buyurmuştur.

 

Bazı İslâm bilgilerine göre, su bulamayan kimsenin vakit namazlarını  kaçıracağından kuşkulanması halinde, teyemmüm edip, namaz kılması, daha sonra kaza  etmesi daha ihtiyatlıdır. Çünkü bu, namaz borcundan yüzde yüz kurtulmayı ifade eder. [4] 

 

Başka bir örnek, öğle ve ikindi namazlarının vakti meselesidir. Ebu Hanife’den gelen sağlam görüşe göre, öğlen vakti güneşin zevalinden, yani gökyüzünün ortasından batıya meylettiği zamandan, gölgenin iki misli olduğu ana kadardır. Ancak Ebu Hanife’den başka bir rivayete, Ebu Yusuf, Züfer ve İmam Şafiî, İmam Malik ve İmam Ahmed b. Hanbel’e göre, öğlenin vakti, gölge bir misli oluncaya kadardır. Diğer yandan Ebu Hanife’den ; ‘Eşyanın gölgesi bir misli olunca öğlenin vakti çıkar, fakat iki misli olmadıkça ikindinin vakti girmez’ görüşü de nakledilmiştir. Bu duruma göre, bir misli ile iki misli arasında şüpheli ve boş bir vakit var, demektir. Bu ihtilafı çözmek ve sonuçtan emin olmak için ihtiyatlı davranmak tavsiye edilmiştir. Burada ihtiyat; öğleyi gölge bir misli olmadan kılmaktır. Böylece bu iki namaz ittifakla vakitlerinde eda edilmiş olur. [5]

 

Ancak şüpheden kaçınmak endişesiyle her ihtilaflı olan konuda ağır olanını almak ihtiyat sayılmaz ve İslâm’ın ‘kolaylaştırın, zorlaştırmayın’ prensibiyle bağdaşmaz. İhtilaflı olan konularda yapılacak olan şey, delillerin incelenmesidir. Daha sağlam delil ortaya çıkınca ona göre amel edilir. Bu araştırmayı kişi kendi yapamıyorsa, “Eğer siz bilmiyorsanız, bilenlere sorun  [6] diye buyurulan ilahi emre göre o konuda uzman bir bilgine sorarak, sonuca ulaşabilir.           

 

Gözleri görmeyenlerin ihtiyatsızlığı sonunda kendilerini düşürebileceğinden zararlarının giderilmesi kolay olur. Halbuki, dini ve dünyevi işlerde ve özellikle ülkelerin yönetiminde ihtiyatsızlık edip büyük zararlara neden olanların bu kayıplarının giderilmesi kolay olmamaktadır. Bundan dolayı her işte ihtiyatı (tedbiri) elden bırakmamak gerekir. Hatta savaşta düşmana üstün gelip kesin sonuç alınacağı sırada bile ihtiyatla hareket etmelidir.

     

İhtiyat üzere hareket edenler her ne kadar davranışlarında yavaş gibi görünürlerse de ulaşılması gereken hedefe ihtiyatsızlardan önce ulaşırlar. İhtiyatsızların başarıyı engelleyici şeytanı, kendi acelecilikleridir.

 

Dünyada herkese güven duymakla görevli sayılmayız. İlişki kuracağımız ve kendisiyle bir iş yapacağımız kişi hakkında iyi kişilerden olduğunu, güvenilir kişi oluşunu duymuş olsak bile ‘belki duyduklarımızda yanlışlık, eksik veya fazlalık vardır. Kişileri ve konuyu biraz inceleyelim.’ demek her ne kadar Sû-i zan hükmünü alırsa da günah sayılmaz. ‘Peşin karar sû-i zandır’ sözü bu ifademizi kuvvetlendirir. [7]

 



[1] Ebu Davud, Salât, 114; Tirmizi, Hudud, 2.
[2] Bakara sûresi,  2/195.
[3] Tirmizi, Tıb, 2; Ebu Davud, Tıb, 1, 11; İbn Mace, Tıb, 1. 
[4] İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar.
[5] İbn Abidin, a.g.e. 1/359.
[6] Nahl sûresi,  16/43.
[7] Tasvir-i Ahlâk, A. Rıfat.


BU YAZI AŞAĞIDAKİ WEB SİTESİNDEN ALINMIŞTIR.
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=616
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder