İnsan, bir aile ve toplum içinde yaşama özelliğiyle yaratılmıştır. Başka insanlarla tanışmak, kaynaşmak, yardımlaşmak ve bir arada yaşama, insanın tabii ihtiyacıdır. Yeryüzünü imar etmek, Allah’ın nimetlerinden istifade etmek, neslin devamını sağlamak, tebliğ görevini yapmak, ihtiyaçları karşılamak, toplu halde yaşamaya bağlıdır.
Toplu halde yaşama mecburiyetinde olan insanların birbirlerine karşı pek çok hak ve vazifeleri vardır. Dinimiz, bu hak ve vazifelerin üzerinde titizlikle durmuştur. Bu hak ve vazifeleri Müslüman açısından iki kısımda incelemek mümkündür:
1-) MÜSLÜMAN’IN İNSANLARA KARŞI GÖREVLERİ
2-) MÜSLÜMAN’IN MÜSLÜMANLARA KARŞI GÖREVLERİ
Genel anlamda, insanlar arasındaki bütün münasebetler, “KUL HAKLARI” içinde yer alırlar. Ana-baba hakkı, eş hakkı, akraba hakkı, komşu hakkı, hoca, arkadaş hakkı, cemiyet, millet ve insanlık hakkı…
Yine selam hakkı, nasihat hakkı, ilim hakkı, amir, memur hakkı… Bütün bunlar kul hakları ile ilgili hususlardır. Bunları korumak ve gözetmek her Müslümanın görevidir.
Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:
“Ey kavmimiz! Allah'ın davetçisine uyun. Ona iman edin ki Allah da sizin günahlarınızı kısmen bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun. Allah’ın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah’ı aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (AHKAF SURESİ – 31/32. AYETLER)
Buharî ve Müslim’de şöyle rivayet edilir:
“Hz Peygamber (SAV), Taif seferinde Nahl vadisinde sabah namazı kıldırırken yedi veya dokuz kişiden oluşan cinler grubu, Hz Peygamber (SAV)’in okuduğu Kur’an’ı dinlemeye gelmişlerdi. Kur’an’ı dinleyip kavimlerine döndüklerinde bu ayetleri okumuşlar ve cinler taifesinin Hz Muhammed (SAV)’e uymalarını istemişlerdi. Bu arada Allah’ın bütün günahları değil, bir kısım günahları affedeceğini beyan etmişlerdi. Bu affedilmeyen günahların kul haklarıyla ilgili günahlar olduğu ve hak sahibi razı olmadıkça bunların affedilmeyeceği haber verilmiştir.”
O halde Müslüman, kul haklarına son derece titizlik gösterecektir. Bilerek veya bilmeyerek başkalarının hakkını üzerine geçirmişse, o hakkı ödemek veya helalleşmek suretiyle kendini kurtarmaya çalışacaktır. Kur’an şöyle buyuruyor:
“(Rasülüm!) Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İBRAHİM SURESİ – 42. AYET)
Zulüm, haksızlık yapmaktır. Genel anlamda üç çeşit zulüm vardır:
1-) ALLAH’A KARŞI ZULÜM: Küfür, şirk, nifak gibi…
2-) İNSANLARA KARŞI ZULÜM: Başkasının malını haksız almak, şeref ve namusuna dokunmak gibi…
3-) KENDİSİNE KARŞI ZULÜM: Allah’ın kendisine verdiği emanetlere ihanet etmek gibi. İlk iki zulmü işleyen kimse aynı zamanda nefsine de zulmetmiş olur.
Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Kıyamet günü müminler cehennem üzerine kurulmuş büyük sırattan kurtulduktan sonra, cennetle cehennem arasında ikinci bir köprüde tutuklanırlar. Burada, dünyada aralarında geçen haksızlıktan birbirlerine haklarını vererek hesaplaşırlar. Günahlardan temizlenip arındıkları zaman cennete girmelerine izin verilir.”
Bir diğer hadislerinde de Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Bir kimse ki, kardeşinin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa, altın ve gümüş bulunmayan günden evvel onunla helalleşsin. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yükletilir.”
Haksızlık edip te hak sahibine hakkını ödemeden ölen kimseler, ahirette MÜFLİS durumuna düşerler. Bu durumu, Ebu Hüreyre (RA)’ın rivayetinde Hz Peygamber (SAV) şöyle ifade buyuruyor:
Rasülullah (SAV) ashabına: “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu. Ashab: “Bizim aramızda müflis, hiç bir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir.”dediler. Bunun üzerine Rasülullah (SAV) şöyle buyurdu:
“Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir. Ancak bu ibadetlerin yanında öyle günahlar da işlemiştir ki, kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine zina iftirasında bulunmuştur. Bu durum karşısında, onun ibadetlerden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır. Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir. Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmıştır. İşte böylece, müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır.”
Öyleyse birbiri için yaşayan, sevgi ve şefkat duygularıyla dolup taşan, huzur ve saadet içinde yaşayan bir toplum meydana getirmek istiyorsak, bunun kul haklarına saygıdan geçtiğini bilmek zorundayız. Dinimiz, kul hakları yanında, daha özel olarak Müslüman’ın Müslüman üzerindeki haklarına riayet edilmesini de istemiştir. Bu noktada Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Müslüman’ın müslüman üzerinde altı hakkı vardır:
1-) Karşılaştığın zaman ona selam ver.
2-) Davet edilirsen git.
3-) Nasihat isterse, nasihat et.
4-) Aksırır da Allah’a hamd ederse, sen de ona: “Allah sana merhamet etsin .” de.
5-) Hastalandığında hatırını sor.
6-) Vefatında cenazesini takip et.”
Bu hadise göre, Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından ilki, selam vermektir. Selam, İslam’ın sevgi ve şefkat anahtarıdır. Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağları selamla güçlenir. Selam, en kısa şekliyle: “Es-selamü Aleyküm” diye verilir. “Ve aleyküm selam” diye de alınır. Binek üzerinde olanın yaya olana, yürüyenin oturana, arkadan gelenin önde olana selam vermesi, selamın adabındandır. Çocuklara ve eşlere selam vermek te Hz Peygamber (SAV)’in adetlerindendir.
Müslüman’ların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de, davet edildiği zaman davete gitmektir. Davete icabet etmek sünnettir. Düğün, sünnet ve buna benzer davetlere katılmak, kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesini sağlayan dinî ve içtimaî bir görevdir. Düğün davetine VELÎME denir ki, âlimlerin bir kısmı buna katılmanın vacip olduğunu söylerler. Zira bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur:
“Kim bu davete (Velîme) katılmazsa, Allah ve Rasülü (SAV)’e isyan etmiş olur.”
Ancak Allah’ın ve Rasülü (SAV)’in emirlerine aykırı işlerin yapıldığı, içki gibi haramların işlendiği, Allah’ın unutulduğu, namazın terkine sebep olduğu takdirde, davete katılmak uygun değildir. Öyleyse inançlarımıza ters düşmeyen davetlere katılmak sünnettir.
Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de nasihat etmek, iyiyi, güzeli ve doğruyu göstermektir. Her Müslüman, İslamî ölçüler içinde birbirine nasihat etmekle görevlidir. Dinî hayatın varlığı, Müslümanların onu yaşamaları ve birbirlerine nasihat etmeleriyle mümkündür. İsteyene nasihat etmek vaciptir. İstemeden vermek ise menduptur. Bu gerçeği Hz Peygamber (SAV) şöyle haber vermiştir:
“Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurdu: “Din nasihattir.” Ashab-ı Kiram sordular: “Kime?” Hz Peygamber (SAV) şöyle cevap verdi: “Allah’a, Allah’ın kitabına, Peygamberine, Müslümanların reislerine ve bütün Müslümanlara.”
Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda verir.” (ZARİYAT SURESİ – 55. AYET)
Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından birisi de aksıran bir Müslüman ELHAMDÜ LİLLAH derse, YERHAMÜKALLAH yani; Allah sana merhamet etsin diye karşılık vermektir. Bunun üzerine aksıran Müslüman’ın: “YEHDİKÜMÜLLAHU VE YÜSLİHU BÂLEHÜM” Yani: Allah sizi hidayette kılsın ve hatırınızı hoş etsin. Diyerek sünneti tamamlaması icap eder. Hz Peygamber (SAV), bu hususu şöyle açıklar:
“Biriniz aksırdığı vakit, Elhamdü lillah desin. Din kardeşi veya arkadaşı ona Yerhamükallah desin. O da: Allah size hidayet versin ve halinizi ıslah etsin. Desin.”
Müslümanların birbirleri üzerindeki haklarından biri de, hasta ziyaretidir. Hastayı ziyaret etmek, onun hal ve hatırını sormak, ihtiyacı varsa yardım etmek sünnettir. Hastanın tanıdık olması veya olmaması fark etmez. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:
“Her kim bir hastayı dolaşırsa, dönünceye kadar cennet hurmaları arasındadır.”
Hasta ziyaretinde şu hususlara dikkat edilmelidir:
1-) Hastanın şifa bulması için dua edilmelidir.
2-) Hastanın yanında yüksek sesle konuşulmamalıdır.
3-) Hasta, ümitsizliğe sevk edilmemelidir.
4-) Gülmede ve üzülmede aşırıya kaçılmamalıdır.
5-) Hastalık bulaşıcı ise, hastaya hissettirmeden fazla yaklaşılmamalıdır.
6-) Yiyecek götürülmüşse, yemesi için fazla ısrar edilmemelidir.
7-) Ayrılırken moral vermek ve tekrar görüşme dileğinde bulunmak.
Müslümanların karşılıklı haklarından biri de vefat eden Müslümanların cenazelerini takip etmektir. Bu, vefat eden Müslüman kardeşimize karşı son vazifemizdir. Hanefîlere göre, cenazeyi takip etmenin en faziletli şekli, arkasından gitmektir.
O halde, birbiri için yaşayan, sevgi ve şefkat dolu bir cemiyet meydana getirmek istiyorsak, birbirimizin haklarına riayet edelim. Allah’a giden yolda, Hz Peygamber (SAV)’in tavsiyelerine uymak her Müslüman’ın temel görevidir.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.vaazsitesi.net/?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder