CEMRE’NİN HİKAYESİ
Cemrenin kelime anlamı; 'kor halindeki ateş'tir. İlkbahar başlamadan önce birer hafta aralıklarla havaya, suya ve toprağa düştüğüne ve onları ısıttığına inanılır.
Eskiler 365 günlük yılı 'Kasım' ve 'Hızır' günleri olarak ikiye ayırmışlardı. Kasım 179, Hızır ise 186 gündü. Yılın Kasım kısmı yani kış devresi 8 Kasımda başlar, 6 Mayısa kadar sürerdi. 6 Mayısta da Hıdırellez ile birlikte yaz devresi, Hızır günleri başlardı. Kasım ayına Kasım dememiz oldukça yenidir. 1945 yılında ilgili kanun yürürlüğe girene kadar, Kasım ayına 'teşrinisani' denilirdi. Kasım adı Arapça 'bölen' anlamındadır. Yılı böldüğü için bu ad verilmiş olabilir.
Kasımın kırk altısında, kırk gün anlamına gelen 'erbain', seksen altısında da elli gün anlamına gelen 'hamsin' başlar, böylece kışın en soğuk zamanları olan doksan günlük süre geçmiş olurdu. Kasım günlerinin ortasını geçip yüz gün arkada kalınca halk arasında zorlu kış günlerini arkada bırakmanın bir ifadesi olarak 'geldik yüze, çıktık düze' denilirdi.
Kasımın yüz beşinde (19-20 Şubat) birinci cemrenin havaya, yüz on ikisinde (26-27 şubat) ikincisinin suya, yüz on dokuzunda da (5-6 mart) üçüncü cemrenin toprağa düştüğüne ve yedi günlük aralıklarla buraları ısıttıklarına inanılırdı. Cemre toprağa düştüğünde ise ağaç dikiminin, tarlaya tohum atımının zamanı gelmiş olurdu.
Meteorolojik olarak ısınma sıralaması toprak - hava- su şeklindedir. Cemrelerin düşüş sıralamasında önce hava ısınıyormuş gibi görünse de hava doğrudan güneş ışınları ile ısınmaz. Güneş'ten gelen ışınlar önce yeri ısıtırlar, yerden yansıyan ışınlar havayı ısıtırlar. Aksi olsaydı, yükseldikçe, dağların tepesine çıktıkça, Güneş'e yaklaşıldığı için hava gittikçe ısınırdı.
Cemreler Türk dünyasının kültür ve edebiyatına da konu olmuşlardır. Mesela; divan şairlerinin cemre zamanları, baharın yaklaşması dolayısıyla önemli kişiler için şiir yazarlardı. Önemli kişiler de kendilerini öven şiirleri yazan şairleri mikafatlandırırdı. Bu tür şiirler “Cemreviye” ve “Bahariye” olarak adlandırılırdı.
Hemen her divan şairi (ödüllendirilmek arayışında) cemreviye ve bahariye yazmıştır. Bunlar teşbib ile başlayan kasidelerdir. (Kaside, birini övmek veya yermek için yazılan şiirdir. Teşbib, kasidenin giriş kısmında övüleceğin veya yerileceğin tasvirinin yapıldığı mısralardır.)
Sâbit’in (Vf. 1713-14), Şeyhülislâm Ali Efendi için yazdığı cemreviyesinin ilk bölümü (teşbib) şöyle başlar:
“Dil âteş-i mahabbet ile feyz-yâb olur,
Deryâ gibi ki cemrede pür-âb ü tâb olur,
Neyl-i hevâya düşdü bugün nokta cemreden,
Şimden gerü serâb-ı mahabbet şerâb olur.”
Cemrenin kelime anlamı; 'kor halindeki ateş'tir. İlkbahar başlamadan önce birer hafta aralıklarla havaya, suya ve toprağa düştüğüne ve onları ısıttığına inanılır.
Eskiler 365 günlük yılı 'Kasım' ve 'Hızır' günleri olarak ikiye ayırmışlardı. Kasım 179, Hızır ise 186 gündü. Yılın Kasım kısmı yani kış devresi 8 Kasımda başlar, 6 Mayısa kadar sürerdi. 6 Mayısta da Hıdırellez ile birlikte yaz devresi, Hızır günleri başlardı. Kasım ayına Kasım dememiz oldukça yenidir. 1945 yılında ilgili kanun yürürlüğe girene kadar, Kasım ayına 'teşrinisani' denilirdi. Kasım adı Arapça 'bölen' anlamındadır. Yılı böldüğü için bu ad verilmiş olabilir.
Kasımın kırk altısında, kırk gün anlamına gelen 'erbain', seksen altısında da elli gün anlamına gelen 'hamsin' başlar, böylece kışın en soğuk zamanları olan doksan günlük süre geçmiş olurdu. Kasım günlerinin ortasını geçip yüz gün arkada kalınca halk arasında zorlu kış günlerini arkada bırakmanın bir ifadesi olarak 'geldik yüze, çıktık düze' denilirdi.
Kasımın yüz beşinde (19-20 Şubat) birinci cemrenin havaya, yüz on ikisinde (26-27 şubat) ikincisinin suya, yüz on dokuzunda da (5-6 mart) üçüncü cemrenin toprağa düştüğüne ve yedi günlük aralıklarla buraları ısıttıklarına inanılırdı. Cemre toprağa düştüğünde ise ağaç dikiminin, tarlaya tohum atımının zamanı gelmiş olurdu.
Meteorolojik olarak ısınma sıralaması toprak - hava- su şeklindedir. Cemrelerin düşüş sıralamasında önce hava ısınıyormuş gibi görünse de hava doğrudan güneş ışınları ile ısınmaz. Güneş'ten gelen ışınlar önce yeri ısıtırlar, yerden yansıyan ışınlar havayı ısıtırlar. Aksi olsaydı, yükseldikçe, dağların tepesine çıktıkça, Güneş'e yaklaşıldığı için hava gittikçe ısınırdı.
Cemreler Türk dünyasının kültür ve edebiyatına da konu olmuşlardır. Mesela; divan şairlerinin cemre zamanları, baharın yaklaşması dolayısıyla önemli kişiler için şiir yazarlardı. Önemli kişiler de kendilerini öven şiirleri yazan şairleri mikafatlandırırdı. Bu tür şiirler “Cemreviye” ve “Bahariye” olarak adlandırılırdı.
Hemen her divan şairi (ödüllendirilmek arayışında) cemreviye ve bahariye yazmıştır. Bunlar teşbib ile başlayan kasidelerdir. (Kaside, birini övmek veya yermek için yazılan şiirdir. Teşbib, kasidenin giriş kısmında övüleceğin veya yerileceğin tasvirinin yapıldığı mısralardır.)
Sâbit’in (Vf. 1713-14), Şeyhülislâm Ali Efendi için yazdığı cemreviyesinin ilk bölümü (teşbib) şöyle başlar:
“Dil âteş-i mahabbet ile feyz-yâb olur,
Deryâ gibi ki cemrede pür-âb ü tâb olur,
Neyl-i hevâya düşdü bugün nokta cemreden,
Şimden gerü serâb-ı mahabbet şerâb olur.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder