27 Şubat 2017 Pazartesi

KEREM

KEREM

 

‘Kerem’, iyilik, bağış, üstünlük, şerefli ve cömert olmak demektir.

      

Kerem, ikram, kerim, keramet, kiram, ekrem, mükerrem gibi kavramlar aynı kökten türemiş olup aralarında anlam bağı vardır. İkram, birisine veya misafire bir şey vermek, iyilik etmek demektir. Allah (c.c.), Celal (yücelik) ve en geniş ‘ikram’ sahibidir. [1]

‘Kerim’, değerli ve şerefli olmak, iyiliksever olmak, çok cömert anlamlarına gelir. Kur’an, ahirette müminlere verilecek mükâfatlara ‘kerim bir rızık’ [2] demektedir.


‘Ekrem’ en cömert, en şerefli ve yüce, en değerli demektir. Kur’an bu sıfatı bir ayette Allah (c.c.) hakkında kullanmaktadır. [3]


İnsanlar Allah (c.c.)’ın kulları olmaları yönünden eşittirler. Bu açıdan birbirlerine karşı üstünlükleri yoktur. İnsanların en ‘ekrem’i en üstünü ve en şereflisi Allah (c.c.)’a karşı sorumluluk bilincini en iyi duyandır, yani takva sahibi olandır. [4]


Peygamberimiz (s.a.v.) insanların en ‘ekrem’i (en üstünü) kimdir? Sorusuna aynı cevabı vermiştir. [5]


‘Mükerrem’ ise ikrama ve hürmete layık kişi manasındadır. Kur’an-ı Kerim’de kerem kelimesi geçmemekte ama diğer türevleri farklı yerlerde, benzer anlamlarda geçmektedir. Kerem, söz ve davranışla, maddi yardım ve ikramla insanlara iyi davranmayı ifade eden çok geniş kapsamlı bir ahlâk kuralıdır. Güzel huylardan sayılan, bağışlamak, iyi davranış, ihsan etmek, cömertlik yapmak, güler yüzlü olmak gibi davranışlar ‘Kerem’ sahibi olmak diye anlatılmıştır.


Kerem, Müslümanlarda bulunması gereken en güzel huylardan biridir.

Kerem, daha çok cömert olmak, şerefli ve asalet sahibi olmak, saygın kimse anlamlarında kullanılmıştır.


Kerim insan, cömert, iyi huylu, insanlar arasında şeref ve itibarı olan insan demektir. Bu anlamda Hz. Muhammed (s.a.v.) ‘kerim, şerefli, değerli ve yüce’ bir elçidir. [6]

 

Kerim, aynı zamanda Allah (c.c.)’ın güzel isimlerinden birisidir. O, çok ikram sahibidir, cömerttir, insanlara bağışı ve affı bol olan demektir. [7]

 

Peygamberimiz  (s.a.v.), ‘Mekarim-i ahlâk’ı, yani ahlakın en güzelini, en keremlisini tamamlamak için gönderilmiştir. O’nun hayatının her anında bu güzel ahlakın örneklerini görmekteyiz. Nitekim Mekke fethedildiği gün, Mekkelilere, ‘Size ne yapacağımı sanıyorsunuz?’ diye sorduğu zaman onlar ‘sen kerim kardeşsin, kerem sahibi bir dostsun (senin bize intikam duygusuyla davranmayacağını biliyoruz)’ diyerek buna tanıklık etmişlerdi.

 

Kur’an-ı Kerim, Hz. İbrahim (a.s.)’in kerem sıfatını övmektedir. Çünkü O çok ikram eden, şerefli bir insandı. [8]

 

Müslümanlar ‘mükremûn’durlar, yani kendilerine Allah (c.c.) tarafından çok cömert davranılan, bol bol ikram edilen, Cennetlerde ağırlanan, değerli ve şerefli kimselerdir. [9]

 

Kur’an, ‘Kerim’ bir kitaptır, çünkü O’nun şerefi yücedir, kıymetlidir, müminlere bağışı çoktur. [10]

 

Kerem sahibi olmak, Müslümanların en önemli özelliklerindendir. Onların peşinden gittikleri Hz Muhammed (s.a.v.), insanların en keremi idi. O, Rasûl-i ekrem’ yani ‘en keremli Peygamber’ idi.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki: “Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa konuğuna ikram etsin; kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa akrabasını ziyaret etsin; kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa hayır söylesin veya sussun.  [11]

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in misafiri hiç eksik olmazdı. Uzaktan yakından pek çok misafiri gelirdi. O devrin devlet ve kabilelerinden özel ve resmi heyetler gelir, günlerce kalırlardı. Peygamberimiz (s.a.v.)  bu misafirlerle bizzat kendisi ilgilenir, ağırlar ve onların hizmetlerini görürdü.

 

Habeşistan’dan gelen bir heyete bizzat Peygamberimiz (s.a.v.) hizmet etti. Sahabîler, ‘Siz bırakın, yâ Rasûlallah, hizmeti biz görürüz’ dediler.

 

Peygamberimiz, “Onlar daha önce bizim arkadaşlarımıza ikram etmişlerdi. Şimdi ben de bu hizmetlerinin karşılığını vermekten zevk duyuyorum.” buyurdu.

 

Taif’ten gelen Sakif heyetini, mescitte misafir etti, ağırladı. Yine onların hizmetlerini kendisi gördü. Daha sonra onlar hep beraber Müslüman olarak yurtlarına döndüler.

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in kendi evi misafir ağırlamaya uygun olmadığı zamanlar, Ensardan Remle (r.a.) ile Ümmü Şerik (r.a.)’in evleri misafirhane olarak kullanılıyordu. Bu kadınlar iyiliksever, cömert kimselerdi. Bazen gelen misafirler o kadar çok olurdu ki, hizmetlerini rahatça görmek için böyle misafir evlerine taksim edilirdi.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) misafir konusunda din ayrımı da yapmazdı. Herkese aynı yakınlık ve iyiliği yapar, aynı nezaket ve anlayışı gösterirdi.

 

Ebû Basra Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu yönünü şöyle anlatır: ‘Ben henüz Müslüman değildim. Rasûlullah’a misafir oldum. Geceleyin kalktım, bütün keçileri sağdım, sütlerini içtim. Böylece Rasûlullah’ı ve ailesini aç bıraktım. Fakat Resûl-i Ekrem bana hiçbir şey demedi.’       

 

Yine Ebû Hüreyre (r.a.)’nin anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz (s.a.v.)’e bir müşrik misafir oldu. Peygamberimiz (s.a.v.) süt ikram etti, o da içti. Bir daha ikram etti, onu da içti. Rasûllullah (s.a.v.)’ın bu ikramı karşısında duygulanan bu müşrik sabahleyin Müslüman oldu.

 

Fakat Peygamberimiz (s.a.v.)’in sürekli misafirleri, mescidin yan tarafında ikamet eden, evi-barkı, çoluk-çocuğu olmayan fakir Sahabîlerin oluşturduğu ‘Suffe Ashabı’ idi. Peygamberimiz (s.a.v.), onları kendi aile fertleri gibi görürdü. Onların eğitim ve öğretimlerini üzerine aldığı gibi, geçimlerini de kendisi karşılıyordu.

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in dört kişinin taşıyabileceği büyüklükte bir kazanı vardı. Öğle vakti olunca bu kazan getirilir, yemek yapılır, Suffe Ashabı onun etrafına dizilir, Peygamberimiz (s.a.v.)’le birlikte ondan yerlerdi. Bazen o kadar kalabalık olurdu ki, Peygamberimiz (s.a.v.) oturmaya yer bulamaz, çömelirdi.

 

Peygamberimiz (s.a.v.) bazen Suffe Ashabını kendi evinde de ağırlardı. Bunların sayıları, yüz ile dört yüz arasında değişirdi.

 

Bir gün Suffe’de bulunan Sahabîleri Hz. Âişe (r.a.)’nin evine götürdü. Hz. Âişe (r.a.) validemize evde ne varsa getirmesini söyledi. Yemek yenildikten sonra, varsa bir miktar daha getirmesini söyledi. Hurma ve süt geldi. Onları da yediler. Böylece Peygamberimiz (s.a.v.) onları bizzat kendisi ağırladı.    

 

Peygamberimiz (s.a.v.)’in arkadaşları (sahabiler) ve onları örnek alan atalarımız, misafirlerini candan aziz bilmişler, misafire ikram etmeyi en sevimli bir özellik saymışlar ve bunu maddi bir karşılık için değil, yalnızca Allah rızası için yapmışlardır.

 

Ebu Hureyre (r.a.)’nin anlattığına göre, Allah (c.c.)’ın elçisine bir adam geldi, darda kaldığını söyledi. Allah (c.c.)’ın elçisi: “Bunu gece kim misafir eder?” diye sordu. Sahabi’den biri: ‘Ben ederim, Ya Rasûlallah’ dedi. Ardından adamı alıp evine götürdü. Evinde ancak bir kişiye yetecek kadar yemek vardı. Hanımına gizlice çocukları oyalayıp yatırmasını, konuk sofraya oturunca lambayı söndürmesini, konuk yemek yerken kendilerinin de yermiş gibi davranmasını söyledi. Böyle yaptılar, konuk yemeğini yedi, kendileri ve çocukları aç kaldılar. Sabah olunca Allah’ın elçisi o arkadaşlarına:

“Allah sizin, konuğunuza yaptığınız ikramı çok beğendi.”  buyurdu.

 

Ev sahibinin konuğa ikramı nasıl iyi ahlâk gereği ise konuğun da ev sahibini rahatsız etmemesi, misafirliği üç günden fazla uzatmaması, umduğunu değil bulduğunu yemesi ve ev sahibinin gizli yönlerini araştırmaması da iyi ahlâk gereğidir.

 

Peygamberimiz (s.a.v.), üç gün misafiri ağırlamanın ev sahibi için bir görev olduğunu, bundan fazlasının ise bir sadaka olacağını buyurmuştur.  

 

 

 

 


 

[1] Rahman sûresi, 55/27-78.
[2] Nur sûresi, 26-34.
[3] Alak sûresi, 96/3.
[4] Hucurât sûresi, 49/13.
[5] Buhari, Enbiya s. Tefsiri 4/179.
[6] Tekvir sûresi, 81/19.
[7] Neml sûresi, 27/40.
[8] Zariyyat sûresi,51/24-27.
[9] Saffat sûresi, 37/42.
[10] Vakıa sûresi, 56/77.
[11] Buhari ve Müslim.


BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/default.asp?kat_no=648

--
.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder