İslam ülkeleri ümit vermiyor
Müslüman ülkelerin halkları ve yöneticileri kendileriyle hesaplaşmak zorunda. Gidişat umut kırıcı.
Kaos, iç mücadeleler, teknolojiyi iyi kullanamama, kendini yenileyememe, gelişmiş ülkelerle yarışta hantal duruma düşme, şahsi menfaatler, küçük olsun benim olsun zihniyeti, durumu idare etme hastalığı, adam kayırma ve benzeri hastalıklar İslam ülkelerini dünyadaki yarışta geri bırakıyor.
Müslüman ülkeler bu utandıran manzaradan sıyrılıp gelişmek zorundalar.
Ayaklarındaki prangaları kırmak zorundalar.
Şehirlerini daha yaşanır yapmak zorundalar.
Sağa-sola savrulmuş olmaktan kurtulmak zorundalar. Evlatlarına karanlık ve geri kalmış bir hayat yerine, dev hamlelerle kendilerini yenileyen bir coğrafya sunmak zorundalar. Aksi halde bu vebalin altından kalkamazlar. Suriye'de kan dökülüyor.
Mısır'ın hali iç yaralayıcı. Darağaçları asrın en büyük katliamı için kurulmuş durumda.
Afganistan'ın, Irak'ın, Libya'nın, Sudan'ın hali malum. Afrika ülkelerinde Müslümanlar Budist yamyamlara yem oluyorlar. Filistin asrın kanayan yarası. Nedense bütün bombalar bizim coğrafyamızda patlıyor.
Tezgâhlar, ayak oyunları, tuzaklar, siyaset dışı siyasi hamleler, kısacası canımıza okuyacak her kirli oyun bizim coğrafyamızda.
İngiltere'deki, Fransa veya İsviçre'deki olağan hayat, rahat ve hatta meşru çizgideki konforlu yaşam neden bizde yok?
Oradakilerin iki beyni, on kulağı, beş kolu yok. Zekâ seviyeleri inanın bizden çok düşük.
Çok rutin ve yeknesak bir hayatları var. Ama sistemleri oturmuş, düzen iyi işliyor. Adam kayırmıyorlar, disiplin, disiplin ve yine disiplin.
Mesele bu kadar basit. Nedense bize gelince, aşılmaz bir anafora dönüşüyor bu iş.
Kutlu doğum günlerinde; insanlığın aşılamaz ve aşılamayacak önderi ve yüz akı olan Hz. Muhammed'i (s.a.v.) hatırlarken bir muhasebe ortamı oluştursun diye bu satırları yazdım. Çünkü Yüce Kuran "hatırlat" buyuruyor. "Düşün, tefekkür et" buyuruyor. "İbret al" buyuruyor. "Karanlık ve aydınlık bir olur mu" buyuruyor. Ne yazık ki biz bu buyrukları bizim dışımızdakilere yapılmış gibi anlıyoruz.
Birkaç küçük öneride bulunayım istedim bu kutlu günlerde. Belki duyan bir kulak bulabilirim diye.
a) Müslüman halklar özgürlüğü istemeliler:
Seçimle gelip seçimle giden yönetimler için direnmeliler. Aşiret, kabile, mezhep devletlerinden, seçimle gidip- gelen devlet yönetimine gitmeliler. Bunun mücadelesini vermeliler.
Belki uzun sürecek ama, yol budur.
Ve seçerken de elbette imanlarına uygun yönetimleri tercih etmeliler. Adil, merhametli, dışa açık, yenilemeye meyilli, ülkelerini ıslah eden, çevre kirliliğinden beyin kirliliğine kadar her olumsuzluğu düzelten iktidara müsaade etmeliler. İslam ülkeleri hâlâ aşiret ve kabile mantığıyla yönetiliyor - Türkiye bu kuralın dışındadır hamd olsun
b) Yas kültüründen vazgeçmeliler:
Kendimize acımaktan vazgeçmeliyiz. Geçmiş kahramanlıklardan şeref duymalıyız ama orada durmamalıyız. Dünde kalanlar, orada bütün haşmetiyle orada kalmalı ama biz bugüne bakmalıyız. Kendimize acımakla yıllarımız geçiyor. c) Disiplin ve kurallar işlemeli:
Kurallarımız adamına göre uyarlanıyor.
İnsanlarımız kurallara göre davranmıyor. "Burası Türkiye, her şeyin yolu var" önyargısı kırılmalı. Yüce Kuran "İnsan için çalışmasının karşılığı vardır" buyuruyor (Necm suresi; 39). Çalışmazsan, gayret etmezsen sadece duayla düzeltemezsin. Tedbirini al, gayret et, sonra tevekkül edip duanı yap.
d) Müslüman ülkeler birliği kurulmalı; Bugün adı olup ciddiyeti olmayan İslam Birliği'nden bahsetmiyorum elbette. İslam ülkelerindeki yazarlar, gazeteciler böyle güçlü birliklerin oluşmasına zemin hazırlamalı.
Kutuplaşan dünyada kutuplaşmamak lazım belki ama bir kutup oluşturmadan da var olamazsınız. Güçlü olamazsanız, güçlüler sizi idare eder. Birbirinize vurdurur.
Menfaatlerinizi sömürür. İslam ülkeleri bencillikten vazgeçmeli, ortak düşünmeli,ortak menfaatlerde birleşmeli.
Hatta bu çizgiye gelmeyeceklere yaptırımlar uygulanabilmeli. Tabii bu ülkelerde halkın özünden gelecek insanlar yönetimde veya söz sahibi olabilseler bu cümlelerin bir anlamı olur.
e) İslam ülkeleri parlamentosu kurulmalı:
İslam ülkelerine verilecek kontejanlarla, siyasi bütün partilerin temsil edildiği bütçesi olan, yaptırım gücü olan, saygınlığı olan, medyası olan, belki ileride ordusu olacak olan ve günümüzdeki etkisiz, yetkisiz İslam Birliği'nden çok farklı oluşumlar kurulmalı.
Son söz: Çocuklarımıza iyi bir yarın sunmak zorundayız. ilerlemek zorundayız.
Teknolojide, bilimde, samimiyet ve çalışkanlıkta, disiplin ve güçte kuvvetli olmayanların dünyaya verecekleri mesaj ciddiye alınmaz.
Dinimiz bütün ilerlemelere, gelişmelere kapıyı açıyor. Biz o kapıyı çok gaddarca ve zalimce örtüyoruz.
Kutlu doğumda sadece Efendimiz'i (s.a.v.) konuşmak yetmez. Belki bu konuları konuşmak,müslümanların yaralarına parmak basmak , esasen Efendimiz'i (s.a.v.) konuşmak ve anlamak demektir. Hz.Peygamber ufacık Medinesinden nasıl; Gassandan irana,Suriye'den Mısır'a, küçük büyük yüzlerce merkeze davetini iletebilecek kadar büyük bir mekanizmayı harekete geçirebiliyorsa biz de onca gücümüzü bir araya getirmeliyiz.
Sinerek, sindirilerek, ufalarak, geri adım atarak,hoş görünmeye çabalayarak dünyadaki güçleri bozamayız. İslam ülkeleri bir uyanabilse aslında bütün dengeler değişecek ama..!
***
Kuran İslamı kavramı
İlk mealcilik hareketini İngilizlerin İslam ülkelerine enjekte ettiğini biliyoruz.
Batı oryantalizminin hedefi; "Hz. Muhammed'siz (s.a.v.) bir din ve hadissiz bir yaşam"dır. Hayattan Hz. Peygamber'i (s.a.v.) uzaklaştırmaya çabalamışlardır, Hz. Peygamber'i (s.a.v.) etkisizleştirip, bütün dinlerden derleme yeni bir din çıkarmak ve Hz.
Musa, Hz. İsa veya Hz.
Muhammed'den (s.a.v.) birine inanmak yeterlidir.
Dilediğini seç! Noktasına meseleyi getirmek istemişlerdir. "İbrahimi dinler" faaliyetinin nihai hedefi budur.
Hz. Peygamber'i (s.a.v.) tarihin tozlu sayfalarına hapsedip hayattan silmek.
Bunu yapabilmek için de sinsi bir şekilde Kuran-ı Kerim'i istismar etmişlerdir. "Kuran'daki İslam", diyerek, "Kuran İslamı" diyerek sahih sünneti ve sahih hadisleri ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. "Bütün hadisler uydurmadır" diyerek hadisleri ve sünneti hayattan silmeye çabalamışlardır.
Kuran İslamı veya Kuran'daki İslam her müminin tereddütsüz kabul edeceği bir kavramdır.
İmanı olan her mümin bu kavramın altına imzasını atar. Kuran'sız İslam olur mu? Kim bunu söyleyebilir.
Kuran ebedi vahiydir.
Harfine dokunulmamış, şeytanlardan ve şeytanlaşmış beşerden korunmuş bir rahmettir. Yeryüzünde Kuran-ı Kerim'i tartışmış bir Müslüman var mı?
Ama bu kavramı asıl hedefinden çıkarıp sinsi bir ideolojinin basamağı yapmaya çabalayanlar, bu sözün arkasından şunu söylüyorlar:
Kuranı Kerim ortada. Hadislere, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sözlerine, mesajlarına esasen Hz. Muhammed'in (s.a.v.) kendisine ne ihtiyaç var ki! Bize Kuran yeter.
Hz. Muhammed'e (s.a.v.) gerek yok. O'nsuz bir din düşünün!
Dert bu. Mesele bu.
Hedef bu. İşte bu nedenle bizler, Kuran'daki İslam kavramının doğru olduğunu, ama yanlış amaçla istismar edildiğini söylüyoruz.
Çünkü biliyoruz ki; Hz.
Muhammed'siz (s.a.v.) bir Kuran iddiası, esasında Kuran'ı inkâr demektir.
Kuran-ı Kerim in tümünü inkâr demektir. Hem Kuran'a inanacaksın ve hem bize Kuran'ı ileten büyük Peygamber'i (s.a.v.) yok sayacaksın. Bu ne yaman bir çelişki bu nasıl bir akıl tutulması? Bu imanın İslam'da yeri olur mu?
Hz. Peygamber'siz (s.a.v.) bir İslam isteyenler onun içindir ki namazları üçe indirmiş, cuma namazı yerine cuma vakti Allah'ı tesbih etmek yeter demiş, ayetleri keyiflerine göre yorumlayıp fitneye düşmüş ve hatta düşürmüş bidat ve hurafe ehline dönüşmüşlerdir.
Kuran-ı Kerim'e karşı işlenebilecek en büyük tahrifat elbette budur.
Sahih hadisleri ortadan kaldırdığınızda, Kuran-ı Kerim'i hevesinize, zevkinize, keyfinize göre yorumlayabilirsiniz. Dini, din olmaktan çıkarırsınız.
Unutulmasın ki Kuran'ın ilk tefsiri, yorumcusu yine Hz. Muhammed'dir (s.a.v.).
Hadisler de Kuran'ın tefsiridir.
İslam dinini tahrif ve tahrib etmek isteyen ve Kuran-ı Kerim'i tartışma konusu yapmak isteyenlerin yol haritası; önce hadisleri, sonradan Hz.Peygamberi Müslümanların hayatından silmek şeklindedir. Bu çirkin ve ürkütücü yolun sonunda, Kuran-ı Kerim ayetlerinin çoğunu tarihsel olarak ilan edip Kuran'ı etkisizleştirmek hedefi vardır. Kısacası, oyunun ve tuzağın farkındayız.
Dilerim ki, İslam adına konuşmak sorumluluğu olanlar da bu tuzağın farkında olurlar ve gerek vaaz ve gerekse de hutbelerle halkımızı uyarırlar.
***
Her cuma aynı uyarı (Üç emir üç yasak)
Cuma günleri, hutbenin sonunda okunan ayeti çoğunuz bilirsiniz.
Emevilerin adil halifesi Ömer bin Abdülaziz zamanından beri hutbenin son bölümünde cuma namazını kıldıran hatip, Nahl suresinin 90. ayetini okur. Bu ayet,müminleri üç konuya teşvik ederken üç konudan da sakındırır.
Ayetin meali şöyledir:
"Şüphesiz ki Allah adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder.
Hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar.
O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor."
Ayetteki üç emir şunlardır:
1- Adaleti emreder (Adalet kötülüğün zıddıdır, zulmün karşılığıdır.)
2- İyilikle davranmayı emreder (Ayette bu kelime ihsan olarak geçer. İhsan hem iyilik ve hem de Allah'ı görürcesine ibadet etmek anlamına gelir. İyilik ederken Yüce Allah'ı görürcesine iyilik etmek anlamını çıkarabiliriz ayetten.)
3- Yakınlara yardım etmeyi emreder (Her zengin ve güç yetiren yakınına iyilik ederse, yakınların yoksulları muhtaç olmaktan kurtulurlar).
Ayetteki üç yasak ise şöyledir:
1- Hayasızlıktan sakınacaksınız (Çirkin davranışlardan ve utanmazlıktan sakınacaksınız.)
2- Fenalıktan kaçacaksınız (Zorbalıktan, yüreği vicdanı yaralayan davranışlardan sakınacaksınız).
3- Haddi aşmayacaksınız (Fenalıkta aşırı gitmeyin.
Başkasının mahremine girmeyin.
Hak ve hukuku çiğnemeyin.) Şayet sadece cuma günleri okunan bu ayeti yaşayabilseydik birçok sıkıntıyı aşabilirdik.
Bazı tefsirciler , bu ayeti Kuran-ı Kerim'in tüm emir ve yasaklarının bir özeti sayarlar.
NOT: Önümüzdeki perşembe akşamı üç ayların ilk kandili olan REGAİP Kandili'dir. O gece ATV'de olacağız. Sizleri ekran başına bekleriz. O gece hem duamızı yapacak ve hem de kandili konuşacağız. Rabbımız dilerse.
İnşaallah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder