Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
AİLE-SAĞLIK
Hatem-i Asam’ın şeytana cevabı
İrşad eserlerindeki hadislere baktığımızda tefekkür konusunda önemli teşviklerin yapıldığını görmekteyiz. Bazı hadislerde buyruluyor ki:
-Bir saat tefekkür (düşünmek), bir sene nafile ibadetten üstündür! Bazılarında da, “Bir saat tefekkür, bir gece nafile ibadetten üstündür.” şeklinde de ifade edilmektedir tefekkürün değeri.
Biz bu uyarılardan anladığımız manayı daha da özetleyerek diyoruz ki: Kısa bir müddet tefekkür etmek, düşünmek, uzun zaman yapılan nafile ibadetten hayırlı sonuçlar kazandırabilir düşünen insana.
Nitekim maneviyat büyükleri tefekkürlerinde derinleştikçe güçlenmişler, tefekkürlerini önlemeye çalışan şeytana karşı susturucu cevaplar vermiş, şeytanı susturmaya bile bir ölçüde muvaffak olmuşlardır.
Bu örneklerden bir tanesi de meşhur mutasavvıf Hatem–i Asam’ın misali olsa gerektir.
Hicri (237)’de Horasan’da vefat etmiş bulunan bu tasavvuf büyüğü, bir gün namazdan sonraki tefekküründe hayatının geçmişiyle geleceğini düşünmeye başlıyor, ömür günlerinin bir anda gelip geçtiğini hesap ederek daha verimli, daha ibadetli şekilde nasıl yaşayabilirim diye tefekkürünü derinleştiriyor. İşte bu sırada ansızın Hatem’in bağırdığını duyuyorlar yanındaki hanehalkı. Hatem, oturduğu yerden öfkeyle şöyle sesleniyor meçhul kimseye:
-Ölüm yiyeceğim! kefen giyeceğim! mezarda yatacağım! var mı bir diyeceğin?
Bu sözleri duyanlar şaşırırlar. Neler söylüyor kendi kendine diye merak ederler. İçlerinden biri Hatem’e sormadan edemez.
-Kiminle konuşuyorsun böyle ki, “Ölüm yiyeceğim, kefen giyeceğim, mezarda yatacağım!” diye çıkışıyorsun? Şöyle cevap verir Hatem:
-Ben tefekkürde iken şeytan yaklaştı, vesvese vermeye başladı. Beni dinî hayattan uzaklaştırmak istiyor, işine gücüne bak, oturup da tefekküre dalınca ne geçecek eline diye ısrar ediyor.
Ben aldırış etmeyince bu defa da sorusunu daha da derinleştirerek sormaya başladı:
-Burada oturup tefekküre dalıyorsun, sana geçim lazım değil mi? Çoluk çocuğun yok mu senin? Ne yiyeceksin gelecekte? Ben de kızdım:
- “Ölüm yiyeceğim ölüm!” diye cevap verdim.
Bu defa, “Ne giyeceksin?” diye sordu şeytan. Ben de:
-“Kefen giyeceğim kefen!” dedim.
-“Nerede yatacaksın?” diye sorunca da:
-“Mezarda yatacağım mezarda.” dedim.
Bundan sonra ümidini kesmiş olacak ki bir başka zayıf zamanımda beni yakalamak üzere def olup gitti. İşte duyduğunuz sözler tefekkür anımda şeytanla böyle bir kavgada söylenen sözlerdir.
Demek şeytan tefekkürde derinleşenlere böylesine vesvese veriyor, onları vazgeçirmek için ihtiyaçlarını hatırlatarak caydırmak istiyor. Onlar ise tefekkürle kazandıkları iman kuvvetiyle şeytanın vesvesesine boyun eğmiyor, nihayet uzaklaştırmayı başarıyorlar. Bir başka zayıf anlarını beklemek üzer çekiliyorlar.
Hatem–i Asam, namazlarını da, tefekkürüne denk düşen bir şuur ve uyanıklık içinde kılıyordu.
Ona namazlarımızı nasıl kılmalıyız diye soranlara şöyle tavsiyelerde bulunuyordu:
-Önce temiz bir kalble niyet ederek abdestini al. Dışını su ile temizlerken içini de tevbe, istiğfarla temizle. Sonra seccadene geç, Kâbe’yi hayalen iki kaşının arasına al. Bundan sonra, cenneti sağında, cehennemi de solunda tasavvur et. Sırat köprüsünü ise ayağının altında bil. Azrail Aleyhisselam’ı da peşinde bekliyor kabul ederek Allahü ekber deyip namazına başla.
-Hürmetle Fatiha ve zammı sureyi oku, tevazu ile rükua eğil, tefekkürle tesbihleri tekrar et.
Tezellül ile secdeye in, yüzünü yerlere sür.
-Manalarını düşünerek tahiyyat ve salavatları oku. Hamd ve şükür duygularıyla selamını ver, ibadetini tamamla. Hatem–i Asam bundan sonra;
-İşte der, bu namazdır, seni dünya ve ahiret kötülüklerinden koruyacak namaz.
Bilmem bizim bu türlü tefekkürlerden hissemiz ne kadardır?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder