Kendini İşine Verirsen!
Bir zamanlar ailesinden büyük bir miras kalmış olan zengin bir genç vardı. Serveti sayesinde çalışmak zorunda kalmadan dilediği gibi yaşayan bu genç birçok zaman doğru yoldan sapıyordu. Etrafındakiler ona:
- Bu yol, yol değil. Artık bu aylaklığı, serseriliği bırak. Doğru yola gir, diyorlardı. Genç de onların haklı olduğunu kabul ediyordu ama yine nefsine uyuyordu.
Sonunda genç adamın aklına bir çare geldi. Memleketin bilge hükümdarına gitti ve derdini anlattı.
- Bir daha serseri hayata dönmemem için bana bir yol gösterin, dedi.
Hükümdar, emrindekilere “ağzına kadar dolu bir küp zeytinyağı getirmelerini” emretti. Ardından da genç adama bu küpü verip,
- Bu küp al, şehrin işlek caddesinden geçirip, diğer ucundaki köşküme götür, dedi. Ancak genç adam kapıdan çıkmadan ardından seslendi.
- İki adamım da seni takip edecek. Sakın yere bir damla bile zeytinyağı dökme! Eğer bu vazifede en ufak bir hata yaparsan kellen gider!
Genç adam bu işten bir şey anlamamıştı ama mecburen söyleneni yaptı. Kendisini hükümdarın iki adamının eli silahlı bir şekilde takip ettiğini görünce bütün dikkatini işine verdi.
Bu sırada kendisini meyhaneye, eğlenceye çağıran arkadaşlarını duymadı bile. Gözü etrafta dolaşıp kötü yola davet edenlere de takılmadı. Çünkü genç adam gözünü zeytinyağı küpünden ayırmıyordu.
Sonunda bir damla bile damlatmadan bahsedilen köşke ulaştı. Gittiğinde hükümdarı kendisini beklerken buldu.
Hükümdar genç adama sordu:
- Söyle bakalım, şehrin ana caddesinden geçerken ne gördün, ne duydun? Genç adam:
- Hiçbir şey görmedim ve duymadım, dedi. Can korkusuyla vazifemi yerine getirmekten başka bir şey düşünmüyordum. Gözümü küpten ayırmadım ki etrafımı göreyim...
Hükümdar:
- Benim iki adamım seni görüyor diye böyle kendini vazifene verdiğin zaman gözün başka bir şey görmedi. Öyleyse omuzlarındaki iki meleğin seni gördüğünü düşün ve kulluk vazifeni de öyle dikkatle yerine getir. O zaman gözün ve kulağın kötülüğe çağıranları görmez ve işitmez, doğru yoldan da sapmazsın.
- Bu yol, yol değil. Artık bu aylaklığı, serseriliği bırak. Doğru yola gir, diyorlardı. Genç de onların haklı olduğunu kabul ediyordu ama yine nefsine uyuyordu.
Sonunda genç adamın aklına bir çare geldi. Memleketin bilge hükümdarına gitti ve derdini anlattı.
- Bir daha serseri hayata dönmemem için bana bir yol gösterin, dedi.
Hükümdar, emrindekilere “ağzına kadar dolu bir küp zeytinyağı getirmelerini” emretti. Ardından da genç adama bu küpü verip,
- Bu küp al, şehrin işlek caddesinden geçirip, diğer ucundaki köşküme götür, dedi. Ancak genç adam kapıdan çıkmadan ardından seslendi.
- İki adamım da seni takip edecek. Sakın yere bir damla bile zeytinyağı dökme! Eğer bu vazifede en ufak bir hata yaparsan kellen gider!
Genç adam bu işten bir şey anlamamıştı ama mecburen söyleneni yaptı. Kendisini hükümdarın iki adamının eli silahlı bir şekilde takip ettiğini görünce bütün dikkatini işine verdi.
Bu sırada kendisini meyhaneye, eğlenceye çağıran arkadaşlarını duymadı bile. Gözü etrafta dolaşıp kötü yola davet edenlere de takılmadı. Çünkü genç adam gözünü zeytinyağı küpünden ayırmıyordu.
Sonunda bir damla bile damlatmadan bahsedilen köşke ulaştı. Gittiğinde hükümdarı kendisini beklerken buldu.
Hükümdar genç adama sordu:
- Söyle bakalım, şehrin ana caddesinden geçerken ne gördün, ne duydun? Genç adam:
- Hiçbir şey görmedim ve duymadım, dedi. Can korkusuyla vazifemi yerine getirmekten başka bir şey düşünmüyordum. Gözümü küpten ayırmadım ki etrafımı göreyim...
Hükümdar:
- Benim iki adamım seni görüyor diye böyle kendini vazifene verdiğin zaman gözün başka bir şey görmedi. Öyleyse omuzlarındaki iki meleğin seni gördüğünü düşün ve kulluk vazifeni de öyle dikkatle yerine getir. O zaman gözün ve kulağın kötülüğe çağıranları görmez ve işitmez, doğru yoldan da sapmazsın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder