Cennet Hanımefendisi Hz. Hatice -r.anhâ-
Cennetin özlediği hanım…
Kerem sahibi Rabbimizin sevgili Habibine en büyük ikramı…
Allah Resulünün evinin kadını, çocuklarının anası, yoldaşı, dava arkadaşı…
Herkes yalanladığı zaman tasdik eden, herkes terk ettiği zaman yanında olan, malını mülkünü yoluna seren fedakârlık abidesi…
İslâm kadınlarının şeref levhası Hz. Hatice radıyallahu anhâ, cahiliyye devrinde bile göz kamaştıran bir fazilet zirvesiydi. Babası Hüveylid ve annesi Fatıma Kureyş’in saygıdeğer insanlarıydı. Hz. Hatice bu asilzade ailenin iffetli, temiz ahlaklı kızı olarak yetişmişti.
İlk olarak Ebu Hale ile evlenmiş, fakat kocasının ölümü üzerine dul kalmıştı.
Bir savaş mağduruydu Hz. Hatice. Cahiliyye devrinde sık görülen kabileler arası savaşlar, babasını ve ailesinin erkeklerini almıştı. Yaşlı amcası Amr b. Esed’den başka onu koruyacak kimse kalmamıştı. Ama o “Kadını er değil ar zapt eder” sözünün bir timsali gibiydi. Başında ona engel olacak pek kimse olmadığı halde kendi yüksek ahlakı sebebiyle iffetli ve hayalıydı. Kendisine “Tahire” adı takılacak kadar dikkat çekiyordu iffeti…
Babasının servetine tek başına mirasçı olan Hatice eğer istese, dilediği gibi yaşayabilirdi. Ama o herkesin değer verdiği şeylere değer vermiyor, sosyete tabakasının çirkin adetlerinden uzak, sade, nezih bir aile hayatı yaşıyordu.
İkinci evliliği de yürümeyince baba evine dönen Hatice artık en parlak taliplerini reddediyordu. O akıllı ve sezgileri kuvvetli bir kadındı ve servetine konmak için ona evlenme teklif eden hiç kimse ona güven telkin etmiyordu.
Öte yandan ailesinden kalan serveti işletmek için dürüst bir ortağa ihtiyacı vardı. Ne para, ne mal mülk, ne makam, ne de ailevi nüfuz ve güç değildi aradığı; temiz ahlak, dürüstlük ve yüce gönüllük arıyordu.
Altının değerini sarraflar bilir ya hani, o da geçirdiği hayat tecrübesiyle adam sarrafı olmuştu. Adamın hasını, sahtesini ayıran bir gönül gözü vermişti Allah celle celalühû…
İşte bu gönül gözü sayesindedir ki, arkadaşı Safiyye’nin yeğeni Muhammed aleyhisselatuvesselam’ı ilk gördüğü andan itibaren kalbinde bambaşka hisler belirmişti. Onunla ortaklık yaptığı sürece de adamlarından hakkında hep güzel şeyler duymuştu.
Sonunda onun üstün ahlakı ve temiz simasına öyle bir vurulmuştu ki, ne fakirliği ne yetimliği gözüne görünmemişti. Hatta evlenme onun kendisine teklif etmeye cesaret edemeyeceğini de tahmin ettiğinden bizzat kendisi adım atmış, bu hayırlı işe aracılık yapması için bir kadından bu mevzuu açması ve ağız yoklaması için istekte bulunmuştu. Ve nihayet güzel haber geldi…
Olgunluk yaşında hayatına bir bahar gibi doğmuştu Allah'ın sevgilisi…
Derya Deryaya Kavuşunca
Hayatında başına gelen en güzel şeydi, Allah'ın resulüyle evlenmek…
Artık gönlünü daraltan bütün endişelerden sıyrılmıştı. Malını mülkünü kocasının eline güvenle teslim etti. Dahası onun yaptığı hayırlara, iyiliklere hiç engel olmadı, hiç başına kakmadı. Çünkü o eşinin cömertliğini, yüce gönüllüğünü takdir edebilecek asalete sahip bir hanımdı.
Erkekler ekseriyetle kadında gençlik, güzellik ve bekarlık ararlar. Kadınlar da erkeklerde zenginlik, makam mevki, güç kudret… ama onların evliliği çok farklıydı. Onlar kurak bir çağda fazilete susamış gönüllerdi. Fazilette kendinden üstün olan bir eşe yoldaş olmak, işte Hz. Hatice’nin hayatına mana katan biricik şeydi bu…
Sanki coşkun akan bir ırmak, özlediği ummana kavuşmuştu. İki merhametli yürek, aynı zarafetle, aynı tevazuuyla kanat açtı, akrabaya, fakire, yolda kalmışa…
Onların sofrası sanki Mekke’nin yoksullarının sığınağı, kapıları dertlilerin uğrağıydı. İnsanlığın zirvesi bu örnek ailenin cömertliği bilhassa Kureyş’in muhterem saydığı Recep ayında en coşkun halini alıyordu. Çünkü bu ayda Hz. Muhammed Hira dağına ibadete çekiliyor, inince de yoksullara yemekler veriyordu.
Yine Hira mağarasına çekilmişti, fakat geriye dönüşü çok gecikmişti. Hatice birkaç kere yanında azık alıp muhterem zevcinin yanına varmış, ama onun ibadetin lezzetine doyamadığını görünce inmesi için ısrar etmemişti. Fakat iyice meraklanmıştı, iki aya yakın zamandır ne yapıyordu orada?
Döndüğü zaman merakı sevince dönüştü. Çünkü Sevgililer Sevgilisinden duydukları, yıllar önce amcaoğlu Varaka’dan bahsini duyduğu son Peygamber’in onun kocası olduğunu müjdeliyordu. Zaten onunla evlenmeden önce gördüğü rüya da bunu müjdeliyordu.
Bir gece Hz. Hatice rüyasında güneşin Mekke üzerinde döndüğünü ve yavaş yavaş aşağı inerek onun evine girdiğini görmüştü. Rüyasını amcaoğlu Varaka b. Nevfel’e anlattığında bu bilge zat, rüyasını şöyle tabir etti: "Şöhreti âlemi tutacak büyük birisiyle evleneceksin."
Varaka b. Nevfel, çok seyahat etmiş, kutsal kitapları okumuş biriydi. Ehl-i Kitabın alimlerinden Son Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yakında zuhur edeceğini okumuştu. Hatice’de gördüğü yüksek ahlak ve sezdiği manevi haller, rüyada gördüğü bu güneşin, belki de son Peygamber işaret ediyor olabileceğini düşündürmüştü.
Neden olmasın? Aylardan beridir Muhterem kocasının her gördüğü rüya apaçık çıkmıyor muydu? Onu dünyayı terk edip, ticareti bırakıp Hira dağına çıkmaya sevk eden sır neydi?
Hatice’nin kalbine doğan ilham dilinden taştı:
“Müjde ey amcamın oğlu! Ben Senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ediyorum.” diyerek kendisine ilk iman eden kişi oldu. (İbn Hişam, I,238)
Yaşadığı büyük halin sarsıntısı içindeki Peygambere en büyük desteği verdi. Onun da kalbini pekiştirmek için onda gördüğü yüksek ahlakı delil olarak gösterdi ve başına gelen bu halin hayırdan başka bir şey olamayacağını müjdeledi:
“Yemin ederim ki Allah seni hiçbir zaman utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin. Doğru konuşursun. İşini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın. Yoksulları kayırırsın. Misafirleri ağırlarsın. Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin." (Buhâri, Bed’ü’l-Vahy, 3)
Desteğin En Kıymetlisi
İman etmek kolay bir karar değildi, ağır imtihanlar gelecekti. O zamana kadar şehrin en sevilen, sayılan ailesi birden bire alay, hakaret hatta saldırılara maruz kalacaktı.
Büyücü, kahin, yalancı, kavmi arasında fesat çıkaran bozguncu…
O hac mevsiminde çadır çadır dolaşıp Allah'ın ayetlerini tebliğ ederken, onlar da ardı sıra dolaşıp “İnanmayın ona!” diyerek yalanlıyorlardı.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin eve nasıl döndüğünü tahmin etmek zor değil. Ne büyük bir lütuf ki evde onu güler yüzle karşılayıp derdini dinleyen, teselli veren,
“Bize anlat ey Allah'ın resulü, biz dinleriz. Bak kızlarım ve ben seni dinlemeye can atıyoruz. Bize Allah'ın ayetlerini bildir, bize namaz kıldır. Biz sana uymaya hazırız.” Diyen bir hanımı vardı Resul’ün.
Ertesi sabah taze bir ümitle yola çıkıp mücadelesine kaldığı yerden devam etmesinde Hz. Hatice’nin desteğinin de bir hissesi vardı muhtemelen.
Ya o da yüz çevirse, “Senin yüzünden rezil olduk” diye eziyet etseydi…
Ayak takımının alay ettiği, üst tabakanın apaçık düşmanlık sergilediği bir zamanda, en yakın akrabalarının bile tereddütle başını yere indirdiği günlerde ne kadar kıymetliydi o destek.
Üstelik o pasif bir şekilde desteklemekle yetinmiyordu, bizzat çalışarak Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e hizmet ediyordu. Mekke’nin belki en zengin, en asil kadını, kendi eliyle azık hazırlayıp, Hira dağına tırmanıyor, onca hizmetçisi varken Sevgililer Sevgilisine kendi eliyle hizmet etme şerefine erişiyordu.
Elbette bu destek ve hizmetin mükafatı ancak ve ancak Rabbinden hususi selam ile selamlanmak olabilirdi.
Bir gün Hz. Cebrâil aleyhisselâm hira mağarasında ibadet eden Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek:
- Ey Allah'ın Resûlü, dedi. İşte Hatice geliyor. Beraberinde bir kap var, içerisinde katık -veya yiyecek, veya içecek- mevcut. O yanınıza ulaştığı vakit, ona Rabbinden selam söyleyin ve onu gürültü ve yorgunluk bulunmayan cennette, içerisi oyulmuş inciden mamul bir evle müjdeleyin!" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 20, Tevhîd 35; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 71,)
Kulluk İspat İster
Allah'ın Habibi olmak öyle kolay mı? Cennet hanımefendisi olmak bedava mı? Sadece faziletli olmak yetmez bir de imtihanlara razı olmak, itirazsız boyun eğmek var bu yolda…
Kul olma iddiası ispat isterdi çünkü…
Darbeler birbiri ardınca iniyordu. Belki işittikleri hakaretlerin en çirkini, en insafsızı, çocuğunu henüz kaybetmiş bir annenin yüreğini yakan o söz idi: “ebter”
Allah-u Zülcelal kendisinin ayetlerini tebliğ ettiği için incitilen sevgili Resulünü, bir de evlat acısı imtihanından geçiriyordu.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sevgili oğulları Kasım iki yaşında, ikinci oğlu Abdullâh ise henüz emzikli bebekken birbiri ardınca vefat etti. Kureyş müşriklerinden Âs bin Vâil, bu yürek burkan hadiseyi bile onları incitmek için fırsat olarak görüyordu:
- Bırakın onu! O ebterdir, nesli devâm etmeyecek bir adamdır. Ölünce adı anılmaz olur. Siz de artık ondan kurtulur ve rahata kavuşursunuz!
Hz. Hatice radıyallâhu anhâ sütten dolayı sızlayan göğsünü ovarak:
- Ey Allâh’ın Rasûlü! Oğlumun sütü göğsümü ağrıtıyor, dedi.
Kulluk edebinin en yükseğini başa gelen hallere teslim olmakla gösteren Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “O süt devresini cennette tamamlayacak!” diye teselli buyurdu ve ekledi “İstersen Allâh’a duâ edeyim de sana onun sesini işittireyim.” buyurdu.
Hz. Hatice’nin iman etmek için böyle bir delile ihtiyacı yoktu: “Hayır, yâ Rasûlallâh! Ben Allâh ve Rasû-lü’nü tasdîk ediyorum.” (İbn-i Mâce, Cenâiz, 27)
Bu kutlu ailenin mükafatı gecikmedi, Allah-u Teâlâ Kevser Sûresi’ni indirerek onlara bitip tükenmeyen bir çokluk müjdeledi. “Muhakkak Biz Sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu, asıl ebter, adı sanı ortadan kalkacak olan, Sana kin tutan kimse-dir.” (Kevser, 1-3) (İbn-i Sa’d, III, 7)
Allah yolunda katlanılan zorluklar ve çileler birbirini izliyordu. Bir anne için en büyük imtihanlar birbiri ardınca sıralanıyordu. Bu sefer kızlarından imtihan olacaktı.
Kızları Ümmü Gülsüm ve Rukıyye, komşuları ve yakın akrabaları olan Ebu Leheb’in iki oğluyla nişanlıydı. Fakat Ebu Leheb ve karısı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme iman etmedikleri gibi hakaret ve kötülükte en ileri gidenlerin arasındaydılar.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve Hz. Hatice bu kötü komşuların eziyetine katlanıyor, kötülüklerine aynen karşılık vermiyorlardı. Fakat Allah-u Zülcelal onlar hakkında son derece sert ayetler indirince işler değişti.
Ebu Lehep ve karısı iki oğullarını bu nişanı bozmaları ve hakaretler etmeleri için kışkırttı. Nihayetinde kız çocuklarının hiç istenmediği bir devirde onlarla yaşanabilecek en büyük imtihanı da yaşamış oluyorlardı.
Çileler bununla da bitmedi. Allah-u Zülcelal babasına iman eden ve başına gelen bu hadiseye sabreden Rukıyye ye temiz simalı, hayalı, güzel ahlaklı bir genci, Hz. Osman’ı lütfetmişti. Ama küçük yaşta yetim kalmış olan Hz. Osman’ın amcası ona rahat vermiyordu. İman ettiğini öğrendiği andan itibaren yeğenini hapsetmiş ve dininden dönmesi için eziyet etmekteydi.
Sonunda genç çift dinlerini yaşamak için Habeşistan’a hicretten başka çare bulamadılar. Hz. Hatice için gurbet günleri de böyle başlamış oluyordu. Rukıyye bu zorlu yolculuğa dayanamayıp hastalanacak, döndükten bir süre sonra vefat edecekti.
Onun Yolunda Tükenen Bir Hayat
Cennet hanımı olmak kolay mı? Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yanında durmak, onunla beraber çilelere sabretmek hiç kolay bir imtihan değildi. Müminlerin çoğu yoksuldu, bir kısmı da satın alınıp hürriyetine kavuşturulmuş köleler ve cariyelerdi. Onları doyurmak ve sahiplenmek ise müminlerin annesi Hz. Hatice’ ye düşüyordu.
Malını mülkünü bitecek diye endişe etmeden harcıyordu Hz. Hatice. Boykot yıllarında aç çocukların ağlamalarını dindirmek için babasından kalan serveti son kırıntılarına kadar harcayıp tüketmişti. Ama kendisi de tükenmişti…
Ömrünün sonuna gelmişti artık. Fakat ölüm onun için tatlı bir müjdeydi. Çünkü Allah Resulü hastalanıp ölüm döşeğine düşen Hz. Hatice'nin başucuna gelip onu şöyle müjdelemişti:
"Ey Hatice, sevin ki Allah seni İmran kızı Meryem ve Firavun'un zevcesi Asiye'yle eşit kılmıştır."
Hem artık gözü arkada değildi, çünkü kendisinden sonra Peygamber sallallahu aleyhi veselleme destek olacak hayırlı bir evlat yetiştirmişti. Kızların hası, babacığının annesi, Hz. Fatıma’yı…
Artık o babasına işkence edenlerin karşısına mertçe dikilip söz söyleyecek, çekinmeden hakkı haykıracaktı. O da annesinin yolundan giderek cennet hanımlarından bir diğeri olacaktı.
Ne mutlu onlara, ne mutlu onların ahlakına bürünen mümin hanımlara…
Kerem sahibi Rabbimizin sevgili Habibine en büyük ikramı…
Allah Resulünün evinin kadını, çocuklarının anası, yoldaşı, dava arkadaşı…
Herkes yalanladığı zaman tasdik eden, herkes terk ettiği zaman yanında olan, malını mülkünü yoluna seren fedakârlık abidesi…
İslâm kadınlarının şeref levhası Hz. Hatice radıyallahu anhâ, cahiliyye devrinde bile göz kamaştıran bir fazilet zirvesiydi. Babası Hüveylid ve annesi Fatıma Kureyş’in saygıdeğer insanlarıydı. Hz. Hatice bu asilzade ailenin iffetli, temiz ahlaklı kızı olarak yetişmişti.
İlk olarak Ebu Hale ile evlenmiş, fakat kocasının ölümü üzerine dul kalmıştı.
Bir savaş mağduruydu Hz. Hatice. Cahiliyye devrinde sık görülen kabileler arası savaşlar, babasını ve ailesinin erkeklerini almıştı. Yaşlı amcası Amr b. Esed’den başka onu koruyacak kimse kalmamıştı. Ama o “Kadını er değil ar zapt eder” sözünün bir timsali gibiydi. Başında ona engel olacak pek kimse olmadığı halde kendi yüksek ahlakı sebebiyle iffetli ve hayalıydı. Kendisine “Tahire” adı takılacak kadar dikkat çekiyordu iffeti…
Babasının servetine tek başına mirasçı olan Hatice eğer istese, dilediği gibi yaşayabilirdi. Ama o herkesin değer verdiği şeylere değer vermiyor, sosyete tabakasının çirkin adetlerinden uzak, sade, nezih bir aile hayatı yaşıyordu.
İkinci evliliği de yürümeyince baba evine dönen Hatice artık en parlak taliplerini reddediyordu. O akıllı ve sezgileri kuvvetli bir kadındı ve servetine konmak için ona evlenme teklif eden hiç kimse ona güven telkin etmiyordu.
Öte yandan ailesinden kalan serveti işletmek için dürüst bir ortağa ihtiyacı vardı. Ne para, ne mal mülk, ne makam, ne de ailevi nüfuz ve güç değildi aradığı; temiz ahlak, dürüstlük ve yüce gönüllük arıyordu.
Altının değerini sarraflar bilir ya hani, o da geçirdiği hayat tecrübesiyle adam sarrafı olmuştu. Adamın hasını, sahtesini ayıran bir gönül gözü vermişti Allah celle celalühû…
İşte bu gönül gözü sayesindedir ki, arkadaşı Safiyye’nin yeğeni Muhammed aleyhisselatuvesselam’ı ilk gördüğü andan itibaren kalbinde bambaşka hisler belirmişti. Onunla ortaklık yaptığı sürece de adamlarından hakkında hep güzel şeyler duymuştu.
Sonunda onun üstün ahlakı ve temiz simasına öyle bir vurulmuştu ki, ne fakirliği ne yetimliği gözüne görünmemişti. Hatta evlenme onun kendisine teklif etmeye cesaret edemeyeceğini de tahmin ettiğinden bizzat kendisi adım atmış, bu hayırlı işe aracılık yapması için bir kadından bu mevzuu açması ve ağız yoklaması için istekte bulunmuştu. Ve nihayet güzel haber geldi…
Olgunluk yaşında hayatına bir bahar gibi doğmuştu Allah'ın sevgilisi…
Derya Deryaya Kavuşunca
Hayatında başına gelen en güzel şeydi, Allah'ın resulüyle evlenmek…
Artık gönlünü daraltan bütün endişelerden sıyrılmıştı. Malını mülkünü kocasının eline güvenle teslim etti. Dahası onun yaptığı hayırlara, iyiliklere hiç engel olmadı, hiç başına kakmadı. Çünkü o eşinin cömertliğini, yüce gönüllüğünü takdir edebilecek asalete sahip bir hanımdı.
Erkekler ekseriyetle kadında gençlik, güzellik ve bekarlık ararlar. Kadınlar da erkeklerde zenginlik, makam mevki, güç kudret… ama onların evliliği çok farklıydı. Onlar kurak bir çağda fazilete susamış gönüllerdi. Fazilette kendinden üstün olan bir eşe yoldaş olmak, işte Hz. Hatice’nin hayatına mana katan biricik şeydi bu…
Sanki coşkun akan bir ırmak, özlediği ummana kavuşmuştu. İki merhametli yürek, aynı zarafetle, aynı tevazuuyla kanat açtı, akrabaya, fakire, yolda kalmışa…
Onların sofrası sanki Mekke’nin yoksullarının sığınağı, kapıları dertlilerin uğrağıydı. İnsanlığın zirvesi bu örnek ailenin cömertliği bilhassa Kureyş’in muhterem saydığı Recep ayında en coşkun halini alıyordu. Çünkü bu ayda Hz. Muhammed Hira dağına ibadete çekiliyor, inince de yoksullara yemekler veriyordu.
Yine Hira mağarasına çekilmişti, fakat geriye dönüşü çok gecikmişti. Hatice birkaç kere yanında azık alıp muhterem zevcinin yanına varmış, ama onun ibadetin lezzetine doyamadığını görünce inmesi için ısrar etmemişti. Fakat iyice meraklanmıştı, iki aya yakın zamandır ne yapıyordu orada?
Döndüğü zaman merakı sevince dönüştü. Çünkü Sevgililer Sevgilisinden duydukları, yıllar önce amcaoğlu Varaka’dan bahsini duyduğu son Peygamber’in onun kocası olduğunu müjdeliyordu. Zaten onunla evlenmeden önce gördüğü rüya da bunu müjdeliyordu.
Bir gece Hz. Hatice rüyasında güneşin Mekke üzerinde döndüğünü ve yavaş yavaş aşağı inerek onun evine girdiğini görmüştü. Rüyasını amcaoğlu Varaka b. Nevfel’e anlattığında bu bilge zat, rüyasını şöyle tabir etti: "Şöhreti âlemi tutacak büyük birisiyle evleneceksin."
Varaka b. Nevfel, çok seyahat etmiş, kutsal kitapları okumuş biriydi. Ehl-i Kitabın alimlerinden Son Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’in yakında zuhur edeceğini okumuştu. Hatice’de gördüğü yüksek ahlak ve sezdiği manevi haller, rüyada gördüğü bu güneşin, belki de son Peygamber işaret ediyor olabileceğini düşündürmüştü.
Neden olmasın? Aylardan beridir Muhterem kocasının her gördüğü rüya apaçık çıkmıyor muydu? Onu dünyayı terk edip, ticareti bırakıp Hira dağına çıkmaya sevk eden sır neydi?
Hatice’nin kalbine doğan ilham dilinden taştı:
“Müjde ey amcamın oğlu! Ben Senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ediyorum.” diyerek kendisine ilk iman eden kişi oldu. (İbn Hişam, I,238)
Yaşadığı büyük halin sarsıntısı içindeki Peygambere en büyük desteği verdi. Onun da kalbini pekiştirmek için onda gördüğü yüksek ahlakı delil olarak gösterdi ve başına gelen bu halin hayırdan başka bir şey olamayacağını müjdeledi:
“Yemin ederim ki Allah seni hiçbir zaman utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin. Doğru konuşursun. İşini görmekten âciz kimselerin elinden tutarsın. Yoksulları kayırırsın. Misafirleri ağırlarsın. Haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin." (Buhâri, Bed’ü’l-Vahy, 3)
Desteğin En Kıymetlisi
İman etmek kolay bir karar değildi, ağır imtihanlar gelecekti. O zamana kadar şehrin en sevilen, sayılan ailesi birden bire alay, hakaret hatta saldırılara maruz kalacaktı.
Büyücü, kahin, yalancı, kavmi arasında fesat çıkaran bozguncu…
O hac mevsiminde çadır çadır dolaşıp Allah'ın ayetlerini tebliğ ederken, onlar da ardı sıra dolaşıp “İnanmayın ona!” diyerek yalanlıyorlardı.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin eve nasıl döndüğünü tahmin etmek zor değil. Ne büyük bir lütuf ki evde onu güler yüzle karşılayıp derdini dinleyen, teselli veren,
“Bize anlat ey Allah'ın resulü, biz dinleriz. Bak kızlarım ve ben seni dinlemeye can atıyoruz. Bize Allah'ın ayetlerini bildir, bize namaz kıldır. Biz sana uymaya hazırız.” Diyen bir hanımı vardı Resul’ün.
Ertesi sabah taze bir ümitle yola çıkıp mücadelesine kaldığı yerden devam etmesinde Hz. Hatice’nin desteğinin de bir hissesi vardı muhtemelen.
Ya o da yüz çevirse, “Senin yüzünden rezil olduk” diye eziyet etseydi…
Ayak takımının alay ettiği, üst tabakanın apaçık düşmanlık sergilediği bir zamanda, en yakın akrabalarının bile tereddütle başını yere indirdiği günlerde ne kadar kıymetliydi o destek.
Üstelik o pasif bir şekilde desteklemekle yetinmiyordu, bizzat çalışarak Peygamber sallallahu aleyhi vesellem’e hizmet ediyordu. Mekke’nin belki en zengin, en asil kadını, kendi eliyle azık hazırlayıp, Hira dağına tırmanıyor, onca hizmetçisi varken Sevgililer Sevgilisine kendi eliyle hizmet etme şerefine erişiyordu.
Elbette bu destek ve hizmetin mükafatı ancak ve ancak Rabbinden hususi selam ile selamlanmak olabilirdi.
Bir gün Hz. Cebrâil aleyhisselâm hira mağarasında ibadet eden Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'a gelerek:
- Ey Allah'ın Resûlü, dedi. İşte Hatice geliyor. Beraberinde bir kap var, içerisinde katık -veya yiyecek, veya içecek- mevcut. O yanınıza ulaştığı vakit, ona Rabbinden selam söyleyin ve onu gürültü ve yorgunluk bulunmayan cennette, içerisi oyulmuş inciden mamul bir evle müjdeleyin!" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr 20, Tevhîd 35; Müslim, Fezâilu's-Sahâbe 71,)
Kulluk İspat İster
Allah'ın Habibi olmak öyle kolay mı? Cennet hanımefendisi olmak bedava mı? Sadece faziletli olmak yetmez bir de imtihanlara razı olmak, itirazsız boyun eğmek var bu yolda…
Kul olma iddiası ispat isterdi çünkü…
Darbeler birbiri ardınca iniyordu. Belki işittikleri hakaretlerin en çirkini, en insafsızı, çocuğunu henüz kaybetmiş bir annenin yüreğini yakan o söz idi: “ebter”
Allah-u Zülcelal kendisinin ayetlerini tebliğ ettiği için incitilen sevgili Resulünü, bir de evlat acısı imtihanından geçiriyordu.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin sevgili oğulları Kasım iki yaşında, ikinci oğlu Abdullâh ise henüz emzikli bebekken birbiri ardınca vefat etti. Kureyş müşriklerinden Âs bin Vâil, bu yürek burkan hadiseyi bile onları incitmek için fırsat olarak görüyordu:
- Bırakın onu! O ebterdir, nesli devâm etmeyecek bir adamdır. Ölünce adı anılmaz olur. Siz de artık ondan kurtulur ve rahata kavuşursunuz!
Hz. Hatice radıyallâhu anhâ sütten dolayı sızlayan göğsünü ovarak:
- Ey Allâh’ın Rasûlü! Oğlumun sütü göğsümü ağrıtıyor, dedi.
Kulluk edebinin en yükseğini başa gelen hallere teslim olmakla gösteren Peygamber sallallahu aleyhi vesellem: “O süt devresini cennette tamamlayacak!” diye teselli buyurdu ve ekledi “İstersen Allâh’a duâ edeyim de sana onun sesini işittireyim.” buyurdu.
Hz. Hatice’nin iman etmek için böyle bir delile ihtiyacı yoktu: “Hayır, yâ Rasûlallâh! Ben Allâh ve Rasû-lü’nü tasdîk ediyorum.” (İbn-i Mâce, Cenâiz, 27)
Bu kutlu ailenin mükafatı gecikmedi, Allah-u Teâlâ Kevser Sûresi’ni indirerek onlara bitip tükenmeyen bir çokluk müjdeledi. “Muhakkak Biz Sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu, asıl ebter, adı sanı ortadan kalkacak olan, Sana kin tutan kimse-dir.” (Kevser, 1-3) (İbn-i Sa’d, III, 7)
Allah yolunda katlanılan zorluklar ve çileler birbirini izliyordu. Bir anne için en büyük imtihanlar birbiri ardınca sıralanıyordu. Bu sefer kızlarından imtihan olacaktı.
Kızları Ümmü Gülsüm ve Rukıyye, komşuları ve yakın akrabaları olan Ebu Leheb’in iki oğluyla nişanlıydı. Fakat Ebu Leheb ve karısı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme iman etmedikleri gibi hakaret ve kötülükte en ileri gidenlerin arasındaydılar.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ve Hz. Hatice bu kötü komşuların eziyetine katlanıyor, kötülüklerine aynen karşılık vermiyorlardı. Fakat Allah-u Zülcelal onlar hakkında son derece sert ayetler indirince işler değişti.
Ebu Lehep ve karısı iki oğullarını bu nişanı bozmaları ve hakaretler etmeleri için kışkırttı. Nihayetinde kız çocuklarının hiç istenmediği bir devirde onlarla yaşanabilecek en büyük imtihanı da yaşamış oluyorlardı.
Çileler bununla da bitmedi. Allah-u Zülcelal babasına iman eden ve başına gelen bu hadiseye sabreden Rukıyye ye temiz simalı, hayalı, güzel ahlaklı bir genci, Hz. Osman’ı lütfetmişti. Ama küçük yaşta yetim kalmış olan Hz. Osman’ın amcası ona rahat vermiyordu. İman ettiğini öğrendiği andan itibaren yeğenini hapsetmiş ve dininden dönmesi için eziyet etmekteydi.
Sonunda genç çift dinlerini yaşamak için Habeşistan’a hicretten başka çare bulamadılar. Hz. Hatice için gurbet günleri de böyle başlamış oluyordu. Rukıyye bu zorlu yolculuğa dayanamayıp hastalanacak, döndükten bir süre sonra vefat edecekti.
Onun Yolunda Tükenen Bir Hayat
Cennet hanımı olmak kolay mı? Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin yanında durmak, onunla beraber çilelere sabretmek hiç kolay bir imtihan değildi. Müminlerin çoğu yoksuldu, bir kısmı da satın alınıp hürriyetine kavuşturulmuş köleler ve cariyelerdi. Onları doyurmak ve sahiplenmek ise müminlerin annesi Hz. Hatice’ ye düşüyordu.
Malını mülkünü bitecek diye endişe etmeden harcıyordu Hz. Hatice. Boykot yıllarında aç çocukların ağlamalarını dindirmek için babasından kalan serveti son kırıntılarına kadar harcayıp tüketmişti. Ama kendisi de tükenmişti…
Ömrünün sonuna gelmişti artık. Fakat ölüm onun için tatlı bir müjdeydi. Çünkü Allah Resulü hastalanıp ölüm döşeğine düşen Hz. Hatice'nin başucuna gelip onu şöyle müjdelemişti:
"Ey Hatice, sevin ki Allah seni İmran kızı Meryem ve Firavun'un zevcesi Asiye'yle eşit kılmıştır."
Hem artık gözü arkada değildi, çünkü kendisinden sonra Peygamber sallallahu aleyhi veselleme destek olacak hayırlı bir evlat yetiştirmişti. Kızların hası, babacığının annesi, Hz. Fatıma’yı…
Artık o babasına işkence edenlerin karşısına mertçe dikilip söz söyleyecek, çekinmeden hakkı haykıracaktı. O da annesinin yolundan giderek cennet hanımlarından bir diğeri olacaktı.
Ne mutlu onlara, ne mutlu onların ahlakına bürünen mümin hanımlara…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder