Artık neden bu hayata geldiğimi daha fazla sorguluyorum…
O kadar değişik ve yoğun duygular içindeyim ki, duygularımı nasıl ifade edeceğimi çok da bilmiyorum aslında. Sadece şunu biliyorum ki ben artık aynı insan değilim, bir hafta önce işinden başka bir şey düşünmeyen, bilgisayarının başından kalkmadan sunum hazırlayan, saatlerce raporlara gömülen artık ben değilim. Kafamda o kadar çok soru işareti var ki cevap bekleyen, şimdi bu soruların doğru cevaplarını arıyorum…
İki gün önce en yakın can dostumu, iş arkadaşımı bir trafik kazasında kaybettim. Şu anda tüm eşyaları, çalışmaları, bilgisayarı, resimleri karşımda duran masasında öylece duruyor. Bilgisayarının içi önümüzdeki ay işle ilgili yapacağımız planlarla ve sunumlarla dolu. Ben ise 34 yaşında hayatını hiç beklemediği bir anda yitiren arkadaşımın masasından gözümü alamıyorum. Arkadaşım arabasıyla bir saniye sonra o kavşaktan geçse, ya da bir saniye sonra geçse o kamyonla çarpışmayacak ve şu anda hayatta olacaktı. Şimdi her şey bir anda bitti gitti işte. Ne Robert Colege’i bitirmek, ne Stanford’u bitirmek, ne Bebek’te yeni aldığı ev, ne herkesin özendiği kariyeri, ne çok sevdiği ailesi ve arkadaşları onun bu sonunu engelleyemedi. Peki ölüm bizi böyle kıskıvrak yakalıyorsa çok mu değer veriyoruz dünyaya, çok mu değer veriyoruz insanlara? Çok mu değer veriyoruz kariyere, paraya, evlere, arabalara…
Şimdi ben elimde tuttuğum cep telefonumdan artık onun hiç aramayacağını biliyorum, artık sabahları bir daha hiç şakalaşmayacağımızı biliyorum, onunla dertleşemeyeceğimi biliyorum. Onu musalla taşına yatırdıklarında bir gün benimde bu taşa mutlaka yatacağımı biliyorum. 34 yaşında ölmesinin kaderinde olduğunu biliyorum. Benim ölüm günüm, benim ölüm saatim ne zaman gelecek, işte onu bilmiyorum. Sadece artık hayatın çok boş olduğunu biliyorum. Bu öyle bir his ki sanki kapkaranlık bir koridorun içinde yürüyorsunuz ve elinizle düşmemek için duvarlara tutunuyorsunuz. Sonra birden çok parlak bir ışık yanıyor, aniden her yer aydınlanıyor. İşte o zaman gerçeği fark ediyorsunuz.
Hiçbir insanın bu dünyadan tek bir çöp bile götüremeyeceğini anlıyorsunuz. Bütün o marka kıyafetler, arabalar, eşyalar, eşi, çocukları geride kaldı işte…Tüm arkadaşlarımızla onu hep birlikte toprağa sade beyaz bir kefenin içine koyduk ve geldik işte…
Artık ben bu hayata neden geldiğimi daha çok sorguluyorum ve eve geldiğimde hiç elime almadığım Kuran’ı alıp bir sayfa açıyorum ve karşıma çıkan bu ayeti okuyorum: “O'nun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur. Andolsun onlara: "Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz" dersen, inkar edenler mutlaka: "Bu, açıkça bir büyüden başkası değildir" derler. (Hud Suresi, 7) Karşıma çıkan bu ayetin benim için bir işaret olduğunu düşünüyorum. Söylediğim gibi artık hayatı daha fazla sorguluyorum. Eğer bu kadar önemi olsa bu kadar çarçabuk elimizden kayıp gider miydi bu hayat diye düşünüyorum. Ayette söylenen ölümden sonraki hayatımı düşünüyorum…
http://blog.milliyet.com.tr/artik-neden-bu-hayata-geldigimi-daha-fazla-sorguluyorum-/Blog/?BlogNo=279254
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder