7 Eylül 2017 Perşembe

İhsan ve İkram Sahibi Olmak-3

İhsan ve İkram Sahibi Olmak-3

 Kur’ân-ı Kerîm’de “birr” diye tâbir olunan, “sevdiklerinden infâk edebilmek” fazîleti de tıpkı îsâr gibi yüksek seviyedeki bir infâk keyfiyetidir.


 Ahlâkî fazîletlerin hepsinde ideal bir nümûne olan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, hiç şüphesiz bu hususta da kâbına varılmaz bir zirve şahsiyettir. O’nun küçücük bir şeyde bile mü’min kardeşini kendi nefsine tercih etmek husûsundaki hassasiyetinden bir misal şöyledir.


 Birgün Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir misvak dalından iki misvak yaptı. Misvakların birisi eğri, diğeri düz ve güzel idi. Rasûl-i Ekrem, misvakların güzel olanını yanındaki sahabisine verdi ve eğri olanını kendisine ayırdı. Sahabî: deyince, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:


“Bir saat de olsa, bir kimse ile arkadaşlık edene, arkadaşlık hakkına riâyet edip etmediği sorulur.” buyurdu ve bu hakkın îsâr ve birr anlayışı ile, yani mü’min kardeşini kendi nefsine tercih edip sevdiğinden infâk etmekle ödeneceğini anlatmış oldu. [7]
Kardeşlerim şu kıssa da, bu keyfiyetteki bir infâkın fazîletine ne güzel bir misâldir:


 Bir gün ashâb-ı kirâm, Mescid-i Nebî’de toplanmış, Rasûlullâh’ın feyizli sohbetini dinlemekteydiler. Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bir ara şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdular:
لَنْ تَنَالُوا الْبِرَّ حَتّى تُنْفِقُوا مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَىْءٍ فَاِنَّ اللّهَ بِه عَليمٌ

“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e (yâni hayrın kemâline) eremezsiniz! Her ne infak ederseniz, Allâh onu hakkıyla bilir.” [8]
 

Derin bir vecd hâlinde Rasûlullâh’ı dinleyen ashâb-ı kirâm, bu âyet-i kerîmeyi de kendi iç dünyalarının derinliklerinde hissedebilmenin ve bu nebevî dâvetin muhtevâsında ne varsa hepsini infak edebilmenin muhâsebesine dalmışlardı. Birden bir sahâbenin ayağa kalktığı görüldü. Yüzünde nûr-i ilâhî parlayan bu sahâbe Ebû Talha -radıyallâhu anh- idi. Ebû Talha’nın Mescid-i Seâdet’e yakın, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan kıymetli bir bahçesi vardı ve burayı pek severdi. Sık sık davet ettiği Rasûlullâh’a ikramla da bahçesini bereketlendirirdi.
Ebû Talha şöyle dedi:

“-Yâ Rasûlallâh! Benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevimli olan, işte şu şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibâren Allâh rızâsı için onu Allâh’ın Rasûlü’ne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakîre verebilirsiniz.”
Sözlerinin ardından bu güzel kararını derhal tatbik etmek için bahçeye gitti. Ebû Talha, bahçeye vardığında hanımını bir ağacın gölgesinde otururken buldu. Ebû Talha bahçeye girmedi. Hanımı sordu:
“- Yâ Ebâ Talha! Dışarıda ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!”
Ebû Talha:

“- Ben içeri giremem, sen de eşyanı toplayıp çıkıver.” dedi.
 

Beklemediği bu cevâb üzerine hanımı şaşkınlıkla sordu:
“-Neden yâ Ebâ Talha! Bu bahçe bizim değil mi?”
Ebû Talha:

“-Hayır, artık bu bahçe Medîne fukarâsınındır.” diyerek âyet-i kerîmenin müjdesini ve yaptığı fazîletli infâkı sevinç ve neş’e içinde anlattı.
Hanımının “İkimiz nâmına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?” suâline de “İkimiz nâmına” diye cevap veren Ebû Talha, bu sefer hanımından huzur içinde şu sözleri dinledi:
“-Allâh senden râzı olsun Ebâ Talha. Etrâfımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesâret edemezdim; Allâh hayrımızı kabul buyursun, işte ben de bahçeyi terk edip geliyorum!”
Ebû Talha’ya bu fedâkârlığı yaptıran ahlâk-ı hamîdenin ruhlarda kökleşmesi hâlinde ortaya çıkacak güzelliğin insanlık sathında revaç bulmasıyla yeryüzünde nasıl bir asr-ı seâdet iklîminin oluşacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.
 

Allâh Rasûlü, hiçbir şeyi olmayanı dahi infâk seferberliğine teşvik ederdi. Meselâ Ebû Zer -radıyallâhu anh- ashâbın en fakirlerinden olduğu hâlde onu bile infaka dâvet eder ve şöyle buyururdu:
يَا أَبَا ذَرٍّ وَإِذَا اشْتَرَيْتَ لَحْمًا أَوْ طَبخْتَ قِدْرًا فَأكْثِرْ مَرَقَتَهُ وَاغْرِفْ لِجَارِكَ مِنْهُ

“Ey Ebu Zerr Et satın aldığın veya bir tencere kaynattığın zaman suyunu artır, ondan komşuna bir avuç (kadar da olsa) ver”[9]
Mü’min, karanlık bir gecenin mehtâbı gibi nûrlu, derin, hassas, rakîk, diğergâm, cömert, merhamet ve şefkat sâhibi ve infak heyecânı içinde olmalıdır.

İktisâdî bunalıma girdiğimiz günümüzde ciddî bir infâk ve îsâr seferberliğine ihtiyaç vardır. Unutmayalım ki muzdarip ve muhtaç insanların yerinde biz de olabilirdik. Bu sebeple hasta, muzdarip, garip, kimsesiz, muhtaç ve aç kimselere infâk ve îsârımız Rabbimize karşı bir şükür borcudur. Elimizdeki nîmetleri muhtaçlarla paylaşalım ki, memnûn ve mesrûr ettiğimiz gönüller, dünyâda rûhâniyetimiz, âhirette imdâdımız, cennette seâdetimiz olsun.
 

Yâ Rabbî! Merhametin bütün tezâhürleri, gönül hayâtımızın tükenmez hazînesi olsun! Rabbimiz! Âlemlerin Efendisi’nin ve onun izinden yürüyen İslâm büyüklerinin îsârla dolu hayatlarından bizlere de hisseler nasîb eyle! Âmîn!
 

 Not Bu vaaz Osman Nuri Topbaş   Hocanın Altınoluk Dergisi  2001 – Mayis, Sayı: 183, Sayfa: 028 deki  yazısından  iktibas edilerek hazırlanmıştır.

 BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:

http://www.islamdahayat.com/news.php?readmore=492



[7] İhyau Ulûmiddîn, c. 2, s. 435
[8]Âl-i İmrân, 92
[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/111


--




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder