Kerbelâ olayı nedir? Kerbelâ’da neler oldu? İşte Ahmet Taşgetiren’in kaleminden acısı dinmeyecek Kerbelâ hadisesi…
Muharrem’in şu günleri… İslâm tarihinin en acı sayfalarına tanıklık etti. Ve Aşure Günü, bütün İslâm tarihine yetecek bir acı yaşandı.
KERBELÂ OLAYI
Dün Kerbelâ’yı okudum. İçim yandı, kavruldu. Nasıl, nasıl, nasıl olur bütün bu işler? İnsanlık nasıl böyle insanlığından soyunur da, canavarları aratacak bir vahşetin içine düşer? İslâm dünyasında nasıl, Peygamber’in torunu, torununun çocukları, aç kurtlardan daha vahşi bir topluluğun ok, mızrak, kılıç darbeleri altında can verirler?
Koca Fırat’tan bir damla su içmelerine müsade edilmeden hem de… Hem de kesilmiş başları mızrak uçlarına takılıp dolaştırılarak… Bu insan denen varlık nerelere sürükleniyor böyle?
HZ. HÜSEYİN’İN KERBELÂ’DA KONUŞMASI
Diyor ki, Allah Resulünün reyhan kokulu torunu, karşısındaki, peygamber hukukundan azıcık nasibi olabileceğini düşündüğü, Peygamber hatırasına azıcık hürmet edebileceğini umud ettiği, içlerinde yürek taşıdığını sandığı canavar gürühuna:
“Ey insanlar! Soyumu söyleyin, ben kimim? Sonra kendinize gelin, nefsinizi kınayın. Bakın, beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz size caiz midir? Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamberinizin vasisi ve amcası oğlunun oğlu değil miyim? Ben, herkesten önce Allah’a iman eden ve Peygamber’in risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyid-uş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Tayyar amcam değil midir? Peygamber’in benim ve kardeşim hakkındaki: “Bu ikisi cennet gençlerinin efendileridir” sözünü duymamış mısınız?
“Eğer sözümü tasdik ederseniz, bu söylediğim sözler bir gerçektir. Allah’a andolsun ki, Allah Teala’nın yalancıya gazab ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylemiş değilim. Eğer beni yalanlarsanız şimdi müslümanların arasında Peygamber’in ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan soracak olursanız size söylerler. Cabir b. Abdullah-i Ensari, Ebu Said-i Hudri, Sehl b. Sa’d-is Saidi, Zeyd b. Erkam ve Enes b. Malik’ten sorun, öğrenin; şüphesiz onların hepsi, Resulullah’ın benim ve kardeşimin (Hasan’ın) hakkında buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alıkoymuyor mu?”
“Ben ve kardeşim hakkında Peygamber’in buyurduğu bu sözde şüpheniz varsa benim Peygamberinizin kızının oğlu olduğumda da mı şüphe ediyorsunuz? Allah’a andolsun ki, doğu ve batı arasında (bütün dünyada), sizin ve dışınızdakiler arasında da Resulullah’ın benden başka torunu yoktur. Yazıklar olsun size! Acaba öldürdüğüm bir kimse veya zayi ettiğim bir mal ya da (size vurduğum) bir yara karşılığında mı beni cezalandırmak istiyorsunuz?
“Ey insanlar! Allah’a andolsun bundan sonra süvarinin bineğe binerek meydanda gezdiği süre miktarınca dünyada kalırsınız. Bu sözü babam, ceddim Resulullah’tan bana nakletti. Bilin ki Hüseyin’in ümidi ancak yüce Allah’adır. Çünkü hayatı Allah’ın kudreti elinde olmayan kimse yoktur. “Yok, yok, yok!
KERBELÂ’DA NELER OLDU?
Yürekler harekete geçmez. Yüreklerin içi boşalmıştır sanki… Orada, göğüslerin içinde yürek yerine bir kaya parçası vardır sanki… Oklar, kılıçlar ve mızraklar konuşur yürekler yerine… kan konuşur. Söz, vahşetindir.
Hazreti Hüseyin’le birlikte Medine’den gelenler birer birer şehit olurlar. Herbirinin şehadeti ayrı bir destandır. Onlardan biri Ebuzer-i Giffari’nin kölesi Cevn’dir. İşte onun can pazarına yansıyan pırıltısı:
“Cevn, İmam Hüseyin’in huzuruna çıkarak meydana gitmek için izin istiyor.
Hazreti Hüseyin: “Ey Cevn, diyor, sen afiyet ve asayiş ümidiyle bizimle buraya kadar geldin; şimdi kendi yoluna gidebilirsin.”
Cevn Hazreti Hüseyin’in (a.s) ayaklarına kapanarak şöyle diyor: Ey benim imamım! Ben kötü kokulu, hasebi düşük ve rengi siyah bir köleyim. Güzel kokulu, şerif hasebli ve beyaz renkli olmam için cennete girmeme müsade edin. Allah’a andolsun ki, benim siyah kanım siz Resulullah’ın (s.a.) Ehl-i Beyt’inin pak kanlarına karışıncaya kadar sizi bırakmam.
Bunun üzerine Hazreti Hüseyin Cevn’a izin veriyor. Cevn meydana gidiyor, vuruşuyor ve şehit oluyor. Hazreti Hüseyin onun başı ucuna gelerek buyurdu ki: “Allah’ım! Onun yüzünü ak et, kokusunu güzelleştir, onu salih kişilerle haşret ve onu Muhammed ve Ehl-i Beyt’iyle haşret.”
Artık sıra Ehl-i Beyttedir. Ehl-i Beyt’ten savaş meydanına ilk çıkan Hazreti Hüseyin’in büyük oğlu Ali Ekber olur. Ali Akber, torunlar içinde Resulullah Efendimize en çok benzeyendir. O savaşa giderken Hazreti Hüseyin “Allah’ım! Şahid ol ki, halk içinde Peygamber’in Muhammed’e en çok benzeyeni bu kavmin üzerine gidiyor. Biz Peygamber’i görmek istediğimizde ona bakıyorduk. Allah’ım!” diyerek uğurlar. Ali Ekber parça parça edilir vahşet güruhu tarafından.
Hazreti Hasan’ın oğlu Kasım, girer savaşa ve şehit olur. Henüz 13 yaşındadır. Hiçbir şey, hiçbir şey yüreklerinde bir kıvılcım oluşturmaz vahşet güruhunun. Sonra… sonra… Hiç anlatılamayacak şeyler oldu. Savruldu göklere Şehit Hüseyin’in ve Ehl-i Beyt’in muazzez kanları… Ondan beri dinmeyen bir ağıt vardır mü’minlerin gönlünde… Bir yara… Bir sancı… Bir fay hattı, bir uçurum…
Bir de ders olsa keşke…
İKTİDAR HIRSI
Neleri nasıl unutuyor insanlar, gözleri ve gönülleri kararınca… Neleri nasıl çiğniyor… Peygamber emanetine kılıç çekmek… Bu nasıl bir şeydir! Ve Peygamber (s.a.)’in ahirete irtihalinden sadece yarım asır sonra… Peygamber neslinin henüz yeryüzünden çekilmediği bir zamanda! Nasıl bir şey!
Bir ders! İktidar hırsını, kabile-kavim asabiyyetini Müslümanlığının, mukaddes değerlerinin, Peygamber hatırasının önüne geçirmemek için iz’an…
Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 251,Ocak 2007
http://www.islamveihsan.com/kerbela-acisi-dinmeyecek.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder