4 Eylül 2017 Pazartesi

İhsan ve İkram Sahibi Olmak-1

İhsan ve İkram Sahibi Olmak-1
 
Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- bir seyahat esnâsında, bir hurma bahçesine uğradı. Bahçenin hizmetçisi siyahî bir köle idi. Köleye üç adet ekmek getirmişlerdi. Bu sırada bir köpek geldi. Köle, ekmeklerden birini ona attı. Köpek ekmeği yedi. Öbürünü attı. Onu da yedi. Üçüncüyü de attı. Onu da yedi.
 
Bunun üzerine Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- ile köle arasında şöyle bir konuşma oldu:
 
“- Senin ücretin nedir?”
Siyahî köle:
 
“- İşte gördüğünüz üç ekmek.”
 
“- Niçin hepsini köpeğe verdin?”
Köle:
 
“- Buralarda hiç köpek yoktu. Bu köpek uzak yerden gelmiştir. Aç durmasına gönlüm râzı olmadı.” dedi.
Abdullah -radıyallâhu anh-:
 
“- Peki bugün sen ne yiyeceksin?”
Köle:
 
“- Sabredeceğim, günlük hakkımı Rabbimin bu aç mahlûkuna devrettim.” dedi.
Abdullah -radıyallâhu anh-:
 
“- Sübhânallâh! Benim çok cömert olduğumu söylerler. Bu köle benden daha cömertmiş!” buyurdu.
 
Ardından da o köleyi ve hurma bahçesini satın aldı ve köleyi azad edip, hurmalığı ona bağışladı.[1]
 
Böyle müşfik, merhametli ve derin duygulu şahsiyetler yetiştiren İslâm, ictimâî nizamda fakir ve zengin arasındaki husûmet ve hasedi izâle etmek, dengeyi muhâfaza ve muhabbeti temin etmek için zekâtı farz kılmıştır. İslâm kardeşliğini daha ileri bir seviyede gerçekleştirmek ve her mü’mini “ganî bir gönle sâhib kılmak” için vicdânî bir mecbûriyet olan infâkı teşvîk etmiş ve onu da “îsâr” ile zirveleştirmiştir. Zîrâ dînin asıl gâyesi, Allâh’ın birliğini tasdikten sonra güzel insan, zarif insan ve derin insan yetiştirebilmek sûretiyle cemiyete huzûru hâkim kılabilmektir.
 
Bu olgunlaşma, ancak gönülde tezâhür eden şefkat ve merhamet hissi ve onun en güzel bir tezâhürü olarak da kendi imkânını paylaşabilmek, hattâ bunun da ötesinde îsâr tâbir olunan ve kendi ihtiyâcına rağmen sâhib olunan nîmetlerden vazgeçerek onları verebilmenin fazîlet ve seviyesine ulaşabilmektir.
 
Merhamet, bir müslümanın kalbinde hiç sönmeyen bir ateştir. Merhamet, insanlığımızın bu âlemdeki en mûtenâ cevheridir ki kalb yoluyla bizi Hakk’ın vuslatına istikâmetlendirir. Merhametli mü’min, cömert, mütevâzî, hizmet ehli ve aynı zamanda rûhlara nizâm ve hayat aşısı yapan bir gönül doktorudur. Yine merhametli mü’min her sahadaki hizmetini sevgi ve şefkat ile yapmasını bilen ümit ve îmân kaynağı bir varlıktır. O, rûhlara huzur bahşeden her gayretin ön safında bulunur. Yine o, sözü ile, yazısı ile, hâli ile her sefâlet, çile ve ızdırabın civârında yerini alır. O, dertlinin, muzdaribin yanında, sâhipsizlerin ve ümitsizlerin baş ucundadır. Zîrâ bir mü’minde îmânın ilk meyvesi rahmet ve merhamettir. İnsanlığın ahlâkı da Kur’ân ile tamamlanmıştır. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’i açtığımızda karşımıza çıkan ilk sıfât-ı ilâhiye الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ Rahmân ve Rahîm’dir. Rabbimiz, yüce zâtını, “merhametlilerin en merhametlisi” olarak müjdeler ve kuluna kendisinin ahlâkıyla ahlâklanmasını emir buyurur. Dolayısıyla Hakk’a muhabbetle dolu bir mü’min yüreğinin, Rabb’in bütün mahlukâtını şefkat ve merhametle kuşatması îcâb eder. Rabb’i sevmenin netîcesi O’nun mahlûkâtına muhabbet ve merhametle yönelmektir. Seven, sevilene karşı sevdiği ölçüde fedâkârlık yapmayı bir zevk ve vazîfe olarak telakkî eder. Allâh’ın mahlûkâtına infak, Allâh’a muhabbet demektir.
 
Gerçekten Allâh için vermenin umûmî ismi olan sadaka ve infâkın nev’i çoktur. Bunların zirvesi ise ifade ettiğimiz gibi îsârdır. Bu, başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarına tercih etme fazîletidir. Bu ise her olgun mü’minin vicdânen mükellef bulunduğu diğergâmlık ve hassâsiyetin en yüksek noktadaki bir tezâhürüdür. Îsârın feyizli iklîmine girebilmek, ancak rakîk kalblerin ve ince rûhların kârıdır. Zîrâ asıl îsâr, fakirlikten korkmaksızın verebilmektir. Bu hâl, en güzel ve mükemmel sûrette peygamberler ve ehlullâhın hayatlarında sergilenmiştir. Elbette böyle bir zirveye çıkabilmek ve o yüce yıldızlara ulaşbilmek herkesin harcı değildir. Ancak o ufuklara ne kadar yaklaşabilirsek o kadar değerli nasîbler elde edeceğimiz hakîkatine binâen îsâr hususunda en ufak bir adım dahî bizler için vazgeçilmez bir ebedî kârdır.
 
Ebû Hureyre -radıyallâhu anh-‘ın rivâyetine göre;
 
 "Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:
 
"Ben açlıktan bitkinim!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm derhal hanımlarından birine (adam) (gönderip yiyecek istedi. Ama kadın):
 
"Seni hak ile gönderen Zâüt-ı Zülcelâl'e yemin olsun yanımızda sudan başka bir şey yok" diye cevap verdi. Aleyhissalâtu vesselâm bunun üzerine diğer bir kadına gönderdi. O da aynı şeyi söyledi. Aleyhissalâtu vesselâm sonunda:
 
"Bu (bitkin) açı kim misafir edip (doyurursa) Allah ona rahmet edecektir!" buyurdu. Ensardan Ebu Talha (radıyallahu anh) denen birisi kalkıp:
 
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben misafir edeceğim!" buyurdu ve onu evine götürdü. Evde hanımına:
 
"Yanında yiyecek bir şey var mı." diye sordu. Hanım:
 
"Hayır, sadece çocukların yiyeceği var!" dedi. Bunun üzerine hanımına:
 
"Sen onları bir şeylerle avut, sonra da uyut. Misafirimiz girince, ona sanki yiyormuşuz gibi görünelim. Yemek için elini tabağa uzatınca lambayı düzeltmek üzere kalk ve onu söndür!" diye tenbihatta bulundu. Kadın söylenenleri yaptı. Beraberce oturdular. Misafir yedi. Karıkoca geceyi aç geçirdiler.
 
Saban olunca Aleyhissalâtu vesselâm'a geldiler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Talha'ya:
 
"Dün gece misafirinize olan davranışınız sebebiyle Allah Teâla Hazretleri taaccüp etti (ve güldü)!" buyurdu ve şu âyet-i kerime nazil oldu. :
وَيُؤثِرُونَ عَلى أنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ
 
"...Ve kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, onları kendi nefislerine tercih ederler (Haşr 9). "[2]
 
[1] Kimya-yı Seâdet
[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 12/549.
 
Not Bu vaaz Osman Nuri Topbaş   Hocanın Altınoluk Dergisi  2001 – Mayis, Sayı: 183, Sayfa: 028 deki  yazısından  iktibas edilerek hazırlanmıştır.
 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
 

--


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder