9 Eylül 2017 Cumartesi

Kulluk Sadece Allah’a Özgüdür-1

Kulluk Sadece Allah’a Özgüdür-1


Âlemlerin yaratıcısı Allah-u teâlâ, bizleri sadece kendi zatına kulluk yapmamız için yaratmıştır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ

“Ben cinleri ve insânları ancak bana ibâdet (kulluk) etsinler diye yarattım.”[1]

Yaratılış sebebi olan kulluk, kulun mükellef olduğu şeylerin tamamını kapsayan kulun değişmez mesleğidir.

Kulun vazifesi kendisini yaratanı, yaşatanı ve yöneteni bilecek ve tüm hayatında O’nu razı etmeye çalışmasıdır.  Bu gayeyle hareket eden bir kulda hayatı boyunca yaratıcının önüne hiçbir şeyi geçirmeden yaşayacaktır.

Değerli Kardeşlerim Kulluk Sadece Dilde Olmaz:

Nerede olursan ol ve ne yaparsan yap, hiçbir zaman değişmeyecek olan gerçek; senin O’nun kulu, O’nunsa senin Rabbin olduğu gerçeğidir. Ve senin vazifen kulu olduğun yaratıcının senin üzerindeki emir ve yasaklarını baş tacı yaparak yaşamaktır.

Kulluk sadece dille ifade edilecek bir şey değildir. O, dilden yaşantıya yansımalıdır. Namazda Allahın kulu olduğunu söyleyenler; namaz dışında şeytanların, tâğutların, paranın, makamın kulu… oluyorlarsa onların dilleriyle söylediklerine itibar edilmez.

Bir kişi sabahtan akşama kadar iyi bir kul olduğundan bahsetse, ancak kulluk görevlerini yerine getirmezse diliyle söylediği bu sözün hiçbir kıymeti yoktur. Hayata yansımayan sözler kuru iddialardır ki, her iddia isbât ister. Ondan dolayıdır ki, -başta peygamberler olmak üzere- Allah Teâlâ’nın razı olduğu kullar, söylediklerini yaşantıya geçirenlerdir.

الم -, اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُوا اَنْ يَقُولُوا اَمَنَّا وَهُمْ لاَ يُفْتَنُونَ -, وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ
“Elif, Lâm, Mim. İnsânlar, (sâdece) ‘Îmân ettik’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allâh, doğru söyleyenleri de, yalancıları da mutlaka bilir (ve gerçekleri ortaya çıkarır).”[2]

Ne yazık ki zamane cahiliyesinde üç, beş günlük basit dünyâlıklar uğruna ebedî ahireti hiçe sayanlar, Allah Teâlâ’ya kulluk etmek yerine başkalarına kulluk etmektedirler.

Muhterem Müminler Kulluk Kur’ân ve Sünnete Göre Yapılır:

Müslüman’ca bir hayatı yaşamak ancak kulluk şuûrunun gönüllere yerleşmesiyle birlikte mümkün olacaktır. Kulluk şuûruna varan kişi, kulluğunu nasıl hayatına geçireceğini -öncelikli olarak- Kur’ân-ı Kerim’den ve Sünnet’ten öğrenmelidir. Kur’ân-ı Kerim’i ve Sünnet’i bilmeyenler, birçok şeyi öğrendikleri halde bunları öğrenmeyenler, nasıl ve neye göre bir kulluk yapacaklardır?

Hiç şüphesiz ki, Allah Teâlâ’nın Kitabı ve Rasûlü’nün Sünneti, İslâm Dîni’nin değişmez iki temel kaynağıdır. Bu iki kaynağa sımsıkı sarılanlar Allah Teâlâ’nın izniyle sapmaktan korunan kişilerdir. Zira Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur:

تركتُ فِيكُمْ أمرينِ لَنْ تَضِلُّوا ما تَمَسّكتُمْ بِهِمَا: كِتَابَ اللّهِ تَعالَى، وَسُنّةَ رَسُولِهِ
“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar, Allâh’ın Kitâbı ve Rasûlü’nün Sünneti’dir.” [3]

Öyleyse kurtuluş üzere olmak ve kurtuluş üzere kalmak Kur’ân ve Sünnet ile mümkündür. Bizler bu ikisinin arasını bir birinden ayıramayız. Kur’ân ve Sünnet’i birbirinden ayırmak, vahiy ile hayatı birbirinden ayırmaktır ki, buna kimsenin hakkı yoktur. Sünnet, vahyin hayata yansımasıdır. Sünneti göz ardı etmek demek, vahyin hayata yansımasını göz ardı etmek demektir.

Bakınız yol gösterici Kitâbımızda, Rabbimiz bizlere şöyle buyurur:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ
 “De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun; Allâh da sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın. Allâh Gafurdur (bağışlayandır), Rahîm’dir (esirgeyendir).”[4]

Rabbimiz bu âyet-i kerimeyle, Allahı sevenlerin ve sevdiklerini iddia edenlerin Rasûlüne uymaları gerektiğini bildirmektedir. Bu ‘uyma emri’ Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’in hayatında geçerli olduğu gibi, vefatından sonra da geçerlidir. Vefatından sonra da bizler, bu uyma emrini onun Sünnetine uyarak gerçekleştiririz.

Yine Rabbimiz diğer bir âyet-i kerîmesinde şöyle buyurmuştur:

مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا
“Kim Rasûl’e itaat ederse, gerçekte Allâh’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz seni onların üzerine koruyucu göndermedik.”[5]

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem ise şöyle buyurmuştur:

مَنْ أطَاعَنِى فَقَدْ أطَاعَ اللّه، وَمَنْ عَصَانِى فَقَدْ عَصى اللّه،
 “Her kim bana itaat ederse (bana itaati Allah emrettiği için) Allah’a itaat etmiş olur ve her kim bana isyan ederse gerçekten Allah’a isyan etmiş olur.” [6]

Âyet-i kerîmede ve hadîsi şerîfte, Allahın rasûlüne itaatin, Allaha itaat olduğu beyan edilmiştir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem kendinden konuşmayan kişidir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوَى

 “O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.” [7]

Kur’ân ve Sünnet ilâhî kaynaklıdır. Biri “vahy-i metluv” iken, diğeri “vahy-i gayri metluv”dur. Öyleyse, Allaha itaat, Kur’ân’ın emir ve yasaklarına itaatken, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e itaatte hem hayatında, hem de vefatından sonra Sünnetine itaat etmektir. Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve selem Sünnetin de kendisine verildiğini şöyle ifade eder:
ألا إني أوتيت الكتاب ومثله معه

“Dikkat edin! Bana Kitâb ile birlikte benzeri (Sünnet) de verilmiştir.”[8]

 YAZAR: Kadir Hatipoglu

 [1] Zariyat: 51/56
[2] Ankebut: 29/1-3
[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/328.
[4] Ali İmran: 3/31
[5] Nisa: 4/80
[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:6/436.
[7] Necm: 53/3
[8] Ebû Dâvud (4604
 

BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamdahayat.com/news.php?readmore=469
 
 
  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder