Gerçekten Kur’an öyle hikmetli bir kitaptır ki, moda tabirle, Kur’an’ın o günkü toplumu okuma biçimi, bugün de geçerliliğini korumaktadır. İnsanlar ancak Allah’a ortaklar koşarak iman ediyorlar. Sadece, tek başına Allah’a ibadet etmek, sadece Allah’ı mutlak otorite sahibi görmek, Allah’dan başka kimsenin yargılamayacağını ve kimsenin kimseye şefaat edemeyeceğine inanmak insanları mutlu etmemektedir. Bu akideye sahip olan mü’minler aşırı ve tehlikeli görülmekte, kaale alınmamaktadır. Allah’la kullar arasına ne kadar çok ilah girdirilirse, dindarlık o kadar makbul sayılmaktadır. Bu ayetten anladığımıza göre, dîni sadece Allah’a has kılmaktan kafirler hoşlanmamaktadırlar...
Mü’min suresinin 65. ayeti aynı temayı işlemekte, dîni Allah’a has kılmanın nasıllığını biraz daha netleştirmektedir:
هُوَ الْحَىُّ لآ اِلَهَ اِلاَّ هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
"O diridir. O’ndan başka ilah yoktur. Öyleyse Dîni Allah’a has kılıcılar olarak yalnız O’na dua edin. Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır."[8].
A’raf suresinin 29. ayetinde, Allah’ın, adaleti emrettiği, her secde anında yüzümüzü sadece O’na döndürmemiz gerektiği ve dîni Allah’a has kılarak yalnızca Allah’a çağrıda bulunmamız gerektiği bildirilmektedir.[9]. Bu ayet, bir kez daha şirkin her türlüsünden kaçınarak bizi sadece Allah’ı İlah, Rab, Ma’bud ve hüküm koyucu olarak tanımakla ilzam etmektedir. İnsan sadece Allah’a dua etmelidir. Mevdudi’nin yerinde bir benzetişle ifade ettiği gibi insanlar, "Ey Allahım! Bizzat Sana karşı başkaldırışımızda başarılı olmamız için bize yardım et! der gibi" dua edemezler.
Ehli Kitab’ın da dîni tamamen Allah’a has kılmaları emredilmişti. Bunun bir gereği olarak, hanifler olarak Allah’a ibadet etmeleri, namazı kılmaları, zekatı vermeleri emredilmişti. Ama onlar, kendilerine Allah’ın rasulü geldikten sonra tefrikaya ve küfre düşmüşler, dîni Allah’a has kılma ilkesini ihlal etmişlerdir.[10].
Kur’an ‘dîni Allah’a has kılma’nın anlamını açıkladığı gibi, ‘dîni Allah’a has kılmama’nın anlamını da açıklamaktadır. Aslında bunu şöyle de ifade etmemiz mümkündür: Kur’an, verdiği bir temsille, genel olarak, dîni Allah’a has kılmayanların karakterlerini, kişiliklerini, seviyelerini ortaya koymaktadır. Bu örnekle sanki, "işte dîni Allah’a has kılmayanlar bu tiynette insanlardır, gerisini siz düşünebilirsiniz" denmektedir. Bu temsil şöyle getirilmektedir:
هُوَ الَّذِى يُسَيِّرُكُمْ فِى الْبَرِّ وَالْبَحْرِ حَتَّى اِذَا كُنْتُمْ فِى الْفُلْكِ وَجَرَيْنَ بِهِمْ بِرِيحٍ طَيِّبَةٍ وَفَرِحُوا بِهَا جَاءَ تْهَا رِيحٌ عَاصِفٌ وَجَاءَ هُمُ الْمَوْجُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَظَنُّوا اَنَّهُمْ اُحِيطَ بِهِمْ دَعَوُا اللهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ لَئِنْ اَنْجَيْتَنَا مِنْ هَذِهِ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ
"O sizi karada ve denizde yürütendir. Öyle ki, siz gemilerde bulunduğunuz ve gemilerin de (içindeki yolcuları) güzel bir rüzgarla alıp götürdüğü ve (yolcuların) bununla sevinç ve ferahlık duydukları bir esnada, gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar; her taraftan dalgalar kuşatır onları ve yolcular anlarlar ki, her taraftan kuşatılmışlardır. İşte (tam o anda), dîni Allah’a has kılarak, ‘eğer bizi bu durumdan kurtarırsan Sana şükredenlerden olacağız’ diye Allah’a yalvarırlar."
فَلَمَّا اَنْجَيهُمْ اِذَا هُمْ يَبْغُونَ فِى اْلاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ يَآاَيُّهَا النَّاسُ اِنَّمَا بَغْيُكُمْ عَلَى اَنْفُسِكُمْ مَتَاعَ الْحَيَوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ اِلَيْنَا مَرْجِعُكُمْ فَنُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
"Ne var ki, Allah onları kurtarınca yeryüzünde haksız yere azgınlık yapmaya koyulurlar. Ey insanlar! Sizin azgınlığınız ancak kendi aleyhinizedir. (Peşinde olduğunuz,) yalnızca dünya hayatının menfaatleridir. Sonunda dönüşünüz yine bizedir. İşte o zaman size, işlediklerinizi haber vereceğiz."[11]
Bu temsili anlatım Ankebut suresi 65. ayetle, Lokman suresinin 32. ayetinde de, fakat daha muhtasar olarak anlatılmaktadır. Ankebut, 65’te, Yunus Suresi 23’te ifade edilen ‘azgınlık yaparlar’ yerine,
فَلَمَّا نَجَّيهُمْ اِلَى الْبَرِّ اِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ
Gemiden karaya inince ‘şirk koşarlar’ denmektedir. Dolayısıyla ‘azgınlık yapmak’ (bağy) şirkle tefsir olunmaktadır. Lokman, 32. ayette ise, ilk ikisinden farklı olarak, karaya ayak basınca, bir kısım yolcuların orta yolu tuttukları teslim edilmektedir. Diğerlerinin şirk koştukları ise kendiliğinden anlaşılmaktadır.
Kur’an’ın bu temsili örneği, dîni Allah’a has kılmayan müşriklerin karakteristiklerini çok çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır. Buradaki gemiyi aynı zamanda bir sembol olarak, dünya hayatında hastalık, tabii afet, savaş ve fakirlik gibi her türlü sıkıntıdan uzakta lüks içinde yaşanılan müreffeh bir yaşam, refah ve zenginlik olarak düşünebiliriz. Kısaca gemi temsili insanın, bedenen ve zihnen rahatlığını, kaygı ve kasavetsizliğini temsil etmektedir.
Kur’an örneğinde, böyle bir vasatta insanların Allah’ı anmadıkları anlaşılmaktadır. Çünkü o anda Allah’a ihtiyaç duymamaktadırlar. Allah’a dua etmek, Allah’ı yardıma çağırmak için bir nedenleri yoktur! Dalgaların kuşatması ise, genel anlamda, insanın elindeki zenginlik ve saadet unsurlarının çıkması veya insanın başına ciddi felaketlerin gelmesi olarak anlaşılmalıdır. Bu durumda insan ister istemez Allah’ı hatırlamakta, artık Allah’dan başka hiç kimsenin, içine düştüğü felaketten kendisini kurtaramayacağını bilmektedir. Dolayısıyla Allah’a yalvarmaktan başka yapacağı bir şey yoktur.
Bunun adı, yani istimdat edecek yegane merci olarak Allah’ı bilmek ise ‘dîni Allah’a has kılmak’ demektir.
Yeryüzünün şimdiki konukları olan bizler bilmeliyiz ki, insan fıtratı bundan binlerce sene önce de böyleydi, bizden binlerce sene sonra da böyle olacaktır. Kur’an’ın gemi temsili ile anlattığı bu serüveni bizler de pek yakından görüyor, biliyor, tanık oluyoruz, içinde yaşıyoruz. Hatta zaman zaman kendi nefislerimizde de, küçük de olsa benzeri azgınlık duygularını hissediyoruz.
Dünyevileşme tehlikesinin sinyallerini ta burnumuzun dibinde hissediyoruz. Hz.Yusuf Peygamber’in kadın fitnesi ile imtihan olunduğunda söylediği
وَمَا اُبَرِّئُ نَفْسِى اِنَّ النَّفْسَ لاَمَّارَةٌ بِالسُّوءِ اِلاَّ مَا رَحِمَ رَبِّى اِنَّ رَبِّى غَفُورٌ رَحِيمٌ
"Ben nefsimi temize çıkartmıyorum, nefis kötülüğü emreder; Rabbimin merhamet ettiği hariç. Rabbim oldukça bağışlayıcı, merhamet edicidir."[12] Sözü, yukarıdaki gibi bir durumda bizler için de ölçüdür. Kaldı ki bizler Hz. Yusuf(as) kadar Allah’dan korkanlar olmamaktayız. Kısacası dini Allah’a has kılmama tehlikesi bizim için de geçerlidir. Bu tehlikeye karşı ancak Allah’ın yardımıyla karşı koyabiliriz. Allah’ın yardımı ise O’nun Kitabı Kur’an ile bize ulaşacaktır.
[8] 40/Mü’min, 65
[9] 7/A’raf, 29
[10] 98/Beyyine, 1-5
[11] 10/Yunus, 22-23
[12] 12/Yusuf, 53
YAZAR: Kadir Hatipoglu -
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamdahayat.com/
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder