Kur'an-ı Kerimde ve Hadislerde Söz Ahlakı-2
Bazı kişiler, ar duymaz bir yüz, kötülükten haya etmez bir huy, başkasına kötülük yapmaktan çekinmeyen bir ahlâk ve mürüvvet kaidelerini tanımayan bir hayatı yaşarlar. Onlar bilgisiz ve edepsiz nefislerini tatmin etmek için hiç bir usul ve kaideyi dinlemeyip önlerine geleni yaparlar.
Akıllı kişinin böyle sefih insanlarla uzun tartışmalara girişmesi uygun düşmez. Çünkü bunların nahoş hareketler yapmasına sebep olur ki, bu büyük bir fitnedir. Böyle kişilerin şerrini önlemek vaciptir. Onun için İslam, sefihlerle olan müderati (onları idare etmeyi) câiz görmüştür. Câhilin biri Resulullah (s.a.v.)'ın evine girmek istedi. Resulullah (s.a.v.) güzellikle engellemeye çalıştı. Çünkü böyle kişilere karşı en güzel metod, onlara hilm ile davranmaktır. Şayet Resulullah (s.a.v.) onu rencide edecek harekette bulunsaydı, belki ondan Resulullah (s.a.v.)'ın zatına uygun düşmeye bazı nahoş kelimeler sadır olurdu.
Aişe (r.anha.) anlatıyor:
"Adamın biri Resulullah (s.a.v.)'den yanına gelmek için izin istedi. O gelmeden Resulullah (s.a.v.) "O, kavminin en kötü insanıdır, dedi. İçeri girince de ona güler yüz ve yumuşak davrandı. Resulullah (s.a.v.)'ın hanımı Aişe (r.anha.) "Ey Allah'ın Resulü: İlkin ona şöyle dedin, yanına gidince de yumuşak ve güler yüzle davrandın, bu nasıl olur" dedi? Resulullah (s.a.v.): "Ey Aişe! Beni ne zaman kaba ve ahlâksız gördün ki? Kıyamet gününde Allah (c.c.) indinde insanların en kötüsü ahlâksızlığından korktukları için insanların kendisini terkettikleri kişidir"[1] buyurdu.
Bu husus, tecrübelerin tasdik ettiği bir gerçektir. Çünkü ahlâklı bir insanın ahlâksız biriyle kendini küçük düşürmesi uygun olmaz. İnsan, her gördüğü câhili edeplendirmeye kalkışırsa bu hususta göreceği sıkıntı ve cefalarla baş edemeyip âciz kalacaktır. Kur'an böyle bir müdareti müminlerin ilk sıfatlarından kabul etmektedir.
وَعِبَادُ الرَّحْمنِ الَّذينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
"O çok esirgeyen Allah (c.c.)'ın has kulları ki onlar, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler. Kendilerine beyinsizler hoşa gitmeyecek laflar attığı zaman 'selâm (etle)' deyip geçerler."[2]
وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَنَا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَانَبْتَغِى الْجَاهِلينَ
"Bunlar yaramaz lakırdıları işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Size selâm (olsun). Biz câhilleri aramayız dediler."[3]
İnsan, bir-iki defa öfkesini yutabilir. Fakat üçüncü defa hiddetlenir. Mu'mine yaraşan, işin daha fazla kötlüklerle neticelenmemesi için, daha fazla eziyetlere katlanmasıdır. Said bin Müseyyeb (r.a.) anlatıyor:
"Resulullah (s.a.v.) ashabı arasında oturuyor iken bir adam Ebu Bekir (r.a.)'e sataştı ve incitti. Ebu Bekir (r.a.) buna ses çıkarmadı. Üçüncü defa onu rahatsız edince Ebu Bekir (r.a.) karşılık verdi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) oradan kalktı. Ebu Bekir (r.a.): Ey Allah'ın Resulü! Yoksa bende nahoş bir hareket mi gördün? "Hayır öyle birşey olmadı. Ancak o adam sana eziyet verince gökten bir melek inip ona cevap veriyordu. Sen müdahe edince, melek gitti ve yerine şeytan geldi. Şeytanın bulunduğu yerde durmam bana yakışmaz"[4] dedi. Müdaret, kötülüğü kabullenmek demek değildir. Bu iki durum arasındaki fark çok büyüktür. Şöyle ki:
Müderet: Nefsin sahibini küçük düşürecek âmiller karşısında zaptedilmesi, ihtiyarî veya gayrî ihtiyarî öfkesini kırması ve öç almaktan menedilmesidir. Kötülüğü kabullenmek ise: Nefsin ahmaklığa, zillete boyun eğmesi, akıl ve mürüvvet sahibi kişilerin kabullenmeyeceği hususlara boyun eğmesidir.
Kur'an akılsızlara karşı müdareti methederken, kötülüğe boyun eğmeyi de kerih görmüştür...
لَايُحِبُّ اللّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللّهُ سَميعًا عَليمًا (148) اِنْ تُبْدُوا خَيْرًا اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُوءٍ فَاِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا قَديرًا (149)
“Allah, fena sözün açıklanıp söylenmesini sevmez. Ancak zulme uğrayanlar müstesnadır. Allah, herşeyi işitici ve herşeyi bilicidir. Eğer hayırlı bir işi açıklar yahut gizlerseniz veya size yapılan fenalığı bağışlarsanız şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır. Her şeye kâdirdir.”[5]
Konuşmanın abesten korunması için, İslâm'ın aldığı tedbirlerden birisi de tartışmanın önüne geçerek, haklı haksız durumlarda haram kılmasıdır. Çünkü tartışmada öyle durumlar vardır ki nefis, o durumlarda gaddarlaşır, karşısındakini ezmeye kalkışır, kendini haklı çıkarmak için her çare ve metoda başvurur. Böyle zamanda kişi kendini üstün çıkarmayı, hakkı bulmaktan daha önemli görür. Böyle anlarda nefsanî ve inatvari hareketler çok görülür. Hakkın ortaya çıkması muhal olur.
İslâm, böyle durumlardan nefret edip onları din ve fazilet için tehlikeli görür. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurur:
"Kim haklı olmadığı halde mücadeleyi terkederse kendisine cennetin yan kısmında bir ev verilir. Kim haklı olduğu halde mücadeleyi terkederse kendisine cennetin ortasında bir ev verilir. Kim de ahlâkını düzeltirse cennetin en üst yerinde kendisine bir ev verilir."[6]
Bazı kişiler, çenelerinin kuvvetli oluşundan istifade ederek âlim-câhil herkesle kargaşaya girişirler. Onların yanında, çene çalmak en büyük arzu olup böyle yapmaktan da hiçbir zaman usanmazlar. Böyleleri iş başına gelirse ortalığı bozarlar. Dinde söz sahibi olurlarsa dinin tüm güzelliklerini tersine çevirip heybetini zâyi ederler. İslâm, çok şiddetli bir şekilde bu gibi geveze ve başıboş kişilerle mücadele etmiştir. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın en fazla buğz ettiği kişiler, şiddetli bir şekilde düşmanlık besleyenlerdir."[7]
"Hidayet üzere olan bir topluluk tartışmaya girmeden dalalete düşmez"[8]
Böyle kişilerin arzusu sadece lakırdı olduğu için, konuştukları vakit hiçbir hudut tanımazlar. Onlar sadece övünme ve gevezelik peşinde koşarlar. Mânâdan ziyâde, kelime süsüne önem verirler. Böyle bir kargaşa içinde herhangi bir hedef veya gâye aramak zordur... Bu aklanmışlardan birisi güzel bir kıyafet ile Resulullah'ın huzuruna gelir, Rasulullah (s.a.v) onunla her konuştuğunda o, Resulullah (s.a.v.)'den daha güzel bir biçimde konuşmaya zorlanırdı. Oradan ayrılınca Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Allah (c.c.) ineklerin ot yerken ağızlarını geveledikleri gibi insanlara karşı ağızlarını geveleyen bu ve bunun benzeri insanları sevmez. Allah (c.c.) onların ağız ve yüzlerini cehennemde evirip çevirecektir.”[9]
Din, siyâset, ilim ve âdab sahalarındaki tartışmalara böyle edebiyat taslakçıları el atarsa siyâset, din ve âdab namına ne varsa hepsi fesada uğrar. İslâm âleminde meydana gelen sosyal yıkılmalar, fıkhî sürtüşme ve bölünmeler, bölücü ceryanlar vs... Bunların hepsi, din ve hayatı konularda yapılan bu mel'unce tartışmaların neticesidirler. Tartışmanın delil, araştırma ve ilmi çalışmalarla alakası yok. Birçok sahabeden şu hadis rivayet edilmiştir.
"Biz dinî konuların birinde tartışırken Resulullah (s.a.v.) çıkageldi. O güne kadar görülmediği tarzda öfkelendi ve bizi azarlayarak şöyle dedi: "Ey Ümmeti Muhammed! Yavaş olun ve kendinize gelin, sizden önceki ümmetleri bu gibi boş tartışmaları yok etmiştir. Tartışmaları terkedin. Çünkü onda hayır yoktur.
Tartışmayı terkedin, çünkü mü'min tartışmaz.
Tartışmayın, çünkü tartışmanın zararları açık ve kesindir.
Tartışmayın, çünkü kişiye kötülük olarak tartışmacı olması yeter.
Tartışmayın, çünkü tartışan kimseye kıyamet gününde şefaat etmem.
Tartışmayın, ben tanışmayanlara, biri köşede biri ortada ve biri de en yüksekte olmak üzere cennette üç köşk vermeyi ezerime alıyorum. (Bunların en yükseği haklı olduğu halde tartışmayı terkeden içindir.) Tartışmayın, çünkü putlara tapmaktan sonra Rabbimin beni nehyettiği ilk şey tartışmadır."[10]
Çoğu insanların ballandıra ballandıra konuşup tartıştıkları toplantı yerleri vardır. Oysa İslâm, insanların ayıplarının araştırıldığı, haberlerin ters çevrilmek suretiyle aktarıldığı böyle oturma yerlerinde vakit öldüren tembelleri ve bu yerleri de sevmez. Güya bunlardan bazılarının harcayacakları kadar malı vardır. Bununla rahatlarını sağlama ve başkalarının işleriyle hayaller kurup oyalanmaya çalışırlar.
وَيْلٌ لِكُلِّ هُمَزَةٍ لُمَزَةٍ (1) اَلَّذى جَمَعَ مَالًا وَعَدَّدَهُ (2) يَحْسَبُ اَنَّ مَالَهُ اَخْلَدَهُ (3) كَلَّا لَيُنْبَذَنَّ فِى الْحُطَمَةِ (4)
"Veyl olsun, (insanları arkalarından çekiştiren) her ayıplayıcıya. Yüzlerine karşı dil uzatıcıya o ki; bir çok mal toplamış ve onu sayıp durmaktadır. Sanıyor ki onun malı kendisini (dünyada) ebedileştirecektir. Hayır... (Malı onu kurtarmaz)? Muhakkak ki o ateşe atılacaktır."[11]
Asrımızda insanların kahvehane ve eğlence salonlarında oturmaları, çok yaygın bir mes'eledir. Bu husus çeşitli yönleriyle cemiyetleri musallat olmuş bir âfettir. Hiçbir meşru ihtiyaç olmadığı halde böyle yerler şehir ve köylerde çoğalmıştır. Hadiste şöyle denilmiştir:
"Yollarda oturmaktan sakınınız." Ashab: "Ey Allah'ın Resulü konuşma ve diğer ihtiyaçlarımız için mutlaka oturmamız gerekiyor" dedi. Resulullah (s.a.v.): "Mutlaka otura cağımızda ısrar ediyorsanız, yolun hakkını veriniz:" buyurdu. Ashab- Ey Allah'ın Resulü yolun hakkı nedir? Resulullah (s.a.v.): "Gözleri günahlardan sakındırmak, yoldan eziyet veren şeyleri kaldırmak, selama karşılık vermek, iyiliği emir ve kötülükten sakındırmaktır"[12] buyurdu.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
--
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder