TEVAZU İNSANI YÜCELTİR-1
İnsanı manen yücelten güzel ahlâkî huylardan biri de tevâzudur. Kelime manası “alçak gönüllü olmak” demek olan tevâzu, ahlâkî bir kavram olarak, insanın hakkı kabul edip ona boyun eğmesi, insanlar arasındaki mevkii ne olursa olsun hiç kimseye karşı kibirli ve gururlu olmaması” demektir. Tevâzu sahibi kimselere “mütevâzi insan” denir. Tevâzunun azlığı kibir, aşırılığı ise zillettir.
Yüce Allah, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e hitaben
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
“Sana uyan mü’minlere alçak gönüllü davran!” [1]
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ
“Mü’minlere şefkat ve tevâzu kanadını indir” [2] buyurarak O’ndan inanan kullarına karşı mütevâzi davranmasını istemiştir. Aslında bu emir, sadece Hz. Peygamber (s.a.s.)’e değil, bilakis O’nun şahsında bütün mü’minlere de verilmiş, onların kendi aralarında birbirlerine karşı aynı şekilde şefkatli, merhametli ve tevâzu sahibi olmaları emredilmiştir. Zira mü’minlerin birbirlerine şefkat ve merhamet göstermeleri, birbirlerine karşı mütevâzi olmaları din kardeşliği hukukunun gerektirdiği bir görevdir. Cenâb-ı Hakk’ın sevdiği ve razı olduğu iyi bir mü’min, Mâide suresi 54. ayetinde açıklandığı gibi
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِى اللهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, O onları sever, onlar da O’nu severler. O toplum mü’minlere karşı alçak gönüllü, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenlere karşı, onurlu ve şiddetlidirler. ….”[3]
Din kardeşlerine karşı alçak gönüllü ve merhametli, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu davranan mü’mindir.
Tevâzu sahipleri Kur’an’da,
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى اْلاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلاَمًا
“Rahmanın has kulları, onlar yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler ve ne zaman kötü niyetli dar kafalı kimseler, kendilerine laf atacak olsa, sadece “Selam!” derler geçerler.” [4] ifadeleriyle övülmektedir. Yine bir ayette Lokman (a.s.)’ın,
وَلاَ تُصَعِّرْ خَدَّكَ لِلنَّاسِ وَلاَ تَمْشِ فِى اْلاَرْضِ مَرَحًا اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
“Kibirlenerek halka surat asma ve yeryüzünde çalımlı ça-lımlı yürüme. Şüphe yok ki Allah, kibirlenip övünenlerin hiçbirini sevmez.”[5] sözleriyle oğluna mütevâzi olmayı tavsiye ettiği bildirilmektedir. Bir hadis-i şerifte ise
إِن اللَّه أَوحَى إِليَّ أَنْ تَواضَعُوا حتى لا يَفْخَرَ أَحَدٌ عَلى أَحدٍ ، ولا يَبغِيَ أَحَدٌ على أَحَدٍ
“Allah Teâlâ bana: ‘O kadar mütevâzi olun ki, kimse kimseye böbürlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin’ diye bildirdi.”[6] buyrularak, mü’minlerin birbirlerine karşı mütevâzi olmaları, kibirlenerek haksızlık etmekten sakınmaları tavsiye edilmektedir.
Mütevâzi insan Hakk’ı tanıyıp, O’na itaat eden, kullarına da şefkat ve merhamet gösteren kimsedir. Bu nedenle o, başkalarına haksızlık edemez, kötülük yapamaz. Tevâzudan nasibi olmayan bir kişi ise, içinde bulunduğu bu vahim durum sebebiyle kötülük işlemeye ve başkalarına zulmetmeye müsaittir.
Mü’minler mütevâzi insanlardır. Onlar ayette ifade edildiği gibi yeryüzünde tevazu içinde yürürler, kimseye tepeden bakmaz, gurur ve kibire kapılarak büyüklük taslamazlar. Hangi mevki ve makamda bulunursa bulunsun, sosyal ve ekonomik durumu ne olursa olsun, bütün insanlara daima alçak gönüllü davranırlar. Bu nedenle mütevâzi insanlar toplumda itibar gören, değer verilen, sevilip sayılan kimselerdir. Zira Allah Teâlâ, kendi rızası için tevâzu gösteren kimseleri, hem kendi katında hem de insanların yanında manen yüksek bir mevkiye yüceltir. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur:
مَنْ يَتَوَاضَعُ للّهِ سُبْحَانَهُ دَرَجَةً يَرْفَعْهُ اللّهُ بِهِ دَرَجَةً
“Allah rızası için alçak gönüllü olanı Allah yüceltir.”[7]
Kur’an bize Allah yanında en değerli olan kimsenin,
اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ اَتْقَيكُمْ اِنَّ اللهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ
“Şüphesiz Allah katında şerefli ve itibarlı olanınız, yaşantısını, yolunu, yordamını Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışanlarınızdır. Çünkü Allah, herşeyi bilendir, herşeyden haberdar olandır.”[8] Bildiriyor.
Hâl böyleyken bir kimsenin mal, mülk, servet, soy-sop, mevki-makam gibi dünyalık bir takım imkanlara sahip olmaktan dolayı üstünlük iddia etmeye, başkalarını küçümsemeye ve kibirlenmeye hiçbir hakkı bulunmamaktadır.
Tevâzunun zıddı olan kibir ise; kişinin, kendini beğenmişlik duygusuna kapılması, büyüklenmesi ve başkalarını küçük görerek kendini onlardan üstün saymasıdır. Kibir, kişinin insanlar arasındaki itibarını zedeleyen, Allah’ın sevgisinden ve rahmetinden uzaklaştıran kötü bir huydur. Kibirli insana “mütekebbir” denir. Hz. Peygamber (s.a.s.), kibri şöyle tarif etmiştir:
اَلْكِبْرُ بَطْرُ الْحَقِّ وَغَمْطُ النّاسِ
“Kibir, hakikati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.”[9]
Kibir, şeytanın en önemli özelliğidir. Şeytan, Allah Teâlâ’nın kesin emrine rağmen kibrinden dolayı Hz. Âdem’e secde etmemiş, bu tavrı onun Cenâb-ı Hakk’ın huzurundan kovularak lanetlenmesine neden olmuştur.[10]
Kibir, aynı zamanda Hz. Peygamber (s.a.s.)’e karşı çıkan müşrikler de dahil olmak üzere tüm inkârcıların, isyankârların ve zalimlerin de ortak özelliğidir. Yine kibir, pek çok günahın işlenmesinin ana sebeplerindendir. Zira kibir, dinimizin yasakladığı birçok kötü duyguyu ve çirkin davranışı da beraberinde getirir.
Tevâzu ise, Yüce Allah’ın sevdiği nebevî bir ahlâk
لاَ تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ اِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ اَزْوَاجًا مِنْهُمْ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِلْمُؤْمِنِينَ
“O halde Allah’tan gelen gerçekleri örtbas eden bir takım kimselere, verdiğimiz dünyevî zenginliklerden yana gözünü çevirme ve sana inanmıyorlar diye, onlar için üzülme; fakat mü’minlere kol kanat ger, onları koru.”[11]
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
“Seni izleyen, tabi olan mü’minlere, kol kanat ger.”[12]
ve Rahmân’ın has kulları olan mü’minlerin üstün niteliklerindendir.
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى اْلاَرْضِ هَوْنًا وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلاَمًا
“Rahmanın has kulları, onlar yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler ve ne zaman kötü niyetli dar kafalı kimseler, kendilerine laf atacak olsa, sadece “Selam!” derler geçerler.”[13]
Kibirlenmek, büyüklük taslamak dinimizce yasaklanmıştır. Kur’an’da Kârûn’un durumu misal verilerek kibirlenenlerin Allah tarafından cezalandırılacağı bildirilmektedir.
اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَاَتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ اُولِى الْقُوَّةِ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لاَ تَفْرَحْ اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْفَرِحِينَ
“Şimdi hesap gününde, bu duruma düşmek istemeyenler bilsinler ki, şu ünlü Kârûn da Musa’nın kavmindendi. Zenginliğiyle böbürlenerek toplumuna karşı şımardı da şımardı. Biz kendisine öyle hazineler vermiştik ki, sadece anahtarlarını taşımak bile bir topluluğa zor gelirdi. Toplumu ona demişti ki, servetinden dolayı böyle şımarma, Allah şımarıkları sevmez!”[14]
Bir başka ayette ise,
وَنَادَى اَصْحَابُ اْلاَعْرَافِ رِجَالاً يَعْرِفُونَهُمْ بِسِيمَيهُمْ قَالُوا مَا اَغْنَى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ
“Yine A’raftakiler yüzlerindeki işaretlerinden tanıdıkları kimselere şöyle seslenecekler: “Ne sağladı size, mal mülk biriktirmeniz ve büyüklük taslamanız.”.”[15]
boş bir kuruntudan ibaret olan kibirlenmenin insana bir şey kazandırmayacağı vurgulanmaktadır. Yine Kur’an’da,
وَلاَ تَمْشِ فِى اْلاَرْضِ مَرَحًا اِنَّكَ لَنْ تَخْرِقَ اْلاَرْضَ وَلَنْ تَبْلُغَ الْجِبَالَ طُولاً
[1] Kasas, 28/76
[1]A’râf, 7/ 48
(Devam Edecek)
Bu Vaaz Ankara il Müftüsü Sayın Mehmet SÖNMEZOĞLU Hocamızın Kocaeli gazetesindeki Makalelerinden alıntı yapılarak hazırlanmıştı
[1] Şu’arâ, 26/215
[2] Hicr, 15/88
[3] Mâide 5/ 54
[4] Furkân, 25/63
[5] Lokmân, 31/18
[6] Müslim, Cennet, 64
[7] Müslim, Birr, 69
[8] Hucurât, 49/13
[9] Müslim, İman, 147
[10] Hicr, 15/28-35
[11] Hicr, 15/88
[12] Şu’arâ, 26/215
[13] Furkân, 25/63
[14] Kasas, 28/76
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder