İBADETLERDE İHLAS VE SAMİMİYET-2
İhlâs, bütün ameller için zarûrî olan öyle yüce bir nîmettir ki, ona sahip olmadan kurtuluşun mümkün olmadığını ifâde için bu hakîkat, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle beyân edilir:
إِلَّا عِبَادَ اللَّهِ الْمُخْلَصِينَ
"(Azâbtan) ancak Allâh'ın hâlis kulları istisnâ edilecek..." (Saffat, 37/40)
İhlâs, niyetlerin temiz ve samîmî olmasıdır ki, ibâdetlerin sıhhat ve bereketi buna bağlıdır.
İhlâssız ibâdetler, ortaklar ve kirlerle doludur. O halde ibâdetleri saflaştırıp ulvîleştirecek olan sır, ihlâsla kaimdir. Bunun zıddını âyet-i kerîme şöyle ifâde eder:
فَوَيْلٌ لِّلْمُصَلِّينَ {4} الَّذِينَ هُمْ عَن صَلَاتِهِمْ سَاهُونَ{5} الَّذِينَ هُمْ يُرَاؤُونَ {6}
"Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar ve gösteriş için yaparlar!.." (Maun, 107/4-5-6)
İhlâs, amellere Hakk rızâsından başka şeylerin ortak edilmesinden kalbi muhâfazadır. Ancak bu maksatla gerçekleştirilmiş olan ibâdetlere "sâlih amel" denir.
Cenâb-ı Hakk buyurur:
وَإِنَّ لَكُمْ فِي الأَنْعَامِ لَعِبْرَةً نُّسْقِيكُم مِّمَّا فِي بُطُونِهِ مِن بَيْنِ فَرْثٍ وَدَمٍ لَّبَناً خَالِصاً سَآئِغاً لِلشَّارِبِينَ
"Size onların (hayvanların) karnındaki işkembe pisliği ile kan arasından hâlis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından âfiyetle geçer." (Nahl, 16/66)
Müfessirler, bu âyette beyân buyurulan misâle teşbîhen demişlerdir ki:
İhlâs da, ameli, tıpkı sütün kan ve muzahrafattan ayırt edilmesi gibi bulanıklıklardan ayırt eder. Sütün safiyyeti, kan ve pislikten arınması olduğu gibi, amellerin hâlisliği de Hakk rızâsından başka her şeyden berî kılınmasıdır.
Bir Allâh dostu der ki:
"İhlâsda iddiâlı olmak, bir nevî ihlâssızlıktır."
Dolayısıyla ihlâs, amellerin başta riyâ olmak üzere her türlü mânevî kirlerden temiz olmasıdır. Zîrâ riyâ, ihlâsı bulandıran ve onu yok eden en büyük ve tehlikeli müessirdir. Amellerine riyâ karıştıran kimse, gizli şirke düşmüş olur ve azâba dûçâr kılınır.
Hadîs-i Şerîf de şöyle buyurulur:
"Kıyâmet gününde aleyhinde ilk hükmedilen insanlar şunlardır:
Birincisi şehit edilen kimsedir. O Allâh'ın huzûruna getirilir. Allâh kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da, bunları itiraf eder. Cenâb-ı Hakk:
"- Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?" diye sorar. Adam:
"- Yâ Rabbî! Senin uğrunda şehîd edildim." der. Allâh buyurur ki:
"- Yalan söyledin! Sen, yalnızca cüretli ve cesur denilsin diye harbettin. Gerçekten öyle de denildi."
(Sonra) onun hakkında emredilir ve ateşe atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
İkincisi ilim öğrenen, başkalarına da öğreten, ayrıca Kur'ân da okuyan adamdır. O huzûra getirilir. Allâh kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da itiraf eder.
Cenâb-ı Hakk:
"- Bunlara karşı ne yaptın?" diye sorar. Adam:
"- İlim tahsîl ettim. Onu başkalarına da öğrettim. Senin uğrunda Kur'ân da okudum." der. Allâh buyurur ki:
"- Yalan söyledin! Sen ilim öğrendin, ancak âlim denilsin diye; Kur'ân okudun, ancak o kârîdir, kırâat ehlidir denilsin diye. Hakîkat öyle de denildi."
Sonra hakkında emrolunur ve ateşe, yâni cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir.
Üçüncüsü Cenâb-ı Hakk'ın kendisini genişlettiği, malın her çeşidinden verdiği adamdır. O getirilir. Allâh ona olan nîmetlerini anlatır. O da bunları itiraf eder. Cenâb-ı Hakk:
"- Öyleyse bunlara karşı ne yaptın?" diye sorar. Adam:
"- Hakkında infâk edilmesini emir buyurduğun hiçbir yol bırakmadım. Malımı ancak senin yolunda harcadım." der. Cenâb-ı Hakk buyurur:
"- Yalan söyledin! Onları ancak cömerttir denilesin diye yaptın. Nitekim öyle de denildi."
Sonra emredilir ve cehenneme atılıncaya kadar yüzüstü sürüklenir." (Müslim, İmare, 152)
Bu hadîs-i şerîf, ihlâsın, amellerin Allâh katındaki kabul şartı olduğunu o derecede açık bir sûrette göstermektedir ki, gâye Cenâb-ı Hakk'ın rızâsı olmadıkça zâhiren Allâh yolunda ölmek, ilim tahsîl etmek ve infakta bulunmak gibi -haddi zâtında- en makbûl olan ameller bile sahibine hiçbir fayda sağlamamaktadır.
O halde gerçek îmân, sırf lafızda kalan bir sözden; ameller de, birtakım kuru ve rûhsuz hareketlerden ibâret değildir. Gönlün tâ derinliklerinden taşan samîmî duygularla yaratana inanmak ve ona bağlanmak, emir ve nehiylerini zevk ve şevkle kabûllenmek ve bu hal ile amel-i sâlih icrâ ederken O'nun rızâsından gayrı bir maksada aslâ iltifat etmeyip değer vermemek îcâb eder. Aksi halde kul, nifâk hâlindedir, münâfıktır. Bu sıfattan kurtulamaz ve nefsinin zebûnu olarak gazab-ı ilâhîye dûçâr olur. Allâh Teâlâ buyurur:
أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
"(Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dahilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?" (Casiye, 45/23)
Bu demektir ki, Cenâb-ı Hakk'ın arzu ettiği îmân ve amel, samîmî bir gönülle ve sırf kendi rızâsı için olandır.
KISSA
Yolculuk yapan bir baba ile oğlu hanın birinde konakladılar. Yediler, içtiler, namazlarını kıldılar ve istirahata çekildiler.
Baba derviş tabiatlı bir insandı. Gece namazına kalktı, oğlunu da alışsın diye kaldırdı. Abdest alıp namazlarını kıldılar ve tekrar yattılar.
Oğlan etrafında horlayarak uyuyan yolculara bakarak: - Kütük gibi yatıyorlar, keşke onlarda kalkıp şu vaktin ecrini kazansalardı, dedi.
Baba: - Ay oğul! Keşke sen de onlar gibi yatsaydın da bu sözü söylemeseydin dedi.
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صعلم) إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأَمْوَالِكُمْ وَلَكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأَعْمَالِكُمْ.
"Allâh, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalplerinize ve amellerinize bakar." (Müslim, Birr, 6708)
Zîrâ Cenâb-ı Hakk, kimin daha çok kimin daha az ibâdet ettiğine değil, kimin daha hâlisâne ibâdet ettiğine, yâni kendi katında değerli olanın ihlâs olduğuna işareten âyet-i kerîmede şöyle beyân buyurur:
الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ
"O (Allâh) ki, ölümü ve hayatı hanginizin amel bakımından daha güzel (yâni ihlâslı) olduğunu imtihân için yarattı." (Mülk, 67/2)
Cenâb-ı Hakk, ameldeki güzelliği, yâni ihlâsı tesbît ve tescîl için kullarını çeşitli şekillerde imtihân eder. Nitekim îmân ettikleri için türlü türlü işkencelere mârûz kalan mü'minler hakkında onların ihlâs ve samîmiyetlerini muhâfaza edip dînî hayatlarında sebâtkâr olmalarını îkâz sadedinde Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurur:
الم {1} أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ {2} وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ {3}
"Elif, Lâm, Mîm. İnsanlar (yalnız) "inandık" demeleriyle bırakılıverileceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandı(lar)? Andolsun ki, biz onlardan evvelkileri de imtihân etmişizdir. Allâh elbette sâdık olanları bilir ve elbette yalancı olanları da bilir." (Ankebut, 29/1-3)
Ancak ihlâsın mâhiyetini iyi kavramak gerekir.
Bir kısım insanların ihlâslı amel yapamama ve riyâ tehlikesi dolayısıyla yaptığı amelleri terk etmesi, aslâ doğru değildir.
Bu bakımdan yapılan amelleri terk etmek değil, onları mümkün olduğunca kalb âlemiyle birlikte hâlisleştirip kemâle erdirmeye gayret lâzım gelir. Çünkü ihlâs yolu, çetinliklerle doludur.
Nefsânî temâyüllerle mücâdeleyi gerektirir. Birdenbire ve basitçe ulaşılacak bir netice değildir.
Lâyıkıyla ihlâs, beşerî yükselişte bir zirvedir. Zirveye tırmanmak ise, adım adımdır. Bu yolda hem beşerî irâdeyi kullanmak ve hem de Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve keremini niyâz hâlinde bulunmak lâzımdır.
Yâ Rabbî! Senin esrârından bir sır olan ihlâsın hakîkatine bizleri de nâil eyle! Bu lütfun şükrânlığı içerisinde sana ibadet eden kullarının gönül iklîminden bizlere hisseler nasîb ve müyesser kıl!
Not: Bu vaaz metni O. Nuri Topbaş'ın Altınoluk, 177. sayıdan özetle alınmıştır.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder