“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin”[1]
اِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُسْتَكْبِرِينَ
“O, büyüklük taslayanları hiç sevmez”[2]
لِكَيْلاَ تَأْسَوْا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلاَ تَفْرَحُوا بِمَآ اَتَيكُمْ وَاللهُ لاَ يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
“Bu gerçeği iyi bilin ki, elinizden kaçan iyi ve güzel şeylere üzülmeyesiniz ve elinize geçen iyi ve güzel şeylerle de, boş yere şımarmayasınız. Çünkü Allah, kendini beğenip küstahça davrananları sevmez.”[3] buyrularak insanlar kibirden sakındırılmaktadır.
Bir insanın değerinin ve olgunluğunun ölçüsü tevâzudur. Yani insan tevâzusu ölçüsünde Allah’ın ve kullarının yanında değerli ve itibarlıdır. Kibirli ve gururlu kimseler de ne kadar çok dünyevî imkanlara sahip olurlarsa olsunlar, hem Cenâb-ı Hakk’ın yanında hem de halkın nazarında değersiz ve sevimsizdirler. Kibir ve gurura kapılmak insanın, toplumda itibar kaybetmesine yol açtığı gibi ahirette de Allah’ın rahmetinden mahrum kalmasına ve azaba uğramasına sebep olur. Çünkü kibir ve gurur cehennemliklerin özelliklerindendir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.)
قَالَ اللّهُ تَعالى اَلْكِبْرِيَاءُ رِدَائِي، وَالْعِزُّ إزَارِي، فَمَنْ نَازَعَنِي شَيْئاً مِنْهُمَا عَذَّبْتُهُ
“Allah Teala hazretleri şöyle dedi: "Büyüklük ridamdır, izzet de izarımdır. Kim bu iki şeyde benimle niza ederse ona azab veririm.”[4]
Allah Resulü kibri, insanı cehenneme götüren günahlar arasında zikretmiştir.
وَلا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ أحَدٌ في قَلْبِهِ مِثْقَالُ حَبَّةٍ مِنْ خَرْدَلٍ مِنْ كِبْرٍ
“Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse de cennete girmez."[5]
لا يَدْخُلُ الْجَنَّةَ مَنْ كَانَ في قَلْبِهِ مِثْقَالُ ذَرَّةٍ مِنْ كِبْرٍ
“Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremez”[6] hadisiyle kibirli kimselerin düşecekleri acıklı hali haber vermiştir.
Kibirlenmek İslam ahlâkına uymayan çirkin bir davranış ve manevî bir hastalıktır. Bu sebeple kibir hastalığına yakalanan Müslüman, derhal bundan kurtulmaya çalışmalıdır. İnsanın dünya ve ahiret hayatını perişan eden kibrin devası ise tevâzudur. Tevâzu sahibi olabilmenin ilk şartı da insanın nasıl ve neden yaratıldığını bilmesidir. İnsan topraktan yaratılmıştır. Tasavvuf erbabına göre toprak tevâzu sembolüdür. Nitekim Hz. Mevlana, “Tevâzuda toprak, müsamahada deniz gibi ol” tavsiyesinde bulunmuştur.
Olgun bir mü’mine şeytanî bir huy olan kibir asla yakışmaz. Çünkü o bilir ki, gerçek büyüklük sadece azamet sahibi Yüce Allah’a mahsustur. Mütevâzi bir mü’min asla başkalarını küçümsemez, kimseye karşı kibir ve gururlu davranmaz. Müslüman, israfa kaçma, kibir ve gurura kapılma endişesiyle imkanı müsait olsa bile lüks içinde yaşamaktan ve şatafattan sakınır, mütevâzi bir hayat sürmeyi tercih eder. Kur’an-ı Kerim’de tevâzu sahibi kimseler, sahip oldukları üstün özellikleri sebebiyle müjdelenmişlerdir.
وَبَشِّرِ الْمُخْبِتِينَ
اَلَّذِينَ اِذَا ذُكِرَ اللهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِرِينَ عَلَى مَا اَصَابَهُمْ وَالْمُقِيمِى الصَّلَوةِ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
“Ey Muhammed! Tüm iyi yürekli, alçak gönüllü kimseleri Allah’ın hoşnutluğuyla müjdele. Onlar ki, ne zaman Allah’tan söz edilse kalpleri titrer, başlarına gelen her türlü sıkıntı ve zorluklara karşı dişlerini sıkıp direnirler, namazlarına devamlı ve duyarlıdırlar. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah’ın rızasını kazanmak için başkalarına da harcarlar.”[7]
Yine Kur’an’a göre; Allah’ı seven, Allah’ın da kendilerini çok sevdiği ve ahirette mutlu olmalarını istediği kulların en belirgin özelliklerinden biri de
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِى اللهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, O onları sever, onlar da O’nu severler. O toplum mü’minlere karşı alçak gönüllü, Allah’tan gelen gerçekleri örtbas edenlere karşı, onurlu ve şiddetlidirler.”[8]
Bir hadiste ise;
وَمَا تَوَاضَعَ أَحَدٌ للَّهِ إِلاَّ رَفَعَهُ اللَّهُ عَزَّ وجلَّ
“Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.”[9]
Mütevazi kimselerin ahirette cennet elbiseleri giydirilerek mükâfatlandırılacağı da bildirilmektedir.[10]
Mütevâzi olmak Müslümanlığın gereklerinden olmakla birlikte her şeyde olduğu gibi tevâzuda da ölçülü olmak ve aşırıya gitmemek gerekir. Çünkü mü’minin vakarlı olması, saygınlığını ve şerefini koruması dinî bir görevdir. Tevâzu ne korkaklık, ne de menfaatler karşısında eğilerek İslam’ın izzetinden fedakârlık yapmak değildir.
Kişinin kendisini zillet ve meskenete düşürecek derecede bir tevâzu göstermesi dinin özüne aykırıdır. Mü’minler, sadece tevâzu sahibi güzel ahlâklı mü’min kardeşlerine karşı alçak gönüllü davranmalı, kendilerini hakir gören kibirli, kendini beğenmiş kimselere karşı vakarlı ve asil duruşlarını korumalıdırlar.
Sonuç olarak; tevâzu sahibi olmak, Cenâb-ı Hakk’ın ve halkın sevgisini kazandıran, insanı yücelten üstün bir ahlâkî özelliktir. Kibir, büyüklenme ve gurur ise, insanın itibarını düşüren, onu günaha ve isyana sürükleyen çok çirkin bir davranıştır. Bu nedenle Yüce dinimiz İslam, mü’minlere tevâzuyu emretmiş, kibirli olmayı da yasaklamıştır. O halde olgun bir mü’min, daima tevâzu ile hareket etmeyi şiar edinmelidir.
Bu Vaaz Ankara il Müftüsü Sayın Mehmet SÖNMEZOĞLU Hocamızın Kocaeli gazetesindeki Makalelerinden alıntı yapılarak hazırlanmıştı
[1] İsrâ, 17/37
[2] Nahl, 16/23
[3] Hadîd, 57/23
[4] Müslim, Birr 136; Ebu Davud, Libas 29
[5]İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 15/24.
[6] Müslim, İman, 147
[7] Hac, 22/34-35
[8] Mâide, 5/54
[9] Müslim, Birr 69
[10] Tirmizî, Sıfâtü’l-Kıyâme, 39
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamdahayat.com/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder