Allah'ın has kullarının özellikler-1
(Furkan Suresi 63-77. ayetler)
Yüce Allah, inanan insanları Kur’an-ı Kerim’de çeşitli surelerde çeşitli ayetlerde anlatmakta ve onların özelliklerini açıklamaktadır. Mü’minlerin özelliklerinin anlatıldığı surelerden biri de Furkan suresidir. Nitekim bu surenin 63-74. ayetlerinde Yüce Allah, mü’minlerin özelliklerinden bahsetmekte ve onları Rahman’ın has kulları olarak nitelendirmektedir.
Cennette en yüksek derecelere sahip olacak olan Rahman’ın has kulları, bu ayetlerde dokuz vasıfla anılmaktadırlar. Rahman’ın has kullarının bu özelliklerini kısaca şöyle açıklayabiliriz:
1. Vakar ve tevazu içerisindedirler:
وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْنًا
“Rahmân'ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler...”[1]
Yani Rahman’ın ihlaslı kulları yeryüzünde gurur ve kibire kapılmadan vakar ve sükunet içerisinde yürürler. Onlar, zorba, mağrur, saygısız, kaba ve haşin değil, sükunet ve vakar ile, alçakgönüllü bir şekilde, terbiyeli ve nazik yürürler. İnsanlara yumuşak ve tatlı dille davranırlar. Etrafa sıkıntı vermezler. Asla yeryüzünde fitne ve fesat çıkarmak istemezler.
Nitekim Hz. Lokman aleyhisselam da oğluna;
وَلَا تَمْشِ فِي الْأَرْضِ مَرَحًا إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ
“Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip böbürlenenleri kimseleri sevmez.” [2] diye tavsiyede bulunmuştur.
İnsanın her hareketi gibi yürüyüşü de şahsiyetini gösterir. Onun iç dünyasında yer alan duygularını belirtir. İnanan ve sağlam bir ruh yapısına sahip olan bir insan, mütevazı ve dosdoğru yürür. Yürüyüşünde bir vakar ve sükunet vardır. Mütevazı olarak yürümek, ölmüş gibi omuzları sarkık, yanları eğik bir o yana bir bu yana sallanarak miskin miskin yürümek demek değildir.
Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz hızlı hızlı yürürdü. Ebu Hureyre radıyallahu anh:
“Yürürken Rasulullah’tan daha hızlı yürüyen birisine rastlamadım. Sanki önünde yer dürülür gibiydi. Biz kendimizi zorlardık o hiç zorlamaksızın çabucak yürürdü.” demektedir.
2. Tatlı dil ve güzel sözlüdürler:
وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَامًا
“Kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) “Selam!” derler (geçerler)”[3]
Cahil insanlar, kendilerine kötü söz söyleseler, onlara kötü sözle karşılık vermezler. Çünkü onlar yüce değerlerle meşguldürler. Beyinsizlerin beyinsizlikleriyle, ahmakların ahmaklıklarıyla zihinlerini meşgul etmezler ve onlarla tartışma ve çatışmaya sarfedecek vakitleri yoktur. Onlara sadece “selam” der geçerler. Bu şekilde davranmaları onların zayıflıklarından değil yüceliklerinden, acizliklerinden değil üstünlüklerindendir. Şerefli bir kişi, edepsizlerin edepsizlikleriyle meşgul olup vakit harcayacağına daha önemli, daha yüce değerlere vakit ayırır ve cahillerin yaptıklarına ve söylediklerine önem vermeden geçip gider. Bu iki vasıf onların gerek kendi aralarında gerekse diğer insanlarla olan münasebetlerindeki özellikleridir.
3. Geceleri namaz kılarlar:
وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّدًا وَقِيَامًا
“Gecelerini Rablerine secde ederek ve kıyam durarak geçirirler.”[4]
Gündüzleri üzerlerine farz kılınan ibadetleri mükemmel bir şekilde yaptıkları gibi gecelerini Rablerine ibadetle geçirirler. Yani onların yatışları, kalkışları hep Allah için olur. Gecenin bir kısmında uyanıp namaz kılmak, Peygambere farz, ümmetine ise sünnettir. Hz. Peygamber, farz namazlardan sonra en makbul namazın, gece namazı olduğunu söylemiştir. İnsanın gündüz işlerinin sıkıntılarından kurtularak gece o sakin saatlerde kalkıp namaz kılarak Allah’a yönelmesi ruhunu olgunlaştırır.
إِنَّ نَاشِئَةَ اللَّيْلِ هِيَ أَشَدُّ وَطْءًا وَأَقْوَمُ قِيلًا
“Gerçekten gece kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve geceleyin Kur’an okumak daha etkilidir.”[5] ayetinde de bildirildiği üzere gece ibadeti insan ruhuna bambaşka bir huzur ve lezzet verir, insanı manevî derecelere yükseltir.
4. Allah’ın azabından korkarlar
وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا
“Rabbimiz! Cehennem azabını bizden uzaklaştır. Doğrusu onun azabı gelip geçici değil, devamlıdır.”[6] derler.
Rablerinden korkarlar ve günahlardan sakınarak kalpleri korkudan ürperti içerisinde “Ey Rabbimiz cehennem azabını bizden uzaklaştır” diyerek Rablerine dua ederler. Aslında onlar, cehennemi görmüş değillerdir. Ancak kuvvetli imanları sebebiyle Kur’an’ın haber verdiği gaybî hususları gözleriyle görüyormuşçasına kabul ederler. Zira kuranda cehennem için şöyle buyrulur.
إِنَّهَا سَاءتْ مُسْتَقَرًّا
“Şüphesiz, (O cehennem) ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır .” [7]
Cehennem azabından kurtulmak onların ilk emelleridir. Yaptıkları ibadet ve itaatlerine güvenmeyerek daima kurtuluşları için Rablerine yalvararak huşu içerisinde dua ederler. Şayet onlara Allah’ın fazlı keremi, bağışlaması ve merhameti olmazsa yaptıkları amellerin onları cehennem azabından kurtaramayacağını bilirler.
5. Harcamada itidal içerisindedirler:
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَامًا
“(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.”[8]
Allah’ın kendilerine bahşetmiş olduğu mallardan kendileri ve aileleri için harcarken israf etmezler. Cimrilik de yapmazlar. Onlar, harcamalarında orta yolu takip ederler. İhtiyaç nispetinde harcamada bulunurlar. Çünkü işlerin en hayırlısı orta olanıdır. Bu, İslam’da iktisadın esası ve infakın temel kaidesidir. Nitekim Yüce Allah başka bir ayette de:
وَلاَ تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلاَ تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَّحْسُورًا
“Eli sıkı olma; büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini çekersin.”[9] buyurmuştur.
İsraf, kişinin sahip olduğu maddî ve manevî varlığı, ölçüsüz ve gereksiz bir şekilde harcamasıdır. Bir başka ifadeyle malı ve zamanı boş yere heba etmesidir. Buna karşılık, insanın sahip olduğu maddî ve manevî varlığını yeri ve sırası geldiğinde sarf edip kullanmaması da cimrilik ve pintilik olarak değerlendirilmiştir. Öyle ise her iki halde de insanlar davranışlarında ölçülü olmalıdırlar.
İsraf öyle bir hastalıktır ki, ona alışan kimse parayı ve malı verirken layık olanla olmayanı ayırt edemez hale gelir. O insanın ruhunu kötü bir tabiat kaplar. Görüşlerinde hafiflik, iradesinde kusur ve yanlışlıklar baş gösterir.
İnsan, fikrî, ruhî ve bedenî ihtiyaçlarını meşru yollardan tatmin etmek zorundadır. Aksi halde fikren şüphe ve tereddüde, ruhen bunalıma, bedenen de zaafiyet ve güçsüzlüğe uğrar. Böyle bir durumda hem dinî, hem de bedenî sorumluluklarını yerine getiremez olur. Kur’an’da Allah’ın yarattığı her şeyin meşru yoldan ve ihtiyaç kadar yenmesi emredilmiştir.[10] Ancak bu, aşırı ve taşkınlık derecesine varmamalıdır. Zira israf noktasına varan tüketimin zararları ferdi aşarak aile ve topluma yansır. Bu da haramdır. İsraf, kişinin malının yok olup iflas etmesine sebep olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder