Gıybet edenleri susturun
Çağımızın en büyük hastalıklarından biri 'gıybet'tir. Bu hastalık ne yazık ki inananların arasında da çok yaygındır. Yazık diyorum çünkü gıybetin nasıl bir günah olduğu Kuran'ın ayetleriyle açıklanmıştır. Ama Kuran'ı okuyan, Müslümanlığı kimseye bırakmayan bazı insanlar bu hastalığın tam ortasındadır.
Kendilerini tatmin edip vicdan baskısını azaltmak için de bahaneler bulurlar. Hiçbir bahane, gıybet ve dedikoduya meşruiyet kazandırmaz. Kâfirin dedikodusu bile haramdır. Manevi en büyük kul hakkı elbette gıybettir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) gıybet karşısında susmamızı eleştiriyor. "Dinleme, itiraz et ve müminin iffetini koru" buyuruyor.
Bir Müslüman'ın gıybetinin yapıldığını duyduğumuzda, yapmamız gerekeni Hz. Peygamber şöyle anlatıyor:
"Gıyabında kardeşinin ırzını (şeref ve haysiyetini) himaye eden kimseyi cehennem ateşinden azad etmek, Allah'ın üzerindeki bir haktır." (Ahmed, Müsned, VI, 461)
Başka bir rivayette de "Önünde kardeşinin gıybeti yapılırken buna karşı durmayana ahirette onun günahı yükletilir" denilir.
"Kardeşinin şeref ve haysiyetini savunan kimsenin Allah da kıyamette yüzünü cehenneme karşı korur."
Hz. Peygamber (s.a.v.) bütün bunları buyurduktan sonra şu ayeti okudu: "Müminlere yardım etmek üzerimize bir haktır." (Rum, 47)
O halde gıybeti dinlemek de, gıybete ortak olmaktır. Gıybete engel olamıyorsanız bile, en azından tepkinizi belirtip o ortamı terk ediniz.
Bu konuyu önemsiyoruz. Şundan dolayı önemsiyoruz, bazı Müslümanlar namaz, oruç ve benzeri ibadetleri yapmakla ve bir yere intisab etmekle veya hizmet etmekle kendilerini dini vebalden kurtaracaklarını zannediyorlar. Onlar için başka bir Müslüman'ın iffeti, izzeti, doğruluğu, derdi, problemi, fakirliği veya benzer bir problemi artık hiçbir anlam taşımıyor. Maallesef Yüce Rabbımızın emrettiği din değil, nefis ve hevaların kurguladığı bir din revaç görmektedir. Zaten Müslümanların bir araya gelememelerinin en büyük sebebi bu değil mi?
***
Manevi borçlarımızı ne yapacağız?
Kul hakkını, borcunu önemsiyorsunuz. Kimsenin üzerinizde hakkı kalmasın istiyorsunuz. Kul hakkı ödemeden cennete girilmeyeceğini biliyorsunuz. Doğrudur. Kul hakkı ağırdır. Bedeli cehennemdir. Rabbim hiçbirimize nasip etmesin.
İyi de, manevi borçları ne yapacaksınız. Hayatınızda kimine çamur attınız, kiminin iffetini kirlettiniz, kiminin namusunu ortaya saçtınız, kiminin dedikodusunu yaptınız, kiminin gıybetini, kiminin kuyusunu kazdınız.
Kiminin arkasından el- kol hareketi yapıp, Hümeze ve Lümeze yaptınız.
İnsanların mezardaki ölülerini bile rahatsız ettiniz. Mezar ehli bile sizden şikâyet etmekte. Öldüğünüz gün mezarınıza üşüşecekler. Dostlarınız, arkadaş ve yaranlarınız değil, zebanilerle karşılaşacaksınız.
Suizanda bulundunuz. İnsanların çiğ etini yediniz.
İnsanlara kötü lakaplar taktınız. Yerilen birini gördüğünüzde linç şehvetiniz kabardı. Bir toz, bir taş, bir çakıl da benden dediniz. Taş fırlattınız. Bu taş göz mü çıkardı, kafa mı kırdı bakmadınız bile. Övülen birini gördüğünüzde kıskançlık ve hased damarlarınız kabardı. Saldırdınız. Saldırttınız. Yalan ve doğru ne bulduysanız çılgınca kullandınız. Peki, bu borçları ne yapacaksınız? Bunların hesabını adınıza kapatacak neyiniz var? Kim size Allah'a karşı şefaatçi olacak. Borçlusunuz. Yükünüz ağır. Vebaliniz büyük. Gidecek yeriniz yok. Sığınacağınız emanınız yok. Sığacağınız terazi yok. Amel defteriniz günahlarla taşıyor.
Bütün bunlardan sonra da secdeye baş koyuyorsunuz. Namaz kılıyor, hacca gidiyor, zikir çekiyor, sadaka veriyorsunuz. Beş vakit cemaate bile koşuyorsunuz.
Bu manevi borçları ödemedikçe bu çukurdan çıkmadıkça her ibadetiniz, her zikriniz yüzünüze iade edilecek. İsterseniz secdede ölün,isterseniz Kâbe'nin avlusunda ölün fark etmez.
***
Peygamberimiz (s.a.v.) uyarıyor: Dünyalık için kapışmayın!
"Daha önceleri hiçbir peygambere verilmeyen şu beş şeyin (bazı rivayetlere göre altı) tamamı bana verilmiştir.
Bir aylık yola kadar düşmanlarımın kalbine korku salmak suretiyle Allah bana yardım etti.
Bütün yeryüzü bana hem namaz kılma yeri (mescid) hem de teyemmüm ederek temizlenme vasıtası kılındı. İşte bu sebeple ümmetimden namaz vaktine erişenler hemen namaz kılsınlar.
Ganimet almak daha önceleri hiçbir peygambere helal değilken bana helal edildi.
Daha önceleri bir peygamber sadece kendi kavmine gönderilirken ben bütün insanlara gönderildim.
Bana ahirette şefaat etme yetkisi verildi.
İçinizde Kevser Havuzu'na ilk ulaşan ben olacağım ve sizin Allah yolundaki hizmetlerinize şahitlik edeceğim. Vallahi şu anda havuzum gözümün önündedir. Yeryüzü hazinelerinin anahtarları bana verildi. Vallahi sizin benden sonra tekrar şirke dönmenizden hiç korkum yok. Ben asıl sizin dünyayı elde etmek için birbirinizle kapışıp kavga etmenizden korkuyorum.
Allah'a yemin ederim ki sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben sizden öncekilerin önüne serildiği gibi, dünyanın sizin önünüze serilmesinden; onların dünya için yarıştıkları gibi, sizin de yarışa girmenizden; dünyanın onları helak ettiği gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum."
***
Bir soru ve cevap:
Makam-ı Mahmud nedir?
Peygamberimiz'e (s.a.v.) ahirette verileceği belirtilen Makam-ı Mahmud için şunları söyleyebiliriz:
Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre sahabiler Resulullah'a (s.a.v.) "Umulur ki böylece Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a yükseltir." (İsra, 17/79) ayetinin anlamını sordu. O (s.a.v.) da şöyle buyurdu: "Makam-ı Mahmud şefaat makamıdır." (Tirmizi, Tefsir, 17/7, nr: 3137). Sahabeden Ka'b ibni Malik (r.a.), Peygamberimiz'in (s.a.v.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Kıyamet gününde insanlar Mahşer yerinde toplanacak. Ben ve ümmetim bir tepe üzerinde bulunacağız. Rabbim bana yeşil bir elbise giydirecek. Sonra konuşmama izin verilecek. Ben de Allahu Teala'nın söylememi istediği şeyleri söyleyeceğim (Kendisini öveceğim; bana öğreteceği kelimeler ile O'nu anıp O'na dua edeceğim, şefaat niyaz edeceğim) işte Makam-ı Mahmud budur." (Ahmed ibni Hanbel, Müsned, III, 456)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder