Cenâb-ı Hak buyuruyor: "…Gerçekten şeytanlar, sizinle mücadele etmeleri için dostlarına telkin ederler. Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz, siz de Allah'a ortak koşanlardan olursunuz." (En'am, 121) |
Rasûlullah (sav) buyurdular: "Allah'a isyan olan hususta itaat yoktur. İtaat, ancak meşru olan şeydedir." (Buhârı, Ahkâm, 4; Müslim, imâre, 39-40). |
“Uzun yıllar devesiyle birlikte yaşayan bir yörük artık iyice ihtiyarlamıştır. Devesi de bir hayli yaşlanmıştır. Bir yolculuk esnasında dinlenmek için bir ağacın altına devesini çekerek ıhtırır. Kendisi de ağaca sırtını verip uzanır. Hayatı, bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye başlar. Çektiği sıkıntıları devesi ile birlikte katlandığı zorlukları hatırlar. Zamanın nasıl da gelip geçtiğini düşünür. Deve de kendisi de artık hayatın son demlerini yaşamaktadır. Devesine bakarak hüzünlenir. Bu düşüncelerle sayıklamaya başlar: - Ey devem! Görüyorum ki ikimiz de yaşlandık. Hayatın sonuna geldik. Seninle bunca yıl birlikte olduk. Benim çok kahrımı çektin. Acı tatlı anlarımız oldu. Bir gün er veya geç emr-i Hak vâkî olacak ikimizden birisi bu dünyadan el etek çekip gidecek. Gel seninle helâlleşelim. Sana eziyet ettiğim zamanlar oldu. Aç bıraktığım açıkta bıraktığım anlar oldu. Zaman oldu sana haddinden fazla yük yükledim. Gün geldi seni hırpaladım. Ne olur bana haklarını helâl et! Deve dile gelerek yörüğe cevap verir: –Ey efendi! Sözlerinde haklısın. Seninle birlikte uzun yıllar yaşadık. Pek çok zorluğu birlikte yendik. Beni aç da bıraktın açıkta da... Bana olmadık eziyetler de ettin. Bana taşıyamayacağım kadar yükler de yükledin. Dövdün, hırpaladın. Bunların hepsi doğru. Bunlardan ötürü üzerinde bir hakkım varsa hepsini sana helâl ediyorum. Çünkü benim yaratılış gayem sana hizmet etmektir. Ben bu hizmete lâyık olmak için senin yanında oldum. Ancak!.. Bir husus var ki sana hakkımı helâl etmem. Yörük hayretle: - Nedir o! Der. Deve cevap verir: - Bütün yükü ben taşıdığım, bütün eziyetlere ben katlandığım halde beni bir merkebin arkasına bağladın merkebi bana kılavuz ettin, onun için sana hakkımı helâl etmiyorum.” Aslında bu temsilî hikayeden çıkarılacak hisse çok açıktır. Kılavuzun kim? (İsmet Erdal, Altınoluk Dergisi Mayıs-2003) |
5 Mart 2017 Pazar
Kılavuzun Kim?
Kılavuzun Kim?
4 Mart 2017 Cumartesi
LÜTUF
LÜTUF
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/ default.asp?kat_no=652
--
.
‘Lütuf’, hafif hareket, işleri gizlice yürütmek, duyularla algılanamayan şeyler, başkalarına iyilikte bulunmak anlamlarına gelir.
“Gözler O’nu görmez, O gözleri görür; O latif, her şeyi haber alandır.” [1] Ayette Allah (c.c.)’ın gözle görülmeyeceğinin ifadesinden sonra latif oluşunun bildirilmesi, insanların Allah (c.c.)’ı ancak lütfuyla görebileceklerini, O’nu görmek isteyenin verdiği nimetlere ve güzelliklere bakması gerektiğinin vurgulanması içindir.
“Allah kullarına lütuf yapandır.” [2]
“Kuşkusuz benim Rabbim, dilediğine lütufkârdır.” [3]
O’nun latif olması madde olmayışının da ifadesidir. Buna karşılık cisimde mutlak letafetten değil; göreceli letafetten bahsedilir. Mutlak (tam, kesin, genel) letafete ancak ‘Nûr’ denebilir. “Allah, göklerin ve yerin nurudur.” [4]
Madde olmadığından gözle görülmez. Fakat her yerde ve her varlıkta O’nun nuru bulunur, her varlığa uzanmış ve her şeyi kuşatmıştır. Alemin ruhu O’dur. Her şeyin içinde ve özünde bulunuşu sebebiyle, O’ndan habersiz bir fiilin vukûu mümkün değildir. Varlıklardaki faaliyet, atomdaki enerji, doğadaki canlılık O Hayy (diri, canlı) olanın her zerreye uzanmasıdır. O her şeye kendisinden yakındır ve her şey O’nun bir görüntüsüdür. Varlıkların belirli şekillere bürünmesi O’nun yaratması iledir. Kendisi görünmez gizlidir. Yarattığı şeylerle görünür. O açıktan açık, gizliden gizlidir. Eşyadaki enerji ve dinamizm O’ndandır. Asıl O’dur, varlık O’dur, aslın aldığı şekiller ise O’nun yaratıklarıdır. Görünenler, yaratıklar ve gösteren ise Yaratıcı’dır. [5]
‘Latif’ kelimesinin karşıtı, ‘Kesif’ ise ağır ve yoğun anlamındadır.
‘Lütuf’, ikram ve yardımda bulunmak anlamına da gelmektedir. Kullarının işlerini büyük lütuf ve merhametiyle gören ‘Allah’ın yardımı’ ile de tefsir edilmektedir. Lütuf ile hiddet ve düşmanlık bir arada bulunmaz. Lütuf, kerem ve ihsan sahibi kimsenin özelliğidir.
Eğer size Allah’tan bir lütuf erişirse, bu sefer de sizinle kendisi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der: ‘Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimet) ulaşsaydım.’ [6]
Bu ayette lütuf kelimesinin Müslümanların mücadeleleri sonucu Allah’ın (cc) kendilerine ihsan olarak verdiği zaferi ifade ettiği görülmektedir.
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız o size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.” [7] Görülüyor ki; Yüce Yaratıcı’nın kullarına anlayış, akıl, iyiyle kötüyü birbirinden ayırma gücü vermesi büyük bir lütuftur.
“Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedi kalmak üzere Cennettedirler. Ancak rabbinin dilemesi başka! Bu onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.” [8]
Bir imtihandan ibaret olan dünyamızın son bulmasıyla varacağımız yeri belirleyen amellerimiz bizleri ya cennet ya da cehennem yoluna sevk edecektir. Ancak hiçbir zaman yaptığımız ameller cennete ulaşmamız, o nimetleri elde etmemiz için yeterli olmayacaktır. İnsanın filleri ancak iyilerden veya kötülerden olmak istediğine işaret edebilecek, onun ahiretinin nihaî belirleyeni olmayacaktır. Ahiret durağı nihaî olarak Allah (c.c.)’ın lütfu ile belirlenecektir. Bu durumun izahı mahiyetinde, yukarıdaki ayette cennetliklerin mutlu bir şekilde orada bulunmaları Allah’ın ardı arkası gelmeyen lütfu olarak açıklanmıştır.
“Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetleri okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.” [9]
Allah Teâlâ kullarının dünya ve ahiret hayatlarının mutlu ve güzelliklerle dolu olması için toplumların sınırları aştığı, azgınlık ve fenalıkların yaygınlaştığı dönemlerde, onları iyiye ve doğruya yönlendirmeleri için bir lütuf olarak peygamberler göndermiştir. Biz Müslümanlar için de sevgili peygamberimiz, Allah (c.c.)’ın bizlere karanlıklardan aydınlığa çıkışımız için onsuz olamayacağımız bir lütuftur.
[1] En’am sûresi, 5/103.
[2] Şûra sûresi, 42/19.
[3] Yûsuf sûresi, 12/100
[4] Nûr sûresi, 24/35.
[5] Kur’an Ansiklopedisi,S. Ateş .
[6] Nîsa sûresi, 4/73.
[7] Enfal sûresi, 8/29.
[8] Hûd sûresi, 11/108.
[9] Âl-i İmran sûresi, 3/164.
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/
--
.
KUŞLAR NE DİYOR?
KUŞLAR NE DİYOR?
Kuşların öterken zikrettikleri gibi, başka şeyler söyledikleri de bildirilmiştir.
İmam-ı Begavi hazretleri, Kab-ül-Ahbar hazretlerinden nakleder.
Süleyman aleyhisselamın bildirdiğine göre, bazı kuşlar öterken derler ki:
Tavus kuşu: Cezalandırdığın gibi cezalandırılırsın.
Hüdhüd: Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
Göçeğen: Ey günahkârlar, Allahü teâlâdan af ve mağfiret isteyin!
Kaya kuşu: Her canlı ölecek, her yeni eskiyip çürüyecektir.
Kırlangıç: Ne yaparsanız, onu bulursunuz.
Güvercin: Yeri göğü mahlûkatla dolduran Rabbimi, noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Kumru: Sübhâne Rabbiyyel-a’lâ.
Karga: Allahü teâlâ her şeyi helak edecektir.
Kustat kuşu: Susan, başına belâ ve musibet gelmesinden kurtulur.
Papağan: Düşüncesi dünya olan kimseye yazıklar olsun!
Doğan: Sübhâne Rabbî ve bihamdihî.
Bu kuşların ötüşleri, konuşmaları, yalnız bu sözlere ve mânâlara mahsus değildir.
Neml suresinde, karınca ve hüdhüdün konuşmalarının bildirilmesinden, ihtiyaca göre öterek ses çıkardıkları, konuştukları anlaşılmaktadır.
Kuşların, diğer vahşi hayvanların sesleri ve kâinattaki hareketlerin hepsi, Allahü teâlânın, peygamberlerine ve evliyasına hitabıdır.
Evliya, bu ses ve hareketleri, makamlarına ve derecelerine göre anlar, çünkü peygamberler, kuşların ve diğer hayvanların dillerini bilirler.
Evliya-yı kiramsa, onların dillerini aynen bilemez. Sadece, onların seslerinden kendi hâllerine ait olan hususları, Allahü teâlânın kalblerine ilham etmesiyle bilirler.
(Ruh-ul-Beyan, Peyg. Tarihi Ans.)
Kuşların öterken zikrettikleri gibi, başka şeyler söyledikleri de bildirilmiştir.
İmam-ı Begavi hazretleri, Kab-ül-Ahbar hazretlerinden nakleder.
Süleyman aleyhisselamın bildirdiğine göre, bazı kuşlar öterken derler ki:
Tavus kuşu: Cezalandırdığın gibi cezalandırılırsın.
Hüdhüd: Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
Göçeğen: Ey günahkârlar, Allahü teâlâdan af ve mağfiret isteyin!
Kaya kuşu: Her canlı ölecek, her yeni eskiyip çürüyecektir.
Kırlangıç: Ne yaparsanız, onu bulursunuz.
Güvercin: Yeri göğü mahlûkatla dolduran Rabbimi, noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Kumru: Sübhâne Rabbiyyel-a’lâ.
Karga: Allahü teâlâ her şeyi helak edecektir.
Kustat kuşu: Susan, başına belâ ve musibet gelmesinden kurtulur.
Papağan: Düşüncesi dünya olan kimseye yazıklar olsun!
Doğan: Sübhâne Rabbî ve bihamdihî.
Bu kuşların ötüşleri, konuşmaları, yalnız bu sözlere ve mânâlara mahsus değildir.
Neml suresinde, karınca ve hüdhüdün konuşmalarının bildirilmesinden, ihtiyaca göre öterek ses çıkardıkları, konuştukları anlaşılmaktadır.
Kuşların, diğer vahşi hayvanların sesleri ve kâinattaki hareketlerin hepsi, Allahü teâlânın, peygamberlerine ve evliyasına hitabıdır.
Evliya, bu ses ve hareketleri, makamlarına ve derecelerine göre anlar, çünkü peygamberler, kuşların ve diğer hayvanların dillerini bilirler.
Evliya-yı kiramsa, onların dillerini aynen bilemez. Sadece, onların seslerinden kendi hâllerine ait olan hususları, Allahü teâlânın kalblerine ilham etmesiyle bilirler.
(Ruh-ul-Beyan, Peyg. Tarihi Ans.)
3 Mart 2017 Cuma
KURB
KURB
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/ default.asp?kat_no=649
‘Kurb’, zaman, mekân (yer), oran, haz ve kudret açılarından yakınlık demektir.
Kurb kelimesini zıttı ‘Buud’ (uzaklık) kelimesidir.
Kur’an-ı Kerim’de ‘kurb’ kelimesi şu ayetlerde geçmektedir:
“Bu ağaca yaklaşmayın!” [1]
“Zinaya yaklaşmayın, çünkü o, çok kötü ve yanlış bir yoldur.” [2]
“İnsanların hesabı yaklaştı.” [3]
“Biz insana can damarından daha yakınız.” [4]
Kurban ise, Allah (c.c.)’a yaklaşılan şey anlamındadır. Ancak örf olarak Allah (c.c.)’a yaklaşmak, O’nun rızasını kazanmak için kesilen hayvanın adı olmuştur.
Tasavvufçulara göre ‘kurb’, insanın fizikötesine geçmesi, fizik perderini aşması ve Allah (c.c.)’a yaklaşması demektir. Kurb’u, Allah (c.c.)’ın kullarına yaklaşması şeklinde anlayanlar olmuş ise de, bu O’na mekân ve mesafe izâfe anlamlarını çağrıştırması nedeniyle yanlıştır. Kaldı ki, Cenâb-ı Hakk’ın kullarına olan yakınlığı varlıklar üstü bir yakınlıktır. Önceleri yok iken sonradan meydana gelen bir kurb, sonradan var olanların ve varlıklarını değişik oluşumlarla sürdürenlerin özelliğidir. Bu iki kurbu, birkaç kelime içinde: “Her nerede olursanız O sizinle beraberdir.” [5] beyanı ne güzel ifade eder! Böyle bir yakınlık aynı zamanda, iman ve amel-i salih ile elde edilen hususi yakınlık da değildir.. Şakî-saîd, hayırlı-hayırsız, salih-tâlih, canlı-cansız, zerreden sistemlere kadar herkesi kapsamı altına alan genel bir kurbiyettir.
Evet, kurb-i umûmi (genel yakınlık), herkesi ve her şeyi şemsiyesi altına almasına karşılık, kurb-i husûsi (özel yakınlık), imana dayanır ve Allah (c.c.)’ın, iyi, güzel, doğru dediği hususların yaşanıp yerine getirilmesiyle gerçekleştirilir ki, bu da ancak, kurb yolunu bulmuş olan, sonsuza uzayan koridora girmiş bulunan, her gün ayrı bir iman derinliğiyle sabahlayan- akşamlayan ve “Şüphesiz Allah, takvaya sarılanlar ve ihsan şuuruyla iyiliği ve güzelliği takip edenlerle beraberdir.” [6] ufkunda seyahat eden bahtiyarlar için söz konusudur.
Bu mertebeyi yakalayanlar nefes alırken “Şüphesiz Allah beraberimizdedir, Rabbim bana yol gösterecektir.” [7] derler; nefeslerini verirken de “Şüphesiz Allah bizimle beraberdir.” [8] der, kurbet soluklarlar.
Kurb-i hususide (özel yakınlık) iman şuuru ve ihsan hakikati, gözde ziyâ ve cesette can gibidir. Bu iki temel esasa bağlı olarak farz ve nâfilelerin yerine getirilmesi ise, nâmütenâhinin (sonsuzluğun) semâlarına açılmada iki nûrânî kanat gibidir.
Evet, insanı Allah (c.c.)’a yaklaştırma yollarının en sağlamı, en kestirmesi ve en makbûlü farzları yerine getirme yoludur. Ve gerçek sevgililik ve dolayısıyla da kurbet ise, sınırlı ve kayıtlı olmayan nafilelerin sonsuz, engin ve vefa tüten ikliminde tahakkuk eder. Hakk yolcusu, her an ayrı bir nafilenin kanatları altında sonsuza uzanan yeni bir koridorda kendini bulur, yeni bir mazhariyete ulaştığını hisseder; farzları edâya daha bir iştihalı ve nâfilelere karşı da daha bir iştiyaklı hale gelir. Bu nokta ve manaya uyaran her ruh, Allah (c.c.)’ı sevdiği ölçüde, vicdanında Allah (c.c.) tarafından sevildiğini de duyar.. ve bir kudsî hadiste ifade buyrulduğu gibi, artık onun işitmesi, görmesi, tutması, yürümesi doğrudan doğruya meşîet-i hâssa dairesinde cereyan etmeye başlar.
Diğer bir ifade ile, farzlarla “kurbet” insanın makâm-ı mahbûbiyete (sevgililik makamı) ulaşmasının ve Hakk’ın sevip hoşnut olduğu kimseler arasında bulunmasının ayrı bir ünvânı, nâfilelerle kurbet ise, onun hareket ve davranışlarının Zât-ı Hakk’a izâfe edilmesi makamıdır ki, “Onları, siz öldürmediniz, bilakis onları Allah öldürdü, attığın vakit de sen atmadın ve lâkin Allah attı.” [9] gölgesinde herkese husûsi bir iltifat ve teşriftir.
Hususi bir teveccühten ibaret olan kurbette, teveccüh noktasını görmemezlikten gelerek onu, insanın fiilleri ve davranışlarıyla izaha kalkışmak da yanlıştır. Yakınlık Onun ululuğunun şanı ve rahmetinin bir buudu, uzaklık da bizim halimiz ve mahiyet boşluğumuzun bir çukurudur.
Gülistan sahibi Sadi Şirazi :
‘Dost bana benden daha yakındır; ne gariptir ki ben ondan uzağım... Ne yapıp ne diyebilirim ki; dost benim yanımda, kucağımda oysa ki ben ondan uzağım’ diyerek, kurbun kime ait, bu’dun kime ait olduğunu çok güzel göstermektedir.
[1] Bakara sûresi, 2/3.
[2] İsra sûresi, 17/34.
[3] Hac sûresi, 22/1.
[4] Kaf sûresi, 50/16.
[5] Hadîd sûresi, 57/4.
[6] Nahl sûresi, 16/128.
[7] Şuarâ sûresi, 26/62.
[8] Tevbe sûresi, 9/40.
[9] Enfal sûresi, 8/17.
[10] Sadi Şirazî, Gülistan .
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamahlaki.com/
GIYBETE DÜŞÜREN İBADET..!
GIYBETE DÜŞÜREN İBADET..!
Şeyh Sâdî Hazretleri anlatıyor :
“Çocukluğumda zühde, riyâzata, gece ibâdetine çok düşkündüm. Bir gece babamın yanında oturuyordum.
Bütün gece gözümü yummamış, Kur’ân-ı Kerîm’i elimden bırakmamıştım. Birtakım kimselerse etrâfımızda uyuyorlardı.
Babama: "Şunların bir tanesi bile başını kaldırıp iki rekât teheccüd namazı kılmıyor; sanki ölü gibi uyuyorlar.." dedim.
Bu sözüm üzerine babam kaşlarını çattı ve:
"Oğlum Sâdî! Başkalarının dedikodusunu edeceğine, keşke sen de onlar gibi uyusaydın!
Zîrâ senin hor gördüklerin, şu andaki ilâhî rahmetten mahrûmiyet içindelerse de, onlara Kirâmen Kâtibîn melekleri menfî bir şey yazmıyor.
Senin amel defterine ise, din kardeşlerini küçük görme ve gıybet günâhı yazıldı.." karşılığını verdi...!
Şeyh Sâdî Hazretleri anlatıyor :
“Çocukluğumda zühde, riyâzata, gece ibâdetine çok düşkündüm. Bir gece babamın yanında oturuyordum.
Bütün gece gözümü yummamış, Kur’ân-ı Kerîm’i elimden bırakmamıştım. Birtakım kimselerse etrâfımızda uyuyorlardı.
Babama: "Şunların bir tanesi bile başını kaldırıp iki rekât teheccüd namazı kılmıyor; sanki ölü gibi uyuyorlar.." dedim.
Bu sözüm üzerine babam kaşlarını çattı ve:
"Oğlum Sâdî! Başkalarının dedikodusunu edeceğine, keşke sen de onlar gibi uyusaydın!
Zîrâ senin hor gördüklerin, şu andaki ilâhî rahmetten mahrûmiyet içindelerse de, onlara Kirâmen Kâtibîn melekleri menfî bir şey yazmıyor.
Senin amel defterine ise, din kardeşlerini küçük görme ve gıybet günâhı yazıldı.." karşılığını verdi...!
Allah’ın affı sonsuzdur, ama
Allah’ın affı sonsuzdur, ama |
Irak’ta yetişen Evliyanın büyüklerinden Tacüddin bin Rıfai hazretlerine “rahmetullahi aleyh“, bir gün bazı sevdikleri sordular:
- Efendim, bazı kimseler; (Allah kerimdir, rahimdir. Kullarına çok acır. Affı sonsuzdur. Kimseye azab etmez) diyorlar. Bu sözleri doğru mu? Cevabında; - İlk sözleri doğru, son sözleri yanlıştır, buyurdu. Ve izah etti: - Yani (Allah kerimdir, rahimdir. Kullarına çok acır. Affı sonsuzdur) demeleri doğru, (Kimseye azab yapmaz) demeleri yanlıştır. Burada şeytan kendilerini aldatmakta, isyana sürüklemektedir. Aklı olan kimse, şeytana aldanmaz. Şöyle izah etti: - Allahü teâlâ, kerim ve rahim olduğu gibi, azabı da şiddetli ve can yakıcıdır. Rica ettiler: - Bir misal verseniz efendim. - Pekala. Allahü teâlânın bu dünyada, çoklarını fakirlik ve sıkıntılar içinde yaşattığını görüyoruz. Çok kerim ve rezzak olduğu halde, ziraat, çiftcilik sıkıntıları çekmeyene bir mahsul vermiyor, öyle değil mi? - Evet efendim. - Herkesi yaşatan O olduğu halde, yemiyen, içmeyen insanı yaşatmıyor. İlaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor, değil mi? - Öyle hocam. Şöyle devam etti: - Çeşitli dünya nimetlerinin hepsi için sebepler yaratmış, bu sebeplere yapışmayanlara hiç acımayıp, dünya nimetlerinden mahrum bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da böyledir. Ve daha açıkladı: - Kâfirliği ve cahilliği, ruhu öldüren zehir yapmıştır mesela. Tenbellik de ruhu hasta yapar. Bunlara ilaç yapılmazsa, ruh hastalanır, ölür. Küfrün ve cahilliğin ilacı, öğrenmek, tenbelliğin ilacı ise namaz kılmak ve her ibadeti yapmaktır. |
2 Mart 2017 Perşembe
Kur’an-ı Kerim’den mesaj var – 3
Kur’an-ı Kerim’den mesaj var – 3
Allah insanları akıllı ve irade sahibi olarak yaratmıştır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliği akıllı olmasıdır. İnsan aklı sayesinde düşünür, kararlar alır, inceler, araştırır, iyiyi ve kötüyü,faydalıyı ve zararlıyı anlar.
İnsan aklını kullanarak hareket eder. Allah insana aklını kullanırken hür bir irade vermiştir.Yani yaptığı işlerde onu serbest bırakmıştır. Çünkü Allah insanı yaptıklarından sorumlu tutacaktır ve hesaba çekecektir. En başta Allah bize hür bir irade vermeseydi yaptıklarımızdan sorumlu tutulmazdık.
Allah, insanların kendi istekleriyle yaptığı her şeyin karşılığını vereceğini ilahi mesajında belirtmektedir.
Yaptığımız ve yapacağımız her şeyin - en küçük miktarda da olsa – hesabını vereceğiz. Yaptıklarımızın karşılığını alacağız. Bu Allah’ın kesin vaadidir.
Bu konuda, Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki mesajı şöyledir:
“O gün insanlar, amellerinin kendilerine gösterilmesi için bölükler halinde fırlayıp çıkacaklardır.
Her kim zerre kadar bir hayır işlemişse onu görecek; her kim de zerre kadar bir kötülük işlemişse onu görecektir.”
(Zilzal suresi,6-8.ayetler)
Zerre miktarını değerlendirecek olan Allah, kocaman olanları da değerlendirmez mi? Hiç… Elbette değerlendirecektir….
Ne mutlu kurtulanlara…
Efkan VURAL
Zamanda İsrâf
Zamanda İsrâf
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.” (Fâtır, 37)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayâtını!”
(Hâkim,el-Müstedrek, IV, 341; Buhârî, Rikak, 3; Tirmizî,Zühd, 25)
Rasûlullâh (sav) bir gün:
“Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Onun pişmanlığı nedir yâ Rasûlallâh?” diye sordular.
Efendimiz:
“–Muhsin bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artırmamış olduğuna; kötülük eden bir kişi ise o kötülükten vazgeçmemiş olduğuna pişman olacaktır.” buyurdular.
(Tirmizî, Zühd, 59)
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.” (Fâtır, 37)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Beş şey gelmeden önce beş şeyi ganîmet bil: İhtiyarlığından önce gençliğini, hastalanmadan önce sıhhatini, fakirliğinden önce zenginliğini, meşgul zamanlarından önce boş vakitlerini ve ölümünden önce hayâtını!”
(Hâkim,el-Müstedrek, IV, 341; Buhârî, Rikak, 3; Tirmizî,Zühd, 25)
Rasûlullâh (sav) bir gün:
“Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuşlardı.
Ashâb-ı kirâm:
“–Onun pişmanlığı nedir yâ Rasûlallâh?” diye sordular.
Efendimiz:
“–Muhsin bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artırmamış olduğuna; kötülük eden bir kişi ise o kötülükten vazgeçmemiş olduğuna pişman olacaktır.” buyurdular.
(Tirmizî, Zühd, 59)
1 Mart 2017 Çarşamba
Efkan Vural - Af ve Hoşgörü
Efkan Vural - Af ve Hoşgörü
Ahlaki davranışlarımızdan biri de af etmek ve hoşgörülü olmaktır. İnsanlar birlikte yaşamak zorundadır. Toplumdan uzak bir şekilde yalnız başına yaşamak çok zor bir durumdur. Dinimiz toplumsal yaşama önem vermektedir. Toplum içinde yaşarken insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde bazen uygun olmayan davranışlara rastlanabilmektedir.
Davranışlarımızda af edici ve hoşgörülü olmalıyız. İyiliğe iyilikle karşılık vermeliyiz. Kötülüğe de yine iyilikle karşılık vermeliyiz. Bu suretle kötülüğü ve kötü davranışları engelleye biliriz.
Kötü davranışlarını ısrarla sürdürmek isteyenlere de elbette gereken karşılığı vermeliyiz.
Bizler her şeyden önce af ve hoşgörü yolunu seçmeliyiz. Af ve hoşgörü karşısında kötülüğün duramayacağı açık ve nettir. Af ve müsamaha kişilerin kalplerini yumuşatır,dostluk ve sevgiyi artırır. Af ve hoşgörü düşmanlığı, kin ve nefreti yok eder.
Yüce Allah kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
“Güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz! Kötülüğü, en güzel tavırla sav! O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir dost gibi oluvermiştir.”(Fussilet suresi,34.ayet)
Af ve hoşgörü müslümana yakışan bir davranıştır. Büyük bir fazilet ve üstünlüktür.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şura suresi,40.ayet)
Affedici olmalıyız.Ailemize,çocuklarımıza, çevremizdekilere karşı hoşgörülü olmalıyız. Yapılan hataları ve kusurları affetmekle Allah’ın merhametine ve yardımına layık olmaya çalışmalıyız.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.” (Ali İmran suresi,134.ayet)
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.) hoşgörülü bir kişiydi. Bizler de peygamberimizi örnek almalıyız. Peygamberimizin affediciliğini ve hoşgörüsünü yaşantımızda ortaya koymalıyız. Peygamberimiz Yüce Allah’a şöyle dua ederdi: “Allah’ım şüphe yok ki, sen affedicisin, affı seversin, o halde beni affet” (Tirmizi daavat ,85)
Peygamberimiz Taif’e islamı anlatmaya gittiği zaman Taifliler peygamberimizi taşlamışlar ve yoluna dikenler koymuşlardır. Peygamberimiz kan revan içinde sıkıntılı anlar yaşamış olmasına rağmen;Taiflilere beddua etmemiş,onlar için Allah’tan hidayet (doğru yolu) dilemiştir.
Yine Peygamberimiz ve Müslümanlar Mekke’de Müşrikler tarafından görülmemiş işkencelere ve sıkıntılara maruz kalmıştır. Bütün bunlara rağmen Peygamberimiz Mekke’yi fethettiği vakit Mekkelileri affetmiş ve onlara hoşgörülü davranmıştır. Peygamberimizin hoşgörüsü karşısında Mekkeliler İslam dinine hür iradeleriyle girmişlerdir.
Peygamberimizin aşağıdaki hadislerine kulak vererek, nasıl davranmamız gerektiğini düşünelim:
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)şöyle buyurur:
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.” (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
“Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.” (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31)
Kim bir müslümanın (kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onun ( kusurunu) örter.”
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.)
Ne mutlu, hoşgörülü davranarak ve affederek,Allah’ın hoşgörüsüne ve affına mazhar olanlara…..
Efkan VURAL
Ahlaki davranışlarımızdan biri de af etmek ve hoşgörülü olmaktır. İnsanlar birlikte yaşamak zorundadır. Toplumdan uzak bir şekilde yalnız başına yaşamak çok zor bir durumdur. Dinimiz toplumsal yaşama önem vermektedir. Toplum içinde yaşarken insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde bazen uygun olmayan davranışlara rastlanabilmektedir.
Davranışlarımızda af edici ve hoşgörülü olmalıyız. İyiliğe iyilikle karşılık vermeliyiz. Kötülüğe de yine iyilikle karşılık vermeliyiz. Bu suretle kötülüğü ve kötü davranışları engelleye biliriz.
Kötü davranışlarını ısrarla sürdürmek isteyenlere de elbette gereken karşılığı vermeliyiz.
Bizler her şeyden önce af ve hoşgörü yolunu seçmeliyiz. Af ve hoşgörü karşısında kötülüğün duramayacağı açık ve nettir. Af ve müsamaha kişilerin kalplerini yumuşatır,dostluk ve sevgiyi artırır. Af ve hoşgörü düşmanlığı, kin ve nefreti yok eder.
Yüce Allah kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerimde şöyle buyurmaktadır:
“Güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz! Kötülüğü, en güzel tavırla sav! O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sımsıcak bir dost gibi oluvermiştir.”(Fussilet suresi,34.ayet)
Af ve hoşgörü müslümana yakışan bir davranıştır. Büyük bir fazilet ve üstünlüktür.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez.” (Şura suresi,40.ayet)
Affedici olmalıyız.Ailemize,çocuklarımıza, çevremizdekilere karşı hoşgörülü olmalıyız. Yapılan hataları ve kusurları affetmekle Allah’ın merhametine ve yardımına layık olmaya çalışmalıyız.
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Onlar bollukta ve darlıkta sarf ederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.” (Ali İmran suresi,134.ayet)
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.) hoşgörülü bir kişiydi. Bizler de peygamberimizi örnek almalıyız. Peygamberimizin affediciliğini ve hoşgörüsünü yaşantımızda ortaya koymalıyız. Peygamberimiz Yüce Allah’a şöyle dua ederdi: “Allah’ım şüphe yok ki, sen affedicisin, affı seversin, o halde beni affet” (Tirmizi daavat ,85)
Peygamberimiz Taif’e islamı anlatmaya gittiği zaman Taifliler peygamberimizi taşlamışlar ve yoluna dikenler koymuşlardır. Peygamberimiz kan revan içinde sıkıntılı anlar yaşamış olmasına rağmen;Taiflilere beddua etmemiş,onlar için Allah’tan hidayet (doğru yolu) dilemiştir.
Yine Peygamberimiz ve Müslümanlar Mekke’de Müşrikler tarafından görülmemiş işkencelere ve sıkıntılara maruz kalmıştır. Bütün bunlara rağmen Peygamberimiz Mekke’yi fethettiği vakit Mekkelileri affetmiş ve onlara hoşgörülü davranmıştır. Peygamberimizin hoşgörüsü karşısında Mekkeliler İslam dinine hür iradeleriyle girmişlerdir.
Peygamberimizin aşağıdaki hadislerine kulak vererek, nasıl davranmamız gerektiğini düşünelim:
Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)şöyle buyurur:
“İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.” (Müslim, Fedâil, 66; Tirmizî, Birr, 16)
“Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.” (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Muvatta’, Akdıye, 31)
Kim bir müslümanın (kusurunu) örterse, Allah da Kıyamet günü onun ( kusurunu) örter.”
(Buhârî, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58.)
Ne mutlu, hoşgörülü davranarak ve affederek,Allah’ın hoşgörüsüne ve affına mazhar olanlara…..
Efkan VURAL
Sen ve Ben
Sen ve Ben
1066. SEN VE BEN
*Sevgilim! Sen ve ben, iki ayrı beden, iki ayrı suret, fakat bir can, bir ruh olarak avlunun kapısında oturduğumuz zaman ne mutlu bir zamandır.
*İkimiz birlikte meyve bahçesine girince, bahçenin rengi ve kuşların ötüşleri, bize can bağışlar, ab-ı hayat sunardı....
* Gece olunca, gökyüzündeki yıldızlar bizi seyretmeye geldikleri zaman sen ve ben onlara kendi ayımızı gösterirdik yani birbirimizi gösterirdik.
* Sen ve ben senlikten ve benlikten kurtularak, sensiz ve bensiz olarak zevk yönünden manen birleşiriz, bir oluruz. O zaman perişan hayalleri, yersiz endişeleri boş düşünceleri bırakırız. Ne güzel neşeleniriz, mutlu oluruz.
* Fakat bunların ve duyulan manevi zevklerin hepsinden de daha çok şaşılacak şey vardır ki, sen ve ben şu anda burada, aynı yerde, aynı köşede bulunduğumuz halde, aynı zamanda hem Irak'ta, hem de Horasan'da yine beraber oluruz.
*Sen ve ben, görünen maddi sûretimizle, bedenimizle, şu yeryüzünde kederlerde, ızdıraplarla dolu, gizli dünyadayız. Öbür sûretimizle, manevi yüzümüzle ebedi cennette huzur ve tatlılıklar içindeyiz.
Hz. Mevlana
Şefik Can, Dûvân-ı Kebîr'den Seçmeler, c. 3, 1067
Şefik Can, Dûvân-ı Kebîr'den Seçmeler, c. 3, 1067
HANGİSİNE YAKINSA
HANGİSİNE YAKINSA
Buhârî’de yazılı hadîs-i şerîfde Resûlullah efendimiz “salllallahu aleyhi ve sellem” buyuruyorlar ki: “Sizden öncekiler arasında doksandokuz kişiyi öldürmüş biri vardı. Bu adam yeryüzündekilerin en âlimini sordu.
Bir râhibi tavsiye ettiler. Ona geldi ve;
-"Doksandokuz kişiyi öldüren bir kimse için tövbe (affolma imkânı) var mı?" diye sordu. O râhib de;
-"Hayır !" dedi. Bunun üzerine onu da öldürdü ve onunla yüz kişiyi tamamladı. Sonra, yer yüzündeki insanların en âlimini sordu. Ona başka bir âlimi tavsiye ettiler. Ona geldi;
-"Yüz kişiyi öldürmüş bir kimse için tövbe var mı?" diye sordu. O da;
-"Evet, tövbeyi kim engelleyebilir ! Sen şu yere git. Çünkü orada Allahü teâlâya ibâdet (kulluk) eden insanlar vardır. Sen de onlarla berâber Allah'a kulluk yap. Sakın kendi memleketine dönme !
Çünkü orası kötü bir yerdir." dedi. Adam oraya gitti. Fakat yolu yarıladığında vefât etti. O zaman Rahmet melekleri ile azap melekleri (onun rûhunu alma) konusunda konuştular. Rahmet melekleri:
-"Bu adam tövbe ederek ve kalbi ile Allahü teâlâya yönelerek geldi" dediler.
Azap melekleri ise;
-“O henüz bir hayır işlememiştir" dediler. Onların yanına insan sûretinde başka bir melek geldi. Onu aralarında hâkim yaptılar.
O melek;
-"İki yer arasını (kendi memleketiyle gideceği iyi memleketin arasını) ölçünüz. Bunlardan hangisine daha yakınsa o oradan sayılır." dedi. Ölçtüler ve onu gitmek istediği yere daha yakın buldular. Bunun üzerine onu, Rahmet melekleri aldılar.”
TÖVBE ETMEKTE ACELE EDELİM.
ÖLÜM ANSIZIN GELİR.
Buhârî’de yazılı hadîs-i şerîfde Resûlullah efendimiz “salllallahu aleyhi ve sellem” buyuruyorlar ki: “Sizden öncekiler arasında doksandokuz kişiyi öldürmüş biri vardı. Bu adam yeryüzündekilerin en âlimini sordu.
Bir râhibi tavsiye ettiler. Ona geldi ve;
-"Doksandokuz kişiyi öldüren bir kimse için tövbe (affolma imkânı) var mı?" diye sordu. O râhib de;
-"Hayır !" dedi. Bunun üzerine onu da öldürdü ve onunla yüz kişiyi tamamladı. Sonra, yer yüzündeki insanların en âlimini sordu. Ona başka bir âlimi tavsiye ettiler. Ona geldi;
-"Yüz kişiyi öldürmüş bir kimse için tövbe var mı?" diye sordu. O da;
-"Evet, tövbeyi kim engelleyebilir ! Sen şu yere git. Çünkü orada Allahü teâlâya ibâdet (kulluk) eden insanlar vardır. Sen de onlarla berâber Allah'a kulluk yap. Sakın kendi memleketine dönme !
Çünkü orası kötü bir yerdir." dedi. Adam oraya gitti. Fakat yolu yarıladığında vefât etti. O zaman Rahmet melekleri ile azap melekleri (onun rûhunu alma) konusunda konuştular. Rahmet melekleri:
-"Bu adam tövbe ederek ve kalbi ile Allahü teâlâya yönelerek geldi" dediler.
Azap melekleri ise;
-“O henüz bir hayır işlememiştir" dediler. Onların yanına insan sûretinde başka bir melek geldi. Onu aralarında hâkim yaptılar.
O melek;
-"İki yer arasını (kendi memleketiyle gideceği iyi memleketin arasını) ölçünüz. Bunlardan hangisine daha yakınsa o oradan sayılır." dedi. Ölçtüler ve onu gitmek istediği yere daha yakın buldular. Bunun üzerine onu, Rahmet melekleri aldılar.”
TÖVBE ETMEKTE ACELE EDELİM.
ÖLÜM ANSIZIN GELİR.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)