31 Mart 2015 Salı

Haftanın Hikayesi: İŞİNİ İYİ YAPMAK

Haftanın Hikayesi: İŞİNİ İYİ YAPMAK
 
Seyyar bir şemsiye tamircisi, yol kenarında küçük bir kutu üzerine oturmuş, şemsiye tamir ediyordu. Tamirci, tamir edilecek yerleri dikkatle ölçüyor, yamayı itina ile 1   yerleştiriyor, telleri tek tek deneyerek güçlendiriyordu. Adamı hayranlıkla seyreden bîr genç yanına yaklaştı:
- İşinizi çok dikkatli yapıyorsunuz, dedi. Şemsiye tamircisi elindeki İşi bırakmadan: - Evet, ben, her zaman işimi İyi yapmaya çalışırım, di­ye cevap verdi.
- Müşterileriniz, işinizi iyi veya kötü yaptığınızı ancak siz gittikten sonra anlayacaklar.
- Evet, haklısınız.
- Bu tarafa tekrar mı geleceksiniz?
- Hayır.
Genç artan bir hayranlık ve merakla sordu:
- O halde niçin bu kadar titizsiniz? Tamirci:
 
- O zaman, benden sonra buraya geçecek tamirci­nin İşi kolaylaşacak. Ben, eğer kötü malzeme kullanır, işimi baştan savma yaparsam, halk bunu er geç anlaya­cak ve ondan sonra buraya geçen tamirciye kimse iş vermeyecek.
 
 
 

Kas Hastalarının Haklı Eylemi


Kas Hastalarının Haklı Eylemi


 

2 NİSAN 2015 Perşembe ANKARADA KAS HASTALARIMIZIN YAŞAM ve SAĞLIK HAKLARINI ELDE EDEBİLMEK ADINA SAĞLIK BAKANLIĞI ÖNÜNDE EYLEMDEYİZ... Hepbirlikte kas hastalarının sesinin ne kadar gür çıktığını gösterelim

 



SAYIN HASTALARIMIZ, HASTA AİLELERİMİZ VE GÖNÜL DOSTLARIMIZ

 

Kas hastası gönüllüleri derneği yönetim kurulu başkanı ve aynı zamanda kas hastası bir çocuğun babası olarak sağlık bakanlığı tarafından bu güne kadar bizlere söz verilen 30 adet kas hastalıkları merkezi 6 adet patoloji merkezi 8 adet mükemmeliyet merkezi 2 adet ileri genetik tanı merkezi sözlerinin hiç birinin tutulmadığı için

 

2011 yılında yaptığımız eylemler sonucu ve mahkeme kanalıyla kazandığımız kök hücre deneme hakkımızın Prof. Dr. Ercüment OVALI ve ACIBADEM hastanesi tarafından 10 çocuk 5 çocuk diyerek bizleri oyalamaya çalıştıklarını acıbademin asıl amacının Doğuş gurubuyla ortaklaşa kuracakları çocuk hastanesinin bitmesini beklediklerini ve sağlık turizmi adı altında bizim hastalarımızdan çok yurtdışın'dan gelecek hastalar için çaba sarf ettiklerini bizlerin ise asıl amacımızın bu uygulamanın yeteri kadar çocuk üzerinde denemesinin yapılarak acilen tüm çocuklarımız üzerinde uygulamaya konulmasıdır

 

Çünkü ülkemizde 13.000 dmd li toplam 100.000.kas hastası olduğunu düşünürsek senin çocuğuna ne zaman sıra geleceğini SEN DÜŞÜN

 

Bu konu ile ilgili olarak en son Kahramanmaraş sütçü imam üniversitesinde yapılan sempozyumda sağlık bakanlığından 5 çocuk deneme izni alan Ercüment OVALI’ya finans nedeniyle 5 çocuk alıyorsanız bizler dernek olarak finanse edelim 50 çocuk alalım aynı başarı olursa hiç zaman kaybetmeden SUT kapsamına aldırır tüm hasta çocuklarımıza vakit kaybetmeden uygulatırız önerisini götürdük KABUL ETMEDİ

 

ŞİMDİ TÜM HASTALARIMIZA VE HASTA YAKINLARINA SORUYORUM HALUK TOPALOĞLU YAPTIĞI KONUŞMADA DİYORKİ ERİYEN KAS GERİ GELMEZ

 

BİZLER DİYORUZKİ EVLATLARIMIZ ŞU ANKİ DURUMUNDA KALSA BİLE BİZLERE YETER

 


ERCÜMENT OVALI DÜZENLEDİĞİ SEMPOZYUMLARDA ÇIKIYOR BEN BU İŞİ BAŞARDIM DİYOR

 

KÖK HÜCRE ALAN ÇOCUKLARA BAKIYORUZ HEPSİ ÇOK ÇOK İYİ DURUMDALAR ESKİDEN BİR BOŞ BARDAĞI YERDEN 4 SANTİM KALDIRAMAYAN ÇOCUK ŞİMDİ 2 LİTRELİK TERMOSTAN ÇAY DÖKEBİLİYOR

 

ESKİDEN ELİNİ HİÇ KULLANAMAYAN ÇOCUKLAR ŞİMDİ ELİNİ ÇOK RAHAT KULLANABİLİYOR ESKİDEN YERDEN KALKAMAYAN ÇOCUK ŞİMDİ SÜRÜNEREK GİDİP KANEPEYE OTURABİLİYOR

 

İLK KÖK HÜCRE UYGULANAN ÇOCUK İKİ GÜNDE BİR OKSİJEN TÜPÜ BİTİRİRKEN ŞİMDİ OKSİJEN TÜPÜNE İHTİYACI KALMADI ESKİDEN AYDA ÜÇ DEFA ACİLE ZORLA YETİŞTİRİLEN ÇOCUK BİR BUÇUK YILDIR HASTANE YÜZÜ GÖRMÜYOR

 

MADEM KÖK HÜCRE BU KADAR FAYDALI İSE NEYİ BEKLİYORUZ

 

GEÇEN AY 11 ÇOCUĞUMUZU DAHA KAYBETTİK BU ÇOCUKLARIMIZI NEDEN KAYBEDİYORUZ

 


ACIBADEM PARA KAZANSIN ERCÜMEN OVALI KENDİNİ İSPAT ETSİN DİYEMİ BEKLİYORUZ

 

TRANSLANA İSİMLİ İLACIMIZ AVRUPADA SATIŞA ÇIKTI VE KAS HASTASI ÇOCUKLAR KULLANIYOR BENİM ÜLKEMDEKİ KAS HASTASI ÇOCUKLARI BU İLAÇTAN MAHRUM ETMEYE KİMİN HAKKI VAR

 

AB NİN ONAY VERDİĞİ İLAÇ İÇİN BİLE BEKLEYİN DİYORLAR

 

KİMSE KUSURA BAKMASIN BEN ARTIK BEKLEMİYORUM VE 2 NİSAN 2015 PERŞEMBE GÜNÜ EŞİM OĞLUMLA BİRLİKTE SAĞLIK BAKANLIĞININ ÖNÜNDEYİM

 

EĞER BENİMDE EVLADIM KAS HASTASI BENDE EVLADIMIN ÖLMESİNİ İSTEMİYORUM BENDE EVLADIMIN TEKERLEKLİ SANDALYEYE OTURMASINI SEYRETMEK İSTEMİYORUM BENDE EVLADIMI SOLUNUM MAKİNESİNE BAĞLATMAK İSTEMİYORUM BENDE EVLADIMI SAĞLIKLI YAŞATMAK İSTİYORUM DİYORSANIZ

 

2 NİSAN 2015 PERŞEMBE GÜNÜ SAĞLIK BAKANLIĞININ ÖNÜNDE BEKLİYOR OLACAĞIZ

 

lütfen bu yazıyı hepimiz paylaşalım interneti olmayan hastalar varsa ulaşabildiğimiz her hastamıza ulaşalım

 

KESİN KATILIRIM DİYEN ARKADAŞLARIMIZ LÜTFEN DERNEĞİMİZİN 0537 435 94 00 NUMARASINDAN ARAYARAK BİLGİ BIRAKSINLAR

 


ONA GÖRE İLLERDEKİ KATILIMZA GÖRE ARAÇ AYARLAYALIM BU EYLEMDE NE KADAR KALABALIK OLURSAK HAKLARIMIZI O KADAR ÇABUK ALIRIZ

 

 SAYGILARIMLA

 AHMET GÖZE

 


 

 

 

Çanakkale harbi nasıl bir îman gücüyle kazanıldı?

Çanakkale harbi nasıl bir îman gücüyle kazanıldı?



Çanakkale harbi nasıl bir îman gücüyle kazanıldı? Bu soruya cevap niteliğinde Çanakkale muhârebelerinde kumandanlık yapmış ve yaralanmış olan emekli bir subay, hâtırâtında şöyle anlatıyor:

Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nisbetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile netîcelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muhârebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum.

Mehmetçiklerin “Allah Allah…” nidâları ufku titretiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi.


Bir aralık, yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıztırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim.

Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isâbetle hemen hemen tamamen kopacak hâle gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ıztırâbını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:

“–Şunu kesiver kumandanım!” dedi.

Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecbûriyet ifâde ediyordu ki, gayr-i ihtiyârî çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken de:

“–Üzülme Ali Çavuş, Allah vucûduna sağlık versin!” diye moral vermeye çalışıyordum.

Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini değil, vatan uğruna fânî vucûdunu da fedâ etti. Gözlerini hayata yumarken de:

“–Vatan sağ olsun! Allah îmandan ayırmasın!.. Canım vatana fedâ olsun!..” cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü hâline gelmişti.

***

Çanakkale harbi nasıl bir îman gücüyle kazanıldı? Bu hususta, bizzat harbe iştirâk etmiş bulunan kahraman yiğitler, zaferin taktiğini şu şekilde anlatıyorlardı:

“Gönüllerimiz Allâh’a niyaz hâlindeydi. O’nun yardım ve istiânesine sığınmıştık. Kumandanlarımız da sürekli olarak bize «Salât-ı Nâriyye»yi okutturuyorlardı… Böylece ilâhî yardıma nâil olduk…”


Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Erkam Yayınları.



Ahmed Şahin - Bizi saran gafletin ne kadar farkındayız?

Ahmed Şahin - Bizi saran gafletin ne kadar farkındayız?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK
 

Bizi saran gafletin ne kadar farkındayız?


Gaflet: Dalgın yaşamak... Hayatını gayesine uygun şekilde yaşayıp yaşamadığını düşünmemek... Hatta bazılarında aklına bile getirmemek hayatının gayesini...

Böyle hayat bin sene yaşansa yine ahiretini kazanma söz konusu olmaz. Çünkü gaflet içinde yaşanmakta bunca seneler. Ne için yaşadığını düşünmemekte... Düşünme gereğini dahi aklına getirmemekte... Gafleti silip süpüren kesin ilaç ise tefekkürdür. Hayatının akıp gittiğini düşünmek, sona doğru hızla ilerlediğinin farkına varmak, tasavvuftaki tabirle ‘başını soktuğu kumdan çıkarmak’ yolun sonuna doğru bakma şuuru kazanmak.

Basit bir misal: Sabahtan evinden çıkarken sağ ayağını önce atarak çıksa, camiye rastgele sağ ayakla girse gafletle yaptığı için sevap alamaz, hiçbir manevî değeri olmaz. Gafleti bırakıp sünnet olduğunu düşünerek sağ ayakla girse sevap alır, âdetlerini ibadete çevirir. Bu defa da hayatı baştan sona manevî değerlerle dolup taşar. Bunun için Hazreti Kur’an’da: ‘Sakın gafillerden olma!’ uyarısı tekrar edilmektedir. (Araf, 205) Hadis-i şeriflerde de gaflet konusunda ısrarlı uyarılar söz konusudur. Gaflet üzere uyuyan kimse, kıyamette de gaflet üzere dirilir. O halde kendinizi Allah’ı anarak uyumaya alıştırın ki gaflet üzere uyuyup gaflet üzere dirilenlerden olmayasınız! (Deylemi)

-Gafiller arasında Allah’ı anan kimse, kuru çalılar arasında meyveli ağaç gibidir!

-En çok şaşılan kimse, gafletinden kendinin de haberi olmayan kimsedir!- O kişiye çok şaşılır ki, ölüm onun peşinde, o da dünyanın peşindedir. (Ebu Nuaym) Öğrencilerden biri, çok sevdiği vefat etmiş hocasını rüyasında görünce sorar:

-O âlemde insanlar nasıllar, neden dolayı pişmanlık duyuyorlar hocam? Hocası der ki:-Buradakilerin hepsi de hayatta iken daldıkları gafletten pişmanlık duymaktalar. Büyük bir fırsatı kaçırdıklarının üzüntüsü içindeler. Siz bari buralara gafletle gelmekten kaçının, hayatınızı, yaratılış gayesine uyarak yaşayın da aynı pişmanlığı siz de yaşamaya mecbur kalmayın. Bir hürmetkârı, meşhur veli Zünnun-u Mısri’ye de benzeri soru sorar:

-Vefatından sonra nasıl muamele gördün vardığın yerde? Der ki: Allahu Teâlâ bana buyurdu ki: Beni sevdiğini söylerdin; fakat çoğu zaman da benden gafil yaşardın. Keşke hayatında gaflete hiç dalmasaydın da bensiz hiç yaşamasaydın. Baştan sona şuurlu şekilde gayesine uyan bir hayatla gelseydin huzuruma! Nitekim rüyasında Azrail Aleyhisselam’ı gören bir zat da bu konudaki sorusunu şöyle sorar. Der ki: -Senden ricam, bana ecelim için geleceğin sırada ansızın gelip de beni gaflet içinde yakalama da önceden haberciler gönder, sonra gel. Böylece ben gaflet içinde iken yakalanmış olmayayım, hazırlıklı gideyim varacağım yere. Azrail aleyhisselam, sana haberci göndereceğim merak etme, diye söz verir.

Aradan zaman geçer, Azrail’i bir gün ansızın karşısında bulunca şaşırıp sorar: ‘Hani bana önceden haberci gönderecektin de sonra gelecektin ya?’ ‘Haberciler gönderdim ama sen tam bir gaflet içinde idin, farkına bile varmadın gönderdiğim habercilerin. Bak der, saçların beyazlamış, belin öne doğru bükülmüş, gücün, kuvvetinde azalmalar başlamış. Bunlar benim habercilerimdi ama sen öyle bir gaflet içinde yaşıyordun ki, bu açık seçik habercilerimin bile farkına varmadan gafletle yaşamaya devam ettin, artık müddetin bitti, haydi hazır ol!’ Bundan dolayı büyük mutasavvıf Şakik-i Belhi, gafletle yaşayanlara bakarken şöyle der:

-İnsanlar dilleriyle üç şey söylerler. Fakat halleriyle üçüne de gafletle bakar, ilgisiz kalırlar.

1- Biz kuluz derler, kulluğunu düşünmeden gafletle hükümdar gibi yaşamak isterler.

2- Allah bizim rızkımıza kefildir derler. Fakat kalplerini de hep rızık kazanma hırsıyla doldururlar, rızka kefil olanı düşünmeye fırsat bile bulamazlar.

3- Elbet biz de öleceğiz derler. Fakat tabut içindeki cenazeyi takip ederken bile ahireti değil dünyayı düşünerek yürürler. Demek ki ayet-i kerime bundan dolayı açıkça ikaz ediyor bizleri:

-Sakın hayatın hedefini düşünmeden yaşayan ‘gafillerden olmayın!’ Ne dersiniz, bu konu düşünmeye değer mi?

Öyle ise: Fa’tebirÛ ya ülil ebsar! Düşünün ey basiret sahipleri!
 
 
 
 
 

Günün Menkıbesi: Dünya üç gündür

Günün Menkıbesi: Dünya üç gündür
 

Abdürrahim Tırsi “rahmetullahi aleyh”, Anadolu Velilerindendir.

1500lü yıllarda yaşadı.
Kabr-i şerifi İznik’tedir.

Bir genç, nasihat istedi bu Veliden.

Buyurdu ki:
- Dünya üç gündür evladım. Dün, bugün ve yarın.

Ve ekledi:
- Dün geçti. Yarın henüz gelmedi. Asıl sermayen bugündür. Ne yapacaksan bugün yap.


Edep, haddini bilmektir

Bir genç de bu zata gelerek;
- Efendim, edep nedir? diye sordu bir gün.

Cevabında,
- Edep, haddini bilmektir, buyurdu. Yani İslam’ın çizdiği hududa riayet etmektir.

Ve daha açıkladı:
- Allahü teâlânın emir ve yasaklarını gözetmekten daha üstün edep yoktur ve olamaz.

Aynı genç sordu yine:
- En akıllı insan kimdir hocam?
- Kendisini ateşten kurtarandır.

- Hangi ateşten efendim?
- “Cehennem ateşi”nden tabii ki.

Ve ekledi:
- Kendisini yanmaktan kurtaramayana hiç akıllı denilir mi evladım?

Genç başını salladı.
- Anladım efendim.

 

30 Mart 2015 Pazartesi

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 40


Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 40


 


1 - Naziat sûresi 10-12. âyet

 

İnkârcılar alay ederek şöyle derler: "Çürümüş kemik haline geldikten sonra mı biz eski durumumuza getirilecekmişiz! O takdirde bu, bizim için ziyanlı bir dönüş olur!"

 

***************

 

2 - Saff sûresi 12. âyet


Böyle yaparsanız sizin günahlarınızı affeder ve içinden ırmaklar akan cennetlere ve özellikle Adn cennetlerinde çok güzel saraylara yerleştirir. İşte en büyük başarı, en büyük mutluluk budur.

 

***************

 

3 - Meryem sûresi 23. âyet


Derken doğum sancısı onu bir hurma ağacına dayanmaya zorladı. "Ay!" dedi, "n’olaydım, keşke bu iş başıma gelmeden öleydim, adı sanı unutulup gitmiş biri olaydım!"

 

***************

 

4 - Maide sûresi 25. âyet


Mûsâ: "Ya Rabbî, dedi, ben kendi nefsimden ve kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum. Artık bizimle bu itaatsiz, bu yoldan çıkmış topluluk arasında Sen hükmünü ver!"

 

*****************

 

5 - Beyyine sûresi 5. âyet

 

Halbuki onlara, şirkten uzak olarak yalnız Allah’a ibadet etmeleri, namazı hakkıyla ifâ etmeleri, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte sağlam, dosdoğru din budur.

 

 

 

 

Ben haksızım deyin!

Ben haksızım deyin!

Açıkbaş Mahmut Efendi “rahmetullahi aleyh”, Anadolu Velilerindendir.
1600’lü yıllarda yaşayıp, Bursa’da vefat etti. ...

 Bir grup genç bir gün bu mübarek zata gelip;
- Hocam, bize nasihat eder misiniz, dediler.

Onlara sevgiyle bakıp;
- Evlatlar! İnsanların kaybettiğini bulmaya çalışın, buyurdu.

Anlamayıp sordular:
- O nedir ki efendim?
- Sevgi ve samimiyet. Sertlikle bir yere varamazsınız.

Sonra buyurdu ki:
- Herhangi biriyle bir ihtilafa düşerseniz, “Ben haksızım” deyin.

Bunu da anlamadılar:
- Hikmeti ne efendim?
- Peygamber efendimiz aleyhisselamın müjdesi var çünkü.

- Nasıl bir müjde efendim?
- Böyle yapana, yani münakaşa etmeyip, “Sen haklısın” diyene, Cennette köşk verileceğini müjdeliyor Efendimiz aleyhisselam, üstelik, “Kefili de benim” buyuruyor.


İslam gerçekten kolay bir dindir

İslam gerçekten kolay bir dindir



Evlenmek isteyen çok güzel bir hanım vardı.

Bu hanım çok dindar bir eş istiyordu, öyle ki bu adam her gün Kur’an-ı Kerim’i hatmedecek, yılın her günü oruç tutacak ve geceleri uyanık kalıp sürekli ibadet edecekti.

Bu hanım çok güzel olduğundan, birçok talibi çıktı fakat hiçbiri bu istekleri karşılayabileceğini söyleyemiyordu. Ta ki bir adam çıkıp tüm bunları yapacağını söyleyene kadar. Böylece imam onları evlendirdi.

İlk geceden sonra hanımı baktı ki eşi ne Kur’an’ı hatmediyor, ne oruç tutuyor ne de gece ibadetiyle uykusuz kalıyordu. Hanımı ona süre tanımak istedi, birkaç hafta içinde belki durumu değişirdi. Eşi durumunu değiştirmedi ve hanımı boşanmak istedi.

İkisi de kadı karşısına çıkarıldı, kadı sordu:
— ‘‘Evliliğin koşulları nelerdi?’
Adam cevap verdi:
— ‘‘Benim her gün Kur’an-ı Kerim’i hatmetmem, yılın her günü oruç tutmam ve bütün gece Allah’a ibadet etmemdi.
Kadı sordu:
— ‘‘Peki, yaptın mı?’
Adam sakince cevapladı:
— ‘‘…Evet.’

Kadı:
— ‘‘Yalan söylüyorsun, hanımın yapmadığını söylüyor, bu sebeple de senden boşanmak istiyor.’ dedi.
Fakat adam tüm bu koşulları yerine getirdiğinde ısrar etti, bunun üzerine kadı sordu:
— ‘‘Her gün Kur’an-ı Kerim’i hatmettin mi?’
Adam:
— ‘‘Evet.’ dedi.
Kadı şaşkına döndü ve sordu:
— ‘‘Nasıl… Nasıl yapabildin?’
Adam gayet rahat bir tavırla,
— ‘‘Her gün üç kez ihlas suresini okudum ve Peygamber Efendimiz (sav)’e göre bu Kur’an’ın tamamını okumaya denktir.’ dedi.

Kadı merakla sordu:
— ‘‘Peki nasıl bütün yıl oruç tuttun?’
Adam cevapladı:
— ‘‘Ramazan orucunu ve altı gün Şevval orucunu tuttum. Peygamber Efendimiz (sav)’e göre bu tüm yılı oruçlu geçirmek gibidir.’

Kadı bir şey diyemedi, adamın yalancı olduğunu söyleyemiyordu. Son olarak sordu,
— ‘‘Hanımın tüm gece uyuduğunu söylerken, nasıl uyanık kalıp Allah’a ibadet ettin?’
Kadı adamın bu sefer cevap veremeyeceğini düşünüyordu. Fakat adam gayet soğukkanlılıkla cevap verdi:

— ‘‘Yatsı namazını cemaatle kıldım, ertesi gün de sabah namazını cemaatle kıldım. Peygamber Efendimiz (sav)’e göre yatsı ve sabah namazlarını cemaatle kılan tüm gece Allah’a ibadet etmiş gibidir.’

Kadı adama bakakalmıştı ve hükmü vermek üzereydi. Adama ve hanımına dönüp şöyle dedi:
— ‘‘Dava düşmüştür, evliliğinizde hiçbir problem yoktur.’

Çıkarılacak Ders:
İslam gerçekten kolay bir din, eğer samimiyetle uygulamak isterseniz...

❝ Başkalarının görmesinede vesile olmak için paylaşırmısın.


Fânî Dünya

Fânî Dünya

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hâl böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirmektedirler.” (Enbiyâ, 1)
Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Geçmiş ümmetlere nisbetle sizin dünyada kalışınız, ikindi namazı ile güneşin batımı arasındaki vakit kadardır.” (Buhârî, Mevâkît, 17; Tevhid, 31, 47)



Günün Menkıbesi: Çok günah işliyorum

Günün Menkıbesi: Çok günah işliyorum
 

Ahmet Mekki Efendi “rahmetullahi aleyh”, İstanbul’da yaşadı.
Kabr-i şerifi, Ankara’nın Bağlum nahiyesindedir.

Bir gün huzuruna bir genç gelip arzetti:
- Hocam, çok günah işliyorum. Ne yapayım?

Şefkatle baktı gence:
- O günahları herkesin gözü önünde mi işliyorsun evladım?
- Hayır efendim, gizli işliyorum.

- Neden?
- Başkası görse, utanırım efendim.

- Kimse görmüyor mu seni?
- Hayır efendim, görmüyor.

- Hiç mi kimse görmüyor?
- Hayır efendim. Gizli yapıyorum.

Manalı manalı baktı gence:
- Peki, Allah da mı görmüyor evladım?

Genç şaşırdı:
- Allah mı?
- Evet, Allahü teâlâ.

Gencin benzi kül gibi olmuştu.

Sesi titreyerek sordu:
- O görür, değil mi hocam?
- Tabii ya. Ona gizli mi var evladım?

Genç kızardı, bozardı.
Ve bir “Eyvah!” deyip yere yıkıldı.

Ayıldığında, o günahlara karşı nefret vardı içinde.
Artık istese de yapamazdı o günahları.


Cehenneme girmemenin yolu

Talebesinden biri de, bir gece kendi kendine;
“Yarın gidip, “Cehenneme hiç girmemenin yolu var mı?” diye sorayım hocama” diye düşündü.

O böyle düşünürken çalındı kapısı.
Açtığında hocasını gördü eşikte.

Şaşırdı birden:
- Buyurun hocam.

Büyük veli girdi içeri:
- Bana bir şey mi soracaktın evladım?

Şaşkınlığından kekeledi:
- E, e, evet efendim.

- Peki, sor bakalım.
- Hocam, Cehenneme hiç girmemenin yolu var mı diye soracaktım?

- Var tabii evladım.
- O nedir efendim?

- İmanı ve itikadı, “Ehl-i sünnet alimleri”nin bildirdikleri gibi dosdoğru olmaktır.

- Böyle olanlar hiç mi girmezler Cehenneme?
- Hayır, girseler de “hamam sıcaklığı” kadar bir sıcaklık hissederler ancak.

Genç sordu:
- Bu doğru imanı nereden öğrenebilirim hocam?
- “Ehl-i sünnet alimleri”nden, onlar yoksa kitaplarından, buyurdu.

Ve dönüp gitti.

 

28 Mart 2015 Cumartesi

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-69

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-69

SEVGİLİ EFKAN HOCAM FAKİRİNİZİN HAKKINDAKİ Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ... 

Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...

Sevgili Efkan hocam kendisinden bahsettiğim bölümleri yazılardan çıkartmış. Kendisi benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.

Benim namaza başlamama vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.

Çok emek harcayıp özet haline  getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi komşu yapana hamdolsun...

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-69/Blog/?BlogNo=494228


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-69


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-69
 

Celal ÇELİK’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini ,sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını yeniden gözden geçirerek kısa ve öz olarak özet şeklinde sizlere sunmaya devam ediyorum.

Bir an düşünelim : Bu bilgisayarın klavyesindeki harflere rastgele basılsa, Word’de bu kelimelerin, cümlelerin, paragrafların yani bu yazının oluşması imkansızdır, değil mi?

Bir köy bile muhtarsız olamazken; nasıl oluyor da şu koskoca kainattaki muhteşem sanat ve kusursuz düzen kendi kendine, sahipsiz, idaresiz olur?

8 Mp kameralı cep telefonumuzu bile tasarlayan mühendisler varken, elbette 257 megapiksellik kusursuz gözümüzü de yaratan vardır. O yaratıcı ALLAH’tır.

Allah, insanları dünyaya imtihan etmek için göndermiştir. Peki ne ile mücadele edeceğiz? İçimizdeki kötülüğü emreden nefis ve göğüslere vesvese veren şeytanlar ile ...

Ama şeytanında, nefsimizinde hiçbir gücü yok. Şeytan sadece kulağımıza vesveseler fısıldıyor, nefis ise sürekli istek ve arzu gibi dürtüler yolluyor.

Allah, insana irade yani seçme hakkı verdi. İşte biz bunların telkinlerine uyma ya da uymamayı seçiyoruz. Ona göre melekler ellerindeki tablete günah yada sevap kaydediyorlar. İşte imtihanımız budur.

İmtihan sonucu, mahşerde büyük mahkemede belli olacak. Sevaplarımız, günahlarımızdan ağır ise cennete; değilse cehenneme götürüleceğiz...

Allah bir ayette insanları kendisine kulluk etsinler diye yarattığını söylüyor. Dünya bizi aldatabiliyor. Piknikler, alışverişler, eğlenceler, diziler, maçlar, magazin sohbetleri ile ömrümüz geçiyor.

Bizler çalışmanın ibadet oluşunu yanlış anlıyoruz. Peygamberimiz (SAV) çalışmak ibadettir derken aslında bizim kulluk ibadetlerimizi yapmanın yanında çalışmanın ibadet olduğunu söylüyor.

Yani namaz, oruç, zekatını veren insanın, günde mesela 12 saat dünya işlerine çalışması ibadettir.

İbadetlerimizi yapmak asıl görevimizdir.

Ben maçları seyrediyorum ama ibadetlerimi aksatmadan.

Efkan Vural

 (Devam edecek)

 

Hekimoğlu İsmail - Allah’ın Sadık Kulu…

Hekimoğlu İsmail - Allah’ın Sadık Kulu…


Hekimoğlu İsmail

Allah’ın Sadık Kulu…


Mevsim kıştı... Kar, Müslümanların bahtına yağıyordu!

Ahir zaman fitnesinin kol gezdiği zamanda yirminci asır hastanesine bir baştabip geldi.

Teşhis, zaaf-ı iman idi. Gaye, Allah rızası; o, İslam’a hizmetle vazifeliydi…

Mahrumiyetlerin, musibetlerin içinde bütün kapılar yüzüne kapanırken, rahmet kapıları açılıyordu. Çünkü o, manevî dertlerin şifası için ayetin ve hadisin derman olduğunu bilmiş, “Marîz bir asrın, hasta bir unsurun, alil uzvun reçetesi; ittiba-ı Kur’ân’dır.” demişti.

Nasıl ki her hastaya bir reçete gerekse ve hasta bu reçete ile ilaçlarını alıp kullanırsa aynı şekilde yirminci asır hastanesindeki hastalar da bu reçetelerle İslam eczanesinden ilaçlarını alıp kullanmalıydılar.

İslami eğitim ve öğretimin müspet ilimlerden uzaklaşması Müslümanlar için felaket olmuştu. Said Nursi İslam kalesine çıkmış etrafa bakıyordu; düşman nereden taarruz ediyorsa o da oraya dikiliyordu. Mesela düşman maddeten kalkınmayı esas almıştı, o da buyurdu ki, “İslam’ın tealisi maddeten kalkınmaktır!” Camiyle okulu bütünleştirdi, tezgâhla seccadeyi bütünleştirdi, vahiyle aklı bütünleştirdi.

Bilgisayarları yapanları yaratan Allah, İslam’a hizmet için gönderdiği kullarına bazı üstün kabiliyetler de verir. İşte böyle insanlar Vehbî ilimleriyle yeryüzü hastanesine baştabip olarak çıkarlar, hastalığı teşhis ederler, eserlerini reçete gibi yazar, insanlığa tesir ederler; tahkiki iman gibi ulvi bir vazifeyi müceddid vasfıyla yerine getirirler.

Müceddid, yenileyici demektir. Müslümanlar İslamiyet’i anlamazsa, bozulursa onlara gerçek İslamiyet’i anlatmak üzere Allah, müceddidler gönderir. İslamiyet, deforme olmadığı için reforma ihtiyacı yoktur. Yani müceddid, dinde yenileme yapmaz, dinî anlayışı yeniler. Müslüman, yaşadığı asırda İslâmiyet’i nasıl anlamalı, nasıl yaşamalı, bunu anlatır.

Biz Risale-i Nurlarla karşılaşmasaydık, belki dalalet derelerinde ömrümüzü tüketirdik. Pek çok kimse inkârcı olurdu, inkârcılar da ıslah olmazdı. Çünkü bizi natürist esaslarıyla okuttular, yetiştirdiler. Kur’an-ı Kerim’lerin toplatılıp yakıldığı zamanlarda dinimiz de yanıyordu.

Çocuğun eline sıcak su dökülse, annesi onu kucaklayıp hastaneye koşar. İşte biz de o iman yangınını söndürmek için, Müslüman kalabilmek için koşmak zorundaydık. Risale-i Nur okuyup imanımızı kurtarmaya çalıştık; her ev bir medrese oldu, hapishaneler Medrese-i Yusufiye oldu; orada kardeşlerimiz mahkûmlara Allah’ı, Peygamber’i, ahireti anlattılar.

Bana göre Bediüzzaman’ın en büyük kerameti, o günkü şartlar içinde İslamiyet’i, sünneti yaşaması, eskimez yazıyla Hüsrev ağabeye Kur’an yazdırması, Tahir ağabeylere Risale-i Nur yazdırmasıydı. Bir şahsın böyle bir başarı elde etmesi, vazifeli olduğuna delildir; ikramın büyük oluşu hizmetinin ve vazifesinin kıymetindendir.

Bediüzzaman Hazretleri “Bizim vazifemiz müspet hareket etmektir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır: Vazife-i ilâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi muhafazayı netice veren, müspet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” buyurmuş, İttihad-ı İslam’ın en önemli şartının, müspet hareket olduğunu ifade etmiştir.

Hiçbir sıkıntı ebedi değildir. Hayat daima bir deveran içindedir.

Baki bir davanın fani insanların omzuna bina edilemeyeceğini söyleyen Bediüzzaman Hazretleri, bin ithamın bin ihanetin muhatabıyken “Bana bakmayın, eserlerime bakın, hayatıma bakın; buradan hareketle hadislere, Kur’an’a ulaşın. Siz de Müslüman’sınız, dininize sahip çıkın.” demiştir.

Reçetelerin hepsindeki ortak nokta, İslamiyet’i yaşamaktır. Bediüzzaman, hayatın hayatını bulmuş, yaşamış ve bizlere göstermiştir.

Sebepler âlemindeyiz; Allah, dinine hizmet edenleri göndermiş ve gönderecektir.
 
 

27 Mart 2015 Cuma

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor - 11

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor - 11-SON

Zaman gazetesindeki bu güzel yazıyı inşallah bölümler halinde yayınlayacağız...

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor [Çok özel röportajlar - ZamanTV]


HABERLER PAZAR
15 Mart 2015, Pazar
 
Dile kolay bir asır geçti üzerinden... Anadolu’nun dört bir yanından yarım adaya koşup, geri dönme gayesi taşımadan şehit düşenlerin arkada bıraktıklarıyla görüştük. Gördük ki her ilden yüzlerce kayıt defteri tutulmuş. Bize ise o kahramanlık hikâyeleriyle dolu defterlerin yapraklarını aralamak düştü.


Dile kolay bir asır geçti üzerinden. Ancak büyüklerinden o kahramanlıkları dinlemiş, hâlâ anlatacak bir şeyleri olan nesillere ulaşmak mümkündü. Anadolu’nun dört bir yanından yarımadaya koşup geri dönme gayesi taşımadan şehit düşenlerin geride kalanlara emanet ettikleri kıymetlilerinden savaşı dinledik. Çanakkale’den yola çıkıp İzmir, Bursa, Karabük, Ankara ve İstanbul’a döndüğümüzde gördük ki her ilden yüzlerce kayıt defteri tutulmuş. Bize ise sadece o defterlerin yapraklarını aralamak düştü.



Hasan Hüseyin Maltepe

Söyle bana Ömer’im kabahatim ne?

Çanakkale üzerine birçok kitap yazan Hasan Hüseyin Maltepe, savaşın canlı tanıklarıyla görüşmüş. En çok etkilendiği hikâyelerden birini şöyle anlatıyor:

“Niğde’ye gittiğimde emekli öğretmen Ömer isimli birisiyle tanıştım. Ömer, halasının yaşadığı hikâyeyi bana şöyle aktardı:

‘Benim bir Hatı halam vardı. Okulu bitirip öğretmen olduktan sonra yanına gittim. ‘Ömer’im büyümüşsün, öğretmen olmuşsun. Sana bir şey soracaktım. Onun sırası geldi. ‘Ömer’im beni önce evin büyüğüyle evlendirdiler. Askere gitti gelmedi, beni ortancaya verdiler. Onu da aldılar askere, o da gitti gelmedi. Küçüğüne kaldım. Onu da aldılar askere, o da gitti dönmedi.

Bir gün kaynanam da bana ‘Ey uğursuz kadın, bütün erkeklerimi senin yüzünden kaybettim. Terk et bu evi.’ dedi. ‘Söyle bana Ömer’im. Adına Çanakkale derlermiş. ‘Bu işte benim kabahatim var mı?’ dedi. Kaynanasının o sözü yüreğine oturmuş ve ömür boyu yüreğinden çıkmamış Hatı halamın.”

  

http://www.zaman.com.tr/pazar_canakkale-kahramanlarinin-torunlari-anlatiyor-cok-ozel-roportajlar-zamantv_2283311.html



Haftanın Peygamber Kıssası: Hz. Hud A.S.

Haftanın Peygamber Kıssası: Hz. Hud A.S.


4. Hz. Hud (as):

İrem şehrinde, yüksek binalar inşa etme yarışına giren Âd kavmine gönderildi.
Tufandan sonra gönderilen peygamberlerin ilklerinden.
Ad kavmi, bugün Yemen’de Hadramevt’in kuzeyine denk düşen bir bölgede yaşamaktaydı.
Hz. Hud (as) zühd, takva ve ibadet ehli idi.
Cömert ve şefkatliydi, yoksullara bol bol sadaka verirdi.


EŞİNİZE BÖYLE DAVRANIR MISINIZ BEYLER ???

EŞİNİZE BÖYLE DAVRANIR MISINIZ BEYLER ???



“Adam eve hanımının yanına geldi, onu çok üzgün gördü. Yanında oturdu, şefkat ve sevgi dolu bir ses tonuyla başını okşayarak:

-“Biliyor musun, sen dünyanın en güzel ikinci kadınısın” dedi tebessümle.

Kadın başını kaldırdı, hayret ve şaşkınlık içerisinde:
-“Peki birinci kim ki?” diye sordu....

Adam, gayet emin bir tonla cevap verdi:
-“Mutlu ve tebessüm ettiğin zaman sen.”
Bunun üzerine kadının tüm üzüntüsü gitti, yerine neşe geldi, yüzüne can geldi. Yuvaya tekrar saadet hakim oldu.

Ne dersiniz? Eşiniz surat astığında:

1) Ne öyle surat asmışsın, mahkeme duvarı gibi?
2) Güleryüz göremeyecek miyim bu evde?
3) Ben dışarıda sizler için çile çekip eve geldiğimde güleryüz göstermelisin?
miii dersiniz,

yoksaaaa

4) Bir tanem, seni üzen nedir, benden dolayı ise özür dileyeyim ve telafi edeyim, başka şeyden ise dert etme, yanındayım her an, senin o güzel yüzüne hüzün yakışmaz, fani sebeplere takılıp dertlenmek pek yersiz, bakiye ve ahirete müteveccih olmak gerek….

Diye teselli edip tebessümüne gayret mi gösterirsiniz?



Günün Menkıbesi: Cehennem kimler için?

Günün Menkıbesi: Cehennem kimler için?
 

Hindistan Evliyasından Seyyid Celal Buhari hazretleri “rahmetullahi aleyh”, bir günkü sohbetinde;
- Kardeşlerim, Cehennem azabı, ister sonsuz olsun, ister bir zaman olsun, “küfür” ve “küfür bulaşıklıkları” içindir, buyurdu.

Sordular:
- Ya diğer günahlar efendim?

Buyurdu ki:
- Küfür’den kaçınan iman sahiplerinin yaptıkları büyük günahlar, ya “iman”ları hürmetine, cenâb-ı Hakkın merhametiyle veya “tövbe” etmeleriyle veya “şefaat”e kavuşmalarıyla affolunur.

Sordular yine:
- Böyle affolmazsa efendim?

- Böyle affolmayanlar, dünya sıkıntıları ve dertleriyle veya son nefeste can verirken çekecekleri zahmetlerle temizlenir.

Merak etmişlerdi:
- Yine bitmezse hocam?

- Bunlarla da temizlenmezse, bazıları kabir azabı çekmekle, bazıları ise, kabir azabı ve kıyamet gününün şiddetleriyle affolunup, günahları biter ve Cehennem azabı ile temizlenmeye lüzum kalmaz.


Sonsuz azab çeker

Bir gün de bir sevdiğine;
- Namaza ehemmiyet vermeyen, vazife kabul etmeyen kimsenin, imanı gider, mürted olur, buyurdu.

Ve ekledi:
- Mürted, Cehennemde sonsuz azap çekecektir.

O kimse şaşırdı:
- Sonsuz azap mı efendim?
- Evet.

- Hikmeti ne hocam?
- Çünkü o, Cehenneme de, azaba da, namazın önemine de inanmaz. Dünyada, zevkinden ve zevkine vasıta olan parayı ve malı toplamaktan başka bir şey düşünmez.

Her nimet bana gelsin
Şöyle devam etti:
- Bu gibiler, her ne olursa olsun, kim, ne ziyana uğrarsa uğrasın, her nimet yalnız bana gelsin, der. Maksadı, hedefi budur. Onun zevki ve sefası için her şeyin feda olması, umurunda bile değildir.

Sordular:
- Bunlar neden böyledir efendim?

- Çünkü imansızdırlar. Böyle kimselerde merhamet olmaz. En korkunç canavardan da daha zararlıdırlar.

Sordular yine:
- Ama bunlardan bazısı, insanlıktan, şefkatten bahsediyor hocam.

Buyurdu ki:
- Onların insanlıktan, merhametten söylemesi, kendi menfaat ve şehvani arzularına kavuşmaları için birer tuzaktır.
 
 
 

26 Mart 2015 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Nefsin Terbiyesi

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Nefsin Terbiyesi

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm

Nefsin Terbiyesi

Bu nefsiyle mücadele de çok önemli ya... Hani İslâm'da en önemli hususlardan birisi, insanın nefsi yenebilmesi... Ayet-i kerimelerde: (Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hàbe men dessâhâ.) (Şems: 9-10) buyruluyor.

İnsan nefsini ıslah edebilirse felâh buluyor; hem dünyada mutlu, bahtiyar oluyor, hem de ahirette cennetin yüksek derecelerini kazanıyor. Ama nefsine mağlub olursa, esir olursa, nefsinin hevâsına uyarsa, heveslerinin peşinde sürüklerse kendisini; o zaman da tabii hàib oluyor, perişan oluyor. Yaptığına milyon kere, milyar kere pişman oluyor. O bakımdan, nefsi yenmek çok önemli bir husus...

 --Pekiyi, nasıl olacak bu nefsi yenmek?..

Bunun bir metodu var, ilmi var, usûlü var. Hani bir kuşu yetiştirmenin, bir köpeği eğitmenin, bir arslan bakıcısının bir arslana terbiye vermesinin, bir çiçeği yetiştirmenin, pamuk üretiminin, ayçiçeği üretiminin problemleri var da, insanın yetişmesinin problemleri yok mu, ilmi yok mu?.. Problemleri de var, bunları çözecek ilmi de var tabii...

Nefsi terbiye etmenin ilmine tasavvuf diyoruz. Tasavvuf kendiliğinden ortaya çıkmış bir şey değil. Bir kere Kur'an-ı Kerim işareti veriyor. İnsanın nefsini terbiye etmesi gerektiğini, Kur'an-ı Kerim bir vecibe olarak, bir görev olarak insana insana gösteriyor. "Nefsini terbiye edeceksin; etmezsen, perişan olursun! Terbiye edersen, mutlu olursun, iki cihanda aziz olursun!" diye, nefsin terbiye edilmesi hedefini Kur'an-ı Kerim gösteriyor.

--Pekiyi, sadece hedefi gösteriyor da, usülleri göster miyor mu?..

Usülleri de gösteriyor. Peygamber SAS Efendimiz'in hadis-i şeriflerini okuduğumuz zaman, Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini dikkatli bir şekilde okuduğumuz ve Kur'an-ı Kerim'in bütünü üzerinde sağlam bir görüş ve bilgi birikimine sahip olduğumuz zaman, bakıyoruz ki bir yerde gösterilen hedefin, öbür tarafta metodları da gösterilmiş.

Dinimizi yakından tanıdığı zaman insan, anlıyor ki Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin emrettiği ibadetlerde, Peygamber SAS Efendimiz'in tavsiyelerinde, dinin hedeflerini sağlamaya yönelik pratik tedbirler var.

Bunlar detaylı olarak, bilimsel bir rapor tarzında, bir ilacın prospektüsü gibi, şunu şöyle yaparsan, şöyle olur tarzında söylenmiyor ama, direk olarak şöyle yap deniliyor. Siz onu yaptığınız zaman, o murada, o gàyeye, o maksada otomatik olarak gidiyorsunuz, varıyorsunuz. İslâm'ın güzelliği burda...

Bir insanın İslâm'ın ibadetlerindeki hikmetleri anlamaması halinde bile, İslâm'ın emirlerini tuttuğu zaman yine mutlu bir insan, yine olgun bir insan olması mümkün oluyor.  Onun için, İslâm medeniyeti sahasında bakıyorsunuz, medreseye gidememiş, fakir bir ailenin bir çocuğu...

Bir eğitim yapamamış, annesi babası zengin değil; onun eğitimi için hocalar tutamamış... vs. Ama tasavvuf o kimseyi eğitmiş, İslâm o kimseyi eğitmiş, bakıyorsunuz bir oduncudan, bir büyük àrif; bir demirciden bir kâmil mürşid; bir çobandan çok mükemmel bir insan meydana çıkıyor.

Neden?.. Çünkü İslâm'ın emirlerinde, Allah'ın reçeteleri var; kulların hastalıklarını iyi edecek ve kulları mutlu ve kuvvetli edecek reçeteler var. Onları tuttuğu zaman, çoban da evliyâ olabiliyor, oduncu de, demirci de evliyâ olabiliyor. Onun için, Allah'ın emirlerinin hepsinin dikkatle uygulanması gerekir, baştacı edilmelidir. Mânâsını ve hikmetini anlamasa bile...

Tabii bizler, 20. Yüzyılın insanları bilgi çağını yaşıyoruz. Bu bilgi çağında, çok çeşitli yerlerden bilgileri toplayabiliyoruz. Her ilim kendi içinde ihtisas dallarına ayrılmış olduğu için, her alim ve araştırıcı bir sahayı derinlemesine araştırdığı için, ilmin hudutları muazzam ansiklopedilere sığmayacak kadar genişlemiştir.

Her dalın ihtisas kütüphaneleri var ve o kütüphaneler de tıklım tıklım dolu... Bir insanın mütehassıs olması bile, onları okuyup anlaması bile bir hayli zor oluyor.  Ama İslâm, bir insanın bu bilgileri bilmesini, bilmemesini nazar-ı itibara alarak, Allah-u Teàlâ Hazretleri onu farkına varmadan eğitiyor.

Bir annenin çocuğunu, çocuk kendisinin eğitildiğinin, beslendiğinin, yetiştirildiğinin farkında olmadan, annenin onu yetiştirdiği gibi, İslâm insanları yetiştiriyor.  İşte tasavvufta, İslâm'ın bu emirleri göz önüne alınıyor ve ona Peygamber SAS Efendimiz'in tavsiye ettiği tavsiyeler olarak, öğütler olarak, emirler olarak uygulandığı zaman, bir bütün, bir sistem ortaya çıkıyor.

Nerden çıkıyor bu sistem?.. Kur'an-ı Kerim'den çıkıyor, Peygamber SAS Efendimiz'in sünnet-i seniyyesinden çıkıyor.  Bu açıklamayı, bu okuduğumuz hadis-i şerife bakarak biraz genişletelim:

Bir insanın olgun bir insan olmasına mânî neler vardır?.. Tembelliği vardır, rahatına düşkünlüğü vardır, keyfine düşkünlüğü vardır.  İster misiniz bir talebenin çok keyfine düşkün olmasını?.. Eğlence yerlerinde, gazinolarda, barlarda, pavyonlarda gezen bir talebe üniversiteyi bitirebilir mi?..

Babasından aylıkları alır, memleketinden babası ona paraları gönderir. O da burada, büyük şehirde onları bir güzelce eğlence yerlerinde yerse, o çocuk eğitilebilir mi?..

Ne istiyoruz, okuyan çocuğun nasıl olmasını istiyoruz?.. Televizyonla çok meşgul olmasın, sokakta oyunla çok meşgul olmasın, futbolla meşgul olmasın, kahveye alışmasın, eğlence yerlerine alışmasın... Niçin?.. Yetişmesi lâzım, yetişmesi gerektiği için...

 
HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..


 

​Sevaplarınızı bana vermeyin

Sevaplarınızı bana vermeyin
 
Sevgili Dostlarım,

1993'te bu hastalığın teşhisi konduğunda doğanlar bu yıl askerliği bitirdi.

Tekerlekli sandalyeye düştüğüm yıl doğanlar bu yıl YGS sınavına girdi.

Namaza başladığımda doğanlar bugün dördüncü sınıfa gidiyor.

Hissediyorum ki bana karşı suizan edenler var hala...

Ben, 2003 yani hidayetim öncesi için cahiliye dönemim diyorum.

O zaman birçok sahabeye katil dememiz gerekirdi haşa...
Cahiliye devrinde kızlarını diri diri gömmüşlerdi.

Yapmayın! Binbir zahmetle kazandığınız Sevaplarınızı suizan ederek bana vermeyin.

Gerçekten yeminle sizin adınıza çok üzülüyorum.  Sevgilerimle... Celal

SUİZAN HAKKINDA ŞU YAZIYI TEKRAR OKUYUNUZ:

Çağımızın en tehlikeli hastalığı: Suizan

http://celal1973.blogspot.com.tr/2014/10/cagmzn-en-tehlikeli-hastalg-suizan.html



 
Allah'a emanet olun.
 

 
 
 

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Hafiz

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Hafiz


El-Hafiz

Varlıkları yok olmaktan koruyan

Allah her mahlûkuna, kendine zararlı olan şeyleri bilecek bir his ilham buyurmuştur. Bu Hafîz ism-i şerîfinin tecelliyatındandır. Bir hayvan kimyevî tahlil raporuna muhtaç olmadan kendine zararlı otları bilir ve onları yemez. Kulların amellerinin yazılması, zâyi olmaktan korunması da Hafîz isminin iktizasıdır. Bu bakımdan âhirette yeniden dirilme ve yaptıklarından hesaba çekilme ile Hafîz isminin yakından alâkası vardır.

"Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk"

 

 

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor - 10

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor - 10

Zaman gazetesindeki bu güzel yazıyı inşallah bölümler halinde yayınlayacağız...

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor [Çok özel röportajlar - ZamanTV]


HABERLER PAZAR
15 Mart 2015, Pazar
 
Dile kolay bir asır geçti üzerinden... Anadolu’nun dört bir yanından yarım adaya koşup, geri dönme gayesi taşımadan şehit düşenlerin arkada bıraktıklarıyla görüştük. Gördük ki her ilden yüzlerce kayıt defteri tutulmuş. Bize ise o kahramanlık hikâyeleriyle dolu defterlerin yapraklarını aralamak düştü.


Dile kolay bir asır geçti üzerinden. Ancak büyüklerinden o kahramanlıkları dinlemiş, hâlâ anlatacak bir şeyleri olan nesillere ulaşmak mümkündü. Anadolu’nun dört bir yanından yarımadaya koşup geri dönme gayesi taşımadan şehit düşenlerin geride kalanlara emanet ettikleri kıymetlilerinden savaşı dinledik. Çanakkale’den yola çıkıp İzmir, Bursa, Karabük, Ankara ve İstanbul’a döndüğümüzde gördük ki her ilden yüzlerce kayıt defteri tutulmuş. Bize ise sadece o defterlerin yapraklarını aralamak düştü.



Timsal Karabekir

Kur’anları kalplerinin üzerinde taşımışlar

Çanakkale Muharebesi’ne yarbay olarak katılan Kazım Karabekir Paşa, Çanakkale’de Kerevizdere mevkiinde Fransızlarla çarpışır. Çadırına düşen bir bombanın hikâyesini Kazım Karabekir Paşa’nın üçüncü kızı olan Timsal Karabekir anlatıyor:

“Kerevizdere’den su değil, kan akıyormuş. Karakedi denilen şarapnel parçası Kazım Karabekir’in çadırına düşmüş. Kendisi çadırın içinde olmadığı için kurtulmuş. Bombanın üzerinde onlarca delik varmış. Mehmetçik bomba havadayken nişan almış, delikler de onların kurşun izleri. Ben çocukken bunları gösterirdi. O insanlar hem savaştı hem tarihi yaptı hem de yazdılar. Askerler, kalplerinin üzerinde Kur’an-ı Kerim’lerini taşımış. Allah aşkı yüreklerinden eksik olmamış.”

  

http://www.zaman.com.tr/pazar_canakkale-kahramanlarinin-torunlari-anlatiyor-cok-ozel-roportajlar-zamantv_2283311.html



Farkında değiliz maalesef!

Farkında değiliz maalesef!

"İnsanlar, kendi ayıp kusur ve günahlarının farkında olsalardı,

 hiç başkalarının eksik ve kusurlarıyla ilgilenirler miydi? "
Hz. Mevlânâ




Haberci gelmedi mi?

Haberci gelmedi mi?



* İnsan öleceği zamanı bilseydi, aklı başından giderdi. İyi ki ölüm vakti gizlendi. Eğer gaflet olmasaydı, hiç kimse bir işine bakmazdı. Gaflet ve uzun emel, kötü olduğu kadar aynı zamanda iki büyük nimettir. Eğer bu ikisi olmasaydı, müslüman sokakta yürüyemez hâle gelirdi.

* Dünya, mamurluğunu, ahmakların gafletine borçludur.

* Ne gariptir ki, ölüm senin peşinde, sen ise dünyalık peşindesin....

* Zahitlik, kaba kumaş giymek değil, uzun emeli bırakmaktır.

* Ölüm boyna asılı, dünya ise sırtınıza yüklenmiştir. İnsan, kılıç boynuna vurulacak gibi ölüme hazır olmalıdır.

Azrail aleyhisselamla kardeş gibi görüşen Yakub aleyhisselam dedi ki:

- Senden bir ricada bulunacağım. Ecelim yaklaşınca bana haber ver!
- Sana birkaç haberci gelir.

Bir müddet sonra Hazret-i Azrail yine gelir. Hazret-i Yakub sorar:

- Ziyaretime mi geldin?
- Canını almaya geldim.
- Hani bana birkaç haberci gelecekti?
- Sana haberci gelmedi mi? Saçların ağarmadı mı? Vücudun zayıflamadı mı? Dimdik duran belin bükülmedi mi?

Bir terzi, büyük bir zata sordu:
- Ölüm döşeğinde de tevbeler kabul edildiğine göre, tevbeyi bu zamana kadar geciktirmek uygun olur mu?
- Ölüm döşeğinde iken de, yapılan tevbe kabul edilir; fakat tevbeyi geciktirmek uygun değildir.
- Niçin uygun değildir?
- Senin mesleğin ne?

- Terziyim, elbise dikerim.
- Terzilikte en kolay iş nedir?
- Kumaşı makasla kesmektir.
- Kaç yıldır terzisin?

- Otuz yıldır.
- Canın gargaraya gelince, kumaş kesebilir misin?
- Can derdine düşen nasıl kumaşla uğraşsın? Kesemem elbette.
- Otuz yıl kolaylıkla yaptığın işi, o zaman yapamazsan, ömründe hiç yapmadığın tevbeyi, can gargarada iken nasıl yapabilirsin?

Bugün gücün yerinde iken tevbe eyle!
O zaman yapman çok güç olur.
Şimdi tevbe edersen, o zaman da tevbe etmek nasip olur.

Terzi, ölüm döşeğini beklemeden hemen tevbe edip, salihlerden olur.


Günün Menkıbesi: Burada bir köy varmış

Günün Menkıbesi: Burada bir köy varmış
 

Şeyh İsmail İzzettin Efendi “rahmetullahi aleyh”, Adapazarı’nın Hendek ilçesine bağlı Şeyhler köyünde yaşadı. Kabri de oradadır.

Osmanlı ordusu, bu köyün yakınlarında mola verdi bir gün.

Komutan çağırdı bir eri:
- Evladım, şu ilerdeki köye git. Yiyecek bir şeyleri var mı? diye sor bakalım!

Osmanlı eri;
- Baş üstüne komutanım! dedi.

O köye doğru giderken, yolda sevimli bir ihtiyara rastladı.

Ve sordu ona:
- Bey amca! Bu yakınlarda bir köy varmış. Daha çok var mı o köye?

İhtiyar eliyle işaret etti:
- Hemen şu yakında oğlum. Niçin soruyorsun?
- Beni kumandanımız gönderdi. Erat için yiyecek var mı? diye soracaktım.

Sevimli ihtiyar;
- Asker evladım, var git kumandanına selam söyle. Merak etmesin. Ben şimdi gider, istediği şeyleri getiririm, dedi.

Ve koştu eve:
- Hanım, yiyecek bir şeyler hazırla çabuk!

- Hayrola bey, misafir mi var?
- Evet.

- Kaç kişiler?
- Canım şöyle birkaç kişilik olsun işte.

Kadıncağız bir ufak tencere pilavla, bir kaç adet çöreği bir çıkın yapıp verdi beyine:
- Bunlar yeter mi?
- Yeter yeter, dedi.

Bir eline o çıkınla bir güğüm ayranı, bir eline de bir torba arpayı alıp geldi kumandana.
O çıkınla ayranı yere koyup;
- Paşam! Askerin için yiyecek getirdim, dedi.

Sonra arpa torbasını koydu yere:
- Bu da atlar için.

Kumandan bir ihtiyara baktı, bir de getirdiklerine.
Güldü tabii.

“Allah Allah! Bu adam benimle alay mı ediyor?” diye geçirdi içinden.


Bunlar bir orduya yeter mi?

Ve sordu gayri ihtiyari:
- Baba! Şuncağız yemek koca bir orduya yeter mi hiç?
- Korkma beyim. Yeter de artar bile.

Kumandan düşünüyordu ki;
- Haydi, dedi. Bekletme eratı. Bak hem soğuyor yemekler.

Kumandan;
- “Hayırdır inşallah!” deyip çıktı çadırdan.

İhtiyar da arkasından.
Tabağını alan geldi bu zatın önüne.

O, “Besmele” ile bir kepçe pilavla bir çörek koydu her bir erin tabağına.
Birer tas da ayran tabii.

Binlerce asker, yedi, içti ve doydular.
Bir torba arpa da atlar için kâfi gelmişti.

Sevimli ihtiyar izin alıp giderken, kumandan seslendi arkasından:

- İsminizi bağışlar mısınız?
- Mühim değil.

- Lütfen, yalvarırım.
- Bana Şeyh İsmail derler bu havalide, dedi.

Ve kayboldu gözden.

 

25 Mart 2015 Çarşamba

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor - 9

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor - 9

Zaman gazetesindeki bu güzel yazıyı inşallah bölümler halinde yayınlayacağız...

Çanakkale kahramanlarının torunları anlatıyor [Çok özel röportajlar - ZamanTV]


HABERLER PAZAR
15 Mart 2015, Pazar
 
Dile kolay bir asır geçti üzerinden... Anadolu’nun dört bir yanından yarım adaya koşup, geri dönme gayesi taşımadan şehit düşenlerin arkada bıraktıklarıyla görüştük. Gördük ki her ilden yüzlerce kayıt defteri tutulmuş. Bize ise o kahramanlık hikâyeleriyle dolu defterlerin yapraklarını aralamak düştü.


Dile kolay bir asır geçti üzerinden. Ancak büyüklerinden o kahramanlıkları dinlemiş, hâlâ anlatacak bir şeyleri olan nesillere ulaşmak mümkündü. Anadolu’nun dört bir yanından yarımadaya koşup geri dönme gayesi taşımadan şehit düşenlerin geride kalanlara emanet ettikleri kıymetlilerinden savaşı dinledik. Çanakkale’den yola çıkıp İzmir, Bursa, Karabük, Ankara ve İstanbul’a döndüğümüzde gördük ki her ilden yüzlerce kayıt defteri tutulmuş. Bize ise sadece o defterlerin yapraklarını aralamak düştü.



Aydoğan Helvacı

Kopan parmağını fark etmedi

Hikâyesine kulak verdiğimiz ailelerden biri de Helvacı ailesi. Dedeleri Halil Çavuş, Anzakları Arıburnu’nda ilk karşılayan 27. Alay’da mücadele verenlerden biri. Dokuz yıl boyunca askerlik yapmış Halil Çavuş. Torunu Aydoğan Helvacı, dedesinden sıkça dinlediği bir anıyı paylaşıyor:

“Askerler siperde karşı taarruza başlamış. Dedem o esnada tüfeğinin patlamadığını fark edince yüzbaşının yanına giderek ‘Yüzbaşım benim tüfeğim patlamıyor’ demiş. Yüzbaşı bir tüfeğe bakmış bir Halil Çavuş’un yüzüne. Şaşkınlıkla, ‘Ne patlamaması, senin parmağın kopmuş.’ demiş. Dedem ancak o zaman kopan parmağının acısını hissetmiş.”

Torun Helvacı’nın dedesiyle ilgili anılarından biri de şehitlerle koyun koyuna uyudukları geceye ait: “Halil Çavuş bir grup askerle o kadar yorgundur ki uyumak için gösterilen bir barakaya girerler. İçerde uyuyanları rahatsız etmemek için boş buldukları yere sessizce yatarlar. Uyandıklarında ise şehitlerle koyun koyuna yattıklarını görürler.”

  

http://www.zaman.com.tr/pazar_canakkale-kahramanlarinin-torunlari-anlatiyor-cok-ozel-roportajlar-zamantv_2283311.html