31 Ocak 2014 Cuma

NİHAT HATİPOĞLU - Küllerimi havaya savurun


NİHAT HATİPOĞLU - Küllerimi havaya savurun

NİHAT HATİPOĞLU
 

Küllerimi havaya savurun

 
Hiçbir peygamberin davetine ulaşılamayan bir ara dönemde (Fetret Dönemi'nde) yaşayan bir adamın garip hallerini Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle anlatıyor:
 
 
Bir adam aşırı günah işledi. Sonra ölüm döşeğine düşünce oğullarına vasiyet ederek "Ben öldüğüm zaman cesedimi yakınız. Sonra ufaltıp kül haline getiriniz, küllerimi rüzgâra ve denize saçınız. Çünkü Allah'a yemin olsun ki; Rabbim eğer beni diriltirse bana hiç kimseye vermediği azabı tattırabilir."
 
 
Olayı anlatan Peygamberimiz (s.a.v) şöyle devam ediyor:
 
Adam öldü. Oğulları onu yakıp küllerini savurdular. Vasiyetini yerine getirdiler.
 
Yüce Allah yere "Aldığını geri ver" buyurdu.
 
Adam da o anda (dirilip) kalktı. Yüce Allah (biliyor olmasına rağmen, olaya bizler de şahit olalım diye) ona sordu: "Sen neden böyle bir vasiyette bulundun?"
 
Adam şöyle cevap verdi: "Senin korkundan dolayı. Küle savrulmuş olan vücuduma azap etmezsin diye böyle yaptım ey Allah'ım."
 
Yüce Allah bu kulu bundan dolayı affetti. (İbn Mace, Zühd, hd: 4255) Alimler böyle bir vasiyetin caiz olamayacağını belirtiyorlar. Nitekim alimlerin bir kısmı: "Bu olay Fetret Dönemi'ndeki bir olay" derler. Bazıları ise, adamın cehaletinden ötürü böyle bir vasiyette bulunduğunu söylerler. 

 
Hayatı ciddiye almak lazım 
 
Külümü havaya savurun diyen adam, hayatı yeterince ciddiye alan bir kul. Belki az biliyor, belki cahil, belki yanlış bir şey istiyor. Ama Rabbini ve varlığı ciddiye alıyor. Allah'a karşı olan hassasiyetini ise böylece ortaya koyuyor.
 
 
Allah da -yanlış iş yapmış olsa bile- kulunun bu yönelişini itibara alıyor, önemsiyor, değerlendiriyor. Çünkü yüce Rabbimiz, amelimizde hatamız olsa bile, niyetimizle bize karşılık verecektir.
 
O halde her sözümüze, hareketimize, niyetimize dikkat etmeliyiz.
 
 
***
 
 
Kâbe'nin huzurunda söyle
İmam Tavus El Yamani, âlimlerin önde gelenlerindendi.
 
 
Halk arasında itibarı çoktu. Ama halkın sevgisi yanında çekemeyeni de çoktur. Kıskananlar, İmam Tavus'a tuzak hazırlarlar.
 
 
Tuzak hazırlarken de hiçbir edep ve haya tanımazlar.
 
Zaten işin en tehlikeli olanı da budur ya.
 
Tuzak hazırlarlar. Bu tuzakta bir kadını kullanacaklardır.
 
Mekke'de bir güzel kadın bulurlar. Kadın süslenir.
 
Görevi İmam Tavus'u tuzağa düşürmektir. "Ben onu baştan çıkarırım" der. Kadın cilvelenir ve İmam Tavus'un peşine düşer. İmam Tavus'un arkasından yürüyüp laf atmaya başlar, rahatsız eder, sıkıntıya düşürür. İmam Tavus kadına der ki:
 
"Senin derdini anladım. Arkamdan gel." İmam yürür, kadın da takip eder.
 
Nihayet Kâbe'nin yanına gelirler.
 
İmam Tavus kadına döner ve şöyle der: "Ne istediğini açıkça söyle de ne yapacaksak burada yapalım." Kadın irkilir: "Kâbe'nin huzurunda mı? Halkın huzurunda mı?" İmam Tavus cevap verir: "Hakkın -Allah'ın- huzurunda yapmaktan çekinmiyorsun da halkın ve Kâbe'nin huzurunda mı yapmaktan çekiniyorsun?" Bizler her hareketimizin Yüce Allah tarafından kayıt altına alındığını düşünüyor muyuz? Yoksa hayatın bu acımasız ve kılıksız girdabında bu hesabı kulak arkası mı ediyoruz?
 
 
***
 
 
Cehennem ile ilgili küçük bir hatırlatma

 
Ahiretin iki önemli merkezi var; cennet ve cehennem.
 
Cehennem kötüler için hazırlanmıştır.
 
Yüce Allah'ın cehenneme atacağı hiç kimse için siz; O cehennemi hak etmemişti demezsiniz. Çünkü kimse hak etmeden oraya girmez.
 
Kuran-ı Kerim cenneti anlattığı gibi cehennemi de anlatır, tanıtır ve oradan kurtuluşun yollarını gösterir. Cehennem halkının ümitsizliğine de vurguda bulunur.
 
Cehennem ehli cehennemde:
"Ey rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki, dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim" diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir):
"Sizi düşünüp öğüt olacak kimsenin düşünüp öğüt olabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti.
 
Öyle ise tadın azabı." (Fatır, 36-37) Bu ayet bir yandan "reenkarnasyon" gibi hurafe ve saçmalıklara bir cevap mahiyetinde iken; diğer yandan da ahiretteki büyük hasrete bir göndermede bulunur.
(Cehennem bekçileri) Derler ki: "Size Peygamberiniz açık mucizeler getirmemiş miydi?"
Onlar da: "Evet getirmişti" derler. (Bekçiler) "öyleyse kendinize yalvarın" derler.
Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır. (Mümin, 49-50) Oradaki pişmanlık fayda sağlamayacaktır.
 
O âlemde gözyaşlarına bakılmayacaktır.
 
Çünkü o âlemde pişmanlığın faydası olmayacaktır.
 
 
***

 
 
Kediden ötürü ateşe girdi


 
Kâinattaki hiçbir varlığı hor ve küçük görmemek lazım. Hiçbir varlığa da hak ettiğinden daha yüce paye vermemek lazım. Çünkü kişi iki durumda da sorumlu olur. Hak edeni hak ettiğinden mahrum tutmak çirkindir. Hak etmeyeni de, hak etmediği kadar yüceltmek de günahtır.
 
 
Hz. Peygamber (s.a.v) bu ölçüyü hatırlatmak anlamında şöyle buyurmuştur:
 
"Bir kadın bağladığı (hapsettiği) bir kedi sebebiyle cehenneme girdi. Çünkü ne kendisi kediye bir şeyler yedirdi ne de yerin haşeratından yesin diye salıverdi. Ve nihayet kedi açlıktan öldü." (İbn Mace, hd: 4256)
 
Hadis çok manidardır. Çünkü kadının ibadet eden bir kadın olduğu diğer hadislerde anlatılır. İbadet eden biri olması bu kadını cehennemden kurtaramamıştır.
 
Çünkü yüce Allah'ın yarattığı zavallı bir hayvana zulmetmiştir. Ve bedelini ödemesi lazımdı. Nitekim ödemiştir de.
 
Kim bilir bizler hangi günahlarımızın bedelini ödeyeceğiz.
 
 
 

30 Ocak 2014 Perşembe

Ben Onu Çok Sevdim

Ben Onu Çok Sevdim (Duyuru)

images


Sitemizde “Hayatın İçinden” bölümünde yayınlamak üzere “Ben Onu Çok Sevdim” diye bir bölüm başlattık. Burada sevdiğiniz birini anlattığınız yazıları, hatıralarınızı yayınlayacağız. Bu kişi eşiniz, anneniz, babanız, çocuğunuz, arkadaşınız, kardeşiniz. hocanız, öğretmeniniz olabilir. Hayatta olabilir, olmayabilir. Onu neden ve hangi huylarından dolayı sevdiğinizi anlatın. Belki başkalarına da örnek olur.

http://www.cocukaile.net/ben-onu-cok-sevdim-yeni/

İşte bir örnek :

Ben Onu Çok Sevdim

images


Ne çocukluğumda ne genç kızlığımda evleneceğim erkeğin boyu şöyle olsun kaşı şöyle olsun teni böyle olsun diye hiç düşünmedim gerçi huyunu da hiç düşünmedim “ALLAH’ım sen bana hayırlı bir eş nasip et” diye dua ettim sadece rabbim dualarımı kabul etti çok şükür…her gün yeniden ve bir önceki günden daha çok sevdiğim bir adam çıkardı karşıma.


İlk zamanlar bende saçma sebeplerden kavga ettim; kahveye gitmesini istemiyordum o da ben kızdıkça inadına gidiyordu, kardeşinin eşinin benimle uğraştığını söylüyordum bana kızıyordu, düğün zamanımızda akrabalarının etkisinde kalıp beni ne kadar kırdığını her hevesimi kursağımda bıraktığını unutamıyordum ve bunlar hep kavga sebeplerimiz oluyordu.


Biz 2010 yılında tanıştık 2011 de nişanlandık 2012 de evlendik 4 senedir beraber 1,5 yıldır evliyiz ilk evladımızı 2013 yılının mart ayında kaybettik… O gece içimdeki acıyı kendi annem bile anlamazken anlayan tek bir kişi vardı EŞİM. Henüz 7 aylık evliydik evladımız 5 aylık karnımda ölmüştü suni sancıyla düşürüldü… bana kendi ailemin bile bakamayacağı kadar iyi baktı hastanede de eve geldiğimizde de.  ALLAH’ın bizi sınadığı ilk sınavı başarıyla geçmiştik isyan etmeden şükredip acımızı içimizde tutarak yaşamaya devam ettik o zaman fark ettimki artık benim ailem oydu….Sadece kocam değil evladımın babası benim Can’ım eksik ve yarım kalan yanlarımı tamamlayan kocaman parçam…


O günden sonra bilerek hiç kırmadım onu, iyi taraflarına şükredip kötü taraflarına sabrettim. Bir daha hiç başına kakmadım yaptıklarını, görmezden geldim benimle uğraşanları. Kızmadım ve karışmadım kahvesine çünkü onunla kavga ettikçe istediğim şeyden her gün biraz daha uzaklaşıyordum. Ben huzuru onun göğsünde uyurken buluyordum, gözlerine bakarken, kokusunu içime çekerken… Bu yüzdende onun kahveden gelip bana ayırdığı zamanla yetinmeye çalıştım , ben değiştikçe o da değişti doğru yolda olduğumu fark ettim.


Biliyordum ki her türlü fedakarlığımı hak ediyordu ve daha da önemlisi ben yaptıklarımın hiç birisini fedakarlık olarak görmüyordum, isteyerek hem de çok isteyerek yapıyordum.  Kalbinin güzelliğini , merhametini , şefkatini nasıl oluyor bilmiyorum ama en sinirli en çekilmez anında bile hissediyordum…Kötü yanları var mı artık onun bile farkında değilim.Babam her zaman kendi babasının hayatındaki en doğru insan olduğunu söylüyordu…Benim için ise bu insan kocam…. O benim hayatımdaki en doğru en güvenilir en adam gibi adam…Rabbime binlerce kez şükürler olsun.

Büşra ATMACA

 

Neden mutsuzum?


 
Neden mutsuzum?
 
-Soru: Gencim, işim var, sağlığım yerimde çok şükür annem babam sağ. Ama çok mutsuzum beynim devamlı düşünceler içinde ruhum kasvet içinde yüzüm gülmüyor. Bu neyin eksikliğidir?
 
-Cevap: Bir araba iki sebeple yürümez, ya benzini yoktur veya kontak anahtarını çevirip motorunu çalıştırmamışsınızdır. Benzer şekilde ya beyninizde size güzel duyguları yaşatacak kimyasal denge bozulmuş veya zihninizi olumsuz duyguları üretecek şekilde düşünmeye alıştırmışsınız.
 
-Beyin kimyası, -yani benzin- uyku, spor, su, yağ, beslenme vs. ile dengelenir.
 
-Zihin ise düşündüğüne uygun duygular üretir. Düşünce duyguyu ve duygu davranışı tetikler.
 Bu çerçeveyi etkileyen çok fazla konu var. Bir kaçı, hayatınızın güzel yönlerine odaklanmak,
 zihni düşünce çarpıklıklarından arındırmak, manevi haz alanları keşfetmek gibi unsurlardır.
 
-Ümid dolun. Hayatınızdaki ilahi nimetleri yazıp çizin.
Şükredin. Zikredin. Hareket edin. İyilik yapın. 
 
 
 

Komutanlığı yaptığı hiçbir savaşı kaybetmeyen komutan

 
Komutanlığı yaptığı hiçbir savaşı kaybetmeyen komutan
 
Hz. Halid Bin Velid (R.A.) sarığı boynunda Hz. Ömer'in (R.A.) yanına getirilir.
 
Hz. Ömer (R.A.) gözleri dolar ve şöyle der:
 
- Ya Halid; biliyorsun seni çok severim ama halk elde edilen zaferleri senin şahsında buluyordu. Falan yaptı, filan yaptı diyordu. Ben biliyorum ki bu zaferleri bize ihsan eden ALLAH'tır. Senin, halkın şirke düşmesine sebep olmandan korktum ve o yüzden seni görevinden azlettim.
 
Hz. Halid (R.A.) hiç lam cim etmeden kabul eder ve emrinde çalıştırdığı Ebu Ubeyde'nin (R.A.) emrinde bir nefer olarak savaşır. Ve ölüm döşeğine kadar böyle gider.
 
Hz. Halid (R.A.) ölüm döşeğindeyken ağlayarak diyor ki:
 
- "Vücudumda para kadar yara almadık yer yoktur. Ama şu döşekte tıpkı bir deve gibi burnumun üzerine ölüyorum."
 
Ve öyle vefat eder. Yanındaki insan şunları der:
 
Herkesin sevdiği ve saydığı bir insan olarak yaşadı ve İslam'ın bir yitiği olarak vefat etti.
Geriye bir atı ve bir de kılıcını miras bıraktı.
Ruhuna Fatiha...
 



Namazsız Hayat Yaşanmaz


Burcu Ercivan
 
Namazsız Hayat Yaşanmaz
 
Burcu Ercivan
 
 
Çağımızın salgın hastalığı 'namazsızlık'.. Müslüman dendi mi akla namaz gelmeli. Ama artık  öyle bir millet olduk ki namaz kılmıyorum ama kalbim temiz diyeni de var vaktim yok diyeni  de... Her şeye vaktimiz var ama vakti verene vaktimiz yok..
 
Oysa Kur'an-ı Hakim'de 70'den fazla Rabbimizin namaz emri var. Altını çizerek söylüyorum 'emir', rica değil...
 
Senai Demirci abim ne güzel söylemiş; ''Kur'an-ı baştan aşağı okudum ama  namazsız cenneti bulamadım…''diye. Neyimize güveniyoruz? Ya da neye güveniyoruz? Eğer kalbim temiz diyorsan yanılıyorsun. Hz. Muhammed aleyhisselatu vesselamdan daha mı temiz kalbin? Şunu  açıkça ve  üzülerek belirtmeliyim ki , namaz kılmaktan ayakları şişen peygamberin tv  dizilerini kaçırmayan ümmetiyiz.. Vah bize…
 
 
Halbuki en sevilenin (sav) bize ümmetim.. diye dua ettiği yerdir 'secde'... Sevgiliyle diz  dize konuşmanın adıdır. Yaraların sarıldığı, boğucu dünyadan kaçıp bir nefeslik rahat bulabileceğimiz tek yerdir. Ya Rabbi! herkes en sevdiğine gitti, ben de sana geldim… Çünkü  benim en sevdiğim SENSİN demektir. Birinin kapısına iki kere gitsen üçüncüde "yine  mi sen?” der, ama Rabbimiz O zat-ı zül celal öyle mi. Bin kere de gitsen yine mi sen demez. Çok  sevdiğim bir söz vardır; En güzel sevgili Allah'tır hiç bir sevenin aşkına 'hayır'  demez. Hem hangi sevgili size günde beş defa randevu verir ki? Zaten namaz kılmayan biriyle de evlenmeyin kardeşlerim. Bunu söylemeden geçemeyeceğim. Size bir abla tavsiyesi. Namaza kıymet vermeyen sana hiç vermez. O Rabbini önemsememiş, seni mi sevecek? Teheccüt vakti imamın olmuyorsa, boş ver evlenme.
 
Bu insanoğlu da bir garip. Bir düşünün bir adam size günde 24 altın verse ve karşılığında dese ki; günde sadece bir altını bana geri vereceksin. Ne dersin? Bayılarak kabul edersin dimi. Çok akıllıca bir iş olur çünkü. Eee Allah (cc) sana günde yirmi dört saat veriyor ve diyor ki: sadece bir saati bana ver sana cenneti vereceğim. Cennet gibi bir ücret az mı geldi kardeşim? Yirmi dört saatten birini Allah'a vermeyen sana ne verebilir ki? Namaz için "iki   gözümün nuru” diyor Hz. Peygamber. O halde, namazsızlık da "iki gözün körlüğü”dür..
 
Hem O çok sevdiğin İphone’n, pc'in, can arkadaşın, yediğin içtiğin ayrı gitmeyen kankan. Hepsinin üzerinde fani damgası var kardeşim. Baki değiller. Elbet bir gün seni terk edecekler. Seni hiç bırakmayacak bir dost söyleyeyim mi? Namaz.. O sana kabirde arkadaş, mahşerde yoldaştır. Hiç bırakmaz seni. Sen  namaz kılarsın, namaz da seni insan kılar. Şunu belirtmeliyim ki; ben yaralarımı namazla sardım. Eczanelerde satılmayan tek ilaç. Göreceksin ki, yaraların iyileşecek, mutlu ve huzurlu olacaksın.
 
Nasıl ki vücudun gıdası yemek içmek ise, ruhun gıdası da namazdır.  Hani bazen sebepsizce sıkılırsın, için daralır boğulacak gibi olursun ya, işte onun tek sebebi ruhunun namaza aç olmasıdır. Ruh, yaratıcısını anmaya muhtaçtır. Rabbimiz Kur'an da ne buyuruyor; "Kalpler  ancak Allah'ı anmakla huzur bulur” (Rad,28) Ruhunun sesine kulak ver. Kendine bir iyilik yap, bir dene ne kaybedersin ki? Şunu haykırarak söylüyorum ki; NAMAZ'sız hayat yaşaNAMAZ
 
Gel sen de namazlı ol, namaz kılanlarla ol. Namaz cennetin anahtarıdır. Kıl beşi kurtar başı. Şeytan secde etmediği için şeytan oldu. Enaniyeti bırak. Kıyamet gelmeden sen de Rabbine kıyam et. Göreceksin hayatın düzene girecek, için içine sığmayacak. Melekler sevinecek... Ahir zamanda alnında secde izi taşımak Nuh'un gemisine çivi çakmaktır. Kurtuluşa erenler işte onlardır…
 
 
Son olarak kardeşlerim, Peygamberimiz (a.s.v) bu hadisi beni çok ağlatmıştır;Peygamber efendimiz : ''Altın tasla kevser suyunun başında bekleyeceğim. Oraya gelenlere ikram edeceğim.'' der. Ahir zaman gençlerini görünce elinde ki tası bırakır. Bunu görenler; -Ya Resulallah onlara vermeyecek misin? deyince, Resulullah onlara şu beni titreten cevabı verir: ''Ahir zamanda alnını secdeye koyan gençlerle arama altın tası koymam, onlara elimle içireceğim.'' der.  İşte bu Hadis bütün dünya nimetlerinden, mevkilerden, hazinelerden daha değerli kardeşim. Peygamberin elinden su içmek... Ne büyük bir makamdır öyle. Sen de Peygamberin (sav) elinden su içen nasipli ahir zaman gençlerinden olmak istemez misin? Allah (c.c) hepimize bu makama nail olmayı nasip etsin…
 
 
Tarih : 12.11.2013 Kaynak : Risale Ajans
 
 

29 Ocak 2014 Çarşamba

Allah'tan 3 Yaşındaki Çocuk Samimiyetinde İstemeli

Risale Ajans
 
A- A A+

Allah'tan 3 Yaşındaki Çocuk Samimiyetinde İstemeli

 
 
Gazeteci Yazar Mehmet Ali Bulut, Moral Dünyası Dergisi'ne verdiği röportajda, insanın kendisine bahşedilen istidatlardan habersiz olduğunu ve bu istidatları nasıl kullandığımızın ya da kullanıp kullanmadığımızın bize sorulacağını özellikle vurguluyor.
Bulut, kendisine yöneltilen, "Kant’ın benzer şekilde ifade ettiği gibi siz de “İçimizde her şeyi yapacak güç var” diyorsunuz. İnsanoğlunun belki de ibadetlerden ve dinden önce yeteneklerinden ve akıl nimetinden sorulacağını da ekliyorsunuz. Kulluğu bu manada izah eder misiniz?" şeklindeki soruya şöyle cevap veriyor:
 
 
 
İNSAN ALLAH'I ANLAYACAK DONANIMA SAHİPTİR
İnsan evrenin bütün güçlerini kendisi için kullanma kudretine sahiptir. Mesela burada bin televizyon olsa tek kumandayla hepsini yönetebilirim ki insanda da evrenin tüm güçlerini harekete geçirebilecek bir kudret vardır. İnsan kendisine verilen istidatları doğru kullanabildiği vakit, teorik olarak evrenin bütün hallerine muhatap olarak Cenab-ı Hakk’ı anlayabilecek donanıma sahiptir. İnsanın sorulacağı ilk şey bu yeteneği nerede kullandığı ya da niçin kullanmadığı üzerine olacaktır. Allah’ın mesul tuttuğu ibadetler bütün bu donanımların kapısını açacak, idrak etmesine yardımcı olacak egzersizler, ilhamlar barındırır.

 
 
3 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN SAMİMİYETİYLE İSTEMEK LAZIM
 
 
“İnsanın gücü her şeyi yaratmaya yeter” demiyorum, “öyle bir etkileme gücü var ki evrenin bütün güçlerini hareket ettirebilecek araçlar hükmündedir” diyorum. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle ifade ediyor; “Hiçbir gerekçe olmasaydı Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tek başına talebi cennetin var edilmesini gerektirirdi.” Bu aynı şeydir. İnsanın samimi talebi bu kadar mühimdir. Yaratıcı’dan bir şey isterken üç yaşındaki çocuğun samimiyetiyle istemek lazım. Cenab-ı Hakk’ın merhameti büyüktür, müthiş şefkatlidir. Buna başvurmak lazım… Allah, kainatı yaratmış ve insanın enesine de kumandasını koymuş. Doğru kullandığımız takdirde yağmur yağdırabiliriz, Ay’ı yarabiliriz, denizin üstünde yürüyebiliriz, uçabiliriz. Bunu yapanlar yok mu? Var ve hepsi bizim gibi insandı.   
 
 
Tarih : 28.01.2014 Kaynak : Risale Ajans
 
 

ÖNCE KENDİ ÇİZGİNİ UZAT (Mini hikaye)

ÖNCE KENDİ ÇİZGİNİ UZAT (Mutlaka Oku)
Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye :
“Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.
Öğrenci, bir süre düşündükten sonra,
“Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım. "
Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak,
“Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.
Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.
Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.
“Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.
Öğrenci utana sıkıla,
“Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.
Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:
- Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir . .
 
 
ÖNCE KENDİ ÇİZGİNİ UZAT (Mini hikaye)
 
Öğretmen sınıftaki zeki fakat kıskanç öğrenciye :
 
“Niçin arkadaşlarını çekemiyor, onların yaptıklarını bozup kavga ediyorsun?” diye sordu.
 
Öğrenci, bir süre düşündükten sonra,
“Çünkü onların beni geçmelerini istemiyorum” dedi. “En iyi ben olmalıyım. "
 
Öğretmen, masasından kalktı, eline bir parça tebeşir aldı ve yere 15 cm. uzunluğunda bir çizgi çekti, kıskanç öğrenciye bakarak,
“Bu çizgiyi nasıl kısaltırsın?” dedi.
 
Öğrenci bir süre bu çizgiyi inceleyip içinde çizgiyi birçok parçaya bölmek de olan birkaç yanıt verdi.
 
Öğretmen, yanıtları kabul etmedi ve yere ilkinden daha uzun bir çizgi çekti.
 
“Şimdi birinci çizgi nasıl görünüyor?” diye sordu.
 
Öğrenci utana sıkıla, “Daha kısa” diyerek başını öne eğdi.
 
Öğretmen bu yanıt üzerine öğrencisine unutmaması gereken şu öğüdünü verdi:
 
- Bilgini ve yeteneklerini artırarak kendi çizgini uzatman, rakibinin çizgisini bölmeye çalışmandan daha iyidir .
 
 

KAMYON ARKASI YAZILARI İMANA GELMİŞ :)

 
KAMYON ARKASI YAZILARI İMANA GELMİŞ :)
 


- Bir sana , birde teheccüd sonrası uykuya hastayım...
 
- Selvi boylum , al türbanlım...

- Kur-an Rabbimden inen güneş , ben yollarda çilekeş... ...

- Sen sus , AMELLERİN konuşsun..

- Nafile ile geçme beni , kazalarla mahçup ederim seni..

- Kara yollarında değil , Kabe yollarında öleyim..

- Nazar etme ne olur, maşaallah de seninde olur..
 
- Tek rakibim nefsim..

- O şimdi HACI!!!

- Hocam sağolsun..

- Camide yer yoksa imamım , farketmez ben dışarda da kılarım..

- Gözleri güzel ama tefekkür etmeyi bilmiyor..

- Kılana can feda , kılmayana da biraz DUA...
 
 

Estetik ameliyat ile geçici ve kalıcı güzellik üzerine


AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Estetik ameliyat ile geçici ve kalıcı güzellik üzerine

 
 
Hanım okuyucum, estetik ameliyata ait sorusunu sorarken beyinin fevkalade önemli bir örnek tavrını da ifade ederek diyor ki:
 
 
-Burun kemiğimdeki eğrilikten dolayı toplum içinde komplekse giriyor, estetik ameliyat yaptırarak düzeltmeyi istiyorum. Ancak bunun için izin istediğim beyim de, “Ben seni baştan dış görünüşüne göre tercih etmedim, senin ahlakını ve İslami hizmete olan bağlılığını beğenerek tercih ettim. Tercih ettiğim bu özelliklerinde bir eksilme yok, aksine yaşlandıkça daha da artma var, bu da beni mutlu etmeye yetiyor; estetik ameliyat yaptırmana gerek görmüyorum. Ama yine de sen bilirsin, senin tercihine de saygı duyuyorum.” diyerek sorumluluğu bana bırakıyor. Bu durumda benim sorum şu oluyor: Estetik müdahale ne zaman caiz olur, ne zaman caiz olmaz? Bunun belli bir tarif ve tespiti var mı, bunu öğrenebilir miyim?
 
 
 Cevap: Estetik müdahalenin caiz olan, olmayan kısmı var. Şöyle ki:
 
 
- İlk bakışta göze çarpan dış görünüşte bedenin herhangi bir yerinde bir fazlalık, yahut da bir alışılmamış farklılık var da, karşıdan gelenlerin dikkatleri hemen oraya kayıyor, önce o görüntü dikkatleri çekiyorsa; bunu da bakılan kimse fark ettiğinden üzüntü duyup komplekse giriyorsa, estetik düzeltme için gerekçe oluşmuş demektir. Çünkü bakanların dikkatleri oraya takılıyor, bakılan da bundan rahatsızlık duyacak kadar bakışları üzerinde hissedip, komplekse giriyor.
 
 
Şayet durum böyle değil de bakanların dikkatleri böyle bir görüntüye takılmıyorsa, bakışların oraya kilitlenmesi gibi rahatsızlık veren bir bakış söz konusu olmuyorsa, herkes gibi onun da kendine mahsus farklı bir yaratılışı ve görüntüsü varsa; buna rağmen kendisi kafayı takmış, rahatsız edici bir yanı varmış gibi kendini falan ve filan artiste benzetmek için müdahaleye gerek duyuyorsa, bunun caiz olmadığı açıktır. Çünkü mazeret gerekçesi oluşmamıştır. Bu konuyu böyle tespit ettikten sonra bir de maneviyat büyüklerinin güzellik tarif ve tespitlerine bakalım isterseniz. Onlar da insanın kafasını taktığı bu dış görünüş ile iç oluş konusunda tarif ve tespitlerde bulunarak diyorlar ki:
 
 
-Her insanda bir dış görünüş güzelliği vardır, bir de iç oluş güzelliği söz konusudur. Dış görünüş güzelliği gençlikle birlikte zaman içinde yok olup gitmeye mahkumdur. Şayet bu görüntü güzelliğine kafa takılır da bununla insan kendi değerini bulacağını sanırsa yanılır. Çünkü yaşlandıkça bu görüntü güzelliği gider, değersiz hale gelmeye başlar yakınları yanında.Halbuki iman ve amel güzelliği esas alınır da bilgi, beceri ve dindarlıkta ilerleme gibi iç güzelliğe yönelme söz konusu olursa, bu güzellik yaşlandıkça azalmaz, belki daha da artar, ebedi bir sevimliliğe sahip sayılır. Yaşlandıkça gördüğü hürmet ve saygı da artar.  
 
 
Bundan dolayı Hazret-i Ali efendimiz (ra) meşhur uyarısında der ki:
 
 
- Elbise ve süslenmelerle elde edilen dış güzellik kalıcı güzellik değildir. Asıl güzellik yaşlandıkça gelişen iman, amel ve ahlak güzelliğidir!.
 
 
Nitekim Allah Resulü Efendimiz (sas) de bu önemli konuya şöyle işarette bulunur:
 
 
- Allah sizin dış görünüşünüze, beden yapınıza bakmaz; ancak, kalbinizdeki niyetinize, dışa akseden amel ve ahlakınıza bakar!
 
 
 İşte bu kalıcı değere önem veren beyler, kadında geçici dış görünüşü değil de, kalıcı iman ve ahlak güzelliğini öne alırlar. Estetik ameliyata gerek görmeyen beyin hanımında gördüğü kalıcı güzellikten mutlu oluşu gibi, ömür boyu devam edecek mutluluğu tercih ederler. Bilmem bu geçici ve kalıcı güzellik konusuna, hanım ve bey olarak siz nasıl bakarsınız?
 
 

28 Ocak 2014 Salı

Vücudumuz


Vücudumuz

Vücudumuzda o kadar çok karbon taşırız ki
bunları bir araya toplayıp kullanmak mümkün olsa
9000 adet kurşun kalem yapılabilir.

2200 kibrite yetecek kadar fosforumuz,
250 gramdan fazla sülfürümüz,
bir kaşık dolusu magnezyumumuz,
5 cm boyunda bir çivi yapacak kadar demirimiz vardır.

Hay MaşaAllah



Namazı Çok Önemli İhtiyaç Olarak Görmeyen Nefsim!


Halil Dülgar
 
Namazı Çok Önemli İhtiyaç Olarak Görmeyen Nefsim!
 
Halil Dülgar
 
Ey işkembesine düşkün nefsim!
 
Her gün her gün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; peki niçin? Bunlar hayatının devamı için en büyük ihtiyaç, öyle değil mi?
 
Hem ekmekten, sudan, çeşit çeşit gıdalardan istifade ederken, havayı ciğerine doldururken hiç usanmaz, hiç bıkmaz, hiç şikayetçi de olmazsın.  
 
Zira günün belli bölümlerinde ekmeğe, yemeğe muhtaçsın; her saatte su içmek zorundasın; her dakika nefes almazsan hayatın zehir olur, zindan olur. Ve elbette sürekli tekrarlanan ihtiyacının sürekli sana ihsan edilmesinden pek memnunsun.
 
Ey hodbin, hodperest nefsim! Ancak kendini gören, kendini bilen, kendi rahatı için başkalarının felaketini arzu eden, kendine düşkün zalim nefsim!
 
Bu vücut binasında sen yalnız yaşadığını mı zannediyorsun? Bu cisim, bu hayat yalnız senin emrine mi verilmiş; bu kıymetli cevherler, bu mu’cize aza ve organlar senin yiyip, içmen, haz ve hevalarını tatmin etmen için mi seferber olmuş?
 
Altın yumurtlayan tavuğun çöplükte eşinmesi, elmasların parlak cam parçalarıyla değiştirilmesi, güneş varken mum ışığının tercih edilmesi hiç aklın karı mıdır? İnsafın varsa söyle!
 
Madem susuyorsun, öyleyse dinle: Bu bedenimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun ab-ı hayatı ve latife-i Rabbaniyemin havası, oksijeni namazdır, ibadettir.
 
Onlar dünya için yaratılmamışlar, dünya zevki namına istihdam edilemezler, o noktada kabiliyetleri hiç hükmündedir. İşkembene doldurduğun gıdalar olmasa yaşayamayacağın gibi, kalbimin yegane gıdası olan ibadetten mahrum kalması da manevi ölümüm demektir.

Susuzluk vücudumu çöle döndüreceği gibi, namazsızlık da ruhumu çoraklaştırır ve fazilet ve kemalat çiçeklerinin filizlenmesine bedel bedbahtça bir sükutu yaşamak zorunda kalırım.
 
Manevi vücudumda bütün duygularımın sultanı olan, Rabbani sofralardan manevi lezzetleri hissedip, zevk etmek için yaratılmış latife-i Rabbaniyemin kanadı kırılır o melekut semalarında uçamaz, ciğeri kanserleşir o nurlu atmosferden kovulmak zorunda kalır; şayet namaz olmazsa, ibadet ikliminden mahrum kalırsa. 
 
Evet, öyle bir kalp ki; dünyanın her türlü hadisesinin tesiri altında kalır; en küçükten en büyüğe her türlü dağdağalar onu döver, onu sindirir. Elemlerine son yoktur. Lezzetleri de sonsuzdur.
 
Ardı arkası kesilmez emellere tutkundur; içinde büyüttüğü sevdalar tükenmez, ufukları geride bırakır. Yuvasında gözünü açan yeni doğmuş bir kuştur kalbim; gözü uçsuz bucaksız semalarda lakin uçmaktan yana kötürümdür.
 
Arenada aslanların hücumuna uğrayan mahkumdur kalbim; yüzünü ebede dönmüş lakin gözünü kan bürüyen düşmanlara karşı takat fakiridir.

Böyle bir kalbin kuvvet ve gıdası her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında olan, her şey emriyle halledilen, onun izin ve iradesi dışında hiçbir şey olmayan, her şeyi kabza-i kudretinde tutan, her şeye gücü yeten sonsuz kudret sahibi Allah’ın rahmet kapısını namaz ile, niyaz ile çalmakla elde edilebilir.
 
Ta ki, sonsuz ihtiyaçları sonsuz zenginlik sahibi tarafından deruhte edilsin; sonsuz düşman ve hüzünleri sonsuz kudret eliyle ondan uzak tutulsun. İşte böyle bir kalp, Allah’dan başkasına yönelirse başına bela bulmaya mahkum olur. Bu asrın minaresinde bir ulu sada bak ne diyor:
 
 
“Yalnız biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.
Biri çağır, başkaları imdada gelmiyor.
Biri taleb et; başkalar layık değiller.
Biri gör; başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyorlar.
Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
Biri söyle; Ona ait olmayan sözler malayani sayılabilir.” 
 
 
Ey nefsim sen de artık anlamalısın ki, dünya fani. Fani dünyanın fani mahlukatıyla daima alakadar olan ruhumun sinesinde ayrılık yaraları açılıyor, hasret cerihaları kanıyordu.
 
Firak feryatları kulaklarını sağır ediyor, nedamet ateşlerinde yanıyordu ruhum. Kızgın çöllerin bağrından, azgın volkanların ağzından namazla kurtuldum; ibadet istikametiyle rahmet çeşmesinden kana kana içtim ve necat buldu ruhum.
 
Her şeye bedel Baki bir Mabud’u, zeval ve fena şaibelerinden münezzeh ezeli ve ebedi Mahbub’u bulmanın verdiği derin sevinçle şu kelimeleri heceledim:
 
 
“Faniyim, fani olanı istemem.
Acizim, aciz olanı istemem.
Ruhumu Rahmana teslim eyledim gayr istemem.
 
İsterim, fakat bir Yar-i Baki isterim.
Zerreyim, fakat bir Şems-i Sermed isterim.
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı birden isterim!” 
 
 
Ey nefsim, bil ki; ezici, sıkıcı, sıkıntılı, geçici, karanlıklı şu dünya ahvali içinde, ebediyet için yaratılmış ve şiddetle ebediyeti arzulayan fıtratımın sultanı olan latife-i Rabbaniye elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.
 
 
Şimdi ey nefsim, benimle beraber şu sözleri söyle: 
 
 
“Kalbimin en ince hatıratını, ruhumun en derin feryatlarını duyan yalnız Allah’tır; manevi duygularımın sonsuzluğa uzanan ihtiyaçlarını temin edecek yalnız Allah’tır.
 
Namazım yalnız Allah’adır; ben Allah’a teslim olanlardanım.”
 
 
 
Tarih : 23.01.2014 Kaynak : Risale Ajans
 
 

26 Ocak 2014 Pazar

Mü’min Hoş ve Güzeldir

​​

Mü’min Hoş ve Güzeldir

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel söz kökü sâbit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. O ağaç Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah, öğüt almaları için insanlara böyle misaller verir. Kötü sözün durumu da gövdesi yerin üstünden koparılmış sâbit olmayan kötü bir ağaca benzer.” (İbrâhim, 24,25,26)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Kur’an okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’an okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’an okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.” (Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36; Müslim, Müsâfirin 243.)

Bir sahâbî Rasûlullâh (sav) Efendimiz’e:

“–Yâ Rasûlallâh! Hangi amel Allâh katında daha sevimlidir?” diye sordu. Habîb-i Ekrem Efendimiz:

“–Hâl ve mürtehil(in ameli).” cevâbını verdi. Sahâbî:

“–Peki hâl ve mürtehil kimdir?” diye sorunca Efendimiz:

“–Kur’ân’ı başından sonuna kadar okuyan ve her bitirdiğinde hemen başa dönüp yeniden başlayandır.” buyurdu. (Tirmizî, Kırâât, 11/2948)
 



 


Arada atlanan namazlar

Arada atlanan namazlar


​​
Kızı istenen bir baba sorar:
 
 Damat adayı nasıl biridir?
 
-Güzel, yakışıklı, yiğit biridir, derler. Kızın babası:
 
-Ben onları sormuyorum, dinle, imanla alakası var mı, beş vakit namazını kılar mı? der.
 
Damat adayının annesi:
 
- Namazını kılar da arada bir tekler, atlattıkları, kılmadıkları da olur, cevabını verir.
 
Kızın babası üzülür, damat adayını kızına layık görmez.
 
- N’olur canım bir iki tekleme ile birkaç namazı atlatmakla? Derler.
 
Kızın babası:
 
- Allah’ı aldatan ve atlatan, daha doğrusu aldattığını ve atlattığını sanan
başta eşini olmak üzere herkesi çok rahat aldatır.
Böyle birine kız verilmez, der, kızını isteyenlere kapıyı kapatır. 
 
Allah buyurmuyor mu:
 
”Namazlarını ciddiye almayanlara yazıklar olsun!” (Mâûn, 107/ 4-5)

 Dr. Vehbi KARAKAŞ
 

 

25 Ocak 2014 Cumartesi

(Evlilik Okulu 17.Ders) Kadın-Erkek İletişim Farklılıkları

(Evlilik Okulu 17.Ders) Kadın-Erkek İletişim Farklılıkları





Evlilik okulumuzda iletişim konusuna devam ediyoruz. Karı-koca arasında iyi bir iletişim sağlamak istiyorsak yaratılıştan gelen kadın-erkek arasındaki farklılıkları mutlaka göz önünde bulundurulmalıyız.


Kadın ve erkek arasındaki en önemli farklılık kadınların daha çok beyninin sağ tarafını erkeklerin ise daha çok beyninin sol tarafını kullanması. Bu durum iki tarafında hayata ve olaylara bakışını tamamen etkiliyor. Kadın ve erkek arasındaki farklılıkları iyi bilmek evlilikte pek çok probleminizi çözmeye yarayacaktır. Farklılıklar konusuna derslerimizde ara ara değinsem de ilerleyen derslerde bu konuyu ayrı ders olarak anlatmayı düşünüyorum. Şimdi iletişim konusuna başlamış olduğumuz için iletişimde işimize yarayacak bazı farklılıkları öğrenelim.


Kadın beyninin her iki tarafında konuşma merkezi var, erkek beyninin sadece sol tarafında konuşma merkezi var. Bu yüzden kadınların konuşma ihtiyacı erkeklere göre daha fazla. Bilimsel olarak erkekler ortalama günde yedi bin civarı kelime kullanırken, kadınlar yirmi bin civarı kelime kullanıyorlar. Arada oldukça büyük bir fark var. Bu yüzden bir kadın kocasının kendi kadar konuşmasını beklememeli, erkek de karısının susup sessizce oturmasını beklememeli. Sadece farklılığı bilip kadın sürekli kocasını konuşturmak için zorlamamalı, erkek de karısını dinlemek için her akşam mutlaka zaman ayırmalı.


Biz kadınlar beynimizin daha çok sağını, erkekler solunu kullanıyor dedik. Tabii hangi tarafı ağırlıklı olarak kullanılırsak kullanalım diğer tarafla irtibat hep devam ediyor. Kadınlar da sağ ve sol beyin arasında irtibatı devam ettiren elektrik akımı çıtır çıtır hiç durmadan hızlı bir şekilde çalışıyor. Bu da kadınları detaycı ve iletişimde erkeğe göre daha hızlı yapıyor. Bunun konuşmaya etkisi ise kadınlar her türlü ortamda konuşabiliyorlar. Mesela bir oda dolusu hanım hem birbirleri ile konuşup hem de ortada dönen sohbeti ya da başka birilerinin konuşmasını takip edip onların konuşmalarına da katılabilir.


Fakat kalabalık bir erkek gurubunda bir erkek konuşur, diğerleri dinlerler. Erkekler ayrıca kendi aralarında muhabbet çevirmeye çalışmazlar. Çünkü erkeklerde beyindeki elektrik akımı daha yavaş olduğu için erkekler kalabalık ve sesli ortamlarda iletişime geçmeye zorlanırlar. Erkekler ikili iletişimlerde daha iyidir.


Hanımlar, televizyon açıkken, eşiniz bilgisayar başındayken ya da ortada çocuklarınız koştururken eşinizle sohbet etmeye kalkmayın. Size cevap vermeyecektir; boş yere kocam bana değer vermiyor, beni dinlemiyor diye üzülmeyin. Hele erkek dikkat isteyen bir iş yapıyorsa hiç konuşmaya çalışmayın.


Erkeğin sizin gibi televizyon izlerken ya da gazete okurken bir yandan sohbet etmesini biri yandan çocukla ilgilenmesini biri yandan başka bir işle meşgul olmasını beklemeyin. Çünkü erkek beyni daha sade kadın beyni daha karmaşık çalışıyor. Bu yüzden her akşam kısa bir süre de olsa sessiz bir ortam ayarlamaya çalışın.


Kadın ve erkek beyninin farklı çalışmasından kaynaklanan ve iletişimde ortaya çıkan farklı bir durum da şudur: Kadınlar bir şey anlatırken ya da dinlerken bambaşka bir konuya giriş yapıp az sonra da tekrar başladığı konuya dönebilir. Erkekler ise konuştukları konuyu bitirmeden başka bir konuya geçmek istemezler. Mesela karı koca konuşurlarken erkek gün içinde yaşadığı bir olayı anlatırken karısı patta da çocuğun okulda yaşadığı bir olaydan bahsetmeye başlayabilir. Erkek de sen beni dinlemiyorsun diye kızabilir. Aslında kadın dinliyordur. Sadece erkeğin anlattığı konu ona diğer konuyu hatırlatmıştır ve iki konu arasında aslında ince bir bağlantı vardır.


Bu duruma erkek açısından bakarsak erkekler kadınların bu özelliklerini bilip erkek karısı konuyu değiştirdiğinde bunu dinlenmediğine yormak ve sinirlenmek yerine bunu normal bir kadın davranışı olarak görüp başladığı konuya az sonra dönebilir. Zaten karısı o yarım konuyu unutmayıp ona hatırlatacaktır.


Duruma kadın açısından baktığımız zaman bir kadın kocası konuşurken sözünü kesmemeye çalışmalı ve o aklına düşen konuyla onun kafasını karıştırıp dağıtmamalı.


Kadın ve erkek arasındaki iletişim farklılıklarından birisi de erkekler duyguları ile ilgili konuşacakları zaman göz teması olduğunda rahat edemiyorlar. Göz teması kadınlarda, bakıp büyütme ve destek duygusu oluştururken, erkeklerde ise spot altına konuldukları hissini vererek; savunmaya geçip içlerine kapanmalarına sebep oluyor.


Bu yüzden hanımlar üzgünüm ama masada karşılıklı oturup göz göze bakıp romantik konuşmalar yapmak sadece bir hayal. Böyle bir durumda erkek kendini sizin tarafınızdan göz hapsine alınmış gibi hissediyor. Öyle bir ortamda eşiniz ya da havadan sudan konuşacaktır ya da size bakmadan konuşmayı tercih edecektir fakat rahatsız olduğu için kendini tam olarak ifade edemeyecektir. Bu sebeple eşinizle kendi duygularınızdan konuşmak ya da onun duygularını öğrenmek istiyorsanız yanına oturun. Arabada yan yana oturup yolculuk yaparken ya da birlikte markete giderken ya da yol boyu bir yürüyüş yaparken en romantik konuşmalarınızı yapma ihtimaliniz karşılıklı otururken yapacağınızdan kesinlikle daha fazladır.


Şimdilik bu kadar. İletişim farklılıklarına devam etmek üzere…Şimdi sıra sizlerin yorumunuzda…


 

Hikaye: ALLAH’IN LÛTFU

ALLAH’IN LÛTFU

 
dost
 
 
İki hasta adam aynı hastane odasında kalıyordu.
 
Hastalardan birine akciğerlerindeki sıvının akması için öğleden sonraları bir saatliğine dik durmasına izin verilmişti.
 
Onun yatağı odadaki tek pencerenin yanındaydı.

Diğer hasta ise tüm gününü yatağında uzanarak geçirmek zorundaydı.

Birbirleriyle saatlerce konuşurlardı; eşlerinden, ailelerinden, askerlik anılarından, gittikleri tatil yerlerinden…

Pencerenin yanındaki hasta her öğleden sonra yatağında doğrulduğunda zamanını pencerenin dışındaki gördüğü her şeyi oda arkadaşına anlatarak geçiriyordu.

Diğer yataktaki adam ise bir saatlik bu dilimde dış dünyadaki tüm yaşantılarla ve renklerle kendi hayatını genişletiyor ve canlandırıyordu.

Pencere güzel bir gölün yanındaki parka bakıyordu. Gölde çocuklar oyuncak gemilerini yüzdürürken ördekler ve kuğular da suyun üzerinde oynuyordu. Genç âşıklar her renkten çiçeklerin arasında kol kola yürüyorlardı ve şehrin silueti uzakta görülebiliyordu.

Pencerenin yanındaki adam bunları en ince ayrıntısıyla anlatırken, diğer taraftaki adam gözlerini kapatıp bu hoş manzarayı hayal ediyordu.

Sıcak bir öğle sonrası, pencerenin yanındaki adam ilerleyen bir bando takımından bahsetti.

Diğeri bandoyu duymamasına rağmen pencerenin yanındakinin açıklayıcı kelimelerinin yardımıyla sesleri zihninde canlandırdı.

Günler, haftalar, aylar geçti. Bir sabah hemşire hastaların odasına banyo suyu getirdiğinde pencerenin yanındaki hastanın ölü bedenini buldu – sessizce ölmüştü.

Hemşire üzüldü ve ölü bedeni alması için hastane görevlilerini çağırdı.

Makul gördüğü en kısa zamanda diğer hasta pencerenin yanına taşınmak istediğini belirtti. Hemşire bu bu isteği mutlulukla yerine getirdi ve hastanın rahat ettiğinden emin olduktan sonra odadan ayrıldı.

Hasta, yavaşça ve acı çekerek dışarıdaki gerçek dünyaya bakmak için kendini dirseğiyle destekleyerek doğruldu. Yatağın yanından pencereye dönmeye çabaladı.

Onu boş bir duvar karşıladı.

Hemşireyi çağırıp ona pencerenin dışındaki öylesine harika şeylerden bahseden merhum oda arkadaşın neden böyle bir şeye gerek duyduğunu sordu.

Hemşire merhumun kör olduğunu, duvarı bile göremediğini söyledi, ve “Belki de sadece seni cesaretlendirmek istemiştir” dedi.


***

Son söz:

Başkalarını mutlu etmenin muazzam bir mutluluğu vardır, kendi halimize rağmen.

Kederi paylaşmak yükünü hafifletir, ama paylaşılan mutluluk ikiye katlanır.

Eğer zengin hissetmek istiyorsan paranın satın alamadığı, senin sahip olduğun her şeyi gözünün önüne getir.


‘Bugün bir hediyedir, bu yüzden ona Allah’ın lütfü denir.’


 

Kader Anlayışımız

 
Kader Anlayışımız
 
 
Biz dedik;
- “ Herşey olacağına varır! ”

Allah c.c dedi ki;
- “ İnsan için ancak, çalıştığı vardır! ” ( Necm suresi- 39 )

Biz dedik ;
- ” Nasipse olur, kısmetse odur.. ”

Allah c.c dedi ki;...
- ” Biz her insanın kaderini, kendi çabasına bağlı kıldık.” (İsra Suresi. 13)

Sonra oturduk, kendi beceriksizliğimize kader deyip ağladık..
Ne güzel buyurmuş Geylani hazretleri;

- ALLAH' ın takdirini O’nun aleyhine delil yapmayın;
Çalışın, çabalayın..
 
 
 
 

Yağmurun şükrünü eda ettik mi? - Hekimoğlu İsmail


Hekimoğlu İsmail
 

Yağmurun şükrünü eda ettik mi?

 
 
Bediüzzaman Hazretleri, Emirdağ Lahikası’nda buyurmuş ki: “Denizin dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zalimlerden şekva ediyorlar ki, ‘onların yüzünden yağmur kesilir, hatta bizim de nafakamız azalır.’ derler.
 
 
Bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki, rahmet istemeye yüzümüz kalmıyor…”
Mesela Mısır’da kuraklık olunca Niyazi Mısrî’yi yağmur duasına davet etmişler. O da yağmur duasına çıkmamış; kalkmış, bulunduğu şehirden başka bir şehre gitmiş. Sonra dönüp gelince sormuşlar: “Neden yağmur duasına çıkmadınız?” Cevaben demiş ki: “Rahmet, rahmete layık olanların üzerine yağar. Herhalde bu şehirde bir günahkâr var ki yağmur yağmıyor. Acaba o günahkâr ben miyim diye kalkıp gittim…”
 
 
Bu kış beklenen yağmurlar yağmıyor. Yağmurun yağmamasıyla Allah, “Bana yalvarın!” diyor. “Dua edin…” Yağmur yağar veya yağmaz amma dua, imanın alametidir. Dua eden bilir ki, “Benim bu duamı bir duyan var.”  Her hadisede Allah’ın nizamını, hâkimiyetini görmek lazım... Kitab-ı kâinatı okumak lazım. “Nasıl olsa kış geliyor, yağmur yağar…” İşte yağmadı. Akla gelecek ilk şey, Allah!
 
 
Yağan yağmurlar durmasaydı her şey çürüyüp gidecekti. Yağmurlar damla damla değil de oluktan boşanırcasına yağsaydı, her şeyi seller götürecekti. Hiç yağmur yağmasaydı ne büyük felaket… Göklerin dizginini elinde tutan Rabb’imiz, yağmurdaki üç felaketten bizi koruyup, yağmuru rahmet olarak gönderiyor.  Amma bu kış yağmurlar az… İlim adamlarının pek çoğu bir halka, bir de yağmura bakmış; “Ey Rabb’imiz, affedici, bağışlayıcı Sensin. Sensin başımıza taş değil de rahmet yağdıran.” demişler.
 
 
Şükür, nimeti artırır. Şükürsüzlük de nimeti azaltır. Yağmur bol bol yağdığında acaba şükrettik mi? Bakınız, göklerde uçakla gezen insan, canlı bir yaprak dahi yapamıyor. Suyu yaratmak, buharları belli bir yerde tutmak, onu susuzların imdadına sevk etmek, sadece ve sadece Rezzak-ı Kerim’in işidir. Tuzlu denizlerden çıkan tuzsuz buharlar, gökyüzünü pamuk tarlasına çevirir. Bunlardan yağmur yağar, kar yağar, dolu yağar… Bunların hepsi birer mucizedir. Tabii her şey görene; köre ne?
 
 
Yani düşünüyorum da, bir arkadaş ucuzundan bir kalem hediye etse mahcubiyetimizden iki kat oluyoruz. Teşekkür üstüne teşekkür… Amma bir de o kalemi alıp, “Aman bu da ne…” deyip, bir kenara atsak, bir daha ne o arkadaş gelir, ne de hediye getirir.
 
 
Galiba biz yağmura böyle davrandık…
 
 
Allah bize çok yağmurlar yağdırdı; şükrettik mi? Mesela yağmuru seyredip, “Hey Rabb’im! Bu ne kudret! Denizleri göklere çıkaran, bulutları yerlere indiren, kara toprağı renk renk, desen desen dirilten, bostanları kazan yapıp, bize çeşit çeşit yemekler pişiren Sensin. Sen ki bizi bizden fazla düşünensin. Koruyup gözetensin. Şu yağmurun damlaları adedince şükürler olsun…” dedik mi?
Üstad “Şükr-ü mutlak!” diyor. Yani her nimeti doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i rahmetin hediyesi bilmek…
 
 
Allah yağmurları kesti. Biz de döndük  “Allah!” dedik. O neylerse güzel eyler…
 
 

Allâh’ın Kaderine Kaçıyoruz!



Allâh’ın Kaderine Kaçıyoruz!

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Yeryüzünde vukû bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musîbet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, o bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allâh’a göre kolaydır.”(Hadîd, 22)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Kadere îmân etmek, her türlü keder ve hüznü giderir.” (Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, I, 107)

Hz. Ömer (ra) bir yolculuktayken, gitmek üzere oldukları Şam’da salgın hastalık zuhûr ettiğini haber alınca gerekli istişâreler netîcesinde Şam’a gitmekten vazgeçmiştir. Aslında Cenâb-ı Hakk’ın ve Hazret-i Peygamberin emrine daha muvâfık olan bu ihtiyat ve tedbir karşısında sahâbeden Ebû Ubeyde bin Cerrah (ra), Hz. Ömer (ra)’a:

“–Allâh’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sormuş, Hz. Ömer (ra) ise, o âlim ve fâzıl sahâbîden böyle bir suâli beklemediği için:

“–Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Evet, Allâh’ın kaderinden, yine Allâh’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da bir tarafı verimli, diğer tarafı çorak bir vâdiye inseler ve sen verimli yerde otlatsan Allâh’ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allâh’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?” (Buhârî, Tıb, 30) (Osman Nûri Topbaş, Son Nefes, Erkam Yay.)

 
 
 

24 Ocak 2014 Cuma

NİHAT HATİPOĞLU - Müslümanlara gönülden uyarılar


NİHAT HATİPOĞLU - Müslümanlara gönülden uyarılar

NİHAT HATİPOĞLU
 
 

Müslümanlara gönülden uyarılar


İnanan insanlar, uğraşmaları gereken noktalardan başka şeylere odaklanınca atı alan Üsküdar'ı geçiyor. Dikkat ediniz.
 
Büyük bir tahrifat ve tahribatlarla karşı karşıyayız. Bugün dikkat etmezseniz yarın evlatlarınız elinizde bulunan bu 'Kuran'dan ve Hz. Peygamber'den (s.a.v.) uzaklaşacaklardır.

Dışarıdan yapılamayan ihanet öz evlatlarınıza yaptırılacaktır.

Bu bir kahve falı, bir burç falı filan değil, bir öngörü de değil. Bu apaçık ortadadır.

Dikkat etmemiz gereken bir iki hususa işaret etmek istiyorum. 

Müslüman görünümlü misyonerler

Adamların adı Ahmet, Faruk, Ayşe vesair.

Besmele ile başlıyorlar. Ezanı huşu ile dinliyorlar.

Ellerinden meal düşmüyor. İslamî kavramlar kullanıyorlar. Allah'ın selamını veriyorlar.

Sohbetlerinde Allah'la başlıyor ve sonra Kuran'ı itibarsızlaştırmaya çabalıyorlar. Kendilerince Kuran'ın içinde çelişkiler var diyorlar. Yeni bir kitap dizayn ediyorlar. Kuran, İncil, Tevrat'tan karma bir kitap. Bunlar Hz. Peygamber'i (s.a.v.) devreden çıkarmaya, sünneti hurafe olarak nitelemeye çabalıyorlar. Bunun dindeki adı ilhaddır. İrtidattır.

Yani İslam'ın dışına çıkmaktır. Tabii daha önce Müslümanlıkla ilgili bir geçmişleri varsa.
Hz. Peygamber'i (s.a.v.) devreden çıkarırken; Hz. İsa'yı öne çıkarıyorlar. Bu tehlikeli ve örgütlü tahrifatçı, İslam düşmanı grubun Hz. İsa ile Hz. Musa ile ne ilgisi olabilir ki!
 
Bunların kutsallarla ne ilgisi olabilir ki.

Bizler gereksiz hamlelerle birbirimizi üzerken, hırpalarken bu sinsi ve tehlikeli akımlar evlatlarımızı avlıyor. Dinsizleştiriyor, kendilerine köle ediyor. 


Neo-Mevlanacılar

Ekranlarda, eğilip bükülüp Hz. Mevlana'nın aşkından bahseden nevzuhur kişiler; birer 'aşk perisi' gibi Hz. Mevlana'yı anlatıyor. Aslında anlattıkları Mevlana değil. Ruhlarındaki kirli ve tezgâhlanmış ibadetsiz, adabsız, namazsız, örtüsüz, Hz. Peygamber'siz (s.a.v.) yeni din olgularına Hz. Mevlana'yı kurban ediyorlar.

İstismar ediyorlar.

Bu ayakları yerden kesilmiş, kıblesi karışık kişilerin 'misyonerlerden' hiçbir farkı yoktur.

Bunların dini Kuran ve Hz. Peygamber (s.a.v.) odaklı değildir. Nefis, ego, yılışıklık, istismar ve ibadetsizlik odaklıdır. Bunlara dikkat edin. Bırakın Mevlana'nın müridi olmayı, Mevlana şehrinin kapısından içeri giremezler.

Bunlar Kuran-ı Kerim ve sahih sünnetteki ibadetleri, emirleri, yasakları, tarihi kişilikleri sembollerle yaftalarlar.

Cahil olan, konuksever televizyoncular da onları köşeye oturtup; 'amanın, ne güzel lütuf buyurdunuz... Neden daha önce bilemedim' diyerek takdim ederler.

Bu vebale ve günaha ortaksınız. Cehaletiniz ortaklığınızı gizlemez veya meşru hale getirmez.
Sizler ehli sünnet dediğimiz 'Kuran ve sünnet' anlayışını, mezheplerin ve tasavvufun açtığı nezih
İslam'ı bozmakla meşgulsünüz. Allah elbet size fırsat vermeyecek.

Elbette Hz. Mevlana'nın hakkını vererek, Kuran ve sünnet ölçüsünde Hz. Pir'i anlatan kardeşlerimiz, gönül dostları, gönül mimarları bu sözlerin dışındadır. Hz.Resulu, Mevlana'nın ruh merkezi yapan edep sahipleri, bu sözlerin muhatabı değiller. 


Yegane sahil Kuran'dır

Etrafınıza bakın. Gözünüzü kapatıp açın. Bir daha bakın.

Rüya mı görüyorum diyorsunuz değil mi? Birbirinize ağır söz söylemeyin. Birbirinize müşfik olun. 'Ruhema.
 
Beynehüm'; müminler kendileri arasında merhametlidirler vasfınızı kaybetmeyin.
Ümmeti üzmeyin. Ümmetin boynunu eğdirmeyin. Yaptıklarımız gayretullaha dokunmasın. Sonra dualarımız geri döner.

İcabet saatleri sizden çekilip alınır. Dualarımız meleklerin aminlerine isabet etmez. Ahirette hiç hesaba katmadığınız manzaralarla karşılaşırsınız.

Belki de ahirette; 'Ve beda lehum minellahi ma lem yekunu yahtesibun: Ve onlara hiç hesaba katmadıkları şeyler Allah tarafından meydana çıkarılır' ayetine muhatap olursunuz.

Hiç kimsenin özelliği yoktur. Hiçbirimize yeni vahiy gelmeyeceğine göre, söz bittiğine göre, birbirimize neyle üstünlük sağlayacağız.

Sen haklı olduğun kadar, haksız da olabilirsin.

Karşındaki haklı olduğu kadar haksız da olabilir.

Mizan yok. Mizan Allah'ta. Hesabın doğrusu orada.

Bir fırtına var. Ortalık sis kaplı. Allah diyerek yola çıkanlara, Rabbin Rabbimdir deyin.
İlahın ilahımdır deyin. Sonra Allah nimetini alır. Yukarı kaldırır. Süreyya'ya çıksanız da ulaşamazsınız. Güneşi indirseniz de sizin güneşiniz olmaktan çıkar. Başkalarını aydınlatır, başkalarını ısıtır. Gelin; sözün, kelimenin, nefsin, egonun, düşmanlığın belini kıralım.

Yegâne sahile sığınalım. Allah'ın yüce kitabına ve Resulüne.

***

 
Veda haccındaki sözlerinden

Hz. Peygamber (s.a.v.) hayatında sadece bir kez hac yapmıştır. Buna da veda haccı denmiştir. Bu haccında, Arafat'taki genel 'veda hutbesi' dışında da yer yer sahabeye konuşmalar yaptı.
 
Nasr suresi inince

Denilir ki Nasr suresi Mina'da iken efendimize indi. Bu kısa surenin anlamı şöyledir:

'Allah'ın yardımı ve zafer geldiğinde ve insanlar Allah'ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, Rabbinin şanını yücelt. O'na hamd et ve O'ndan mağfiret dile. Çünkü O her zaman tövbeleri kabul edendir. (Nasr, 1-3)'

Bu sure indiğinde sahabe büyük coşku gösterdi. Ancak Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Abbas gibileri çok gözyaşı döktüler. Çünkü onlar bu ayetlerin Peygamberimizin vefatına işaret ettiğini biliyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu ayetlerden sonra ibadete düşkünlüğü artırdı. Zaten düşkündü.
 

Ama dozunu günden güne artırdı. Bu değişimi Hz. Ebu Hureyre şöyle anlatıyordu: 'Bu ayetlerin inişinden sonra, Hz. Peygamber kendini ibadete o kadar çok verdi ki, bundan dolayı ayakları şişti. Bedeni zayıf düştü, az gülümser oldu. Ve çokça ağlıyordu artık.'
 

İşte o günler. Arafat'ta devesinin üzerinde ayağa kalktı. Karşısında ihramlı 120.000 (yüz yirmi bin) kişi vardı. Şöyle dedi: Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyin. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle bir yerde bir daha buluşmayabilirim. Rabbinize kavuşuncaya kadar canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir. Birbirinize haramdır. Cahiliye devrinde güdülen kan davaları kaldırılmıştır. Ey insanlar! Bugün şeytan, sizin şu topraklarınızda kendisine kulluk edilmesinden ümidini kesmiştir.
 

Fakat siz, bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerle ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Öyleyse dininizi korumak için bunlardan da sakınınız. Kadınlara iyi davranın. Onlar sizin yanınızda zayıftırlar. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Onların namuslarını ve iffetlerini Allah adını anarak helal edindiniz. Ben size öyle bir şey bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarılırsanız, asla doğru yoldan sapmazsınız.
 

O, Allah'ın kitabı ve Peygamber'in sünnetidir.

İyi bilin ki, Müslüman Müslüman'ın kardeşidir. Ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler.

Kişiye kendisinin malı kendisi onu içinden gelerek gönül rızasıyla vermiş olmadıkça helal olmaz.

Kendinize yazık ve zulüm etmeyiniz.
 
 
 

23 Ocak 2014 Perşembe

“Onlar, Allah'ın yüce kudretini gereği gibi kavrayamadılar.”


​​
 
 
HAYIRLI CUMALAR
 
“Onlar, Allah'ın yüce kudretini gereği gibi kavrayamadılar.” (Zümer 67) buyurdu ...merhametli Mevla.

Küçücük çocuklar gördük Allah’ım, bakışlarındaki tatlı ihtişamı sen tasarlamıştın. Çiçekler gördük rengârenk, üzerlerindeki her bir süsü Sen çizmiştin.

Rüzgârın içimize işleyen uğultusunu dinledik, yağmur çarptı saçlarımıza, karın, tipinin altında sürüklenerek yürüdük. Gökler gürledi Senin kudretinle, şimşekler tüm tavanımızı salladı defalarca…

Sen kudretinle her yerde, her şeyde ve her zaman iş görüyordun. ‘Ol’ emrinle bir damladan türettiğin evrendeki damlalardan ürettiğin canlılar olarak huzurundayız.

Yüzdüğümüz deniz sahilinden ufka bakıyoruz; uçtuğumuz uçaktan bulutlarını seyrediyoruz. Yarattığın yeryüzünden muhteşem gökyüzünü süsleyen yıldızlarını izliyoruz.

O kadar büyüklük karşısındaki bu kadar küçüklüğü kavramanın şaşkınlığı içerisinde suskunuz.
 
Çünkü “Onlar, Allah'ın kudretinin büyüklüğünü gereği gibi kavrayamadılar.” (Zümer 67) buyruğundaki tanıma düştüğümüzü hissediyoruz.

Lütfunla bizi Şefkatli Şanına şahit kıl. Kudretli Keremini kalbimize kavrat. 
Yüceliğini yüreğimize tanıttır. Amin”
 
 
Muhammed Bozdağ

 
 

Allah Tövbekar Genci Çok Sever!


Allah Tövbekar Genci Çok Sever!
 
Burcu Ercivan
 
Allah Tövbekar Genci Çok Sever!
 
Burcu Ercivan
 
 
Biz dünyayı sevdik, o da bizi sever sandık. Bu sebepten ömrü bütün bütün zayi ettik… 
 
Güzelim Fatıma'lar,  selvi boylu Ali'ler bu yolda kaybolup gittiler. Halbuki ölüm genç yaşlı tanımıyor. Vadesi dolan bu dünyadan ahiret yurduna göçüyor. 
 
Çünkü ölüm ölmüyor, kabrin kapısı hiç kapanmıyor…
 
Her zamanki gibi bu yazımı da gençlere ithaf ediyorum. Sırada ki fatiha hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan gençlere gelsin…
 
Etrafıma bakıyorum da, herkes bir yol tutturmuş gidiyor. 
 
Gayri meşru ilişkiler, menfaat üzerine kurulmuş dostluklar. Şekilci gençler. Ayakkabısı markalı değil diye arkadaşlık yapmayanlar var. Bu söylediğimi de unutmayın 'menfaati bitenin dostluğu da biter' İşte bunların tek sebebi var; 'iman eksikliği'… 
 
Malesef ki durum bu…
 
Senelerce İslam'ı kötü göstermekte ellerinden geleni yaptılar. Gençlerimizi bu yoldan uzaklaştırdılar. 
 
Dini; geri kafalılık ve yobazlık olarak gösterip çağdaş çöplükte ne varsa yutturdular.
 
Şeytanla kader birliği yapmış insanların şerrinden Allah'a sığınırım... 
 
Ben de bu yollardan geçmiş bir kardeşiniz olarak bütün bu dalaverelerin arasından sıyrılıp doğruyu yanlışı ayırmam senelerimi aldı. 
 
Doğru bildiklerimin bütünüyle yanlış olduğunu gördüm. 
 
Kur'an yolunun tek kurtuluş olduğunu, Allah'tan başka yardım istenecek başka kimsenin olmadığını, dünyalık dostlukların kabir kapısına kadar olduğunu geç olmadan anladım, elhamdülillah… 
 
Ama herkes bu kadar nasipli değil. Hala bu dünyanın peşinde koşuşturup duran, bir iki dakikalık lezzet için ebedi hayatını mahveden 
kardeşlerim var; Ve bu beni çok üzüyor…
 
Peki hem bu hayatımızı hem de ahiret hayatımızı nasıl kurtarabiliriz? Üstad Bediüzzaman'ın bir sözü konuyu bütünen özetliyor bence; ''Helal dairesi keyfe kafidir,harama girmeye lüzum yoktur.'' 
 
Gerçekten de lüzum yok kardeşim. Helal olarak, İslamı yaşayarak hayatından zevk alabilirsin. Hem bu dünyanı hem de ebedi olan hayatını cennet bahçelerinden bir bahçeye çevirebilirsin. Nasıl mı? Allah'la beraber olanlarla olarak…
 
Seni her türlü kötü işlere davet eden arkadaşlarından uzaklaşarak. Çünkü onlar seni kendi nefisleri için sever, Allah ise seni senin iyiliğin için sever. ‘Allah yolunda kardeşler 
 
edinin, çünkü bu hem dünya hemde ahiret için daha hayırlıdır’ buyurmuş sevgili Peygamberimiz (sav). Yani bir sıkıntıya 
düştüğünde seni içmeye davet eden değil, seni namaza davet eden senin hakiki dostundur. Bunu bilmelisin.
 
Benim güzel kardeşim, benim en büyük hazinem Allah yolunda edindiğim kardeşlerim oldu. Hayatın bütün lezzetlerini tattım ama hiçbir zaman şimdi ki kadar huzurlu ve mutlu 
olmadım. 
 
Hakikaten HUZUR İSLAMDA. Etrafımda benden karşılık beklemeyen, sıkıştığımda benim için dua eden, beni Allah için seven, şeklime değil, kalbime önem veren kardeşlerim var. Ve inan ki cennet bahçesinde gibiyim. 
 
Dünya da cenneti bulamayan ahirette hiç bulamaz... Sen de seninle beraber namazda cemaat olacak, seni sadece Allah için sevecek insanlarla birlikte ol. Göreceksin helal dairen bir cennet bahçesi olacak. Harama tenezzül bile etmeyeceksin.
 
Gel sen de gençliğini helal ve temiz yaşa. Sen kendini düzeltirsen, Allah'da senin hayatını düzeltir.
 
Kendimden biliyorum. Tövbe kapısı her an herkese açıktır. Hiçbir şey için geç değil. 
 
"Şüphesiz ki Allah tövbekar genci çok sever”.
 
Sizinle Peygamber efendimizin bir hadisini paylaşmak istiyorum; Bir gün Peygamber efendimiz (sav) şeytana sorar "Ya iblis! Bu dünya da en nefret ettiğin insan kimdir?” İblis cevap verir: "Tabi ki sensin!” 
 
Peygamberimiz (sav):
 
"Onu biliyorum, benden sonra kimden nefret edersin?” 
 
İblis derki; "Tövbekar gençten!”
 
Yani, Peygamberimiz Allah'ın en sevdiği kulu. Demek ki Allah Peygamberimizden sonra en çok tövbekar gençleri seviyor. 
 
Sen de Allah'ın sevdiği, şeytanın nefret ettiği tövbekar gençlerden olmak istemez misin? Bence istersin. Allah zül celal de istiyor. Öyle olmasa bu yazıyı okumazdın…
 
Dualarım sizlerle…
 
 
Tarih : 12.11.2013 Kaynak : Risale Ajans