31 Mart 2014 Pazartesi

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel - 6

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel - 6

SEVGİLİ EFKAN HOCAM NAÇİZANE FAKİRİNİZ HAKKINDAKİ YAZISINA ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel---6/Blog/?BlogNo=455120


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel - 6

Her şeye rağmen yaşamak çok güzel - 6
 
Her Şeye Rağmen Yazmaya devam ediyor...


Beğeniyle sizlere sunduğum  Celal ÇELİK 'in düşünce ve hayata bakış tarzına ait  yorumlarına devam  ediyorum...                           


 Namaz ve Stres

Çağımızın hastalığı stres… İnsanlar günlük hayatın getirdiği yüklerle çok büyük stresler yaşıyorlar. Namaza başladıktan sonra bendeki stres sıfırlandı.


Günde beş kez Rabbim beni huzuruna alıyor. O’na içimi dökerek duayla rahatlıyorum. Dünyanın fani ve her şeyin geçici olduğunun farkına yeniden varıyorum. Başıma gelen her şeyin Rabbimin izniyle geldiğini ve bir hikmeti olduğunu biliyorum.

Stres yaşayan ve gerçek huzuru  yakalamak isteyen herkese namazı tatmalarını öneriyorum. Ah hele o sabah namazları yok mu? Herkes uyurken Rabbimle sohbet etmenin lezzetini hiçbir şeye değişmem.

Aman dikkat engelli kardeşlerim !

İlk hastalandığım zamanlar 1999 dan önce babam iyileşmem için pek çok yolu denedi. Anadolu’da bir çok şehirde cincilere, yatır, türbe ve bioenerji uzmanı gibi pek çok umut tacirine gittik. Epeyce maddi kaybımız oldu ve inanın hiç bir fayda görmedim. İyi ki de görmedim. Belki de şirke düşecektim. İyileşmemi bir  cinciye bağlayacaktım. İnsanlarda vicdan kalmamış. Sizi hem iyileşeceğinize inandırıyorlar, hem de paranızı alıyorlar. İnsanların ilgisine ve güler yüzüne kanmayın.

Kur'an-ı Kerim'i okuduktan sonra anladım ki her şeyi yalnızca Rabbimden istemeliyim. Benim hastalığımın tıbben tedavisi henüz yok. Belki de bu yüzden alternatifleri denedik. Hamdolsun şifa için yalnızca Rabbime muhtacım.

Bu ayet bana derman oldu. Allah şifamı verecek ama herhalde daha zamanı gelmedi.

Ya da belki de ahirette şifa verecek inşallah.

“...Allah izin vermeden bir tek yaprak bile düşmez...”  (Enam suresi 59. ayet)
               
 Hastalık gafletten uyandırır

Hastalığıma hiç isyan etmedim fakat önceleri “Acaba neden Allah bana hastalık verdi?” diye çok düşünmüştüm. Ailede, hatta sülalede engelli biri yoktu. Hidayetimle bu soru cevabını buldu.

Çünkü Allah beni seviyor inşallah. Burası geçici bir imtihan yeri olduğu için dünyaya dalıp ahireti unutmamı istemiyor inşallah.

Fantastik

Sizlere fantastik bir soru soracağım. Mesela annem bana hamileyken doktor babama deseydi ki: “Oğlunuzun yavaş ilerleyen bir hastalığı var. Önce sarhoş gibi yürüyecek ve sonra tekerlekli sandalyeye mahkum olacak. Ömrünün sonuna kadar bakıma muhtaç olacak... Hatta ileride yatalak olabilir.“
 Babama, annemi kürtaj yaptırmasını tavsiye eder miydiniz?

Cevabınız olumlu ise ben olmayacaktım. Ben bebeği engelli olacak diye kürtaj yaptıranlara çok üzülüyorum.

              O bebeğin nasıl bir insan olacağını asla bilemeyiz. Allah’ın takdirine rıza göstermeliyiz. Eğer böyle bir günah işlemişsek af talep etmeliyiz.
Allah gaffar-u Rahim'dir.
                        
     Engelli olmak

Allah dileseydi her insanı mükemmel bir sağlıkla yaratabilirdi. Öyle değil mi? Gücü her şeye yetene zor mu? Ama bence o zaman dünya hayatının imtihan sırrı anlaşılmayacaktı.

Allah biz engellileri toplumdaki sağlıklı insanlara ibretlik yarattı. Sağlıklı insanlar, bizlere bakıp haline şükretmeli ve de kulluklarını gözden geçirmeliler diye düşünüyorum.

Biz engellilere gelince, bizler özel seçilmişiz gibime geliyor. Yani sülalemizde ve mahallemizde binlerce sağlıklı insan var. Ve ben onlara şükretmeleri için vesileyim.  Bir insan engelli de olsa, sağlıklı da olsa dünya hayatı bir gün bitecektir.

Madem ki dünya fanidir ve önemli olan ahiret hayatıdır. Ahirette önemli olan ise sevaplarımızın çokluğudur. Biz engelliler yüksek sevap katsayısı ile çok sevap kazanabiliriz diye düşünüyorum. Böylece engelimiz sonsuz mutluluğa kavuşmamızı kolaylaştırır.

Engelli olduğuma üzülmüyorum

Ben aslında engelli olduğuma bir bakıma seviniyorum. Çünkü çocukluğumdan beri alay edilirdim, çok kırıcı sözler işitirdim. Oysa ben hasta olduğumu bile bilmiyordum. Dengesiz yürümem benim hatam değildi. O kırıcı sözler ok gibi kalbimi yaralıyordu.Allah beni öyle imtihan ediyordu.

         Şimdi tekerlekli sandalyedeyim ama mutluyum. Herkes bende hata olmadığını gördü. Artık toplumda engelli de olsam bir yer edindim.

Hiç kimse bana artık sarhoş musun, yamuk, daha ayakta duramıyorsun, dik dur biraz, sen ne biçim yürüyorsun, dengesiz, içtin mi vs. demiyor. Hamdolsun bugünüme...
Efkan Vural

 (Devamı 04/04/2014 Cuma)

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel---6/Blog/?BlogNo=455120

 

Köpek yavrusunun feryadı!

Köpek yavrusunun feryadı!

Bir vicdansız vatandaş yeni doğmuş köpek yavrularını geçen kışın dondurucu soğuğunda annelerinden ayırıp çöpe attı. Vicdan sahibi bir vatan evladı da, çöpte seslerini duyunca kurtarıp evine götürdü. Yavrulardan birinin “anne, anne” feryadına benzeyen yakarışını izliyordum evimin mutfağında. Çok üzüntülüydüm.

Uzaktan sesi duyan kedimiz, hışımla mutfağa daldı. Her feryadı duyuşunda koşarcasına döndü çevremde. Kuyruğu diken diken oldu, gözlerini adeta ...dört açıp çevreyi taradı, sesin kaynağını bulmaya çalıştı. Bilgisayarımdaki görüntüyü fark etti ve ekrana hücum etti. Kedinin, şu köpek yavrusunun yakarışından ürperdiğini ve yardıma koştuğunu anladım, videoyu durdurdum. Kedi dakikalarca bu ürpertiyi üzerinden atamadı.

O bir kedi. Bir hayvan deyip geçmesin kimse. Bir köpek yavrusunun acı feryadına nasıl can havliyle duyarlı davrandığını gözlerimle gördüm. Peki şu insana ne oluyor? Kıyamet günü nasıl hesap verecek o yavruların yüce Sahibine! Nasıl kurtulacak bu acımasızlığının hesabından! Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Allah bizi vicdansızlıktan korusun.

Dr. Muhammed Bozdağ

Köpek yavrusunun feryadı! - 1.27 dklık video , izlemek için tıklayınız:

https://www.facebook.com/photo.php?v=677101425686587&set=vb.163202220409846&type=2&theater



 

“Allah” lafzı celalindeki mucize


 
DİKKAT BİLMEDİĞİN MUTHİŞ BİR MUCİZE VAR


“Allah” lafzı celalindeki mucize- İspanyol asıllı Hıristiyan bir öğrencinin araştırma

Arap dili ve edebiyatı üzerine araştırma yapan İspanyol asıllı Hıristiyan bir öğrenci “Allah” lafzı üzerine yaptığı bir araştırmada çok çarpıcı sonuçlara ulaştı.

Ürdün’ün Yermuk Üniversitesi’nde Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde yüksek lisans öğrencisi olan İspanyol bir genç kız, “Allah” lafzının ses mahreci ve dilsel yönü üzerinden yaptığı tez çalışmasında çok çarpıcı sonuçlara ulaştı. İspanyol kız, “Allah” lafzının bir mucize olduğunu söyledi.

İspanyol bir Hıristiyan olmasına karşın fasih Arapça konuşabilen Helen şöyle dedi; “Arapça’da okuduğum en güzel isim ‘Allah’ lafzıdır”.
 
Sadece O’nun isminin insan diliyle söylenmesinde eşsiz bir nağme var. Çünkü isminin harflerinin oluşumu diğer isimlerin hepsinden farklı. Söylenişi dudaklardan değil karından gelerek tüm bedene titreşim yaymaktadır. “Allah” lafzı, noktalardan yoksun olması nedeniyle dudaklardan çıkmaz.”
Bölüm hocasını açıklama ve analiziyle aciz bırakan İspanyol öğrenci şöyle devam etti;
 
“Allah lafzı, isminin mucizelerinden biridir. Harfleri ne kadar eksilirse eksilsin isim herhangi bir değişikliğe uğramadan olduğu gibi kalır. Bilindiği gibi “Allah” lafzının son harfi damme hareketiyle şekillendirilmektedir (Allahu/ اللهُ)”.
 
Hıristiyan öğrenci açıklamalarını şu şekilde tamamladı;
 
 
“Eğer isimden ilk harfi yani elifi kaldırırsak lillahi olur. Aynen şu ayeti kerimedeki gibi:
‘ve lillahi-l esmau’l hüsna fed’uhu biha / ‘ولله الأسماء الحسنى فادعوه بها’’ (En güzel isimler Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin. A’raf, 180).
 
 
İlk elif ve lamı silersek lehu kalır. Allahu Teala’nın şu ayeti kerimesindeki gibi bu şekilde de ayet hala kendisine işaret etmeye devam etmektedir: ‘lehu ma fis-semavati vel-ard / ‘له ما في السموات والأرض’’ (Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Nisa Suresi, 132).
 
 
Elif ile birlikte ilk ve ikinci lamı kaldırdığımızda damme harekeli he kalmış olur. Buna karşın hala O’na (Subhanehu ve Teala) işaret edilmektedir. Şu ayeti kerimede olduğu gibi; ‘hu-vellezi la ilahe illa hu / ‘هو الذي لا اله إلا هو’’ (O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur. (Haşr Suresi, 22).
 
 
İlk lam kaldırılırsa da ilah olarak kalmaktadır ki ‘Allahu la ilahe illa hu / ‘الله لا إله إلا هو’’ (Allah, kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Bakara Suresi, 255) ayeti kerimesinde de ilah kelimesinin O’na döndüğü açıkça görülmektedir”.


 
Bu yaratıcının isminde dahi yüceliğinin delillerinden biridir. Zira bu sözler Arap olmayan ve Hıristiyan birinin dilinden gelmiştir.


 
 




Kalbin Rotası


Kalbin Rotası
​​
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“…Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah onlarda bulunanı değiştirmez…” (Ra’d, 11)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Kulların kalbleri Allah’ın kudret elindedir. Onları istediği gibi halden hale çevirir.” (Müslim, Kader 17; İbn Mâce, Muk. 13; Müsned, VI, 91)

--

30 Mart 2014 Pazar

Duâda Dikkat


SEVGİLİ DOSTLAR,

BU YAZILARI ÖNCE KENDİ NEFSİMİZ  İÇİN YAYINLIYORUZ...
VE YAZILARIN HEMEN HEPSİNİ YAYINLADIKTAN SONRA VE ÖNCESİNDE OKUYORUZ.
 
ASLINDA GAYEMİZİ  AŞAĞIDAKİ SÖZ ÖZETLİYOR.
BU YAZILAR DA İLİM SOHBETİ OLARAK SAYILIR İNŞALLAH
KALBİM VE KALBİMİZ KARARMASIN DİYE...
ÇÜNKÜ ŞÖYLE DİYOR:

"Kırk Gün İçinde Bir İlim Sohbetinde Bulunmayanın Kalbi Kararır. Büyük Günah İşlemeye Başlar. Çünkü İlim Kalbe Hayat Verir. İlimsiz İbadet Olmaz..."  İmâm-ı Rabbani k.s.a....
 

Duâda Dikkat
 
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Duâlarına şu sözleri de ekle. De ki: «Ey güçlükleri kolaylaştıran Allah!Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru!” (Bakara, 201)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
​​
"Allâh'tan talep edilen (dünyevî şeylerden) Allâh'ın en çok sevdiği, âfiyettir." (Tirmizî, Deavât, 112/ 3542)

--

29 Mart 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Fazilet ve önderlik

Hekimoğlu İsmail - Fazilet ve önderlik
 

Hekimoğlu İsmail
 

Fazilet ve önderlik

 
 
Felsefede pragmatizm vardır. Faydalı olan her şeyin iyi olduğunu söyler. İslamiyet’te ise helal olan her şey iyidir. Faziletli insan helal dairede yaşar. İyilikleri kendinde toplar. Şahsına kötülük edene de iyilikle karşılık verir. Böyle yapınca da, ne faziletli insanım, diye dolaşmaz.
 
 
Faziletin bütünü İslamiyet’tedir, rezaletin bütünü de İslamiyet’in dışındadır. İslamiyet’te insanın zararına hiçbir şey yoktur. Faziletli insan da etrafına fayda verir. Çevremizde görürüz. Tanıyıp tanımadığına bakmadan, her “İmdat!” diyene koşan insanlar vardır. Başkalarına zarar vermemek değil sadece, fayda vermek var burada. Yani hırsızlık yapmamak başka. Hırsızlığa uğrayana yardım etmek yahut hırsızlığı önlemeye uğraşmak başkadır. Böylesi, faziletli insanların davranışıdır.
Faziletli insan fazileti dağıtandır. En güzel tebliğin yaşayarak yapılması gibi faziletli insan da Müslümanlığın güzelliklerini yaşayarak dağıtır.
 
 
Böyle bir insana bir komşusu geliyor, diyor ki: “Benim işlerim hep ters gidiyor. Bunun sebebi nedir? Ne yapayım?” O da diyor ki: “İçkiyi bırak. Çünkü içki aklı karartır. Aklı işe yaramaz hale getirirsek felaketler peş peşe gelir.” Komşu da içkiyi hakikaten bırakıyor. Parası bereketleniyor. Aile hayatı, iş hayatı düzene giriyor.
 
 
Burada şunu görüyoruz; komşusu bizim adamı akıl danışacak kişi olarak görüyor. Ve onun verdiği akla uymaya da hazır. Çünkü ona güveniyor. Onun kendisine çare göstereceğini biliyor. Bizimki dindarlığıyla kendiliğinden önder oldu yani. Öyle bir hayat yaşa ki herkes senin yaşayışına hayran olsun. Seni örnek alsın. Harika bir hayat yaşadığını görüp seni anlamaya çalışsın. Seni takip edecekler, çözmeye çalışacaklar. Bakacaklar ki bu adam Müslüman. Müslümanlığını yaşıyor. Güzelliği buradan geliyor. O zaman diyecekler ki, “Şu adam böyle bir hayat yaşıyorken bana ne oluyor ki bu hayatı geri tepiyorum. Hayır! Ben de bu hayatı seçiyorum.”
 
 
İşte böylece, o faziletli insan bir köyde yaşasa, beraber yaşadığı köylülerin dünyasını cennet eder. Köyümüzde Kur’an okumasını bilen bir ayakkabıcı vardı. Oğluna hem sanat hem Kur’an öğretti. “Benim babam da böyle olsaydı…” diye düşünürdüm. O ayakkabıcı diğerlerinden ayrıldığı için dikkatimi çekmişti.
 
 
Dünya zıtlar âlemidir. İyilik gül bahçesinin kokusu gibiyken, kötülük patlayan kanalizasyon kokusu gibidir. İkisi de yayılırken her şey zıddıyla anlaşılır. Nasıl ki küçücük bir cihaz, kocaman atmosferin derecesini ölçer, soğuk sıcak anlaşılırsa aynı şekilde bir faziletli insan kimin iyi kimin kötü olduğunu hemen gösterir.
 
 
İnsanlar iki nehir halinde akarlar. Birinde temiz su, birinde pis su vardır. Faziletli insan temiz taraftadır, iyi taraftadır. Hadiseler onu endişeye sevk etmez, başına gelenlerden şikâyet etmez. Böylece sakin düşünüp doğru kararlar verir. Ölçü sahibidir. Kendisine olduğundan fazla değer vermemenin huzuru içindedir. Güzel konuşur, kimseyi kandırmaz, mütevazıdır, yaratılmışları sever, fedakârdır. Peygamberimiz’i model alır. Toplum kendine böyle insanları önder seçerse sonumuz iyi olur.
 
 

28 Mart 2014 Cuma

Hayâ Ahlakının Sırrı

Hayâ Ahlakının Sırrı


UZUN GİBİ AMA ÇOK AKICI YAZI... MUTLAKA OKUYUN

 
 
 
Birisi bize “Güzel ahlak nedir?” diye sorsa, aklımıza bir sürü cevap gelir, ama herhalde “Sır saklamak,” en son aklımıza gelir.

Hâlbuki Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, “Her dinin bir ahlakı vardır, İslam dininin ahlakı hayâdır.” (Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 9)

Hayâ nedir? Utanılması gereken bir şeyden utanmak, gizlemek, ifşa etmemek değil midir? Öyleyse sır saklamak da hayâ ahlakının mühim bir parçasıdır.

Gençlerimizi sır saklamak ve hayâ konusunda yeterince bilinçlendirmediğimizin farkında mıyız?

Bir genç kardeşimiz mail yazarak sormuştu: “Ben bazen namazlarımı geçiriyorum ama bunu kimseye söylemiyorum. Bundan dolayı da ‘Acaba ben riyakâr mıyım?’diye vicdan azabı çekiyorum. Ne yapmalıyım?”

Ona İmam Gazali’nin İhyau Ulum’id-Din eserinde okuduğum cevabı iletmiştim, ‘İnsanların senin kabahatlerini bilmesini istememen riya değil, hayâdır. Riya ise amellerini halk görsün ve beğensin niyetiyle yapmandır. Seninki hayâdır, riya değil. Hayâ fazilettir.

Zaman içinde kendini düzeltme niyeti taşıyan bir kişi, kendisi aleyhine başkalarını şahit tutmak istemez ki bu doğru bir şeydir.”

Gençlerimize faziletleri sırasıyla öğretmemişiz ki, akılları karışıyor. Hâlbuki riyadan sakınmak amel sahipleri için lüzumlu bir inceliktir, henüz amel işlemeyen gençlerin aklını bu konuyla fazla meşgul etmek onları “samimiyet” adı altında laubaliliğe itebiliyor. Bazen görüyoruz medyada veya sosyal medyada insanlar ibadetler hususundaki kusurlarını ve bir takım kabahatlerini gereksiz yere paylaşıyor, başkalarını şahit tutuyorlar.

İslam ahlakında ibadet de gizli olmalıdır, kabahat da. Ne ihlâsı zedeleyecek şekilde faziletleri, ne de izzet ve hayâ duygusunu zedeleyecek şekilde hataları ifşa etmemek gerekir.

Rabbimiz bizim kabahatlerimizi kat kat perdelerle gizliyor. Bazılarını gecenin karanlığıyla örtüyor, bazılarını duvarlarla, örtülerle perdeliyor. Bazılarını da göğüs kafesimizle gizliyor, gönlümüzün derinliklerinde, belki melek ve şeytanların bile haberdar olamayacağı kuytularda saklıyor. Böylece yalnız O, -celle celalühü- biliyor ve kul kendi kendini rezil etmedikçe kulunu hiç kimseye rezil etmiyor.

Çünkü Rabbimiz “Belki kulum tevbe eder, kendisini düzeltir” diye kabahatlerimizi örtüp, bize mühlet veriyor. Kulun işi arsızlığa vurup büsbütün çığırından çıkmasını istemiyor. Bu yüzden kullarının başkalarını kendi günahına şahit tutmasını da istemiyor, başkasının günahını araştırıp ifşa etmesini de istemiyor.

Bu esastan dolayıdır ki bizim dinimizde Hıristiyanlıktaki “günah çıkarma” gibi, başkalarının huzurunda yapılacak bir itiraf istenmiyor. Sanki Rabbimiz es- Settar isminin bir başka tecellisiyle, bizi bize örtü kılıyor.


 
Sır Saklama Yeteneğiyle Doğduk

Yaratan, sinelerimizi, sahibinden başkasının ulaşması imkânsız bir hazine odası gibi gizli yaratmış. O odanın biricik anahtarı olan dilimizi de aklımıza emanet etmiş. Bu yüzden biz akılsızlık edip kendi sırrımızı yaymadıkça, kimse hazine odamıza giremiyor, gönlümüzden geçeni okuyamıyor.

Öyleyse bize düşen, yaratılışımıza yerleştirilen bu nimeti değerlendirmek, kendi kendimizi ele vermekten sakınmak olmalı, değil mi?

Eskiler demiş ki, “Allah boğazı kırk düğüm halinde yaratmış. Öyleyse sen de bundan ibret al da, sözünü söylemeden önce kırk düğüm çözecek kadar düşün, ondan sonra söyle.”

Madem Rabbimiz kendi sinemizi bir sır örtüsü, kendi dilimizi dudağımızı bir kilit kılmış, bunu kendi lehimize kullanalım.

Eskiler, “Sırrını dostuna da söyleme, belki bugün dostundur ama yarın kalbi değişir, düşmanın olur.” demişler.

Gerçi düşmanının bile sırrını saklamak bir mürüvvettir ama herkes öyle yüce gönüllü olmayabilir. Bazen bir öfke anında dudakların mührü çözülüverir. Hatta sadece mahremiyetler, kabahatler değil, basit bir bilgi bile aleyhinize oluverir.

Günümüzün en yaygın hastalıklarından biri de boşboğazlık. İnternet de bu kötü huyun hastalığa dönüşmesine imkan veriyor. Bazı insanlar internet üzerinden olur olmaz her şeyi anlatıyor. Bir bilgiyi paylaşmadan önce düşünelim; acaba saatlerdir alışverişte olduğumuzu herkesin bilmesi gerekiyor mu? Herkesin geç saatlere kadar internet başında oturduğumuzu bilmesi uygun mudur? Hepsi bir yana, tevbe etmeye ve kendini düzeltmeye niyetli bir kişi hatalarını başkalarına söyleyip aleyhine şahit tutar mı?

Bırak Rabbinle aranda kalsın, belki öyle bir afla affedecek ki, yere göğe, meleklere bile unutturacak… Rabbinden başkasını sırdaş edinmeye ne ihtiyacın var ki…


 
Sırları İfşa Gönle Yüktür

Sırrını saklamak, iletişim imkânlarının kısıtlı olduğu zamanlarda daha kolaydı. Günümüzde iletişimin kolaylaşması bazen sır saklamayı güçleştiriyor. Mesela arkadaşlarını ancak ayda birkaç kere gören bir kişi, onları görünceye kadar birçok şeyi unuturdu veya “Söylersem sonuçları ne olur?” diye düşünüp taşınacak kadar zamanı olurdu.

Ama şimdi cep telefonu, internet, WhatsApp mobil iletişim derken günde kırk kere mesaj iletişimi mümkün hale geldi. Bu ise kendini kontrol etme becerisi gelişmemiş kişiler için büyük bir risk haline gelmeye başladı.

Mesela otobüste, vapurda giderken arkadaşlarıyla sohbet edenlerin konuşmaları kulağıma çalınıyor. Yüksek sesle konuştukları için özellikle dinlemek gibi bir gayret göstermesek de otobüsteki herkes onu duyuyor zaten. Bunun başkalarını rahatsız etme yönü zaten ayrı bir bahis. Özel meselelerini kim olduğunu bile bilmedikleri kişilere ulu orta paylaşmaları bir başka sorumsuzluk göstergesi.

Hâlbuki hususi hayatına dair o konuları, bırakın otobüsteki tanımadıkları kişilere, telefonun öbür ucundaki arkadaşına bile söylememesi lazım... Büyük ihtimalle de bir müddet sonra bu kadar özel meseleleri paylaştığı için pişman olacak.

Gençlerimizin büyük bir kısmı, şahsi meselelerini, kiminle, hangi sınıra kadar paylaşabileceklerine dair bir ölçüye, edebe, hassasiyete sahip değiller. Bilhassa kadın ve kızlar, konuşmaya aşırı düşkünlük göstererek bu konuda ölçüyü aşıyorlar. Sonra da “Birisinin aleyhine söylediğim söz, onun kulağına gider mi?” “Verdiğim bilgi aleyhime kullanılır mı?” “Dost bilip paylaştım ama düşmanlık eder mi?” diye endişelenip duruyorlar. Muhtemeldir ki psikologların kapısını aşındıranların çoğu, bu gibi kendi kendine sırdaş olmayı beceremeyen kardeşlerimizdir.

Bu kadar çok konuşmamız gerekiyor mu gerçekten? Hâlbuki basit bir boşboğazlık bile, hiç ummadığımız bir şekilde aleyhimize sonuç doğurabilir.

İslam ahlakı sahasında büyük deha, İmam Gazali rahmetullahi aleyh, bize sır saklama konusunda öyle bir ölçü gösteriyor ki, eğer riayet etsek çok rahat ederiz. Diyor ki:

“Bir erkek kazancının ne kadar olduğunu hanımı ve çocuklarına söylememelidir. Eğer az görürlerse onu küçümserler, çok görürlerse istekleri bitmez.”

Şimdiki psikologlara sorarsanız, tam tersini söyler, “Aile içi iletişim için her şeyi konuşun, her şeyi paylaşın” derler. Batılılar bir şeyi keşfedince abartıyor, ölçüsünü kaçırıyorlar.

Hâlbuki her şeyi konuşmak iletişim değildir. Her şey gibi iletişimin de bir ölçüsü, bir dozu, adabı, üslubu olmalıdır.

İslam ahlakına göre kişinin kendini ilgilendirmeyen konuları merak bile etmemesi lazımdır. Müslümanlığımızı güzelleştirmenin ölçüsü, malayaniyi, yani seni ilgilendirmeyen, mesuliyet alanına girmeyen şeyi terk etmemizdir. Bu anlayışa sahip olduğumuz zamanlarda hem psikolojimiz hem de ilişkilerimiz çok daha sağlıklıydı. Kendi sırrımızı da başkalarının sırrını da gereği gibi korurduk. 


 
İnternette İz Bırakıyorsunuz

İnsanın bazı sırlarını en yakın dostundan bile saklaması gerekir, en çok da mahremiyetini... Peygamber sallallahu aleyhi vesellem karı koca arasında kalması gereken şeyleri anlatmayı en çirkin ihanet olarak tavsif ediyor. Eskiler hanımının ismini, nüfus sayımı yapan memurlara söylemeye ar ederdi, şimdi herkes nişanlısıyla fotoğrafını internete koyar hale geldi. Nereden nereye…

Gerçekten İslami ahlak ve adab bilgilerimizi tazelemeye ve genç nesle aktarmaya çok ihtiyacımız var. Çünkü onlar çok daha büyük risklerle karşı karşıya.

Sır saklamak eskiden de büyük bir faziletti, günümüzde ise adeta hayati bir mesele oldu. Mesela facebook ve twiter sayfalarında çoğu zaman dikkatsizce paylaşımlar yapılıyor. Birçok gencimiz gelecek ne getirecek bilmeden fotoğraflar ve hatıralar paylaşıyor. Mesela nişanlılar birlikte gezip tozuyor, bunları anlatıyor ve fotoğraf çektirip koyuyor. Meselenin tesettürle ilgili kısmı bir mahzur, aranızda geçenlerin helaliyet durumu diğer bir mahzur, başkalarına kötü örnek olmak ve insanları bunlara şahit tutmak başka bir mahzur.

Hepsinin üstüne bir başka mahzur da şu; bazen anlaşmazlık oluyor veya evlenmek kısmet olmuyor nişandan ayrılıyorlar. Bir sünger çekilip unutulması gereken bütün o mahremiyete bir sürü kişi şahit tutulmuş oluyor.

Tatilde işlediğimiz bir hatayı paylaştığımız zaman, biz tevbe etsek ve ilgili fotoğraf ve yazıları zaman tünelimizden silsek bile unutmayacak kişiler olabilir. Belki de kendi elimizle kendimizi gammazlamamız neticesinde ahirette aleyhimize şahitlik etmeleri için kendimizi ele vermiş olabiliriz.

Kısacası, zamanın imkânları adeta iki tarafı keskin bir kılıç gibi. Bu imkânları kendimizi yaralamadan kullanamıyorsak bırakalım kullanmayalım. Ne kaybederiz ki?

Zaten çağımızda kişisel bilgilerin gizliliği konusu büyük bir problem… Sanki Allah azze ve celle, ahiret âleminin bir misalini bu dünyada gözümüzün önüne koymuş. Artık öyle bir zamandayız ki, bazı şeyleri gizlemek istesek de gizleyemeyebiliriz. Bu sebeple gizleme ihtiyacı duyabileceğimiz şeyleri hiç yapmamamız lazım.

Çünkü zamanımızda her yerde trafik ve güvenlik kameraları var. Kamu binalarından tutun mağazalara kadar hatta apartman girişlerinde bile izleniyoruz. Bunun yanında telefon dinlemeleri yapılıyor, her şey kayıt altına alınıyor. Nereden alış veriş yaptığınız kredi kartı harcamalarınız sayesinde izlenebiliyor. İnternette siteleri tıklarken bıraktığınız iz takip edilebiliyor, mesela bir ürünle ilgili fiyat araştırması yapsanız anında e postanıza o ürünle alakalı reklamlar gelmeye başlayabiliyor. Demek ki şirketler tarafından izlenebiliyorsunuz.

Aynı şekilde, sırf meraktan tıkladığınız sitelerin bile kaydı tutuluyor ve hakkınızda dosyalar oluşturuluyor olabilir. Mesela ilerde, siyasi- idari mühim bir göreve geldiğinizde, birilerinin elinde sizinle alakalı sırların bulunması pekâlâ mümkün… Eğer kimsenin bilmesini istemediğiniz bir şeyler yaptıysanız, bu sırların nasıl iğrenç bir silaha dönüşebileceğini belki şu an tahmin bile edemezsiniz.

Bir internet servis sağlayıcısı firma yetkilisi, “Kimsenin bilmesini istemeyeceği şeyi yapma, saklaman mümkün olmayabilir.” Diyor. Bir başka deyişle, ahirette de, dünyada da selamette olmak istiyorsak, “Günahın gizlisinden de açığından da kaçınmalıyız.”

Rabbimiz hepimizi yüz kızartan hallere düşmekten iki dünyada da muhafaza etsin. Âmin.
 
 
 
 
 

Babam birgün dedi ki

Babam birgün dedi ki


Babam namazlarda beni hiç yanından ayırmazdı..

Bir gün dedi ki evlat şunu unutma :

Eğer birşeyler kötüye gidiyorsa

bil ki namazlarında problem vardır..
 



 

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel- 5

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel- 5

Kıymetli Efkan hocam fakiriniz hakkındaki yazısını şöyle devam ettirmiş:

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel--5/Blog/?BlogNo=454758


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel- 5


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel- 5
 


Engelli komşum Celal ÇELİK’in  hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi düşünce ve yorumlarını beğeniyle sizlere sunmaya devam etmek  istiyorum:

Aşk
Aşk en üstün duygudur. Aşk bir sihirdir. Etrafında dolaşan renkli yıldızlardan oluşmuş, gözle değil ancak gönülle görülebilen bir sihirdir. Aşık olduğunda değişirsin. Asla yapmayacaklarını yapabilir, her zaman yaptıklarından vazgeçebilirsin. Ben aşık olduğum kızı hiç ölmeyecek, solmayacak, beni hep  sevip kollayacak sanmıştım. Aslında ben o insanda bu özellikleri hayal etmişim. Zamanla anladım ki, Baki olan bütün güzelliklerin gerçek sahibi Rabbime aşık olmalıydım. Bu hastalık beni kendime getirdi.

Yaşadığım o beşeri aşk, zamanla şimdi ilahi  aşka dönüştü.Hakiki aşk ilahi aşkmış, şimdi ise her konuştuğum kişiyle sözü İslam’ a ve Peygamberimiz(S.A.V.)’e getiriyorum. Hep Allah’ı ve Peygamberimizi düşünüyorum.

Seven sevdiğine itaat eder. Allah’ın sevmediği haramlardan kaçıyorum. Yani sevdiğimi üzmemek için bunları yapıyorum… Allah’a itaat Onu sevmenin neticesidir. Allah’ı razı etmek için namaz kılıyorum.  Allah’ın mektubu  Kur’an-ı Kerim’i  okuyorum ve üzerinde düşünüyorum.

Her Zaman Sabır
Bu dünyada bir sabır imtihanındayız. Rabbim her an imtihanda olduğumu hatırlatarak uyanık tutuyor. Bazı insanları gördüm ki, sağlıklı olmalarına rağmen kazayla elindeki bir şeyi yere düşürmeye görsünler. Hemen dudaklarından “Allah kahretsin”  cümleleri dökülüyor. Oysa her zaman sabırlı olmaya çalışmalıyız.

Dünya Bir Oyun Sahnesidir
Bana dünya hayatı tiyatro oyunu gibi geliyor. Bilirsiniz tiyatro oyununda sanatçılar, roller ve sahne vardır. Bir de sahne arkasında kulis… Ben dünyayı büyük bir  tiyatro sahnesine benzetiyorum. İnsanlar tiyatro sanatçısı ve Yüce yaratıcı da yönetmendir, bence… Kulis mi neresi? Ölüm ve Kabir. Mesela bir tiyatro oyunun da kral, sakat çoban, memur , işçi vs. var. Oyun içinde sahnede, kral sakat çobandan üstündür. Ama oyun sonrası kulise gidilince o kral olan insanla sakat çoban eşittir.

Hepimiz bu dünyada bir oyuncuyuz. Tiyatroda veya bir dizi filminde olsun herkes rolünü güzel oynamaya çalışır. Allah bana bu engelli rolünü verdiyse bu rolün hakkını verebileceğim için vermiştir. Bir dizide bile yönetmen rolleri dağıtırken rolün hakkını verecek kişileri  oynatır.

Ötelerde ben engelli olmayacağım inşallah. Sadece bu dünyada rolümü iyi oynamam gerekli. Bu dünyada Yüce yaratıcımız herkese bir rol vermiştir. Kimine doktor,  mühendis, avukat; kimine bakan, genel müdür, daire başkanı ; kimine hamal, simitçi, tezgahtar; kimine de doğuştan engelli…

Ama bunların birer rol olduğunun farkına varan ve oyunun hakkını verek oynayana ne mutlu…
Bilirsiniz, satrançta oyun bitince şahta, piyonda aynı kutuya yan yana konur….

Efkan Vural

(Devamı 31/03/2014 Pazartesi)

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel--5/Blog/?BlogNo=454758


 

27 Mart 2014 Perşembe

H. NUR ARTIRAN hocadan özlü söz

H. NUR ARTIRAN hocadan özlü söz

Hayat Nur Artıran hocayı sanırım her perşembe 21:10 daki Cine5 TV den izliyorsunuz.
Sevgili hocamızı twitterdan takip ediyordum... Artık twitter kapandı.

Facebookta adına açılmış bir grup var. orada bugun şu yazıyı okudum.
ve şu söz beni çok etkiledi...

"Allah kulunu hiç ummadığı bir yerden ve hiç beklemediği bir şeyle imtihan eder. O nedenle “Mümin uyanık olur” hâdis-i şerîfini rehber edinmeli, en zor şartlarda dahi dilimizi, gözümüzü, kulağımızı korumalıyız. Unutmamalı ki, insanı hayvandan ayıran tek şey sadece edebdir. "
H. NUR ARTIRAN

HAYIRLI CUMALAR...
ALLAH, 30 mart 2014 PAZAR GÜNÜ SEÇİMLERİ MİLLETİMİZ İÇİN HAYIRLARA VESİLE KILSIN...
CUMAMIZ  MÜBAREK OLSUN...



**********************

MESAJIMIZ VAR...
Sevgili Gönül Dostlarımız,

Sizleri, siz dostlarımızla sevinçli bir haberi paylaşıyor olmanın neşe ve heyecanı ile selâmlarız.
Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi'nin twitter'da yayınladığı mesajlar pek çok dostumuz ve bizler için bir mutluluk vesilesi oluyordu.

Grup üyelerimizden bize ulaşan, H. Nur Artıran Hanımefendi'nin mesajlarına devam etmesi konusundaki talepleri, bizler kendilerine mail yoluyla ilettik.

Grubumuzdan haberdar olan H. Nur Artıran Hanımefendi, Twitter yasağını çiğnemeyeceğini ancak bizlerin bu ricasını da geri çevirmeyeceğini belirttiler.

Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi Aşk Bir Davaya benzer grubu üyeleri için zaman zaman mesajlar göndereceğini, burada karakter sınırının olmamasının da bir güzellik olduğunu ifade ettiler.
H. Nur Artıran Hanımefendi'nin grubumuza göndermiş olduğu ilk mesajı sizlerle paylaşıyor, okuduklarımızı anlamayı, anladığımızı görmeyi, gördüğümüzü de yaşamayı niyâz ediyoruz.

"Allah kulunu hiç ummadığı bir yerden ve hiç beklemediği bir şeyle imtihan eder. O nedenle “Mümin uyanık olur” hâdis-i şerîfini rehber edinmeli, en zor şartlarda dahi dilimizi, gözümüzü, kulağımızı korumalıyız. Unutmamalı ki, insanı hayvandan ayıran tek şey sadece edebdir. "
H. NUR ARTIRAN
 



Ölümden kim korkar, kim korkmaz?

Ölümden kim korkar, kim korkmaz?


Divân-ı Kebîr, cilt 1, 317

“Âşık olmayanlar, ölümden korkarlar.

Ömürlerinin uzun olması için Allah’a yalvarır, mühlet isterler.

Âşıklar ise ‘Hayır hayır!’ derler,
sevgiliye kavuşacakları için
‘Ey ölüm, çabuk gel, çabuk ol’
diye nazda niyazda bulunurlar.”

H. Nur Artıran, Aşk Bir Davaya Benzer, s. 335

Hekimoğlu İsmail - Eşimle Anlaşamıyorum Diyenlere


Hekimoğlu İsmail - Eşimle Anlaşamıyorum Diyenlere 

Hekimoğlu İsmail

 

 
 

Eşimle Anlaşamıyorum Diyenlere 

Eşlerin anlaşamamasının üç sebebi vardır: Mânevî sorunlar, maddî sorunlar ve çevrenin etkisi.
 
Allah insana öyle bir beyin vermiş ki, problemlerin bütününü çözebilir. Eşler arasında maddî durum sorun olmamalı. Durum ortada. Ne kazanıyorsak, onu yiyeceğiz. Bu dünyada pek çok fakir zevk içinde, huzurla yaşamıştır. Pek çok zengin de rahat bir nefes alamadan göçüp gitmiştir. Et getir, ekmek getir, baldan da haberin olsun. Et yok, ekmek yok, halden de haberin olsun.
 
 
Manevî sorunlar tesettür, ibadet veya mahrem hayat yönünden olabilir. Böyle problemleri yaşayanlar uzman kişilerin desteğini alabilir. Dindar ve ehil birine danışıp Benim şu şu problemim var, ne yapabilirim, nasıl halledebilirim? derse, Allahın izniyle o kişinin söylediği ona şifa olur. Amma dinlerse  Evlilik, matematik hesabı gibi değildir. Şöyle davranırsak şöyle olur, böyle yaparsak böyle olur gibi teknik hesaplar evlilikte tutmaz. Kişi kendi çözümünü önce kendibulmalıdır. İnsan yaprak gibi olmamalı. Yaprak, esen rüzgâra tabidir.
 
Evlendiğimde annem yanımdaydı. Şöyle düşündüm. Bu annemdir, bu da karımdır. Her ikisinin de hukukunu korumalıyım. Evliliği kötü yere sürükleyen huylardan biri de laf taşımaktır. Laf taşımak cahillerin işidir. Düşüncesi kıt olanlar, ne yaptığını bilmeyenler, taşı nereye attığının farkında olmayanlar taşıdıkları lafla kafa kırarlar. Kavga, ailede yaşanabilecek en kötü durumdur.
 
 
Evlilikte sorunlar varsa, eşler her şeyi bırakıp oturup düşünmeli; Ben neyim, ne yapmam gerekiyor? sorularına cevap aramalıdırlar. Genç bir hanım bana, Eşimle anlaşamıyorum. dedi. Al eşini karşına ve eşine, Kocacığım, biz mesut olmak için evlendik. Fakat anlaşamıyoruz. Nasıl hareket etmemi istersin? Seni nasıl memnun edebilirim, onları söyle de yapayım. Mutluluğumuz için ben bir adım atmış olayım. de, dedim.
 
Kadın hemen itiraz etti  :Ben onun kölesi miyim? O benim istediğimi yapsın!  Bu düşüncenden vazgeçebilir misin? dedim. Hayır! dedi. Yaşlandıkça insanların huyları kemikleşir. Değişmez, yeni bir şekle girmez. Ben böyleyim, diye inat eder. O inat, aileyi târumâr eder. Küçük anlaşmazlıklar ve gereksiz inatlar büyük dertlere sebep olur. İki şoför yarışa çıkıyor ve ikisi de kaza yapıyor. Yollar yarışmak için değil, gideceğimiz yere ulaşmak içindir.
 
 
Evlilik üstünlük gösterme meydanı değildir. Nasıl mutlu olunur? sorusuna cevap arama yeridir. Rahat olmanın, huzurlu olmanın en iyi yöntemi, eşinin iyi taraflarını görmektir. Bu şekilde denge sağlanır. Eşinin huyları yüzünden kendini heba eden, uçurumdan yuvarlanan insanlar tanıyorum. Adamın huzuru yok ne yapsın! Şu kocaman dünyada bir yere sığamıyorlar. Ben de sakin bir hayat istiyorum! diye teselli isteyen insanlar gelirdi bana. Sabret derdim. Konfor yerinde. Gezmedikleri,görmedikleri yer kalmamış. Öyle bir noktaya gelmiş ki,mutluluğu başkalarıyla kuracağı ilişkilerde arayacak amma, insanlardan korkmuş. Kadın kocasının, koca da karısının her istediğini yerine getiremez. Asıl anlaşmazlık bundan çıkıyor.
 
 
Gözlemlediğim kadarıyla evlilikte yapılan en büyük hata anlayışsızlık.  Kadın da erkek de, eşinde İslâmiyetin esaslarını görmek ister. Evin reisi, İslâmiyet olmalıdır. 

Hekimoğlu İsmail
 

 



--

​​

Tarihte Türk ve Müslüman Alimlerin Buluşları!

 

Tarihte Türk ve Müslüman Alimlerin Buluşları!





Eskiden sadece Kuran’ı duvara asmıyor, aynı zamanda ayetler ışığında bol bol tefekkür ediyorduk ve bakıp özeneceğimiz yaşayan çok güzel örnek alimler vardı.
 
Günümüzde gençlerimizin bu konuda en büyük problemi örnek alacağı şahsiyetlerin olmaması... Gençlerimizin çoğu futbolculara, dizi oyuncularına hayranlık besliyorlar.

Yaratan Rabbinin adıyla oku emrine göre düşünmek, herşeyi Allah’ın yarattığı bir mektup nazarıyla tefekkür etmektir. Buna kainata Kuran gözlüğünden bakmak diyoruz.

 Eskiden bu düsturu uygulayan müslümanlar bütün ilimlerde çok ilerlemişlerdir. BUYRUN OKUYUNUZ :


Abdüsselam : ( 1926 - ) Pakistanlı Fizik Bilgini İlk nobel ödülü alan müslüman bilim adamı.

Ahmed Bin Musa : ( 10. yüzyıl ) Sistem mühendisliğinin Öncüsü. Astronom ve Mekanikçi.

Akşemseddin : ( 1389 - 1459 ) Pasteur önce Mikrobu bulan ilk bilim adamı. İstanbulun fethinin manevi babasıdır. Fatih sultan Mehmet' in Hocasıdır

Ali Bin Abbas : ( ? - 994 ) 1000 sene önce ilk kanser ameliyatını yapan bilim adamı. Kılcal damar sitemini ilk defa ortaya atan bilim adamıdır. Eski çağın en büyük hekimlerinden olan hipokratesin (Hipokrat) Doğum olayı görüşünü kökünden yıktı.

Ali Bin İsa : ( 11. yüzyıl ) İlk defa göz hastalıkları hakkında eser veren müslüman bilim adamı.

Ali Bin Rıdvan : ( ? - 1067 ) Batıya tedavi metodlarını öğreten islam alimi.

Ali Kuşçu : ( ? - 1474 ) Ünlü Bir türk astronomi ve matematik bilginidir.

Ammar : ( 11 yüzyıl ) İlk katarak ameliyatını kendine has biçimde yapan müslüman bilim adamı.

Battani : ( 858 - 929 ) Dünyanın en meşhur 20 astrononumdan biri trigonometrinin mucidi, sinus ve kosinüs tabirlerini kullanan ilk bilgin.

Beyruni : ( 973 - 1051 ) Dünyanın döndüğünü ilk bulan bilim adamı ümit burnu, amerika ve japonyanın varlığından bahseden ilk bilim adamı. Beyruni amerika kıtasının varlığını kristof colomb'un Keşfinden 500 sene önce bildirmiştir. Matematik, Jeoloji, Coğrafya, Tıp, Felsefe, Fizik, Astronomi gibi dallarda eserler yazmıştır. Çağın En Büyük Alimidir.

Bitruci : ( 13. yüzyıl ) Kopernik'e yol açan öncülük eden astronom bilim adamı.

Cabir Bin Eflah : ( 12. yüzyıl ) Ortaçağın büyük matematik ve astronom bilginidir . Çubuklu güneş saatini bulan ilk bilim adamıdır.

Cabir Bin Hayyan : ( 721 - 805 ) Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve kimyanın babası sayılır. Maddenin en Küçük parçası atomun parçalana bileciğini bundan 1200 sene önce söylemiştir.

Cahiz : ( 776 - 869 ) Zooloji İlminin öncülerindendir. Hayvan gübresinden amonyak elde etmiştir.

Cezeri : ( 1136 - 1206 ) İlk sistem mühendisi ve ilk sibernetikçi ve elektronikçi Bilgisayarın babası; oysa bilgisayarın babası yanlış olarak ingiliz matematikçisi Charles Babbage olarak bilinir..

Demiri : ( 1349 - 1405 )Avrupalılardan 400 yıl önce ilk zooloji ansiklopedisini yazan alimdir ... Hayatül hayavan isimli kitabı yazmıştır.

Dinaveri : ( 815 - 895 ) Botanikçi Ve astronom bir alim olarak bilinir.

Ebu Kamil Şuca : ( ? - 951 ) Avrupaya matematiği öğreten islam bilgini.

Ebu'l Fida : ( 1271 - 1331 ) Büyük Bir bilgin tarihçi ve coğrafyacıdır.

Ebu'l Vefa : ( 940 - 998 ) Matematik ve Astronomi bilginidir trigonometriye tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı kazandıran matematik bilginidir.

Ebu Maşer : ( 785 - 886 ) Med-cezir olayını (gel-git) ilk keşfeden bilgindir.

Evliya Çelebi : ( 1611 - 1682 ) Büyük Türk seyyahı ve meşhur seyahatnamenin yazarıdır.

Farabi : ( 870 - 950 ) Ses olayını ilk defa fiziki yönden ele alıp açıklayıp izah getiren ilk bilgindir.

Fatih Sultan Mehmet : ( 1432 - 1481 ) İstanbulu feth eden ve Havan topunu icad eden yivli topları döktüren padişahtır fatihin kendi icadı olan ve adı "şahi" olan topların ağırlığı 17 ton ve bakırdan dökülmüş olup 1.5 ton ağırlığındaki mermileri 1 km ileriye atabiliyordu bu topları 100 öküz ve 700 asker ancak çekebiliyordu..

Fergani : ( 9. yüzyıl ) Ekliptik meyli ilk defa tesbit eden astronomi alimi.

Gıyasüddin Cemşid : ( ? - 1429 ) Matematik alimi. Ondalık kesir sistemini bulan çemşid cebir ve astronomi alimi.

Harizmi : ( 780 - 850 ) İlk cebir kitabını yazan ve batıya cebiri öğreten bilgin. Adı algoritmaya isim oldu rakamları Avrupa' ya öğreten bilgin. Cebiri sistemleştiren Bilgin.

Hasan Bin Musa : ( - ) Dünyanın çevresini ölçen, üç kardeşler olarak bilinen üç kardeşten biri..

Hazini : ( 6 - 7 yüzyıl ) Yerçekimi ve terazilerle ilgili izahlarda bulunan bilgin.

Hazerfen Ahmed Çelebi : ( 17. yüzyıl ) Havada uçan ilk Türk. Planörcülüğün öncüsü.

Huneyn Bin İshak : ( 809 - 873 ) Göz doktorlarına öncülük yapan bilgin.

İbni Avvam : ( 8. yüzyıl ) Tarım alanında ortaçağ boyunca kendini kabul ettiren bilgin.

İbni Battuta : ( 1304 - 1369 ) Ülke ülke , kıta kıta dolaşan büyük bir seyyah.

İbni Baytar : ( 1190 - 1248 ) Ortaçağın en büyük botanikçisi ve eczacısıdır.

İbni Cessar : ( ? - 1009 ) Cüzzam hastalığının sebeb ve tedavilerini 900 sene önce açıklayan müslüman doktor.

İbni Ebi Useybia : ( 1203 - 1270 ) Tıp Tarihi hakkında eşsiz bir eser veren doktor.

İbni Fazıl : ( 739 - 805 ) 12 asır önce ilk kağıt fabrikasını kuran vezir.

İbni Firnas : ( ? - 888 ) Wright kardeşlerden önce 1000 sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştiren alim.

İbni Haldun : ( 1332 - 1406 ) Tarihi ilim haline getiren sosyolojiyi kuran mütefekkir. Psikolojiyi tarihe uygulamış, ilk defa tarih felsefesi yapan büyük bir islam tarihçisidir. Sosyolog ve şehircilik uzmanı.

İbni Hatip : ( 1313 - 1374 ) Vebanın bulaşıcı hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklayan doktor.

İbni Havkal : ( 10. yüzyıl ) 10 asır önce ilmi değeri yüksek bir coğrafya kitabı yazan alim.

İbni Heysem : ( 965 - 1051 ) Optik ilminin kurucusu büyük fizikçi. İslam dünyasının en büyük fizikçisi, batılı bilginlerin öncüsü, göz ve görme sistemlerine açıklık kazandıran alim. Galile teleskopunun arkasındaki isim.

İbni Karaka : ( ? - 1100 ) Dokuzyüz yıl önce torna tezgahı yapan bilgin.

İbni Macit : ( 15. yüzyıl ) Ünlü bir denizci ve coğrafyacı. Vasco da Gama onun bilgilerinden ve rehberliğinden istifade ederek hindistana ulaştı.

İbni Rüşd : ( 1126 - 1198 ) Büyük bir doktor, astronom ve matematikçidir.

İbni Sina : ( 980 - 1037 ) Doktorların sultanı. Eserleri Avrupa üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan dahi doktor. Hastalık yayan küçük organizmalar, civa ile tedavi, pastör' e ışık tutması, ilaç bilim ustası, dış belirtilere dayanarak teşhis koyma, botanik ve zooloji ile ilgilendi, Fizikle ilgilendi, jeoloji ilminin babası.

İbni Türk : ( 9. yüzyıl ) Cebirin temelini atan islam bilgini.

İbni Yunus : ( ? - 1009 ) Galile'den önce sarkacı bulan astronom.

İbni Zuhr : ( 1091 - 1162 ) Endülüsün en büyük müslüman doktorlarından asırlarca Avrupa'da eserleri ders kitabı olarak okutuldu.

İbnünnefis : ( 1210 - 1288 ) Küçük kan dolaşımını bulan ünlü islam alimi.

İbrahim Efendi : ( 18. yüzyıl )Osmanlılarda ilk denizaltıyı gerçekleştiren mühendis.

İbrahim Hakkı : ( 1703 - 1780 ) Büyük bir sosyolog, psikolog, astronom ve fen adamı. En ünlü eseri marifetnâme, Burçlardan, insan fizyoloji ve anatomisinden bahsetmiştir.

İdrisi : ( 1100 - 1166 ) Yedi asır önce bügünküne çok benzeyen dünya haritasını çizen coğrafyacı.

İhvanü-s Safa : ( 10. yüzyıl ) çeşitli ilim dallarını içine alan 52 kitaptan meydana gelen bir ansiklopedi yazan ilim adamı. Astronomi , Coğrafya, Musiki, Ahlâk, Felfese kitapları yazmıştır.

İsmail Gelenbevi : ( 1730 - 1791 ) 18 yüzyılda osmanlıların en güçlü matematikçilerinden.

İstahri : ( 10. yüzyıl ) Minyatürlü coğrafya kitabı yazan bilgin.

Kadızade Rumi : ( 1337 - 1430 ) Çağını aşan büyük bir matematikçi ve astronomi bilgini. Osmanlının ve Türklerin ilk astronomudur.

Kambur Vesim : ( ? - 1761 ) Verem mikrobunu Robert Koch'dan 150 sene önce keşfeden ünlü doktor.

Katip Çelebi : ( 1609 - 1657 ) Osmalılarda rönesansın müjdecisi coğrafyacı ve fikir adamı.

Kazvini : ( 1203 - 1283 ) Ortaçağın Herodot'u müslümanların Plinius'u , astronom ve coğrafyacı bilgin.

Kemaleddin Farisi : ( ? - 1320 ) İbni Heysem ayarında büyük islam matematikçisi, fizikçi ve astronom.

Kerhi : ( ? - 1029 ) İslam Matematikçilerinden.

Kindi : ( 803 - 872 ) İbni Heysem'e kadar optikle ilgili eserleri kaynak olan bilgin. Fizik, felsefe ve matematik alanında yaptığı hizmetleri ile tanınmıştır.

Kurşunoğlu Behram : ( 1922 - ? ) Genelleştirilmiş izafiyet teorisini ortaya atan beyin güçlerimizden. Halen prof. Behram Kurşunoğlu Amerika da florida üniversitesinde teorik fizik merkezinde başkanlık yapmaktadır.

Lagarî Hasan Çelebi : ( 17. yüzyıl ) Füzeciliğin atası, osmanlılarda ilk defa füze ile uçan bilgin.


Macriti : ( ? - 1007 ) Matematikte başkan kabul edilen Endülüslü Matematikçi ve astronom.

Mağribi : ( 16. yüzyıl ) Çağının en büyük matematikçilerinden . Mağribinin eseri olan Tuhfetü'l Ada isimli kitabında üçgen, dörtgen, daire ve diğer geometrik şekillerinin yüz ölçümlerini bulmak için metodlar gösterilmiştir.

Maaşallah : ( ? - 815 ) Meşhur islam astronomlarındandır. Usturlabla İlgili ilk eseri veren bilgindir.

Mes'ûdi : ( ? - 956 ) Kıymeti ancak 18. 19. Yüzyıllarda anlaşılan büyük tarihçi ve coğrafyacı. Mesudi günümüzden 1000 sene önce depremlerin oluş sebebini açıklamıştır. Mesûdinin eserlerinden yel değirmenlerinin de müslümanların icadı olduğu anlaşılmıştır.

Mimar Sinan : ( 1489 - 1588 ) Seviyesine bugün dahi ulaşılamayan dahi mimar. Mimar Sinan tam manası ile bir sanat dahisidir.

Muhammed Bin Musa : ( 9. yüzyıl ) Dünyanın Çevresini ölçen 3 kardeşten biri. Matematikçi ve astronom.

Mürsiyeli İbrahim : ( 15. yüzyıl ) Piri reisten 52 sene önce bugünkü uygun Akdeniz haritasını çizen haritacı. Günümüzden 500 sene önce kadar önce yaşamıştır.

Nasirüddin Tusi : ( 1201 - 1274 ) Trigonometri sahasında ilk defa eser veren, Merağa rasathanesini kuran, matematikçi ve astronom.

Necmeddinü-l Mısri : ( 13 yüzyıl ) Çağının ünlü astronomlarından.

Ömer Hayyam : ( ? - 1123 ) Cebirdeki binom formülünü bulan bilgin. Newton veya binom formülünün keşfi ömer hayyama aittir.

Piri Reis : ( 1465 - 1554 ) 400 sene önce bu günküne çok yakın dünya haritasını çizen büyük coğrafyacı. Amerika kıtasının varlığını kristof kolomb 'dan önce bilen ünlü denizci.

Razi : ( 864 - 925 ) Keşifleri ile ün salan asırlar boyunca Avrupa'ya ders veren kimyager doktor ünlü klinikçi. Devrinin En büyük bilgini İbni Sina ile aynı ayarda bir bilgin.

Sabit Bin Kurra : ( ? - 901 ) Newton' dan çok önce diferansiyel hesabını keşfeden bilgin. Dünyanın çapını doğru olarak hesaplayan ilk islam bilgini. Matemetik ve astronomi alimi.

Sabuncu Oğlu Şerefeddin : ( 1386 - 1470 ) Fatih devrinin ünlü doktor ve cerrahlarındandır. Deneysel fizyolojinin öncülerindendir.

Seydi Ali Reis : ( ? - 1562 ) Ünlü bir denizci, matematik ve astronomi alimidir.

Şemsettin Halili : ( ? - 1397 ) Büyük bir astronomi bilginidir.

Şihabettin Karafi : ( ? - 1285 ) orta çağın en büyük fizikçi ve hukukçularından.

Takiyyüddin Er Rasit : ( 1521 - 1585 ) İstanbul rasathanesi ilk kuran çağından çok ileride asrın önde gelen astronomi alimidir.

Uluğ Bey : ( 1394 -1449 ) Çağının en büyük astronomu ve trigonometride yeni çığır açan ünlü bir alim ve hükümdar.

Zehravi : ( 936 -1013 ) 1000 sene önce ilk çağdaş ameliyatı yapan böbrek taşlarının nasıl çıkarılacağını ve ilk böbrek ameliyatını gerçekleştiren bilim adamı..

Zerkali : ( 1029 - 1087 ) Keşif ve hizmetleri ile ün salmış astronomi alimidir.


26 Mart 2014 Çarşamba

Zarif Gönüller


​​
 
Zarif Gönüller

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara lâf attığında, (incitmeksizin) «Selâm!» derler (geçerler).” (Furkân, 63)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Size iyilik yapanlara karşı iyilik yapmak, fenâlık yapanlara da fenâlık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, size fenâlık yapanlara karşı aynı şekilde mukâbelede bulunmayıp iyilik yapabilmektedir.” (Tirmizî, Birr, 63)

--

Hz. Ali bir Hristiyana misafir oldu.

Kıssadan hisse
 
Hz. Ali bir Hristiyana misafir oldu.
Adam üzüm getirdi.
Hz. Ali üzümü yedi. Sonra üzümden
yapılmış şarap getirdi....
 
Hz. Ali buyurdu ki : Haramdır. Hristiyan dedi ki : Siz Müslümanlara şaşarım.
Üzüm helal ,içki haram.
Halbuki bu, bundan yapılıyor.
 
Hz. Ali buyurdu ki : Eşin var mı.
Dedi var. Kızın var mı.
Dedi o da var.
İkisi de gelsin buraya.
Eşi ve Kızı gelince
 
Hz. Ali buyurdu ki : Bu Kız bu annedendir,
Ama görüyorsun ki  ALLAH Annesini sana helal,
Kızını ise  haram kılmıştır.
 
Hristiyan dedi ki : Şehadet ederim ki
ALLAH birdir
ve Muhammed O'nun Resulüdür
ve Sen Onun HaLifesi sin.
Elinden öpüp Müslümanlığını ilan etti.


 

Ayet ve Hadis-i şerîfler ışığında “SETTÂR” olmanın güzelliği


Sevgili gönül dostlarımız sizden gelen yoğun istek üzerine twitter mesajları yerine zaman zaman Facebook grubumuza mesajlar göndermeyi lütfederek, bizleri bahtiyar eden Muhterem H. Nur Artıran Hanımefendi'nin grubumuza bugün göndermiş olduğu ikinci mailini sizlerle paylaşıyoruz. En kalbi sevgi ve saygılarımızla. Aşk olsun...


Ayet ve Hadis-i şerîfler ışığında “SETTÂR” olmanın güzelliği


Settâr olan (ayıp ve kusurları örtücü) Cenâb-ı Hakk hangi şartlar ve koşullarda olursa olsun insanların ayıp kusur ve eksiklerini sinsice araştırmayı bunları dedikodu vesilesi yapmayı yasaklamış,

Muhammed ümmetine ayıp ve kusurları setreylemeyi emretmiştir.

Allah’ın bildiğini kuldan ne saklayayım diyerek kişinin kendi ayıp ve kusurlarını dahi ortaya dökmesi Peygamber Efendimiz tarafından uygun bulunmayarak yasaklanmıştır.

Hâdis-i Şerîf:

'' Suçunu ayıbını açığa çıkaranlardan başka ümmetimin hepsi bağışlanmıştır. Suçunu açığa çıkaran bir kişi geceleyin bir günah işler. Sonra Allah ayıbını örttüğü halde sabahlar.

Sonra da ey falan dün gece şöyle şöyle bir günah işledim diyerek gizli olarak işlediği günahını açığa çıkarır.

Halbuki rabbi onun günahını ayıbını örtmüştü. Kendi günahını açığa vurduğu için Allah’ta o günahı yazar ve açığa çıkarır.
(Buhari- müslim-Riyazüssalihin 205)

Kişiye kendi ayıbını dahi örtmesi gizlemesi istenirken, başkalarının ayıp ve kusurlarını ortaya dökmek bunun yayılması için gayret ve çaba göstermek Cenâb-ı Hakk yanında nasıl bir ayıptır ?

Yüce Rabbimiz Hucurat sûresi 12. âyette : “Sinsi casuslar gibi birbirinizin ayıplarını araştırmayınız.” Derken, Peygamberimiz de bir gün hutbeye çıkarak ümmetine şöyle seslenir.

'' Ey diliyle müslüman olan kalbiyle de iman etmemişler topluluğu ! Müslümanları üzmeyin. Onları ayıplamayın . Onların kusurlarını araştırmayın şu bir gerçektir ki herkim müslüman kardeşinin ayıplarını araştırırsa Allah da onun ayıbını meydana çıkarır. Ve Allah da her kimin ayıbını ortaya çıkarırsa evinin içinde bile olsa onu rezil ve rüsvay eder.(Tirmizi sünen b. 84-101)

''Kötü söz ve davranışların iman edenlerin içinde yayılıp duyulmasını arzu edenler yok mu? Dünyada da ahirette de onlar için pek acıklı bir azap vardır. Her şeyin doğrusunu Allah bilir siz bilmezsiniz ! ''
(Nûr sûresi 19)

Settâr olan yüce Rabbimizin cümle ayıp kusur ve eksiklerimizi iki cihanda setreylemesi niyâzıyla

H. NUR ARTIRAN



25 Mart 2014 Salı

Yazıcıoğlu, dua ve gözyaşlarıyla anıldı


Kesinlikle abdestsiz gezmez, ne kadar yorgun olursa olsun teheccüd namazını ihmal etmezdi. Namazını kazaya bırakmamak için büyük gayret sarf eden, peygamber aşığı bir Muhsin başkandı. Bu kadar işkenceye nasıl dayandın?

Diye sorduğumda, ‘bana işkence yaparlarken Peygamber Efendimiz’in çektiklerin göz önüne getiriyordum, sadece Rabbimi zikrediyordum. Bu yüzden bana yaptıklarını hissetmedim’ demişti.

Gülefer Yazıcıoğlu




 
Huzur dolu içimde ?
Ben sonsuzluğu düşünüyorum
Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum
Durun kapanmayın pencerelerim
Güneşimi kapatmayın.
Beton çok soğuk üşüyorum!... (M.Yazıcıoğlu)
 
 
 
 

Yazıcıoğlu, dua ve gözyaşlarıyla anıldı

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
25 Mart 2014, Salı
Büyük Birlik Partisi merhum Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybettiği helikopter kazasının üzerinden 5 yıl geçti. Muhsin Yazıcıoğlu, kabri başında dualarla anıldı. Tacettin Dergahı'na sabah erken saatlerde akın edenler Yazıcıoğlu için mezarı başında dua etti
 
 
 
 
 



Hikaye: Bilal ile Rabia


Hikaye: Bilal ile Rabia

 


 

Bilal 25 yaşında yakışıklı bir gençti. Adını dedesi koymuştu, Bilal-i Habeşi gibi olsun diye. Evet sesi Hz. Bilal gibi güzeldi, fakat sesini helal olmayan yerlerde kullanıyordu Bilal.
Konservatuvar öğrencisiydi.. Tek hayali büyük bir şarkıcı,
popstar olmaktı. Öyle güzel sesi vardı ki, şarkı söylemeye başlayınca bütün üniversite başına toplanır Onu dinlerdi..

Okulda neredeyse çıkmadığı kız kalmamıştı. Herkes Onun karizmasına hastaydı. Böylesine gözde olmak Bilal'in hoşuna gidiyordu..

Bir gün okulun bahçesinde arkadaşları ile oturuyordu.
Yanlarından baştan başa edep timsali bir kız geçiyordu.
Şöyle bir konuşma geçti;

-Ahh ulan ah! Şu kızı bir tavlayamadık,.
-Ne inatçı bir kız.
-İnatçı olduğu kadar da güzel..

Bilal hem konuşulanları dinliyor, hemde daha önce görmediği bu kızı süzüyordu. Üzerinde ayağına kadar inen bir pardesü, omuzlarına düşmüş başörtüsü ve edebi ile yürüyordu başı önünde. Bilal atıldı ortaya ;

-Hadi iddiaya girelim, ben bu kızı tavlarım.
-Yapamazsın heveslenme.
-Hiç kimseyle konuşmaz O.
-Olsun ben tavlarım diyorsam tavlarım.

Ertesi gün Bilal, adını bile bilmediği kızı takip ediyordu. Onu tek başına otururken yakalayınca hemen yanına gitti.

-Af edersiniz, biraz konuşabilir miyiz?
-Sizinle konuşmam uygun değil, diyerek kalktı yerinden kız.

Bunu birkaç kere denedi olmadı. Artık arkadaşları Bilal ile dalga geçmeye başlamışlardı. Kafaya koymuştu Bilal, arkadaşlarına rezil olmamak için her şeyi yapardı. Başarılı olamayınca arkadaşlarına "Ben kızı tavladım, utanıyor. Gizli kalsın istiyor" falan gibi yalanlar söylemişti. Ama inanmadılar, kanıt istediler. Bilal'in aklına harika bir fikir gelmişti..

Ertesi gün kızı yine tek başına otururken yakaladı, ve konuşmak istediğini söyledi. Kız kalkıp gidecekken "Ben NAMAZ kılmak istiyorum, bana öğretir misin" dedi. Kız durakladı. Bilal'e döndü.

"Hiç erkek arkadaşınız yok mu namaz kılan. Ben yardımcı olamam kusura bakmayın.. Bir imamın yanına gidin".

Yine gitmeye hazırlanırken Bilal "ALLAH RIZASI için" dedi.

Kız artık adım atamazdı. Çünkü Rıza denmişti. Bilal bir çay bahçesinde oturup konuşmayı teklif etti. Mecburen kabul etti kız. Oturdular. Önce adını sordu. Adı Rabia'ydı. Ne de güzel ismi vardı. Ama hiç yüzüne bakmıyordu. Bilal bu durumdan rahatsız oluyordu.

Onlarca kız kendinin peşinde koşarken bu kıza ne oluyordu da yüzüne bile bakmıyordu. Rabia sanki bir alim gibi Bilal'e namazı anlatıyordu. Oysa Bilal'in kafası başka yerlerdeydi. Tuzaklar kuruyordu. O sırada sıcak çayı eline dökmüş gibi yaptı ve can havli ile (sözde) yanan elini sallamaya başladı. Panik olmuştu Rabia. Onun bu halini görünce farkına bile varmadan "birşey oldu mu" diyerek elini tuttu. Tam o sırada ağaçların ardında gizlice bir poz patladı.

Ve ertesi gün. Bilal ve arkadaşları oturmuş kahkaha ile gülüyorlardı. Arkadaşları "Helal olsun sana, nasıl da ayarlamış kızı. Biz de kızı namuslu bir şey sanırdık. "El ele göz göze" diyerek hayretler içinde resme bakıyorlardı. Kısa sürede tüm okul duymuştu bunu. Okulun en dürüst bilinen kızı, bir erkekle çay bahçesinde el ele, göz göze yakalanmıştı.


Ve Rabia. Söylentileri duyunca beyninden aşağı kaynar sular dökülmüştü. Herkes kendisi ile dalga geçiyordu. Nasıl olmuştu bu. Nasıl da inanmıştı. Bilal'i buldu hemen, yanına gitti. Bu defa gözünün içine bakıyordu Bilal'in. Hem de ne bakış. Bilal erimişti bu bakışlar karşısında. Konuşmuyordu Rabia. Ama bakışları feryad ediyordu. Konuşmadan ayrıldı oradan.

Bir gün. İki gün. Üç gün derken tam bir hafta olmuştu Rabia okula gelmiyordu. Bilal'in gözü her yerde Onu arıyordu. Çünkü o bakışı hiç unutamıyor, rüyalarına giriyordu. Bulmalıydı Rabia'yı. Özür dilemeliydi. Çünkü AŞIK olmuştu.

Uzun uğraşlar sonucu buldu Rabia'yı. Evinin kapısını çaldı. Rabia karşısında Bilal'i görünce ne yapacağını şaşırmıştı. BUYRUN dedi başını eğdi. Bilal hiç lafı dolandırmadan

"Benimle evlenir misin Rabia" dedi.

"Bu kez ne tuzaklar kuruyorsun" diyerek kapıyı suratına kapatmıştı Bilal'in.

Vakit ikindi vaktiydi. Rabia namaz kılmak için ezanı bekliyordu. Ve bir ses yükseldi ilerideki minareden. Bu nasıl bir sesti böyle. Öyle içten öyle güzel okuyordu ki insanı mest ediyordu. Sanki Bilal-i Habeşi'yi dinliyordu Rabia. Ezan bitmişti. Ama doymamıştı Rabia. Tekrar tekrar dinlemek istiyordu ezanı. Sonra minareden bir ses geldi. Bilal'di bu. Şöyle diyordu.

"Rabia! Her şer'de bir hayır var derler. Bunlar olmasaydı ben Namaz'a başlamış olmayacaktım. Senin o bakışın beni doğru yola iletti. Ne olur Mirac'ta hediye edilen namaz hürmetine affet beni. Okunan ezanlar hürmetine affet beni. "

Gözyaşları içinde camiye koştu Rabia. Birkaç kişi vardı zaten cemaat olarak Bilal de içlerindeydi. Bitirmelerini bekledi. Namaz bitmiş herkes dağılmıştı. En son Bilal çıktı kapıdan. Rabia koştu yanına.

"Keşke bütün herkese duyurmasaydın bütün bunları".

"Özür dilerim, arkadaşlarla iddiaya girmiştik. Ahmaklık ettim" dedi Bilal.

Rabia: "Hayır onu demiyorum. Minarede söylediklerin".

Bilal hiçbir şey anlamıyordu. "Ben ezan okudum, bunda ne var ki".

Şaşkınlık sırası Rabia'daydı. Yoksa hayal veya rüya mıydı duydukları.

"Ne söyledim ki Rabia" diye sordu Bilal, duyduğu her şeyi anlattı.

Bilal şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşıyordu. Rabia'nın söylediği her şey ezandan sonra ellerini açıp minarede yüreğinden ettiği dualardı. Nasıl duymuştu bunu Rabia. Elbette ki Alemlerin Rabbi olan ALLAH duyurmuştu. "Hamd olsun Alemlerin Rabbi'ne" dedi. Ve olanları Rabia'ya da anlattı. Artık ikisi de biliyordu ki ALLAH onları birbirine yazmıştı.

Bilal tekrar sordu "Rabia herşeyi unutup benim helalim olur musun" dedi.

Rabia gülerek "Akşam bize gel babam versin cevabını" diyerek oradan uzaklaştı..