31 Ağustos 2013 Cumartesi

Mesih beklemeye gerek yok; en büyük kurtarıcı İslamiyet’tir!..


Hekimoğlu İsmail
 

Mesih beklemeye gerek yok; en büyük kurtarıcı İslamiyet’tir!..

 
 
 
Peygamber Efendimiz’in hayatını okuyorum…Buyurmuş ki; “Kıyamet günü bana en sevimli ve mevkice bana en yakın olanınız, ahlakça en güzel olanlarınızdır.”
 
 
 
O’nun ahlakı Kur’an olduğuna göre, işe Kur’an meali okuyarak başlamalıyız. Geçmiş yıllarda Hasan Basri Çantay’ın üç ciltlik Kur’an-ı Kerim mealini aldım. Şu gözle okuyordum; “Allah bana ne diyor?..” Elimde ispirtolu kalemle, helallerin ve haramların altını çizdim. Sonra bunları madde madde yazdım. Ortaya çıkan tabloyu okuyunca anladım ki, İslamiyet mükemmel bir din; İslam’a uyan da mükemmel olur. Benim bugün iyilik adına neyim varsa İslamiyet’in malıdır. İslamiyet “oku” dedi, okudum. İslamiyet “çalış” dedi, çalıştım. İslamiyet “kimseye bile bile kötülük etme” dedi, kimseye kötülük etmemeye çalıştım. “Ağaç dik” dedi, ağaç diktim. “Sanat öğren” dedi, sanat öğrendim. O zaman derim ki, Mesih beklemeye gerek yok. En büyük kurtarıcı İslamiyet’tir.
 
 
Okumaya devam ediyorum…
 
 
Alâk Sûresi inzal olduğunda yeryüzünde İslam toprakları Peygam-berimiz’in ayağını bastığı yer kadardı. Herkes ona düşmandı. Bu düşmanların onu dinlemeye hiç niyeti yoktu. Çünkü canlarının istediği gibi yaşamak onlar için daha kolay, daha zevkliydi.
 
 
Amma hesap etmedikleri bir şey vardı: Efendimiz’in ahlakı…
 
 
O öyle yaşadı ki, cahiliye devrindeki insanların çoğu Peygamberimiz’in yaşayışına bakıp hayran oldular. Böylece İslamiyet’i kabul ettiler. İslamiyet, dal budak saldı. Peygamberimiz’in en tesirli tebliği ahlakının güzelliğiydi… Bu model kıyamete kadar örnek alınabilir… Yani Müslüman’ın her hali, her hareketi İslamiyet’i hatırlatmalı. Bu cemiyet bizi kendisine benzetmeye çalışsa da biz İslam’ı yaşamaya gayret edelim… Müdürün emrini yerine getirirken mutlu olan insan, Allah’ın emrine itaat edince nasıl mutlu olur tasavvur ediniz…
 
 
Eski alışkanlıkları devam ettirerek yeni bir hayat yaşanamıyor!.. Yani eskiye set çekmek ve yeniden başlamak gerekiyor hayata… Sahabide din, hayatın kendisiydi. Cahiliyet haline dönmemek için kötü alışkanlıkları terk etmişlerdi.
 
 
Asr-ı Saadet’te sahabiler her yerde camideki gibiydi. Camide başka, sokakta başka değildi. Müslüman, sahabiye benzemek zorundadır. Aksi halde sürünürüz…
 

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Cehenneme Sabredebilir misin?

​​
 
Cehenneme Sabredebilir misin?

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Bu sûretle Allah, dünya hayatında onlara rezilliği tattırdı. Âhiret azâbı daha büyüktür. Keşke bunu bilselerdi!” (Zümer, 26)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.” (Buhârî, Rikak 28; Müslim, Cennet 1.)

Şiblî (ks) şöyle dediği nakledilmiştir: “Dört bin hadis okudum. Sonra onlardan birini seçtim. Diğerlerini bırakıp onunla amel etmeye başladım. Çünkü o hadisi derin derin düşündüm ve kurtuluş ve necâtımın onda olduğunu gördüm. Öncekilerin ve sonrakilerin ilmi onda toplanmıştı. Bu hadis şudur: Rasûlullah (sav) ashabından birine şöyle buyurdu:

“Dünyan için ancak orada kalacağın kadar çalış. Ahiretin için de orada kalacağın kadar çalış. Allah için O’na muhtaç olduğun kadar amel işle. Cehennem için de ona sabredebileceğin kadar amel (günah) işle.” (Elbânî Zaîfe, I, 20)
 

--

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Derdi büyütmek değil, derdi eritmek lazım!..


Hekimoğlu İsmail
 

 

Derdi büyütmek değil, derdi eritmek lazım!..

 
 
Birisi bana dertlerini anlatınca dikkat ediyorum; on derdin dokuzunu kendisi icat etmiş. Aslında derdi bir tane…
 
Bunu kendi hayatımda da yaşadım. Mesela hastalandım; derdim bir tane. Şimdi diğer dertleri icat edeyim: “Eyvah! Mahvoldum, bittim, artık bir iş yapamam. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!”
 
Bunların hepsi icat edilmiş dertlerdir.
 
Bir de şu yol var: “İnsan halden hale girecek ki Allah’ın hâkimiyetini anlasın. Hastalık olacak ki Allah’ın Şafi sıfatı tecelli etsin, hasta şifa bulsun. Felaket zannedilen haller, belki rahmettir. Herhalde Allah’a iman edip, O’na itaat edersem dünya imtihanını kazanırım. Kul olarak ahirete giderim.”
Bakınız, dert icat etmek yerine hadiseyi olduğu gibi kabul edince hasta yatağı bile tekkeye döndü, hasta zâkir oldu; teslimiyetin huzurunu yaşadı. Demek ki derdi büyütmek yerine derdi eritmek lazım…
 
Diğer yandan derdini büyüten kalp doktoru kriz geçirince dedi ki; “Bu kalp krizinin nelere sebebiyet vereceğini bildiğimden dolayı çok huzursuzum. Ölüm kapıda…” İşte bu doktor arkadaş da kendine dert icat etti. Bilgisiyle mantık yürütürken çile çekti…
 
Bir şehirde afet yaşandı. Adamın biri, “Biz bittik artık! Bu memleket düzelmez bir daha!” diyerek her şeyini bırakıp göç etti. Bazıları da, “Evimiz yıkıldıysa tarlamız duruyor.” diyerek çadırda yaşayıp, tarlayı ekip biçtiler. Devlet de yardım edince hallerini düzelttiler. “Biz bittik!” diyen adam bitti; gittiği yerde belki istediği düzeni kuramadı…  
 
Sakat bir akrabam, ayakkabı tamir ederek geçinirdi. Başkaları onun haline üzülürdü amma ben onun isyan ettiğine hiç rastlamadım.  “Allah’ın rahmeti, merhameti sonsuzdur. Bu halime sabredersem dünyamı da ahiretimi de cennet ederim.” diyordu. Bir imamın kızıyla evlendi. Çocukları, evi oldu. Çok iyi bir hayat yaşadı. Bu akrabam derdine dert katmamış, olduğu gibi kabul etmişti. Dış dünyası zor amma iç dünyasına cennet havası vermişti Allah!..
 
Bir arkadaşım vardı. Aşırı sinirliydi. Bu sinirli haliyle her türlü derdini birden bine çıkarırdı. Çocuğu en ufak bir kabahat işlese, şiddet uygulardı. Bir gün ona dedim ki: “Kardeşim, iri yarı, aslan gibi adamsın. Karşındaki zavallı aciz bir çocuk. Terbiye ruh işidir, dayakla olmaz. Hem camiye gidiyorsun, hem çocuğunu dövüyorsun. Hangi dine göre bunu yapıyorsun?”
 
Beni dinledi. Ona çay ikram ettim. Biraz sakinleşti. Sonra tatlıcıya götürdüm. Bir kilo baklava aldım. “Bunu al, evine git. ‘Gel evladım, baklava yiyelim.’ de. Havayı yumuşat.” dedim. Aile hayatında helalle mücadele edilirse ufak sorunlar büyür. Ev, çocuklara da eşlere de çekilmez gelir.
 
Derdi büyütmek, şikâyet-lenmek, şuursuz insanların işidir. Dikkat etse görecek ki, şükredecek çok şey var. Adam en lüks uçaklarla göklerde uçuyor, yerdeki derdin acısıyla havada kıvranıyor. Öbür adam köyünün yolunda yırtık ayakkabısıyla yürüyor, amma içinde bir huzur… O köylüyü dinlesek belki derdi çoktur amma derdini büyütmüyor, belki eritiyor…
 
Dünya, savaşlar içinde. İnsanlar her türlü haksızlığa uğrarken bizler rahatız. O insanların zulümden kurtulmaları için dua ederken, diğer taraftan da şükretmeliyiz. Derde odaklanacağına hayatın iyi taraflarını görmek lazım. Yangın yerinden geçen, başını çevirip bahçelere, bağlara bakmalıdır; bilmelidir ki bu yangın yeri de yarın bağ bahçe olacak…
 

23 Ağustos 2013 Cuma

Ölümden Sonraki Hayatın Mantıksal Delilleri

Ölümden Sonraki Hayatın Mantıksal Delilleri

 
 
 

Ölümden Sonraki Hayatın Mantıksal Delilleri
Ölümden Sonraki Hayatın Mantıksal Delilleri
 

Ölümden sonra hayat, yaşam var mı? Ölümden sonraki hayatın varlığına dair ispatlar nelerdir? Öbür dünya var mı? Gibi sorular aklî deliller ile cevaplanıyor. Bu konudaki delilleri başlıklar halinde açıklayalım:
________________________________________________________________________________


Allah’ın Merhameti:  Görüyoruz ki; kainattaki zayıf, güçsüz, âciz varlıklara bile mükemmel nimetler veriliyor. Mesela yavrular âciz, zayıf, güçsüz olmalarına rağmen çok güzel nimetler ile besleniyorlar. Bir bebeğin ağlamasıyla yakınları o bebeğin imdadına koşuyorlar. Vahşi hayvanlar âciz yavrularını besliyorlar. Hatta o vahşi hayvanlar yiyecekleri kendileri yemiyor, yavrularına yediriyorlar ve yavrularını tehlikelerden koruyorlar. Bu vahşi hayvanlar merhameti nasıl öğrenmiş? Akılsız, ilimsiz, şuursuz bulutlar vasıtasıyla yağmur yağıyor ve o yağmur damlaları canlıların imdadına yetişiyor. Bulutlar bizi tanır mı? Bize merhamet eder mi? Bizim dertlerimizi bilir mi? Bir lamba ve soba görevi gören akılsız, ilimsiz Güneş bizi tanır mı? Bize merhamet eder mi? Bize bal nimeti aklı sınırlı, zayıf, âciz arılar vasıtasıyla geliyor. Bizim faydalandığımız lezzetli, vitaminli meyveler bir basit tohumdan meydana gelen ağaçtan çıkıyorlar. Bize süt nimeti ilimsiz, âciz inekler vasıtasıyla, hem de onların kanları arasından, geliyor. İşte bu örnekler gösteriyor ki; Allah merhametlidir.


Ancak bu dünya fanidir. Bu dünya sonsuz değildir. Eğer ölümden sonra ahiret hayatı olmaz ise bu durum Allah’ın merhameti ile çelişir. Çünkü; bu dünyada Allah’ın birliğine iman eden, O’na şirk koşmayan, O’ndan çok korkan, O’na itaat eden, O’nu seven kullar çok acılar çekiyorlar. Hatta belaların en büyükleri peygamberlere gelmiştir. Ama Allah’ı tanımayan, O’ndan başka ilahlara tapan, peygamberleri tanımayan, Allah’a ibadet etmeyen, insanlara zulmedenler bu dünyada yaptığı kötü işlerin karşılığını tam olarak görmezler. İşte eğer ahiret hayatı olmaz ise bu durum Allah’ın merhametine aykırı olur.


Allah, insana akıl nimeti ihsan etmiştir. Eğer ahiret hayatı olmaz ise insana verilen bu nimet, insana çok büyük zararlar verir. Çünkü insan, aklı ile geçmişteki hüzünlü anılarını, şimdiki üzücü durumları ve gelecek endişelerini düşünür. Ölümden sonra yok olma düşüncesi ise insanı mahveder. Demek ki; ahiret olmaz ise insana verilen akıl nimeti insanı hasta eder. Ancak Allah merhametlidir. Allah, insana akıl nimetini insana zarar vermesi için vermemiştir.


Allah, kullarını idam etmek için yaratmamıştır. Kullar sonsuza kadar yaşamak ister. Eğer ahiret inancı kabul edilmez ise o zaman Allah’ın, kullarını idam etmek için yaratan ve onlara bu meşakkatli dünyada az bir ziyafet veren ve sonra idam eden bir zalim, bir alaycı olduğunu düşünmek gerekecektir. Bu ise batıl bir fikirdir. Yukarıdaki örneklerde Allah’ın merhametli olduğu açıklanmıştır. Allah merhametlidir. Öyle ise Allah’ın merhametinin bir gereği olarak ölümden sonra ahiret hayatının olması zorunludur.
________________________________________________________________________________



Allah’ın Adaleti: Görüyoruz ki; kainatta bir ölçü, bir denge vardır. Vücudumuzdaki organlar ölçülü bir şekilde yaratılmıştır. Bir sineğe, bir arıya kartalın kanadı kadar büyük kanat verilmemiş ve onlara taşıyamayacağı yükler yüklenmemiştir. Güçlü varlıklar da, âciz, zayıf varlıklar da rızıklarını alırlar, beslenirler. Yavrular, âciz olmalarına rağmen korunurlar. Allah, kullarını kasıtlı olmadan ve unutarak yaptıkları amellerden dolayı sorumlu tutmaz. Geçmişte yaşayan ve azgınlıkta ileri giden kavimlere gelen felaketler de Allah’ın adaletini gösterir. Demek ki; Allah adalet sahibidir.


Ancak bu dünya fanidir. Allah’ın birliğine iman eden, Allah’a ibadet eden, insanlara iyi davranan kullar sonsuza kadar yaşamak istiyorlar. Onlar, Allah’ın cemâlini görmek, Cennete girmek istiyorlar. Allah’ı tanımayan, peygamberleri inkar eden, insanları öldüren, insanlara zulmeden kullar ise hak edilen cezaları tam olarak görmüyorlar. İşte bu durum, eğer ölümden sonra ahiret hayatı olmaz ise Allah’ın adaleti ile çelişir. Ancak örneklerde de gördük ki; Allah âdildir. Öyle ise Allah’ın adaletinin tam olarak görüleceği bir ahiret hayatı, bir mükafat ve ceza âlemi olmak zorundadır.
________________________________________________________________________________
 
 
 
Allah’ın İzzeti:  Görüyoruz ki; kainattaki varlıklar Allah’a itaat ederek görevlerini yerine getiriyorlar. Aklı, şuuru, ilmi olmayan yıldızlar, gezegenler, ağaçlar, denizler, dağlar, bulutlar bir ordunun askerleri gibi vazifelerini yapıyorlar. Allah’ın emri ile arılar bal yapıyor, Allah’ın emri ile inekler süt veriyorlar. İşte bu örneklerden de görüyoruz ki; Allah bu kainatın sahibi ve sultanıdır ve Allah izzet sahibidir. Ancak görüyoruz ki; bu dünyada Allah’ı tanımayan, Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen, fitneler, düzensizlikler çıkaran insanlar vardır. Eğer ahiret hayatı olmaz ise bu durum Allah’ın izzetine aykırı olur.


Mesela bir kral, ülkesinde isyan edenleri cezalandırmak ister ve halkının kendisine itaat etmesi için çalışır. Bir ordu komutanı, isyancı askerlere ceza verir, onların isyanlarına karşı suskun kalmaz ve askerlerinin kendisine itaat etmesi için önlem alır.


Bu dünyada Allah’a itaat etmeyen kullar vardır ve bu kullar Allah’a karşı olan isyanlarına devam ederler. Eğer ahiret hayatı olmaz ise bu durum Allah’ın izzeti ile çelişir. Allah sonsuz izzet sahibidir. O, asla âciz değildir. Demek ki; Allah’ın izzetinin tam olarak görüleceği bir ceza yeri, ahiret hayatı olmak zorundadır.
________________________________________________________________________________



Allah’ın Cömertliği: Görüyoruz ki; kainat çok sayıda sanat eserleri ile süslenmiştir. Ay ve Güneş bu kainat sarayının lambaları gibidir. Yeryüzü farklı farklı, çeşit çeşit, lezzetli, renkli, kokulu nimetler ile donatılmıştır. Cansız varlıkların şekilleri, yapıları farklıdır. Canlı varlıkların suretleri, fiziksel görünüşleri ayrıdır. Kainatta atom parçacıklarından yıldızlara, sayısını sayamayacağımız kadar çok varlık mevcuttur. Bu örneklerden görüyoruz ki; Allah sonu gelmeyen cömertlik sahibidir. Allah’ın isimleri ve sıfatları sonsuzdur. Sonu olan isimler ve sıfatlar sahibi olmak âcizliğin göstergesidir.


Kainatı yoktan var eden, zamanı, mekanı, maddeyi, ruhu yoktan yaratan Allah ise âcizlikten münezzehtir. Demek ki; Allah, sonsuz cömertlik sahibidir. Böyle sonsuz cömertlik ise sonsuz bir şekilde ikram etmek ister. Yani sonsuz cömertlik, kulların nimetlerden sonsuza kadar yararlanmasını, nimetleri sonsuza kadar seyretmesini ister.
________________________________________________________________________________



Allah’ın Cemâli ve Kemâli: Varlıklardaki güzellik, Allah’ın güzelliğini gösterir. Güzellik güzelden gelir. Varlıklardaki mükemmellik ise Allah’ın kemâlini gösterir. Allah, cemâl ve kemâl sahibidir. Kullar kainatın mükemmelliğini seyreder ve Allah’ın kemâlini tefekkür ederler. Ancak bu dünya fanidir. Kullar bu dünyada sonsuza kadar kalmazlar. Bu sebeple kullar bu dünyada Allah’ın eserlerini sonsuza kadar seyredemiyorlar. İnsanın yaratılış vazifesi Allah’ın cemâli ve kemâlini seyretmektir.


Eğer ahiret hayatı olmaz ve insan ölümden sonra yokluğa atılır ise o zaman insan, bu dünyadan ayrılmanın acısını hafifletmek isteyecek, bu dünyayı tahkir edecek ve Allah’ın cemâli ve kemâlini inkar edecektir. İnsan ancak bu şekilde ayrılığın acısına dayanabilir. Bu ise insanın yaratılış gayesine aykırıdır. İnsan, âşık bir seyirci fıtratında yaratılmıştır. Ahiret olmaz ise insan âşık bir seyirci olmaktan çıkar ve bir düşmana dönüşür. Her şeyi hikmetli yapan Allah ise buna müsaade etmez.
Demek ki; Allah’ın eserlerinin sonsuza kadar seyredileceği, kulların Allah’ı sonsuza kadar takdir edeceği bir sonsuzluk âlemi olmak zorundadır.
________________________________________________________________________________



İnsandaki Sonsuz Yaşama İsteği:  Allah, her türlü eksikliklerden münezzehtir. Hikmeti olmayan hiçbir şey yaratmaz. Görüyoruz ki; insanda sonsuza kadar yaşama isteği vardır. Alınan zevklerin bitmesi insana acı verir. Allah, insana sonsuza kadar yaşama isteği vermiştir ancak bu dünya fanidir. Eğer ahiret hayatının varlığı kabul edilmez ise o zaman Allah’ın insana verdiği sonsuzluk isteğinin mânâsı anlaşılamaz. Allah, her şeyi hikmetle yaratır. Allah, mânâsı olmayan bir şey yaratmaz. Demek ki; insanın sonsuzluk isteğinin karşılanacağı bir sonsuzluk âlemi olmak zorundadır.


Allah, sonsuz merhamet ve sonsuz adalet sahibidir. O, bu dünyada kafirlere bile nimetler verir, en zayıf, en âciz mahlukların ihtiyaçlarını karşılar ve onların basit isteklerini yerine getirir. Peki soralım: Allah, en sevgili kulu olan Hz.Muhammed’in (Sav) en büyük istekleri olan Allah’ın cemâlini görme, sonsuza kadar yaşama, Cennet’e girme isteklerini kabul etmez mi? Elbette kabul eder. Demek ki; o sevgilinin sonsuzluk isteği yerine getirilecektir. Demek ki; ölümden sonra bir sonsuzluk diyarı vardır.
________________________________________________________________________________



Kainatın Kayıt Altına Alınması:  Görüyoruz ki; çiçeklerin planları, programları bir tohumda muhafaza edilmiştir. Çiçekler o tohumdan çıkarlar ve büyürler. Hayvanların plan ve programları ise yumurtalarda muhafaza edilmiştir. Hayvanlar o küçük yumurtalardan çıkarlar ve olgunlaşırlar. İnsanların plan ve programları ise bir damla suda, menide, muhafaza edilmiştir. İnsanlar bir damla sudan yaratılırlar. İnsanın bütün özellikleri o bir damla suda kaydedilir. Hem hücrede bulunan DNA molekülleri ansiklopedilerin içerdiği bilgiler kadar bilgi içerir. Az bir yer kaplayan insan beyni içinde milyonlarca bilgi mevcuttur.


İşte bu örneklerden görülüyor ki; Allah, Hafîzdir. Yani varlıkları koruyan, varlıkların plan ve programlarını küçük maddeler içinde muhafaza edendir. Allah, en küçük bir mahlukun bile amellerini, plan ve programlarını muhafaza eder. Demek ki; Allah, insanların yaptıkları amelleri de muhafaza eder. Melekler, insanların yaptığı amelleri kaydederler. Kainatın kayıt altına alındığı gibi kainatın meyvesi olan insan da kayıt altına alınmaktadır. İşte bu kayıt altına alma hesap ve muhasebe içindir. Ancak bu dünya fanidir. Bu dünyada o büyük hesap ve muhasebe görülmemektedir. Demek ki; kötü ameller yapanların hesaba çekileceği ve kaydedilen kötü amellerin gösterileceği bir hesap günü olmak zorundadır.


Varlıklar yok olmak için yaratılmamışlardır. Cennete gidenler bu dünyada yaşadığı güzel anılarını cennette seyredeceklerdir. Mesela bizim ağzımızdan bir söz çıkar ve gider. Ancak sözün anlamı o sözü duyanların hafızalarında kalır. Baharda rengarenk açan çiçekler zamanla ölürler. Ancak o çiçeklerin güzelliğine bakan insanların hafızalarında o çiçeklerin mânâları kalmıştır. Demek ki; kainatta kaydetme söz konusudur. İnsanların yaptıkları ameller de kaydedilir. Amaç hesap, muhasebedir. Öyle ise ölümden sonra başka bir hayat olmak zorundadır.
________________________________________________________________________________



Dirilişin Kainattaki Numuneleri:  Görüyoruz ki; yaz gidiyor, yerini kış alıyor. Kış gidiyor, yerini bahar alıyor. Gündüz ve gece birbirini takip ediyor. Medeniyetler yerini başka medeniyetlere bırakıyor. Ölü toprak, yağmur ile beraber canlanıyor. Dünya her saat bambaşka bir Dünya oluyor. Her an bambaşka bir Dünya yaratılıyor. Kainatta bir hareketlilik söz konusu. İnsanın ölümü gibi kainatın da ölümünün gerçekleşmesi akıldan uzak olamaz. Ve kainatın başka bir şekilde tekrar yaratılması da akıldan uzak değildir. İnsanı yokluk sahasından varlık sahasına çıkaran, zamanı, mekanı (kainat), maddeyi, ruhu yoktan var eden, zerreleri, yıldızları, kısacası kainattaki tüm varlıkları varlık sahasında tutan ve her şeye gücü yeten bir Zât’a “Tekrar yaratamazsın” denilemez. Allah’ın her şeye gücü yeter. Demek ki; Allah’ın ölüleri diriltmeye de gücü yeter.



Yasin Suresi’nden,
77. İnsan, bizim, kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.
78. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?”
79. De ki: “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılmışı hakkıyla bilendir.”
80. O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz.
81. Gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerini yaratmaya gücü yetmez mi? Evet yeter. O, hakkıyla yaratandır, hakkıyla bilendir.
82. Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir.
83. Her şeyin hükümranlığı elinde olan Allah’ın şanı yücedir! Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.
________________________________________________________________________________



Allah’ın Vaadinden Dönmeyeceği: Görüyoruz ki; vaadinden dönmek âcizliğin, zayıflığın, cehaletin göstergesidir. Allah, kullarına vaatlerini yerine getirmelerini emreder. Allah, her türlü âcizlikten, cehaletten münezzehtir. O, vaadini yerine getirendir. Allah, kullarına ahiret hayatını vaat etmiştir. Demek ki; Allah, vaadini yerine getirecektir. Demek ki; ölümden sonra başka bir hayat vardır.
________________________________________________________________________________
 
* Haşir Risalesi’nden yararlanılmıştır.
 

22 Ağustos 2013 Perşembe

​​ESMANIN BABASININ ESMAYA YAZDIĞI MEKTUP

 
​​ESMANIN BABASININ ESMAYA YAZDIĞI MEKTUP


 Başbakanın UĞRUNA GÖZ YAŞI DÖKTÜĞÜ ESMA...

“Sevgili kızım ve değerli öğretmenim... Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri redderek hürriyete sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun.... Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın dinmedi. Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım.


Vaktim, mutlu olacak ve eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye’de son kez bir araya geldiğimizde, “Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın” diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, “Bu hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize doyalım diye Allah’tan cennetinde bize bu sohbeti vermesini temenni ediyorum” demiştim. Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin. Yanıma sessizce oturduğunda sana, “Bu gece senin düğün gecen mi” diye sordum.


Sen de “Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak” demiştin.


Çarşamba günü, öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum. Allah’tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın da batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi. Son vedanda yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cenaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü.


Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücerelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti. Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah’a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze... Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.


Son olarak, sevgili kızım ve değerli öğretmenim... Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.. Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser’de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah’a yakın, O’nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma...”



Esma'ya Mektup // Dursun Ali Erzincanlı

 




 

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Ahir Zamanda Gelecek ve İnsanlara Hizmet Edecek Olan Kavmin Fazileti


Ahir Zamanda Gelecek ve İnsanlara Hizmet Edecek Olan Kavmin Fazileti

Rivayet olundu.
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, Ebû Hüreyre (r.a.) hazretlerine etmiş olduğu vasiyette buyurdular:
-"Ey Ebû Hüreyre! Sana öyle kavimlerin yolu üzere olmanı tavsiye ederim ki, insanlar korkup dehşete düştüğünde, onlar telâşa kapılmazlar; insanlar ateşten emân (emniyet ve güvence) talep ettiklerinde onlar, korkmazlar."

Ebû Hüreyre (r.a.) sordu:
-"Ya Rasûlellah (s.a.v.)! Onlar kimlerdir?"

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-"Onlar ümmetimden ahir zamanda gelecek olan bir kavim (topluluktur), kıyamet gününde peygamberlerin makamında haşrolunacaklardır. İnsanlar, onlara baktığında gördükleri güzel hallerinden dolayı onları peygamberler zannedeceklerdir. Ta ki ben onları tanıyıp onlara: "Ümmetim! Ümmetim!" deyince bütün mahlûkat onların peygamber olmadıklarını anlayacaklardır. Onlar şimşek ve rüzgâr gibi (sıratı) geçip (cennete) gideceklerdir. Onların gözlerinin nurundan mahşer ehlinin gözleri kamaşacaktır."
Bunun üzerine ben (Ebû Hüreyre) dedim ki:
-"Ya Rasûlellah (s.a.v.)! Onların amellerini bana emret; belki onların amellerini işler de onlara ilhak edip katılırım!"

Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-"O kavim çok çetin ve zor bir yola girdi. Allah, onları doyurduktan sonra, onlar açlığı tercih ettiler. Allah onları giydirdikten sonra, onlar arî olmayı (güzel giymemeyi) tercih ettiler. Allah onları suvardıktan sonra onlar susuzluğu tercih ettiler. (Yani mal, mülk, servet makam, mevki ve bütün dünyevî çıkarlarını Allah rızası için, i'lâ-i kelimetüllah Allah'ın dinînin yükselmesi için harcadılar. Bu uğurda yemediler, giymediler, içmediler, yedirdiler, giydirdiler ve içirdiler.) Bütün bunları, Allahü Teâlâ hazretlerinin katındaki sevapları umarak terk ettiler. Hesap korkusundan helali terk ettiler. Bedenleriyle dünya ile beraber oldular, ama (kalpleriyle) dünyadan hiçbir şeyle meşgul olmadılar. Melekler ve peygamberler onların Rablerine yapmış oldukları taate taaccub ettiler, hayran kaldılar. Onlara müjdeler olsun! Allah'tan benimle onların arasını cemetmesini (toplamasını, onları benimle beraber kılmasını) istedim."

Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretleri, onlara (ve onların güzel amellerine olan) şevkinden dolayı ağladı ve daha sonra şöyle buyurdular:
-"Allahü Teâlâ yeryüzü ehline bir azâb etmeyi murad ettiği zaman, onlara bakar; (onların yüzü suyu hürmetine) onlardan azabı çevirir. Ey Ebû Hüreyre, sana onların (tarikatını ve) yolunu tavsiye ederim."


(Ruhü’-l Beyan Tercümesi C:2 S: 760-761-762)




“Sadaka, fakire verilirse 10 misli; âmâ ve âcize verilirse 70 misli; yakın akrabaya verilirse 1000 misli;
ana babaya verilirse 10 000 misli; talebe ve âlime verilirse 1 000 000 (milyon) misli olarak mukabele eder."
{İmâm-ı Suyuti (rh.a)}
Yâ Selam

Namazda kalbini koru.
Yemekte boğazını koru.
İnsanlar içinde dilini koru.
Başkasının evinde gözünü koru.
Allahı ve ölümü hiç unutma.
Yaptığın iyilikleri ve sana yapılan kötülükleri hiç hatırlama.
***Âlimlerle ve ilim meclislerinde bulun; onlardan ayrılmamaya çalış.
Ekmeğini muttakilere(takva üzere yaşayanlara) ve iyilere yedir.
İşini de bilginlere danışarak yap. {Lokman Hekim (Ruhü’-l Beyan Cild 7)}

 


Şevval orucu


"Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve şevval'den altı gün orucuna muvaffak kıl" 

Süfyanı Sevri anlatıyor:
- Ben Mekke-i Mükerreme'de üç sene oturdum. Mekkelilerden bir kimse her gün Harem-i şerife gelir, tavaf eder, namaz kılar ve sonra bana selam verip giderdi. Ben bu kimse ile tanıştım. Bir gün o kimse beni yanına çağırdı. Bana dedi ki:

-Ben öldüğüm vakitde kendi elinle beni yıka, namazımı kıl ve defneyle. O gece beni terk etmeyip kabrimde gecele. Mükireyn suali anında bana Tevhid'i telkin et!, dedi.

Ben de o kimsenin istediklerini yapmayı kabul ettim. Bana söylediklerinin aynını yaptım: Kabrinde geceledim.

O gece uyku ile uyanıklık arasında iken :

-Ya Süfyan! Beni korumaya ve senin telkinine ihtiyaç kalmadı, diye bir ses işittim.

O zaman:

-Ne sebeple bu lütfa eriştin, diye sordum

Bana cevap olarak:- Ramazan-ı şerifin orucunu tutup şevval'den altı gün daha eklemem sebebiyle, dedi.

O zaman ben uyandım. Yanımda kimseyi göremedim. Abdest aldım, namaz kıldım, uyudum; böylece üç kere gördüm. Bildim ki bu Rahmanîdir; şeytandan değildir. O zaman da kabrin yanından ayrıldım ve  "Ya Rabbi! Beni Ramazanın orucuna ve şevval'den altı gün orucuna muvaffak kıl" diye dua ettim. Allahü Teala Hazretleri beni de muvaffak kıldı.

 
 
Hadis-i Şerifler 
  "Kim oruçla geçirdiği Ramazan ayından sonraki Şevvâl ayında altı gün oruç tutarsa, bütün seneyi oruçla geçirmiş gibi olur!. "
[Riyazü's-Salihin, C.2,S.510,2.]

“Ramazandan sonra, Şevvâl ayında da 6 gün oruç tutan, anasından doğduğu günkü gibi günâhsız olur.”
[Taberânî]

“Ramazân ayı orucu on aya, Ramazândan sonra tutulan 6 gün oruç da iki aya mukâbil olur ki, böylece bir yıl oruç tutma sevâbına kavuşulur.”
[İbn-i Huzeyme]



“Sadaka, fakire verilirse 10 misli; âmâ ve âcize verilirse 70 misli; yakın akrabaya verilirse 1000 misli;
ana babaya verilirse 10 000 misli; talebe ve âlime verilirse 1 000 000 (milyon) misli olarak mukabele eder."
{İmâm-ı Suyuti (rh.a)}
Yâ Selam

Namazda kalbini koru.
Yemekte boğazını koru.
İnsanlar içinde dilini koru.
Başkasının evinde gözünü koru.
Allahı ve ölümü hiç unutma.
Yaptığın iyilikleri ve sana yapılan kötülükleri hiç hatırlama.
***Âlimlerle ve ilim meclislerinde bulun; onlardan ayrılmamaya çalış.
Ekmeğini muttakilere(takva üzere yaşayanlara) ve iyilere yedir.
İşini de bilginlere danışarak yap. {Lokman Hekim (Ruhü’-l Beyan Cild 7)}

 


Dünya Mü’minin Zindanı

Dünya Mü’minin Zindanı

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (En’âm, 32)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir.” (Müslim, Zühd, 1)

Bağdat kadılarından biri maiyeti ile birlikte külhanların bulunduğu sokaktan geçiyordu. Bu esnada onları gören üstü başı yağ-pas içinde, hırpânî kılıklı, sanki cehennem zebanilerini andıran Yahudi bir külhan önlerine geçti. Kadıyı taşıyan katırın gemine yapışarak şöyle dedi:

“Ey kadı, sizin Peygamberinizin söylediği; “Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir.” Sözün anlamı nedir? Görmüyor musun sen bir mü’min, bir Muhammedî olduğun halde dünya senin için cennettir. Benim için ise bir hapishane mesâbesindedir. Bense bir yahudiyim, bir kâfirim. Oysa Peygamberiniz bunun aksi olacağını haber veriyor!”

Dünyaca zengin olan kadı, bu soruya şu cevabı verdi: “Şu anda benim içinde bulunduğum geçici nimetler ve bu ihtişamlı hayat, bana cennette vaad edilen ebedî mükâfâtın yanında, bir hapis hayatı gibidir. Senin şu anda içinde bulunduğun durum ise cehennemde uğratılacağın azaba göre cennet mesâbesindedir.” (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 5.Cilt,Erkam Yay.)

 

Kadının paha biçilemez ziyneti, utanma duygusu!

AİLE-SAĞLIK Yazarlar AhmedŞahin

 

Kadının paha biçilemez ziyneti, utanma duygusu!

 
Geçmişin güngörmüş büyükleri demişler ki:- Altın ziynetlerini kaybeden kadın, kadınlık ziynetlerinden hiçbir şey kaybetmemiştir! Ancak utanma duygusunu kaybeden kadın, kadınlık ziynetini tümüyle kaybetmiştir! Çünkü demişler, altın ziynetler satın alınarak tekrar sahip olunabilir ama kaybedilen utanma duygusu satın alınarak tekrar sahip olunamaz! O bir kaybedildi mi bir daha sahip olmak kolay olmaz!

     Zaten utanma duygusu, sadece insanlara mahsus bir duygudur.     Diğer varlıklarda utanma duygusu yoktur. Ayrıca aşırıya kaçmayan utanma duygusu, insanın koruyucusu ve kurtarıcısıdır da.

     Nitekim insan, bir yanlış yapacağı, bir günaha yöneleceği sırada hemen utanma duygusu onu sımsıcak sarar, bu yanlışı yaptığı takdirde önce Rabb’inin huzurunda, sonra da dostlarının yanında ne kadar sıkılıp mahcup olacağını, bilenlerin kendisini ne kadar ayıplayacağını düşünür; kızarır, bozarır, sonra da, utanacak duruma düşmektense bu yanlışı yapmamalıyım, diyerek vazgeçer.. 

    Yani utanma duygusu onu yanlışlarından geri döndürüp vazgeçiren koruyucu ve kurtarıcı fevkalade önemli bir duygudur. 

- Neden utanma duygusunda insanı koruyucu ve kurtarıcı bir özellik vardır? -

Çünkü utanma duygusunun kaynağı imanıdır da ondan. İmandan kaynaklanmaktadır utanma duygusu!.  

      Nitekim utangaçlığıyla bilinen bir gence yakını, ‘Bu kadar utangaç olma, biraz yırtıl, serpil...’ gibilerden tavsiyelerde bulunurken oradan geçmekte olan Allah Resulü Efendimiz (sas)’in yaptığı şu ikaz da buna işaret eder. Buyurur ki:

     -Dokunma utanan gence, utansın!. Çünkü utanma duygusu imandandır!. 

    Demek ki basite alınabilecek bir duygu değildir utanma duygusu. Sahibini kötülüklerden koruyucu ve kurtarıcı etkisi söz konusudur. 

    Bu sebeple utanma duygusu, silinip atılabilecek basit bir duygu gibi görülemez. 

    Bir başka hadiste utanma duygusunun yüce değerine çarpıcı bir ifadeyle şöyle işaret edilmiştir: 

- Utanmadıktan sonra istediğini yap!. Çünkü en büyük kayıp, utanma duygusunun kaybıdır. Onu kaybettikten sonra geriye koruyabileceğin bir değerin kalmamış demektir. Artık neyi istersen onu rahatça yapabilirsin.. 

    Bir diğer hadiste de insanın sahip olduğu en yüce vasıflar sıralanırken utanma duygusu, en başta gelen insanî değer olarak gösterilmiştir. 

    Utanma duygusunun koruyucu özelliklerinden biri de, avret yerini açmaktan utandırmasıdır. Bundan dolayı utanma duygusunu kaybetmeyen insan, ne kendi avret yerini açıp teşhir eder, ne de başkasının açılmış mahrem yerine bakmaya razı olur. 

    Büyük sahabi Selman-ı Farisi Hazretleri der ki:

 -Ben utancımdan düşüp ölmeye razı olurum, ama avret yerimin açılmasına, şunun bunun bakmasına razı olmam! 

    Tenbihü’l-Gafilin’de Hazreti Ali (ra) efendimizden de şu söz nakledilir: 

-Allah (cc) avret yerini açarak baktırana da, bakana da lanet etmiştir! 

       Çünkü mahrem yerini açmak da, bakmak da kötü duyguların depreşmesine, büyük günahlara yönelme hissinin ayaklanmasına sebep olur, haya duygusunu yok eder... Haya duygusunu yitirenlerde ise ne baktırmaktan utanma hissi kalır ne de bakmaktan kaçınma duygusu.. 

     Bundan dolayı Efendimiz (sas) Hazretleri bakma konusundaki temel ölçüyü şöyle bildirmiştir: 

    -Ansızın bakışınızda bağışlanırsınız, ancak sonraki kasti bakışların vebali bakana da, baktırana da yazılır. Yani utanma duygunuzu kaybetmeyin. Baktırmaktan da bakmaktan da kendinizi koruyun. 

    Ayrıca her insanın koruyucu muhafaza melekleri vardır. Bu melekler onu gölgesi gibi takip edip kötü ruhların şerrinden korurlar. Ancak korudukları insan, avret yerini açar da herkese teşhirde bulunursa muhafaza melekleri ona bakmaktan utanır, uzaklaşırlar. Meleklerin uzaklaştığı yere ise şeytanlar üşüşür, kötü duygular depreşir, fitneli bakışlar başlar. Zaten günahlar da meleklerin uzaklaşıp şeytanların yakınlaşmasından sonra işlenir insanlar arasında..

-Evet, utanma duygusu herkeste güzeldir. Ama kadında daha da güzeldir. Çünkü bir kadının en değerli ziyneti, utanma duygusudur! Utanma duygusunu kaybeden kadın kadınlık ziynetini kaybetmiştir! İsterse kilolarla altın ziynetlere sahip olsun.

​​
a.sahin@zaman.com.tr

 
 

20 Ağustos 2013 Salı

HİKAYE HACER MENEKŞE


HİKAYE     HACER MENEKŞE


   Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği iki
katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı..  Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi..gölgeyi sever menekşeler derdi.. Oysa ögretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yaptığını  anlatmıştı onlara .Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.


   Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi ,her bitki güneşi severken, onlar neden
gölgeyi tercih ediyorlar diye düşündü durdu Hande...Küçük, ufacık aklı ile  aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar güzeldi.

 
   Herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı.  Daha o yıllarda farklı olmak için uğras vermeye başladı. ilk olarak, okulda kimsenin yanına oturmak istemediği Hacer'in yanına oturmak istiyorum ögretmenim diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı. Hacer bile şaşırmış şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi. Hande ise mühendis Kamil Beyin biricik kızı. Ögretmen pek oturtmak istemedi önce Hacer'in yanına Hande' yi. Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmen Hande'nin annesini çağırdı. Annesi eve geldiklerinde Hande'ye sordu : 


-- Neden yavrum Hacer in yanına oturmak istiyorsun?

   Hande cevap verdi :


-- Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler  güneşi sevmez demiştin, oysa her bitki güneşi sever. Menekseler farklı, belki de bu yüzden bu kadar güzeller. Hacer'in yanına kimse oturmak  istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum. Belki Hacer de güzeldir, onu fark  etmek istiyorum, dedi.


   Annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4.sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna  hayran kalarak :


-- Peki kızım kimin yanında istersen oturabilirsin," dedi.

   Pazartesi Hande Hacer'in yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi,  hem Hacer. Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlarda soğumuştu Hande'den. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi, iki kere anlatınca anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti.


   En çok alınan doktor Cemal Beyin kızı Esin'di. Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı. Nasıl olur da kendi yerine     Hacer'i seçerdi. Çok gururu kırılmıştı Esin'in. Hande ile konuşmuyordu.

   Birgün Hande ve ailesi Esinlerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler. Hande gene Esin'in somurtacağını bildiği için gitmek istemiyordu. İçin için de Hacer'e kızmaya başlamıştı arkadaşları ile arasının bozulmasına sebep olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu? Yoksa aptal mıydı?

 

   Sonra menekşeleri hatırladı hemen düşüncelerinden utandı. Hacer farklı diye yargılamaması gerekiyordu. Hacer'in, kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı. Panayıra gittiklerinde Esin somurtarak karşısında oturuyordu, Hande ile konusmuyordu.  Hande canı sıkıldığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı.

 

   Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı, kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu, yürüdü, yürüdü. Köye gelmişti. Bir evin önünde durdu. Evin penceresinde ki saksıya gözü ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi. Ama kıştı ve menekşeler
soğuğu hiç sevmezlerdi eve dogru bir adım attı. Kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti bu Hacerdi. Hande'ye gülümsüyordu.


-- Hoşgeldin Hande buyurmaz mısın?, dedi.

   Biraz ürkek, şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi.  Oda sıcacıktı odun sobası her yeri ısıtmıştı. Menekşeler diyebildi  sadece Hande...

 
-- Bu soğukta ?

   Hacer gülümsedi ;
-- Onlar annem için, annem onları çok sever.

   Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.
-- "Annen hasta mı?" dedi.

 
-- "Evet 2 sene önce felç oldu ona ben bakıyorum, bizim kimsemiz yok,
birtek ineğimiz var onunla geçiniyoruz. Ama tüm işler bana baktığı
için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor, dedi Hacer utanarak.

Bir de bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük  çekiyorum.


   Hande'nin gözleri dolmuştu. Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı. Dışarıya koştu ve annesine sarıldı, ağlıyordu. Bir müddet sonra anne bu Hacer diye tanıştırdı sıra arkadaşını. Hacer'in yaptığı sıcak çorbadan içtiler  birlikte. Hande annesine anlattı  Hacer'in hayatını, ağlayarak.


-- "Bir şeyler yapalım anne" dedi.

 
   O hafta annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Hacer'i kendi evlerine taşıdılar. Hacer artık Handeler den okula gidip geliyordu,  ne dağınıktı, ne de aptal. Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu.


   Seneler geçti. Hacer ve Hande bir arkadaş değil, iki kız kardeşlerdi artık. Mor menekşeler Hande'ye Hacer'i armağan etmişti. Hacer'e ise hem Hande'yi, hem hayatı. Seneler sonra ikisi de evlendi. Hacer şimdi bir doktor. Hande'den vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi, hastalarına vicdanıyla birlikte şifa dağıtıyor.

 


   Hande ise bir ögretmen. Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de ögretiyor. Bir kızı var adı, Hacer Menekşe. Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande.

***

LÜTFEN SEVGiNiZE ÖNYARGI KOYMAYIN.
HERŞEY SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR
SEVDİKTEN SONRA İSE SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR


 

 

18 Ağustos 2013 Pazar

ÜŞENMEDEN OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM ! - Kanseri yendi

 
 
ÜŞENMEDEN OKUMANIZI TAVSİYE EDERİM !
Onkoloji alanında 30 yıldır çalışan bir bilim adamı ve aynı zamanda bir tıp doktoru olan Prof. Dr. Vincent Castronovo, kaderin bir cilvesi ile 2011 yılında gırtlak kanserine yakalandı ve kendi
uyguladığı tedavi yaklaşımı ile bu hastalıktan tamamen kurtuldu.

 Prof. Dr. Vincent Castronovo kanser ve beslenme ilişkisi konusunda çalışan dünyaca ünlü Belçikalı bir bilim adamı ve tıp doktorudur.
 
 
Bu yazıyı kendisi ile 12 Nisan 2012 de Belçika RTL radyosunda yapılan söyleşiden derledik.


 
 
Kansere yakalandım

 Meslek hayatımı kansere karşı savaşmaya adadım. Bilhassa ölümlere sebep olan metastazların oluşmasını sağlayan mekanizmaların deşifre edilmesi üzerinde uzun yıllar çalıştım.
15 yıldan fazla bir süredir, bilim ve tıp dünyasında fazla üzerine gidilmeyen beslenmenin kötü huylu tümörlerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde oynadığı anahtar rol üzerine yoğunlaştım.
Geçtiğimiz yıl, 2011 yılı Şubat ayında ben de reflüye bağlı olarak gırtlak kanseri teşhis edildi. Sonunda 30 yılı aşkın bir süredir mücadele ettiğim bu kötü hastalık beni kendi evimde yakaladı.
Hem doktor hem hasta olmak


 Liege Üniversitesi Hastanesinden uzman bir doktor ekibi ve kendi geliştirdiğim tedavi stratejimle bu hastalıktan tamamen kurtuldum. Hastalıkla geçirdiğim bu serüvenli yolculuktan sonra, eskisinden çok daha sağlıklı bir hayata kavuştum.
Ben her iki tarafı da gördüm. Hem doktor hem hasta. Tabii benim meslekten olmam ve bu konu üzerine zaten çalışıyor olmam bu hastalığı daha iyi anlamamı ve adımlarımı ona göre atmamı sağladı.
Benim tedavi yaklaşımım 4 unsurdan oluşuyor:


 Beslenme, Egzersiz, Sevgi ve Dostluk


 Reflü deyip geçmeyin

Bende senelerdir reflü sorunu vardı. Bunu çok önemsemedim çeşitli ilaçlarla antibiyotiklerle bunu geçiştirdim.

Ancak sürekli olarak yukarı çıkan bu asit gırtlak dokusunu tahriş ediyor ve enfeksiyonlar oluşturuyor. Buradaki enfeksiyonları önlemek için aldığım antibiyotiklerle beraber gırtlak dokusundaki bağışıklık mekanizması duyarsızlaştı ve oluşabilecek bozuk genetiklik hücreleri yok edemedi. Ben kanser olduğumu son safha da öğrendim.

Kanserin beslenme ilişkisi


 Uzun süre kanserin kalıtsal olduğu düşünüldü. Ancak kanser kalıtsal değil, çevresel etkenlere dayanan bir hastalık.

Akciğer kanserinin %90 sebebi sigaradır. Bunu herkes biliyor. Mevcut kanserlerin %40 sebebi ise doğrudan beslenme ile ilişkili.
Bazı kanser türlerinde bu oran çok daha yüksek, örneğin benim uzmanlık alanım olan barsak ve mide kanserlerinin %54ünün sebebi beslenme ile ilişkili.
 
Araştırmalarımız sırasında biz şüphelendik acaba bu kansere yakalanan hastaların beslenmelerinde herhangi bir şey var mı?
Daha sonra bunu bizim kanser araştırma merkezimizde inceledik. Gördük ki analiz etiğimiz hastaların tamamına yakınında bir beslenme bozukluğu var.
 
Araştırmayı derinleştirdiğimizde bulgularımız şaşırtıcı idi. Vakaların tamamında beslenme ile kanser arasında istatistiksel olarak göze batan doğrudan nedensel bir ilişki var.
 
Beslenme ile kanser ilişkisini şu şekilde izah edebiliriz. Beslenme bozukluğu bağışıklık sisteminin düzgün çalışmamasına yol açıyor, vücudu koruyan hücrelerin üremesi yeterli hammadde olmadığı için
yavaşlıyor.
 
Vücutta zaman zaman dış etkenlerle oluşan bozuk genetiklik hücreler yok sekteye uğramış bu bağışıklık sistemi tarafından yok edilemiyor.

Şeker zehirli


 Çağımızdaki en büyük tehlike şeker. Bundan 100 sene önce yılda 1kg şeker tüketirken şu an sizin tüketiminiz 72kg oldu.

İnsan vücudu buna alışkın değil vücuda giren bu kadar şekere karşı ne yapacağını bilmiyor. Vücutta iç iltihaplanma oluşturuyor. Bizi bugün meşgul eden pek çok hastalığın sebebi bu iltihaplanmadır.
Obezitenin tıptaki adı iltihaplanmadır ve sebebi şekerdir.
MS hastalığı bir iltihaplanma hastalığıdır. Beynin bazı bölgeleri iltihaplanma yüzünden dopamin üretemez hale gelir. MS hastalığının sebebi bu dopamin üretememedir.
Kanserinde gelişmesi için ortamı hazırlayan bu iltihaplanmadır.
Yetersiz beslenen zenginler

 Yetersiz beslenme yiyeceğin az olduğu fakir ülkelerin sorunu değil. Günümüzde zengin saydığımız batı ülkelerinde bir yetersiz beslenme söz konusu.
Tükettiğimiz besinlerin çoğu endüstride işlenip rafine ediliyor ve faydalı her şeyden arındırılıyor. Örneğin ekmek buğdayın en faydalı olan kabuğu atılarak yapılıyor. B12, protein ve demir gidiyor geriye saf nişasta yani şeker kalıyor.
İlginçtir ki gıda endüstrisinin diğer bir kolu da bu artıkları alıp bunlardan vitamin destek ürünleri yapıp bize ayrıca satıyor.

Palmiye yağı zehirli


 Bize hayvansal yağların kötülüğünden bitkisel yağların iyiliğinden bahsedilir. Oysa bitkisel bir yağ olan palmiye yağı toksik bir yağ.
Maalesef palmiye yağı gıda endüstrisinde en çok kullanılan yağdır. Bugün süpermarket raflarında gördüğünüz ve üzerinde "bitkisel yağ" yazan yiyeceklerin neredeyse tamamında palmiye yağı kullanılır. Çünkü diğer yağlara göre sıcaklığa çok dayanıklıdır. Gıdalar işlenirken uygulanan yüksekısılı işlemlere dayanıklıdır.
 
Bu yağ ayrıca uzun süre yapısı bozulmadan durabilir. Bu şekilde hem yiyeceklerin raf ömrü uzatılmış olur hem de fabrikada yağı depolama ve üretme maliyeti düşürülür.
Son zamanlarda gıda şirketleri yaşanan ekonomik kriz yüzünden karlılıklarını koruyabilmek için maliyet düşürmeyi iyice ön plana aldılar. Örneğin diğer yağların yerine palmiye yağı kullanılması onların karlı kalabilmesine yardım ediyor. Bu yüzden daha çok şirket bu yağı kullanmaya başladı.

Ben herkesi uyarıyorum bu yağ toksiktir, kanserojendir lütfen palmiye yağı bulunduran yiyeceklerden uzak durun. Henüz bu yağın kullanımı yasaklanmadı, ancak yaptığımız baskılarla Avrupa Birliği geçtiğimiz günlerde palmiye yağı bulunan gıdaların üzerinde bunun açıkça yazılması için bir yasa çıkardı. Bundan önce sadece bitkisel yağ yazıyorlardı. Bitkisel yağ dedikleri ise çoğu zaman bu palmiye yağıdır.


 Kanseri nasıl yendim?
Önce tıbba güvendim. Ancak bununla bırakmadım beslenmemi planladım ve besin destekleri kullandım. Kemoterapi sırasında probiotikler kullandım. İnsanın barsağında bizim için vazgeçilmez olan bakteriler vardır. Bu bakterilerin bizim için hayati önemi vardır. Bunlar olmadan bazı besinleri hazmedemeyiz. Ayrıca gerekli bazı enzim ve vitaminlerin üretilmesini sağlarlar. İlginç bir nokta şu,
geçtiğimiz günlerde aslında beynimiz ile barsakta yaşayan bu bakteriler arasında karşılıklı bir iletişim olduğu bulundu.
Kemoterapi sırasında maalesef barsaklardaki bu bakteriler ölüyor. Bu yüzden onları yenilemek için
probiotik kullandım. Probiotikler bu bakterilerin uyur halde bulunduğu kültürüdür. Bunlar barsağa yerleşir ve azalan veya yok olan barsak florasını yeniler.
 
Bunun yanı sıra vitamin hapları aldım. Mineraller aldım.

Omega-3 yağlarını düzenli olarak beslenmeme dâhil ettim.
Yeteri kadar protein aldım.
Kızartmaları kestim.
Hepsinden önemlisi ise şeker almayı kestim.

Doktorlarım çok açık fikirli idi benim getirdiğim önerileri her zaman değerlendirmeye aldılar. Böyle bir şansım oldu. İletişimim diğer hastalara göre çok daha kolay oldu.
Çiğnemenin önemi


 Memelilerin beslenmesinin ilk ve en önemli aşaması çiğnemedir. Maalesef sosyal yaşam biçimimiz ve değişen ve rafine olan gıdalar bizleri çiğneme davranışından uzaklaştırdı. Çiğnemek bizler için biyomekanik bir olaydır ve vücutta bazı sistemleri harekete geçirir. Bunun yansıra parçalanan gıdalar
kolayca hazmedilir. Barsaklarda oluşan gazların sebebi iyi çiğnememedir.
 
Önerdiğimiz kanser tedavisi


 Biz merkezimizde hastalara bir kan testi yaparak hangi vitamin, mineral ve yağların eksik olduğunu tespit ediyoruz.
Buna göre hastaya uygun bir beslenme planı oluşturuyoruz. Çünkü zaten bir kere yetersiz ve yanlış beslenme yüzünden insan hasta olmuş. Hastalığın tedavi sürecinde bu yanlış mutlaka giderilmeli ve vücutta eksik olan ne varsa beslenme ile yerine konulmalı. Aksi halde bir iyileşmeden söz edemeyiz.
Yiyecekleri çiğneyin ve strese kapılmadan yavaş yavaş yiyin. Yemek yemeyi aceleye getirmeyin yemek için kendinize zaman ayırın.
Yağlı balıkları tüketmeyi ihmal etmeyin. Ton balığı tüketin, bu balığın içinde yüksek miktarda vücut için dışardan alınması şart olan yağ asitleri bulunur. Bu yağ asitlerini vücudumuzun çalışması için gereklidir.
 
Ancak vücutta üretemeyiz dışardan alınması gerekir. Haftada en az 3 kez yağlı balıkları tüketin.
 
Şekerden uzak durun. Şekeri ve türevlerini (nişastalar, karbonhidratlar) hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Hızlı şekerleri kesinlikle tüketmeyin.
 
Brokoli tüketin. Bunun içinde kanserin metastaz yapmasını önleyen bir madde var.
Yağları pişirmeyin. Yakmayın. Üzerinden duman çıkan bir yağ toksiktir.
Sıcaklık yağların kimyasal yapısını değiştirip onları zehirli hale getirir.
Yağı mümkünse pişmenin son aşamasında ekleyin.
Brokoli ve diğer sebzeleri tüketirken bunları suda kaynatmayın. İçinde faydalı olan her şeyi suyuyla atarsınız. Tüketirken bunu ağır buharda pişirin. Yağını da sonradan ekleyin üstüne.
Kanınızdaki bakırı azaltın. Bunun için ıspanak tüketin.
Kızartmalardan uzak durun. Palmiye yağı ve ay çiçek yağını kullanmayın.

Gülün.


 Profesör Dr. Vincent Castronovo kimdir

Profesör Vincent Castronovo, Belçika'da Liege Üniversitesi Onkoloji Araştırma Merkezinin yöneticisi ve aynı üniversitenin tıp fakültesi bölüm başkanı.
Pek çok ödül almış bir bilim adamı. Saygın uluslararası tıp ve bilim dergilerinde yayınlanmış iki yüzden fazla makalesi bulunuyor. Klinik onkoloji alanında çalışma yapan bir bilim adamı olmasının
yansıra, kendisi aynı zamanda bir tıp doktoru ve cerrah. Amerika'da ulusal kanser araştırma enstitüsünde uzun yıllar çalışmış ve 1992 yılında ilk Metastaz Araştırma Laboratuvarını kurmuştur.
 
 
 

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Muzır maniler

Hekimoğlu İsmail
 
AİLE-SAĞLIK Yazarlar Hekimoğlu İsmail

​​
​​
​​
Muzır maniler

 
“Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır. Bu mânilere ve bu şeytanlara karşı ihlâs kuvvetine dayanmak gerektir. İhlâsı kıracak esbabdan yılandan, akrepten çekindiğiniz gibi çekininiz.”
 Bu ibare her Müslüman için çok kıymetli bir ikazdır. Yani herhangi bir Müslüman hayırlı bir iş yapmak isterse ona şeytanlar ve şeytanlaşmış insanlar mani olmaya çalışır. Bu durumda bu insan ihlas kuvvetine dayanmalıdır. 

Hayırlı işleri Allah için, Allah emrettiği için yaparsak manileri aşarız. Bir işe “Allah rızası için yapıyorum.” diyerek başladıysak, ihlasın gücünü artık arkamıza almışızdır ve o iş bize kolaylaşır. Böyle başlanan işin yarıda kalması mümkün değildir. Güzel işlere başlanmalı, devam edilmeli, en mükemmel şekilde bitirilmelidir. 

Geri kalmış ülkelerde yapamam, edemem, uğraşamam gibi sözler çoktur. Hâlbuki “Vatan bir kasadır. Din de bu kasanın içindedir. Bu devleti kalkındırmak gerek.” diye düşünüp Allah rızası gözetip çalışılsa, o devlet kalkınır. 

Kâinat kitabını iyi okumalıyız. Yani kâinatta olan bitenden ders almalıyız. Meyveler evvela filiz verir. Kiraz çekirdeği, filiz vererek işe başlamıştır. Kiraz verinceye kadar büyümeye devam eder. Çiçek açınca, çiçek de güzeldir, deyip kiraz olmaktan vazgeçmez. Çünkü kirazdaki yarar çiçekte yoktur. Rüzgâr, yağmur yüklü bulutları suya hasret topraklara taşır; epey yol geldim, sırtıma binmiş bulutları şu dağın tepesine bırakayım, demez. İhtiyacı olan bölgeye götürür, orada toprak neşv ü nema bulur.  

Ziyaretime gelen bir hoca hanım, ne zaman sohbete gidecek olsa bir engelin çıktığından bahsetti. Çocukların okuluyla alakalı bir sorun çıkıyormuş, hiç aramayan tanıdıklar arayıp misafiri olmak istiyormuş, hastalık çıkıyormuş. Bu hanıma şöyle dedim: “Size çıkan maniler bana çıkan manilerden daha mı çok?” Bir yandan maniler çıksın, bir yandan çalışmaya devam edelim. Gidilen sohbette bir hanım İslam’ın güzel bir tarafını daha öğrenecek. Hoca hanım sevap alacak. Saadet-i ebediyeyi kazanacak. Şimdi bu kolaylıkla elde edilir mi?  

Etraftan duyarız, bu aksilikler de hep beni buluyor, derler. Şöyle dense daha güzel olur; çok şükür imtihan oluyorum, demek ki doğru yoldayım. Ve imtihanı kazanmak için dua edilmeli. Çünkü Rahman olan Allah, hem imtihan eder hem de imtihanda yardım eder.  

Şunu unutmamak gerekir; zorluk dediğimiz şey cennetin bedelidir. Cennet ucuz değildir. Zorluk küçük de olsa büyük de olsa insanı güçlendirmeli, gayreti artırmalı. Manilerden bıkkınlık gelmemeli. Manilerin üstesinde gelmek de ibadet kabul edilmeli. Cennete giden yolun üzerinde ibadetlerimiz var.

“Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. O vakit sizin ömrünüzün dakikaları, seneler hükmüne geçer.” Bu sözü anlayan, uygulayan muvaffak olur. Müslümanlığın ihya edilmesinde görevini yerine getirmiş olur.