31 Ocak 2019 Perşembe

AHİRET AZIĞI

AHİRET AZIĞI


 0

Ahirete hazırlık için neler yapmalıyız? Ahiret yolcusu için en hayırlı azık nedir? Peygamber Efendimizʼin söylediği ahiret yolcusunun hazırlığı ve azığı…
Hepimiz her an Cenâb-ı Hakkʼın huzûruna doğru mesafe alan yolcularız. Fakat hiçbir yolculuğa hazırlıksız ve azıksız çıkılmaz.
AHİRET HAZIRLIĞI
Peygamber Efendimiz, bir defasında Ebû Zer’e:
“–Bir yolculuğa çıkmak istersen onun için hazırlık yapar mısın?” diye sormuşlardı.
Ebû Zer:
“–Evet yâ Resûlâllah.” diye cevap verdi.
Efendimiz devamla:
“–Peki, kıyâmet günü yolculuğu nasıl olacak? Beni dinle; o gün sana yarayacak olanı söyleyeyim mi?” diye tekrar sordular.
Ebû Zer büyük bir heyecanla:
“–Evet yâ Resûlâllah! Anam ve babam yoluna fedâ olsun!” karşılığını verdi.
Âlemlerin Efendisi bu defa şöyle buyurdular:
“–Yeniden dirilme günü çok sıcak bir gündür. O gün ferahlamak için şimdiden oruç tut!
Kabir yalnızlığı için gece karanlığında iki rekât (teheccüd) namazı kıl.
Kıyâmetin büyük hâdiseleri için bir kere haccet ve muhtâca bir sadaka ver.
Ya haklı yere bir söz söyle, yahut kötü bir söz söylemekten dilini alıkoy!” (İbn-i Ebi’d-Dünyâ, Kitâbü’t-Teheccüd; Gazâlî, İhyâ, I, 354)
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:
“Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18)
Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede âhiretten “yarın” diye bahsediyor. Yani kâfirlere hiç gelmeyecekmiş gibi, gâfillere ise çok uzakmış gibi görünen kıyâmet ve âhiretin vaktini, zaman ve mekândan münezzeh olan Rabbimiz, “yarın” kadar yakın bir zamanla ifâde buyuruyor.
Zaman mefhumunun ne kadar izâfî olduğunu da;
“…Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün, sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (el-Hac, 47) buyurarak haber veriyor.
Dolayısıyla, hakîkatte “yarın” kadar yakın bulunduğumuz, sonsuz hayat olan âhirette saâdet mahsullerini derebilmek için, bugün dünya tarlasına sâlih amel tohumlarını ekmekte geç kalmamalı, ihmalkârlık göstermemeliyiz. Vaktimizi öyle güzel değerlendirmeliyiz ki, bize “Yarın öleceksin!” denilse bile, hayat programımızda herhangi bir değişiklik yapma ihtiyacı hissetmemeliyiz!..
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî’nin şu îkazları ne kadar hikmetlidir:
“Âhiret azığını hayatında kendin tedârik et! Çünkü sen öldükten sonra akraba hırsa kapılır; senin rûhun için hiçbir iyilikte bulunmazlar.
Altını, nîmeti elinde iken bugün sen ver! Sen öldükten sonra bunlar elinden çıkar, sahip olamazsın! Iztırap çekmemek istersen, ıztırap çekenleri hatırından çıkarma! Bugün hazine elinde iken lâzım gelen yerlere çabuk dağıt, yarına bırakma! Çünkü yarın anahtar elinden çıkmış olur. Azığını bugün sen kendin götür. Öldükten sonra karından, çocuğundan şefkat bekleme!
Azığını öbür dünyaya kendi götüren kimse, devlet topunu çelmiş demektir.
Sırtımı beni düşünerek ancak kendi tırnağım kaşır, başkası kaşımaz.
Ne gibi servetin varsa avucunun ortasına koy, verilecek yerlere ver! Veremezsen, yarın dişinle elinin arkasını ısırırsın.”
AHİRET AZIĞI
Ebediyet yolculuğunda lâzım olan en hayırlı azığımızı, Yüce Rabbimiz şöyle beyân ediyor:
“…Ne hayır işlerseniz Allah onu bilir. (Ey müʼminler! Âhiret için) azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvâdır. Ey akıl sahipleri! Benʼden (yani emirlerime muhâlefetten) sakının.” (el-Bakara, 197)
Cenâb-ı Hak, kullarıyla dost olmak istiyor. Dostluğuna ulaşmanın yollarını, ilâhî tâlimatlarıyla târif ediyor.
Dostluk ise, müştereklikten kaynaklanır. Cenâb-ı Hak’la dost olmak için; O’nun sevdiğini sevmek, sevmediklerini de terk etmek şarttır. Âhirete götürülecek en kıymetli azık olan “takvâ” da Allâh’ın sevdiği güzel vasıflarla vasıflanıp O’nun sevmediği çirkin vasıflardan titizlikle sakınma hassâsiyetidir. Cenâb-ı Hakk’ın dostluğuna nâiliyet için, O’na takvâ hassâsiyetiyle tezyîn edilmiş selîm bir kalp götürebilmek îcâb eder.
Bu hakîkatten hareketle Mevlânâ Hazretleri Mesnevî’sinde şöyle der:
Cenâb-ı Hakk’ı dost edinmek istersen, şunu iyi bil ki, dostların yanına eli boş gidilmez. Dostların yanına eli boş gitmek, değirmene buğdaysız gitmeye ben­zer.
Cenâb-ı Hak Mahşer gününde kullarına;
«–Kıyâmet günü için ne armağan getirdiniz?» diye soracak ve ardından;
«–Sizi ilk yarattığımızda olduğu gibi, eli boş, azıksız olarak, tek başınıza ve muhtaç bir hâlde geldiniz. Haydi söyleyin bakalım; kıyâmet günü için ne hediye getirdiniz? Yoksa sizde dünyadan âhirete dönmek ve Allâh’ın huzûruna çıkmak ümidi yok muydu? Kur’ân’ın kıyâmet hakkındaki haberi, size boş mu görünmüştü?» buyuracak.
Ey ahsen-i takvîm, yani en güzel vasıfta yaratılan insan! Kıyâmet gününü inkâr etmiyorsan, O Dost’un kapısına böyle eli boş olarak nasıl ayak atıyorsun? Bu fânî âlemde uykuyu ve yemeyi-içmeyi azalt da, Cenâb-ı Hak’la buluşacağın zaman için bir hediye hazırla!..
Velhâsıl Cenâb-ı Hakk’a götürülecek en güzel hediye, Oʼnun cemâlî esmâsının tecellî hâlinde olduğu, münevver, musaffâ ve latîf bir gönül aynasıdır
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/ahiret-azigi.html



30 Ocak 2019 Çarşamba

HAYVANLARI FAYDALARI NELERDİR?

HAYVANLARI FAYDALARI NELERDİR?


 0

Hayvanları faydaları nelerdir? Kur’an-ı Kerim’de geçen hayvanların insanlara olan bazı yararları… 
Hayvanların faydaları şu şekildedir;
  • Hayvanlar insanların besin kaynağını oluşturur. İnsanlar hayvanların etinden, sütünden faydalanır.
  • İnsanlar hayvanların derilerinden giyecek, eşya vb. ürünler yaparlar. Bunları günlük hayatta kullanırlar.
  • İnsanlar işlerine yardım ettirmede hayvanlardan yararlanırlar. Örneğin eşek, katır, at vb. hayvanları ulaşım, arazi sürme, yük taşıma gibi işlerde kullanırlar.
  • İnsanlar hayvanları eğiterek yapacakları bazı işleri hayvanlara yaptırır. Örneğin çoban köpekleri sürüyü kontrol ederler. Polisler köpekleri uyuşturucu maddeleri yakalamakta kullanırlar.
  • Böcekler bitkilerin tozlaşmasına katkı sağlar. Bu sayede bitkiler büyür ve meyve verir.
  • Hayvanlar tıbbi deneylerde kullanılır. Fare bu deneylerde kullanılan hayvanlardan birisidir. Birçok kanser ilacı bunun sayesinde üretildi.
  • Hayvanlar ilaçların yapılmasında da kullanılır.
HAYVANLARIN FAYDALARI İLE İLGİLİ AYETLER
İnsanların rızık olarak faydalandıkları gıdaların en mühimlerinden biri de hayvansal gıdalardır. Husûsiyetle eti yenen hayvanların etlerinden yiyecek olarak istifâde edilir. Bazı hayvanların sütlerinden faydalanılır. Hayvanlardan bir kısmı aynı zamanda binit olarak da kullanılır. Pek çok hayvanın derisinden, yününden, kılından yararlanılır. Hayvanlar çeşitli açılardan insanlar için çok yararlı yaratıklardır. En’âm Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Hayvanlardan yük taşıyanı ve tüyünden döşek yapılanları yaratan Allah’dır. Allah’ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytanın peşinden gitmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.” (En’âm, 6/142).
İbret almak isteyen insan için, gördüğü her şey ibrettir. İbret almak istemeyen için ise hiç bir şeyin değeri yoktur. Nahl Sûresi’nde Yüce Allah şöyle buyurur:
“Kuşkusuz sizin için hayvanlarda büyük bir ibret vardır. Zira size, onların karınlarındaki işkembe ile kan arasından (gelen), içenlerin boğazından kolayca geçen hâlis bir süt içiriyoruz.” (Nahl, 16/66) Süt, insanlar için içimi tatlı, hoş, kolay, son derece besleyici bir gıda maddesidir. Yüce Allah, sütü oluşturduğu yere insanların dikkat nazarlarını çekiyor. Sütü, böyle bir yerden yaratmış olmasının önemini hatırlatıyor. Yüce Allah Mü’minûn Sûresi’nde de şöyle buyurur:
“Hayvanlarda sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakinden (yani aldıkları besinleri süt haline getirerek bunu) size içiririz. Onlarda sizin için bir takım faydalar daha vardır; ayrıca etlerini yersiniz. Onların üzerinde ve gemilerde taşınırsınız.” (Mü’minûn, 23/21-22)
Yüce Allah, yarattığı pek çok yaratığı insanın hizmetine vermiştir. Hayvanlar, çeşitli yönleriyle insanlara hizmet vermektedir. “Allah size evlerinizi dinlenme yeri kıldı. Hayvanların derilerinden, yolculukta ve ikâmet zamanlarınızda kolayca taşıyacağınız evler; yün, tüy ve kıllarından bir süre kullanacağınız giyimlikler ve geçimlikler (ticâret malı) var etmiştir. Allah, yarattıklarından size gölgeler yapmış, dağlarda sığınacağınız barınaklar var etmiş, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, harpte sizi koruyacak zırhlar vermiştir. Size olan nimetini Müslüman olasınız diye işte bu şekilde tamamlamaktadır.” (Nahl, 16/80-81)
HAYVANLARIN YARARLARI
Bu âyetler, hayvanların, insanlara olan bazı yararlarını ifâde etmektedir. Yüce Allah, Nahl Sûresi’nde hayvanları insanlar için yarattığını bildirir:
“Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz. Sizin için onlarda ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken, bir güzellik (bir zevk) vardır. Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak, canlara eziyet ederek varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, pek merhametlidir. Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve süslenmeniz için (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır.” (Nahl, 16/5-8)
İnsanlar eskiden nakil vasıtası olarak bu âyetlerde zikredilen hayvanlardan; deve, at, katır, fil vb. diğer bazı hayvanlardan yararlanırlardı. Ama son zamanlarda insanlar Allah’ın verdiği akıl, enerji ve güçle nice nakil vasıtaları icad etmişlerdir ki bunların taşıma gücü ve hızı insanı hayretler içinde bırakacak derecededir. Âyette geçen; “şu anda bilemeyeceğiniz daha nice nakil vasıtaları yaratır” ifâdesinin işaret ettiği husus -Allah bilir- budur. Yüce Allah, Mü’min Sûresi’nde şöyle buyurur:
“Allah, kimine binesiniz, kimini yiyesiniz diye sizin için hayvanları yaratandır. Onlarda sizin için daha nice faydalar vardır. Gönüllerinizdeki bir arzuya onlara binerek ulaşırsınız. Onlar ve gemilerin üstünde taşınırsınız. Allah size âyetlerini (kudretinin üstünlüğünü ve rahmetinin enginliğini) gösteriyor. Siz Allah’ın âyetlerinden hangisini inkâr edersiniz?” (Mü’min, 40/79-81)
Bütün hayvanlar insanlar için yaratılmıştır. Yâsîn Sûresi’nde şöyle buyrulur:
“Kudretimizle kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmezler mi? Onlara sahip olmaktadırlar. Onları kendilerinin buyruğuna verdik; Onların bazısını binek olarak kullanırlar, bazısını besin olarak yerler. Onlarda daha nice faydalar, içecekler (sütler) vardır. Hâlâ şükretmezler mi?” (Yâsîn, 36/71-73)
Kaynak: Prof. Dr. Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/hayvanlari-faydalari-nelerdir.html



29 Ocak 2019 Salı

SEVGİ DEYİNCE AKLA İLK NE GELİR?


SEVGİ DEYİNCE AKLA İLK NE GELİR?


 0

Sevgi denildiğinde ilk olarak Hâlik-ı zülcelal velkemâl hazretleri hatıra gelir. Sonra Fahr-i Kâinat Efendimiz hatırlanmalıdır. Ondan sonra Cenâb-ı Hakk’ın has kulları diğer peygamberler, ashab ve diğer evliyaullah hazerâtı yer alır.
Allah, kendine îman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan kurtarıp aydınlığa çıkarır. Küfredenlerin dostları ise şeytandır. O da onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sürükler. Onlar, Cehennem arkadaşlarıdır. Bir daha çıkmamak üzere orada ebedi kalıcılardır.” (Bakara Sûresi, 255-257)
Allah Teâlâ ve Tekaddes hazretleri sevdiği, aziz etmeyi murad ettiği bir kulunun kalbine kendi sevgisini koyar. O kul, kulluk icâbı bunun kadr ü kıymetini bilip hüsnü istimal ederse yani tam ihlâs üzere teslimiyet yolunu tutarak kulluk icabı ne yapmak lâzım gelirse onu îfâ ettiğinde perdeler açılır. Kolaylıkla Allah Teâlâ ile ünsiyet hâli tecelli eder. O, bu sûretle aradığını kolaylıkla bulmuş olur. Bu, Rabbimizin iltifat-ı ilâhîyesidir.Bu hâle bazen Allah’ın has bir kulunun yani bir mürşid-i kâmilin nazarıyla erilir. Bu, pek az bir kimseye nasip olur. Mürşid-i kâmilin nazarı her müracaat edene tesir etmez, ancak Allah’ın murad ettiği, her hususta ciddi, samimi, kemâle ermiş yüksek ahlâk sahibi kişilerin dahi pek azına nasip olur.
O, bazılarının aylarca hatta senelerce elde edemediğini pek kısa bir zamanda elde eder. Bu iltifat-ı ilâhîyedir. Sevgiye nâil olan, Allah Teâlâ’ya karşı bütün vazîfelerini seve seve ve büyük bir rahatlıkla ve gönül huzuru içinde îfâ eder.
Mü’min, kader kendisine ne getirirse onu hemen alır, ona razı olur. Aynı zamanda Allah Teâlâ’nın emirlerine uyar, yasaklarından sakınır ve bunu gönül hoşluğu ile îfâ eder. Çünkü Allah’tan gelen her şey onun için hoştur, sevgilidir. Hatta hastalıklar, fakir düşmeler, her türlü musibetlerde bile, Allah Teâlâ bir kula yakınlık nasip ettiği zaman kula en ufak abes ve çekişme duygusu gelmez. Onun için her iş yerli yerindedir. Allah Teâlâ’yı seven O’ndan başkasını sevemez, tâkati kalmaz. Diğer sevgileri meselâ; anasını, babasını, ailesini ve çocuğunu, malını, mülkünü sever. Fakat bu sevgi, Allah Teâlâ’nın sevgisinden neş’et eden, yerli yerinde ölçülü bir sevgidir. Böyle ölçülü muhabbetler makbuldür. Çünkü kulun hemcinsine sevgi göstermesi insanlık icabıdır. İnsan anasını, babasını sever; çünkü onun dünyaya gelmesine ve dîni bilgi sahibi olmasına onlar vesîle olmuşlardır. İffetli, yüce ahlâk sahibi, mânevî akîde sahibi olan şerefli fazîlet sahibi ailesini sever. Bu sevgi de Allah için sevilir ise makbuldür. Mala mülke gelince, onlar İslâmiyet ve insaniyetin yararına kullanılırsa o da memdûhdur.
GÖNLÜN İYİLEŞMESİ
Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurmuşlardır ki:
“İnsanın bedeninde bir çiğnem et vardır ki bu bir çiğnem et iyileşirse bütün beden iyileşmiş olur ve bozulacak olursa bütün beden bozulur.”
Gönlün iyileşmesi ise bütün çirkin sıfatlardan temizlenmesiyle olur. Hakk’ın yoluna sâlik olan kimse böylece temizlendikten sonra riyâzatlar ve mücahedelerle nefsini kendi hükmüne alarak ezkârın nurlarıyla daima ilerlemesini gözetmelidir.
Her masiyet (günah) gaflet ve şehvetin kökü, nefisten razı olmaktır. Ve her tâatın ve uyanıklığın ve iffetin kökü, senin ondan razı olmayışındandır.
Nefisten razı olmak, bütün çirkin sıfatların kökü olduğu gibi, nefisten razı olmamak dahi ne kadar iyi ve övülmüş güzel sıfatlar varsa hepsinin aslıdır. Bunun üzerinde bütün arifler ittifak etmişlerdir. Sâlik nefsinden razı olmayınca daima onun kusurlarını araştırır. Fakat nefsini hoş görecek olursa gaflet etmeye başlar.
Nefsinden razı olmayan bir cahil ile arkadaşlığın, nefsinden razı olan bir alimle arkadaşlığından senin için daha hayırlıdır.
Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri-5. s. 18-23
Kaynak: Sâdık Dânâ, Altınoluk Dergisi, Sayı: 393

http://www.islamveihsan.com/sevgi-deyince-akla-ilk-ne-gelir.html



Efkan VURAL - Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 22


Efkan VURAL - Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 22

                                               BÂSIT
 
Allah’ın isimlerinden biri de el-Basıt’dir. Dilediği kullarının rızkını genişleten veya ruhlarını  cesetlerine yayan anlamına gelir.
 
el-Bâsıt, açan, genişleten, bollaştıran, zaman zaman kulunu imtihan etmek, ya da bir sıkıntıdan kurtarmak, rahmet etmek için hazinelerinin kapılarını açan, kulunu darlıktan çıkarıp, huzura erdiren, kulunun yaptığına, bire bir değil, fazlasıyla, artırarak, karşılık veren demektir.
.
İşlerin iyi gitmesinde, hayırlı ve sevineceğimiz bir haber duyduğumuzda, sıkıntı anında sıkıntıdan kurtulmamızda ve daha bir çok maddi ve manevi zenginliğin tecelli etmesi Allah’ın el-basıt ismiyle mümkündür.
 
Allah istediği kullarına bolluk,neşe ve mutluluk verir. Allah kalpleri huzura ve ferahlığa kavuşturur.
 
Yüce Allah kur’an’da  şöyle buyurmaktadır:
 
"Elini boynuna bağlayıp asma, onu büsbütün de açma, sonra kınanır, pişmanlık içinde açıkta kalırsın. Şüphesiz ki Rabbın rızkı dilediğine genişletir, dilediğine de bir ölçüye göre daraltır. Çünkü her halde o, kullarından haberdardır ve onları mutlaka görür. " (el-İsrâ, 17/26-27) 
 
“Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.”(Rad suresi,26.ayet)
 
“Allah O'dur ki, rüzgârları gönderir, bunlar da bulutu kaldırır. Derken, Allah onu gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder; nihayet arasından yağmurun çıktığını görürsün. Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince, onlar seviniverirler.”(Rum suresi,48.ayet)
 
“Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat O, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir.”(Şura suresi 27. Ayet)
 
 (Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 
(Devam edecek)
 
Efkan VURAL
 
 

--


28 Ocak 2019 Pazartesi

FAİZİN ŞİDDETLE YASAKLANMASI


FAİZİN ŞİDDETLE YASAKLANMASI
Âyetler
Faiz yiyenler (kıyâmet günü mezarlarından) ancak şeytan çarpmış kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların, "esasen alışveriş de faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kim, Rabbinden kendisine gelen bir öğüt üzerine faizciliğe son verirse, geçmişte olanlar kendisine ve hakkındaki hüküm de Allah'a kalmıştır. Kim de yeniden faize dönerse işte onlar cehennemliktir, orada temelli kalacaklardır. Allah faizi mahveder, sadakaları bereketlendirir. Allah koyu nankör ve günahkâr olan hiç kimseyi sevmez.
İman edip iyi işler yapan, namazı dosdoğru kılıp zekâtı verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.
Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız, mevcut faiz alacaklarınızın peşini bırakın, vazgeçin.
Bakara sûresi (2), 275-278
Yüce dinimiz, "karşılıklı fayda temin etmeye yönelik bir sözleşmede karşılıksız kalan herhangi bir fazlalık" demek olan  faizi, bütün çeşitleriyle kesin olarak yasaklamıştır. Faiz yiyen kişi, başkasının malını karşılıksız olarak yemiş olur. Bilinen bir gerçektir ki para, bir değişim aracıdır. Onu alınıp satılan mal haline getiren ve hiç bir risk almadan gelir elde etme vasıtası olarak benimseyen kişiler faizci, buna imkân veren bütün muameleler de faiz muamelesidir. Durduğu yerde paraya para kazandırma birilerinin hoşuna gitse de toplumun aleyhine olan bu durum aslında iyi tahlil edildiği zaman uzun vâdede toplumdaki emek-sermâye ilişkilerini altüst edeceği için bizzat faizcilerin de aleyhinedir. Hatta bu yolla para kazananları zehirli gıdalarla beslenenlere benzetmek mümkündür. Zehir tesirini gösterdiği an, yapılacak hiç bir şey kalmamış demektir.
Şu da bir gerçektir ki,  dinimiz sermaye birikimini, faizle değil, ortaklık usulüyle sağlamayı öngörmektedir. Ortaklıkta sermaye faizsiz olacağı için mâliyet ve enflasyon gibi kapitalizmin ürünü olan meseleler ortadan kalkacak, mülkiyete ortak olma tabana doğru yayılacak, ekonomik ve sosyal farklılaşmalar en düşük seviyeye inecek, sermayeye, yatırıma ve tabiî ticârete asla kötü gözle bakılmayacaktır.
Faizcilik, para sahiplerinin tahakkümünü artırır ve  toplumun düzen, hürriyet ve geleceğine müdâhale etmelerine yol açar. İş ve yatırım yaparak değil, faizle gelir temin eden bir rantiye sınıfının oluşmasına zemin hazırlar. İnsanları çalışıp kazanmak ve üretim ile meşgul olmaktan uzak tutar. Bu da insanların birbirine iyilik etme duygularını söndürür. "Karz-ı hasen" yoluyla iyilik ve yardımlaşmayı ortadan kaldırır. Çıkar hırsını  aşırı derecede kamçılar, hırslar keskinleştikçe kalbler katılaşır, toplumda yardımlaşma ve dayanışma yerine sömürme ve çatışma başlar.
Faiz yiyenlerin şeytan çarpmış gibi mezarlarından kalkacaklarının belirtilmesi, faiz yemenin ne kadar fenâ olduğunu anlatmaktadır. Faizcilik yaparak fakir kimseleri sömürenler, şeytanlaşmış insanlardır. Bütün güzel insanî duygular faizcilerin içinden silinir ve bunlar şeytan gibi sadece maddeye tapan, maddî menfeat peşinde koşan ve şeytanlıklarını tatmine çalışan acımasız yaratıklar halini alırlar. Zaman zaman içlerinde doğacak her hayırlı istek, onları şeytan çarpmışcasına sarsar ve bu tür arzuları bir şekilde kendi içlerinde boğmaya çalışırlar. Aslında bu faizci rantiye sınıfı günlük hayatlarında da çarpılmış gibidirler. Tenbellik içinde yatar, rahat ve hızlı bir şekilde uyanamaz, hemen kalkamaz, çoğu kere yataklarında şeytan çarpmış gibi saatlerce gerneşir, ağzını yüzünü buruşturur, sonra da sendeleye sendeleye kalkarlar. Bütün  hayatları faiz düşüncesi ve dedikoduları ile geçer, düştükleri zaman da bellerini kolay kolay doğrultamazlar.
Âyet-i kerîme, onların bu çarpılmış hallerinin sebebini, "esasen alışveriş de faiz gibidir" diye, meşru ve makul bir kazanç yolu olan ticâreti, kendi çarpık ve haksız kazanç yollarına, faize benzetmeleri, böyle ters bir kıyasla yaptıklarını savunmaya kalkmaları olarak göstermektedir. Dikkat edilirse faizciler, "faiz de alışveriş gibidir" demiyorlar, "alışveriş de faiz gibidir" diyorlar. Yani iktisâdî hayatın asıl yolunun faiz olduğu, ya da "faizsiz bir ekonominin düşünülemeyeceği" varsayımını öne sürüyorlar. Onların bu mantıkları bile, şeytan çarpmış bir kafa ve gönül yapısına sahip olduklarını göstermektedir. Halbuki "Allah alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır." Helâl ile haramı ters yüz edip haramı asıl, helâli ona benzer göstermek ne büyük bir çarpıklıktır. Ekonomik düzenleri bu çarpık anlayışa  dayanan toplumların istikrarsızlığı herhalde çok tabiî bir neticedir.
Faiz aslında faizcilerin sandığı gibi malı da arttırmaz. Görüntüye aldanmamak gerekir. "Allah faizi mahveder, sadakaları bereketlendirir." Faiz, mal üretecek hayatları âdeta bir kurt gibi yer bitirir, sonuçta sermayelerin de batmasına sebep olur. Sadakalar ise, ecir, hayat ve bereket kaynağı olur. O halde "İman edip iyi işler, salih ameller yapanlar ve özellikle namazlarını doğru dürüst kılıp zekâtlarını veren kimselerin her zaman Rabbleri katında ecirleri vardır. Bunlara gelecek bir korku olmadığı gibi herhangi bir kayıptan dolayı mahzun da olacak değillerdir." Müslümanlara Allah'tan korkmak ve onun azâbından korunmak yaraşır. Bunun tabiî neticesi de, henüz alınmamış faiz varsa, ondan vazgeçmek, onu terketmektir. Âyet–i kerîme, böyle bir davranışı, gerçek mü'min olmanın  göstergesi saymaktadır. İmanda olgunluk, onun gereğinin yerine getirilmesini gerektirir.
Nevevî'nin buraya almadığı âyette ise, "eğer böyle yapmazsanız" yani Allah'tan korkmaz, faizin haram olduğuna inanmaz veya inanır da terketmezseniz,  "O zaman Allah ve Resûlü tarafından size  savaş açılmış olduğunu biliniz. Eğer tövbe ederseniz, sermâyeleriniz sizindir" buyurulmaktadır. Şurası da bir gerçektir ki Kur'an dilinde 'Allah ve Resûlü'nün harbi' ifadesi, bazan gerçekten savaş anlamında, bazan da günahın büyüklüğünü ve zararını anlatmak  maksadıyla uyarı yerinde mecaz olarak kullanılır. Burada bu iki yorumla ilgili görüşler ileri sürülmüştür. Anlaşılan odur ki, faizcilik yapanlar, maddî veya mânevi anlamda ilâhî savaştan yakalarını kurtaramayacaklardır.
Bu âyetlerden önce, "Ey iman edenler! Kat kat katlanmış olarak faiz yemeyin" [Âl-i İmrân sûresi (3), 130] âyeti nâzil olmuş bulunması ve bu âyetlerin de hicretin sekizinci yılında gerçekleştirilen Mekke fethi sıralarında inmiş olması, faizin ortadan kaldırılması için tedricî bir usûlün ve toplumda belli bir gelişmişliğin sağlanmış olmasının gerektiğini göstermektedir. Bu durum, mükemmel bir toplum düzeni ortaya koyamayan milletlerden faizciliğin kalkmayacağı anlamına gelir. Hangi toplumda da faizsiz yaşanamayacağı kanısı yayılmaya ve faizi meşrû göstermek için çareler aranmaya başlanırsa, orada çözülme, çöküntü  ve Câhiliye devrine dönüş başgöstermiş demektir.
Unutulmamalıdır ki, Allah katında alışveriş, "alışveriş" olduğu için helâl; faiz de "faiz" olduğu için haramdır. İçine faiz karıştırılarak yapılmış alışverişler de fâsittir. Zira "haram ile helâl karışınca haram öne geçer."
Özetle yorumlamaya çalıştığımız bütün bu âyetler, faiz yasağının gerçekten son derece şiddetli bir yasak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Konu ile ilgili hadislere gelince, hakikaten meşhur ve sayısal olarak çok hadis bulunmaktadır. Önceki konuda geçen Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği, "Yedi helâk ediciden kaçının" hadisi de bunlardan biridir.
Hadis:
 İbni Mes'ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  faiz alana da verene de lânet etti.
Müslim,  Müsâkât 105-106; Tirmizî, Büyû’ 2. Ayrıca bk. Buhârî, Büyû’  24, 25, 113; Ebû Dâvûd, Büyû’  4; İbni Mâce, Ticârât 58
Tirmizî ve diğer muhaddisler, "şâhitlerine ve kâtibine de" kelimelerini ilave ettiler.
Açıklamalar
Önceki konuda "yedi helâk edici"den biri olduğunu gördüğümüz faiz ve   yukarıdaki âyetlerden  "Allah ve Resûlünün harb ilan ettiği bir günah" olduğunu  öğrendiğimiz faizcilik,  Resûl-i Ekrem Efendimiz'in lânet ettiği hususlar arasında yer almaktadır. Bu üç tesbit, herşeyden önce konuya ait yasağın son derece şiddetli olduğunu göstermektedir.
Peygamber Efendimiz, toplumun inançiktisad ve ahlâk düzenini altüst eden, kişi ve toplumları anarşi ve felâkete sürükleyen faizi yiyen ve yedirenlerin, Allah'ın rahmetinden uzak kalmalarını dilemek yani onlara lânet etmek suretiyle işin ne kadar ciddî olduğunu gözlerimiz önüne sermektedir.  Bilinen bir gerçektir ki faiz, vahye dayalı bütün dinlerde haramdır.  Bütün şeriatlar onu ortaklaşa yasaklamıştır.
Öte yandan Allah Teâlâ faizciden başka hiç bir âsi ve günahkâra kitabında harb ilan  etmemiştir. Yine Peygamber Efendimiz, "Ömrün Sonuna Doğru İyiliği Artırmak" konusunda yer alan 117 numaralı hadiste, "Her kul öldüğü hal üzere diriltilir" buyurduğuna, yukarıdaki âyette de faiz yiyenlerin şeytan çarpmış gibi mezarlarından kalkacakları bildirildiğine göre faizcilik insanın kötü bir şekilde ölmesine (sû–i hâtime) sebep olmaktadır. Faiz yemek, faizcilik yapmak demektir. Faiz anlaşma ve akitlerden doğduğuna göre, bunun iki tarafı olduğu gibi şahitleri ve yerine göre kâtibi, yazıcısı veya noteri de bulunacaktır. Hatta banka, mafya, tefeciler v.s. gibi yasal veya yasal olmayan kurumları da olacaktır.
Tirmizî ve diğer hadisçilerin rivâyetlerinde yer alan "şâhitlerine ve kâtibine de" ilavesine göre, hem şahıs olarak tefeciler hem de bu işe aracılık yapan kurum ve kuruluşlar ile oralarda faiz işlemlerini yönlendiren, kaydeden, şâhitlik eden herkes Peygamber Efendimiz'in lânetinden paylarını almışlardır. Efendimizin lânetinin kapsamını bu ölçüde geniş tutması, İslâm toplumunda faizciliğe yer olmadığını, kimsenin ona ne alan-veren olarak ne de şahit ve katip olarak bulaşmaması gerektiğini en yüksek perdeden anlatmak için olsa gerektir. Çünkü toplumun bütün kesimlerine zararı muhakkak olan bir işlemin, hiç bir şekilde yanında olmamak herkesin o topluma karşı görevidir. Bunun bilincinde olmayanlar ya da bile bile bu zararın yaygınlaşmasına yardımcı olanlar ise, elbette lâneti haketmişlerdir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Şiddetle yasaklanmış olan faizi almak da vermek de Peygamber Efendimiz tarafından lânetle karşılanmıştır.
2. Faiz muamelesine şâhitlik ve kâtiplik yapanlar da bu lânete muhataptırlar.
3. Faizci kurum ve kuruluşlarda çalışmamaya özen göstermek gerekir.
4. Faizden kurtulamamış bir ekonomi, şeytan çarpmış bir ekonomidir. Sonu maddî mânevî tam bir felâkettir.
5. İslâm, ticaret, yardımlaşma ve karz-ı hasen üzerine kurulu bir iktisâdî düzeni öngörür.


KAYNAK:
Riyazussalihin

http://www.islamdahayat.com/infusions/ozel/ozel.php?ozel_id=5

--


27 Ocak 2019 Pazar

ÖLÜM NASIL GÜZELLEŞİR?

ÖLÜM NASIL GÜZELLEŞİR?


 0

Ölümü yaklaşan insan nasıl davranır? Ölümü güzelleştirmek elimizde mi? İşte ölümü güzelleştirmenin yolu…
Mâdem ki ölümden kaçış yok, öyleyse yapılması gereken; ölümü güzelleştirmeye çalışmak.
ÖLÜMÜ GÜZELLEŞTİRMENİN YOLU
Peki, ölüm nasıl güzelleşir? Ölüm, kimler için âdeta gurbetten sılaya dönüş huzuru ve sevdiğine vuslat sevinci olur?
Nasıl ki, güzel ve hayırlı bir netice için güzel bir gidişat zarurî ise, mesut bir âhiret hayatı için de îman ve sâlih amellerle müzeyyen, istikâmet üzere bir dünya hayatı elzemdir. Ebedî saâdete açılan bir ölüm, ancak îman ve Kur’ân nurları altında geçen nezih bir hayatın mükâfâtıdır.
Dolayısıyla bir Müslümanın, İslâm’ı hayatının hiçbir safhasında unutmaması gerekir. Yirmi dört saatini, kendisine en zirve rehber olarak takdim edilen Peygamberler Sultânı Efendimiz gibi değerlendirme gayreti içinde bulunması îcâb eder. Bu hususta da kendi hâlini ciddiyetle ve sık sık mîzân etmesi gerekir.
Zira Hazret-i Ömer şöyle buyurmuştur:
“Hesâba çekilmeden evvel kendinizi hesâba çekiniz. En büyük arz (yani Allah Teâlâ’nın huzûruna çıkarılıp O’na arz edileceğiniz gün) için (sâlih amellerle) süsleniniz! Şüphesiz dünyadayken nefsini hesâba çeken kimse için kıyâmet günündeki hesap hafif olacaktır.” (Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459)
ÖLÜM KORKUSU NASIL GEÇER?
Bir Müslüman her gece; yaşadığı günün muhâsebesini yapmalı. Muhâsebelerle gayrete gelip ölüme lâyıkıyla hazırlanabilen mü’minler, ölümden korku duymak yerine onu ebedî bir vuslat vesîlesi olarak telâkkî ederler. Böyle olunca da, her iki âlem arasında geçit vazifesi gören ölüm güzelleşmeye başlar.
Demek ki ölümün soğuk ürpertilerinden kurtulmanın yegâne çâresi; “Ölmeden evvel ölünüz!” ifâdesinin tefekküründe derinleşerek sâlihâne bir ömür yaşamaya gayret etmektir. Zira her hayat sahibinin mutlakâ başından geçecek olan ölüm, insanın şahsına münhasır yaşayacağı husûsî bir kıyâmet gibidir. Nasıl ki Allâh’a îman edip istikâmet üzere bir kulluk hayatı yaşayanlara kıyâmet günü korku ve hüzün olmayacaksa, kişinin husûsî kıyâmeti demek olan ölüm ânında da aynı durum yaşanacaktır. Bu itibarla ölüm, kişinin mânevî derecesine göre tecellî edecektir.
ÖLÜM İLE İLGİLİ SÖZLER
Hazret-i Mevlânâ bu hakîkati ne güzel îzah eder:
“Oğul! Herkesin ölümü kendi rengindedir. Allâh’a vuslat olduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere ve ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da dost gibi çıkar.”
“Ey ölümden korkup kaçan can! İşin aslını, sözün doğrusunu istersen, sen aslında ölümden korkmuyorsun; sen kendi günah ve gafletlerinden korkuyorsun.”
“Çünkü ölüm aynasında görüp ürktüğün, korktuğun; ölümün çehresi değil, kendi çirkin yüzündür. Senin rûhun bir ağaca benzer. Ölüm ise o ağacın yaprağıdır. Her yaprak, ağacın cinsine göre tezâhür eder…”
“Kıyâmet günü, alacalı öküzler, yani kötü düşünceli kâfirler ve fâsıklar için korkunç bir kurban bayramıdır. O gün, öküzlere ölüm, müʼminlere ise bayram günüdür.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/olum-nasil-guzellesir.html



YETİM MALI YEMENİN HARAMLIĞI


YETİM MALI YEMENİN HARAMLIĞI
Âyetler
1. "Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler hiç şüphesiz karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir."
Nisâ sûresi (4), 10
2. "Yetimin malına ancak en güzel ve faydalı şekilde  yaklaşın."
En'âm sûresi ( 6), 152
3. "Sana yetimleri soruyorlar. De ki: Onları iyi yetiştirmek (ihmal etmekten) daha hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, unutmayınız ki onlar sizin din kardeşlerinizdir. Allah işleri bozanla düzelteni bilir."
Bakara sûresi (2), 220
Yetim malıyla ilgili olarak seçilip buraya alınmış olan bu üç âyet, konuya ait  yasağın son derece ağır bir haram olduğunu göstermeye kâfidir. Birinci âyette, haksızlıkla yetim malı yemeye kalkışanların, açıkça karınlarına ateş doldurmuş oldukları ortaya konulmakta ve bu yediklerinin kendilerini yakıp kavuracağı anlatılmaktadır. Zaten âhirette de alev alev yanan bir ateşe atılacakları ayrıca ve bilhassa bildirilmektedir. Haksız yere yenilen yetim malının bir ateş yumağı gibi sindirim sistemini alt üst edeceği pekiştirmeli olarak anlatılmaktadır. Gerçek durum bu olunca, ikinci âyette beyân buyurulduğu gibi, yetim malına ancak en güzel ve faydalı bir şekilde yaklaşmaktan, onu yetimin lehine geliştirmek için gayret etmekten başka yol kalmamaktadır.
Üçüncü âyette ise, yetimleri görüp gözetmenin, fert ve toplum için onlarla ilgilenmemek, onları dikkate almamak ya da ihmal etmekten  çok daha hayırlı olduğu açıklanmaktadır. Belirtildiğine göre bu âyet, birinci âyetin inmesinden sonra, yetimlerle bir arada bulunmaktan bile çekinir hale gelen müslümanların, durumu Hz. Peygamber'e arzetmeleri üzerine nâzil olmuştur. Âyette yetimlerin din kardeşi olarak, tam bir kardeş muamelesine tâbi tutulmaları gerektiğine dikkat çekilmiş ve Allah Teâlâ'nın yetimlerle kimin iyi kimin kötü niyetle ilgilendiğini bildiği kesin bir ifade ile açıklanmak suretiyle herkesin tam bir sorumluluk duygusu ve kaygusu ile hareket etmesi istenmiştir. Yetimin malını çeşitli sebeplerle haksız yere yemeye veya herhangi bir şekilde telef etmeye kalkışan, yetimden önce kendini helâk etmiş demektir. Bu da yetim malı yeme yasağının ne kadar ağır sorumluluk ve tehlike içeren bir haram olduğunu göstermektedir.
Yetimin velisi veya vasisi olmak demek, nerede ise ona esir olmak anlamına gelmektedir. Ona yetimliğini hissettirmemeye çalışarak malını mülkünü korumak, ifsada değil ıslaha ve geliştirmeye gayret etmek lâzım gelmektedir. Görüntü ne olursa olsun, Allah, kimin ıslâh, kimin ifsâd için çalıştığını bilmektedir. Bu kesin gerçek dikkate alınmalı, yetim malı yemek gibi bir büyük hatâya düşülmemelidir.
Hadis:
 
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
"Yedi helâk ediciden kaçının!" Sahâbîler:
- Ey Allahın Resûlü! Bunlar nelerdir? diye sordular. Hz. Peygamber:
- "Allah'a ortak koşmak, sihir (büyü)  yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir, buyurdu.
Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 38, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vasâyâ 10; Nesâî, Vasâyâ 12
Açıklamalar
 Fert ve toplumları helâk edici nitelik taşıyan yedi büyük günah da diyebileceğimiz fiilleri sıralayan hadisimiz, aslında insanlar ve toplumlar için bir çeşit sağlık reçetesi veya tehlikeli noktalar haritası yerindedir. Sihir yasağı ile ilgili konuda 1797 numara ile tekrar gelecek olan hadisimizin beyânına göre  bu yedi helâk edici tavırdan biri de  yetim malı yemektir. Hadisimizin  burada zikrediliş sebebi bu  noktadır.
Yetim, babası ölen küçük çocuk demektir. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in dilinden helâk edici olmakla nitelenen, şirk, sihir, katil, ribâ, savaştan kaçmak ve namuslu kadınlara iftira etmek gibi inançahlâk ve  iktisadla ilgili suçların arasında yetim malı yemenin de sayılmış olması, bunun  en az ötekiler kadar ağır bir suç ve sorumluluk olduğunu göstermektedir.
 Hadisimizin açık ifadesinden anlaşılan  yetim malının hiç bir şekilde yenmemesidir. Sadece veli veya vasîlerin israfa kaçmamak şartıyla örfe göre yetim malından yemeleri yani her türlü tasarruf ve harcamada bulunmaları câiz ve meşrûdur. 
Yukarıda meâl ve kısa açıklamalarını verdiğimiz âyetler ve bu hadîs-i şerîfe göre yetimler, İslâm toplumunun himmet ve emniyetine teslim edilmişlerdir. Yani yetimler ve malları toplum güvencesi altındadır.
Öte yandan mühlikât denilen suç ve günahlar, sadece bu hadiste sayılan yedi fiilden ibaret değildir. Burada yedi tanesinin sayılmış olması, bu nitelikte daha başka bazı hususların bulunmasına engel teşkil etmez. Nitekim başka hadislerde daha başka bazı günahlar da "helâk edici" olarak nitelendirilmiştir.
Şimdi isterseniz hadisimizde sayılan helâk edici günahların kısa  tanıtımlarını yapalım.
Ş i r k.  Allah Teâlâ'ya ilâhlık konusunda bazı yaratıkları ortak kabul etmek demektir. Tevhidi  kökünden reddetmek demek olan böyle bir anlayış, "en büyük zulüm", en helâk edici bir itikâdî sapıklıktır. Şirkin her çeşidi aynıdır. Allah Teâlâ'nın aslâ affetmeyeceğini bildirdiği yegâne günah kendisine bir şeylerin ortak koşulmasıdır. Müşrik, temelli olarak cehennemde kalmaya mahkûmdur. Bu sebeple de en büyük helâk edici günah şirktir.
S i h i r. Efsun, gözbağcılık ve büyü de diyebileceğimiz sihir konusu ileride müstakil olarak incelenecektir (bk. 1797. hadis).
K a t i l. Haklı bir sebebe dayanmaksızın bir insanı öldürmek, Şâfiî'ye göre şirkten sonraki en büyük günahtır. Böyle bir günahın dünyadaki cezası bilindiği üzere kısâsen öldürülmektir. Tarih boyu süregelen kan davaları da dikkate alınacak olursa, haksız yere adam öldürmenin hem kişiler hem de toplumlar için ne kadar büyük bir helâk sebebi olduğu kendiliğinden ortaya çıkar.
R i b â  y e m e k. Faizcilik yapmak demektir. Bu konu hadisimizden  hemen  sonra ayrıca ele alınacaktır.
Cepheden kaçmak. Düşmana hücûm edileceği zaman cepheden kaçmak, düşmandan yana tavır almak anlamına geldiği için hem en büyük günah hem de kişinin önce kendi can güvenliğini sonra arkasındaki müslüman toplumunun hayatını tehlikeye atması demektir. Harb taktiği gereği olmayan kaçışlar aslâ affedilmez.
N a m u s l u   k a d ı n a  z i n â  i s n a d  e t m e k.  Namuslu müslüman  kadınlara zinâ ettiği iftirâsında bulunmak (kazif), Efendimiz'in helâk edici olduğunu bildirdiği ahlâkî bir düşüklük ve büyük bir haramdır. Her ne kadar burada namuslu müslüman kadınlara iftirada bulunmak zikredilmiş ise de namuslu müslüman erkeklere yöneltilecek iftira da aynı hükümdedir. İftira eden hür bir kimse ise 80, köle ise 40 değnek cezasına çarptırılır.
Son olarak şuna da işâret edelim ki hadisimizin "kaçının"  emri, bu yedi helâk edici günahtan titizlikle uzak durulmasını tavsiye eden bir ifadedir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. En büyük ve en tehlikeli günah Allah'a şirk koşmaktır.
2. Yetim malı yemek helâk edici belli-başlı büyük günahlardandır.
3. Yetimlere dost ve kardeşçe sahip çıkılmalıdır.
4. Müslümanların şer ve kötülüklerden kaçınmaları gerekir.
5. Burada sayılan günahlardan uzak durmak fertleri ve toplumu bozulma ve sapıklıktan korumak demektir. Bu yönüyle de büyük önem taşımaktadır.


KAYNAK:
Riyazussalihin

http://www.islamdahayat.com/infusions/ozel/ozel.php?ozel_id=5
 

--