30 Haziran 2013 Pazar
29 Haziran 2013 Cumartesi
Namazı Kılmayanın Hali
Namazı Kılmayanın Hali
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:"Namazı özürsüz kılmayan kimseye, Allahü teâlâ onbeş sıkıntı verir. Bunlardan Altısı dünyada, üçü ölüm zamanında, üçü kabirde, üçü kabirden kalkarkendir."
Dünyada çekeceği azaplar:
1- Namaz kılmayanın ömründe bereket olmaz.
2- Allahü teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendine kalmaz.
3- Hiçbir iyiliğine sevap verilmez.
4- Duâları kabûl olmaz.
5- Onu kimse sevmez.
6- Müslümanların birbirlerine yaptıkları iyi duâlarının buna fâidesi olmaz
Ölürken çekeceği azaplar:
1- Namaz kılmayanın ömründe bereket olmaz.
2- Allahü teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendine kalmaz.
3- Hiçbir iyiliğine sevap verilmez.
4- Duâları kabûl olmaz.
5- Onu kimse sevmez.
6- Müslümanların birbirlerine yaptıkları iyi duâlarının buna fâidesi olmaz
Ölürken çekeceği azaplar:
1- Zelîl, kötü, çirkin can verir.
2- Aç olarak ölür.
3- Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür.
Mezarda çekeceği acılar:
1- Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer.
2- Kabri Cehennem ateşi ile doldurulur. Gece, gündüz onu yakar. Cehennem ateşi dünya ateşine benzemez.
3- Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına benzemez. Hergün, her namaz vaktinde onu ***. Bir an bırakmaz.
Kıyâmette çekeceği azaplar:
1- Cehenneme sürükleyen azap melekleri yanından ayrılmaz.
2- Allahü teâlâ, onu kızgın olarak karşılar.
3- Hesâbı çok çetin olup, Cehenneme atılır.)
Namaz kılmayanın ömründe, bereket olmaz. Ömründe, hayır ve menfaat görmez. Ömrü çeşitli hastalıklarla, sıkıntılarla geçer. Ma'nevî huzûru olmaz. Sahip olduğu dünyalıklar onu rûhî sıkıntıdan kurtaramaz
2- Allahü teâlâ, onu kızgın olarak karşılar.
3- Hesâbı çok çetin olup, Cehenneme atılır.)
Namaz kılmayanın ömründe, bereket olmaz. Ömründe, hayır ve menfaat görmez. Ömrü çeşitli hastalıklarla, sıkıntılarla geçer. Ma'nevî huzûru olmaz. Sahip olduğu dünyalıklar onu rûhî sıkıntıdan kurtaramaz
(Allah, tevbe edenleri sever)
Hayâ ve Edep Âbidesi
Hayâ ve Edep Âbidesi | |||||||
|
--
Evdeki yaşlılar, bereket direği ve musibet dâfiasıdır…
Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK Yazarlar Hekimoğlu İsmail
Yıllar önce rahatsızlandığımda Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne yatırdılar beni. Odada yaşlı biri daha vardı. Doktor geldi dedi ki, “Amca sizi bugün taburcu edeceğiz.” Yaşlı adam beklenmedik bir çeviklikle kalkıp oturdu, “Doktor bey, beni taburcu etmekle eve göndereceksin. Ben eve gitmek istemiyorum. Çünkü evimdekiler beni istemiyor. Beni öldürün amma taburcu etmeyin.” dedi. O yaşlı adamın doktora nasıl yalvardığını dün gibi hatırlıyorum…
Hürmet ve merhamet azalınca ne gençler ne de yaşlılar evlerinde huzur bulamaz oldu… Böylece huzurevleri açıldı. Aileler, ipi kopmuş, imamesi düşmüş tesbih tanesi gibi dağıldı. Gençler huzuru, geniş evlerde, lüks mefruşatlarda arıyor. Yaşlılar pencerelerde, bahçelerde “torunlarım, evlatlarım gelse” diye bekliyor; bu hasret onların bağrını deliyor… İnsanın sığınacağı, rahat edeceği evde de huzur kalmazsa hangi medeniyetten söz edilebilir?
Diyanet İşleri Başkanımız, muhterem hocam Mehmet Görmez Bey demiş ki, “Yaşlısı olmayan evin huzuru da olmaz. Her ev huzur evi olsun.” Bana göre bir ortamda huzuru temin eden şey, merhamettir. Çünkü sevgi karşılık ister; şefkat karşılık istemez. Anne ile evlat arasındaki bağ, en güçlü bağdır derler. Çünkü bu ilişkiyi yöneten duygu, şefkat ve merhamettir. Bismillah her hayrın başıdır. Besmelede Rahman ve Rahim sıfatları vardır. Demek ki, merhamette büyük bir sır var…
Dikkat edilirse anne-babalar, çocuklarına büyüyecek diye bakar. Bir de üstüne dua eder, uzun ömürlü olsun diye. Evlatlarsa anne-babalarına “Zaten ne kadar ömrü kaldı ki diye bakar. İhtiyarların hayatını hafife almak, vicdansızlıktır. Onu yaşatan Allah’tır. Risale-i Nur’da diyor ki, “Senin hanendeki ihtiyar, bereket direği, rahmet vesilesi, musibet dâfiasıdır.” Bir evde yaşlı varsa, o yaşlıya Allah rahmet eder. Allah’ın bu lütfundan aile üyeleri de nasibini alır. Mesela kazançlarına bolluk, bereket gelir yahut Allah o hane halkını büyük bir dertten, hastalıktan korur.
Yaşlı ana-babaya bakmak zordur tabii… İnsan yaşlandıkça çocuklaşır, tenkitleri artar, dediğim dedik olur. Amma “Bu yaşlı insan bana Allah’ın emanetidir. Peygamberimiz Allah için nice zorluklara katlandı. Ben de Allah rızası için bu zorluğa sabredersem, sünnete ittiba etmiş olurum.” der, Allah’tan yardım isterse, Allah da işlerini kolaylaştırır. Evlilik, çocuklar, evlilikten doğan akrabalıklar Allah’ın planı içindedir. Allah her kulunun cennete gitmesini ister amma o kulun ilmi ve ibadeti az olabilir. Adil olan Allah, o kuluna cenneti hak ettirmek için ana-babasıyla, akrabalarıyla imtihan eder, sevabını artırır. Kadere iman eden kederden kurtulur. Halimize razı olacağız, geçinmenin yollarını arayacağız.
Kur’an-ı Kerim, akrabalarıyla imtihan olan peygamberlerden bahseder… İbrahim (as), Yusuf (as), Lut (as), Nuh (as)… Kur’an’daki bu misallerin, her türlü durumda Müslüman’ı İslamiyet’e teşvik etmek için verildiğini anlıyorum. Bu peygamberlerin hayatından öğreniyoruz ki, bizim vazifemiz her şartta İslamiyet’i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktır. Müslüman için en büyük teselli budur. En yakınlarıyla en çetin hatta utandırıcı imtihanlara tâbi olan peygamberler, peygamberliklerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Biz de şartların zorluğuna yenilmeden, “Allah’ım yardım et.” diyeceğiz. Amma Allah’ın yardımlarını bilerek, görerek yardım istersek daha şuurlu bir hareket olur.
Bir arkadaşım, “Ağabey, ömrüm yaşlılara bakmakla heba oldu. Gezemedim, eğlenemedim, evimde rahatça gülemedim.” dedi. Ona, “İstediğin hayat gelseydi, beraberinde başka dertleri de getirecekti. Senin ömrün heba olmamış, cennete hazırlıkla geçmiş. İmam Gazali buyurmuş ki, ‘Dünya, güneşin karşısında eriyen kar gibidir, ahiret ise yok olmayan cevher gibidir…’ Kardeşim, Asr Sûresi’nde sabredenlerin kurtulacağı müjdeleniyor…” dedim.
Evdeki yaşlılar, bereket direği ve musibet dâfiasıdır…
Yıllar önce rahatsızlandığımda Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne yatırdılar beni. Odada yaşlı biri daha vardı. Doktor geldi dedi ki, “Amca sizi bugün taburcu edeceğiz.” Yaşlı adam beklenmedik bir çeviklikle kalkıp oturdu, “Doktor bey, beni taburcu etmekle eve göndereceksin. Ben eve gitmek istemiyorum. Çünkü evimdekiler beni istemiyor. Beni öldürün amma taburcu etmeyin.” dedi. O yaşlı adamın doktora nasıl yalvardığını dün gibi hatırlıyorum…
Hürmet ve merhamet azalınca ne gençler ne de yaşlılar evlerinde huzur bulamaz oldu… Böylece huzurevleri açıldı. Aileler, ipi kopmuş, imamesi düşmüş tesbih tanesi gibi dağıldı. Gençler huzuru, geniş evlerde, lüks mefruşatlarda arıyor. Yaşlılar pencerelerde, bahçelerde “torunlarım, evlatlarım gelse” diye bekliyor; bu hasret onların bağrını deliyor… İnsanın sığınacağı, rahat edeceği evde de huzur kalmazsa hangi medeniyetten söz edilebilir?
Diyanet İşleri Başkanımız, muhterem hocam Mehmet Görmez Bey demiş ki, “Yaşlısı olmayan evin huzuru da olmaz. Her ev huzur evi olsun.” Bana göre bir ortamda huzuru temin eden şey, merhamettir. Çünkü sevgi karşılık ister; şefkat karşılık istemez. Anne ile evlat arasındaki bağ, en güçlü bağdır derler. Çünkü bu ilişkiyi yöneten duygu, şefkat ve merhamettir. Bismillah her hayrın başıdır. Besmelede Rahman ve Rahim sıfatları vardır. Demek ki, merhamette büyük bir sır var…
Dikkat edilirse anne-babalar, çocuklarına büyüyecek diye bakar. Bir de üstüne dua eder, uzun ömürlü olsun diye. Evlatlarsa anne-babalarına “Zaten ne kadar ömrü kaldı ki diye bakar. İhtiyarların hayatını hafife almak, vicdansızlıktır. Onu yaşatan Allah’tır. Risale-i Nur’da diyor ki, “Senin hanendeki ihtiyar, bereket direği, rahmet vesilesi, musibet dâfiasıdır.” Bir evde yaşlı varsa, o yaşlıya Allah rahmet eder. Allah’ın bu lütfundan aile üyeleri de nasibini alır. Mesela kazançlarına bolluk, bereket gelir yahut Allah o hane halkını büyük bir dertten, hastalıktan korur.
Yaşlı ana-babaya bakmak zordur tabii… İnsan yaşlandıkça çocuklaşır, tenkitleri artar, dediğim dedik olur. Amma “Bu yaşlı insan bana Allah’ın emanetidir. Peygamberimiz Allah için nice zorluklara katlandı. Ben de Allah rızası için bu zorluğa sabredersem, sünnete ittiba etmiş olurum.” der, Allah’tan yardım isterse, Allah da işlerini kolaylaştırır. Evlilik, çocuklar, evlilikten doğan akrabalıklar Allah’ın planı içindedir. Allah her kulunun cennete gitmesini ister amma o kulun ilmi ve ibadeti az olabilir. Adil olan Allah, o kuluna cenneti hak ettirmek için ana-babasıyla, akrabalarıyla imtihan eder, sevabını artırır. Kadere iman eden kederden kurtulur. Halimize razı olacağız, geçinmenin yollarını arayacağız.
Kur’an-ı Kerim, akrabalarıyla imtihan olan peygamberlerden bahseder… İbrahim (as), Yusuf (as), Lut (as), Nuh (as)… Kur’an’daki bu misallerin, her türlü durumda Müslüman’ı İslamiyet’e teşvik etmek için verildiğini anlıyorum. Bu peygamberlerin hayatından öğreniyoruz ki, bizim vazifemiz her şartta İslamiyet’i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktır. Müslüman için en büyük teselli budur. En yakınlarıyla en çetin hatta utandırıcı imtihanlara tâbi olan peygamberler, peygamberliklerinden hiçbir şey kaybetmemiştir. Biz de şartların zorluğuna yenilmeden, “Allah’ım yardım et.” diyeceğiz. Amma Allah’ın yardımlarını bilerek, görerek yardım istersek daha şuurlu bir hareket olur.
Bir arkadaşım, “Ağabey, ömrüm yaşlılara bakmakla heba oldu. Gezemedim, eğlenemedim, evimde rahatça gülemedim.” dedi. Ona, “İstediğin hayat gelseydi, beraberinde başka dertleri de getirecekti. Senin ömrün heba olmamış, cennete hazırlıkla geçmiş. İmam Gazali buyurmuş ki, ‘Dünya, güneşin karşısında eriyen kar gibidir, ahiret ise yok olmayan cevher gibidir…’ Kardeşim, Asr Sûresi’nde sabredenlerin kurtulacağı müjdeleniyor…” dedim.
28 Haziran 2013 Cuma
Kulluk
Kulluk | |||||||
|
--
27 Haziran 2013 Perşembe
İstiğfar İklimi - HAYIRLI CUMALAR
İstiğfar İklimi - HAYIRLI CUMALAR
| |||||
|
HİKAYE VİTRİNDEKİ AYAKKABI
HİKAYE VİTRİNDEKİ AYAKKABI
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine
yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere
olduğundan,spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama,
küçük bir dükkân için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk
vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem
de güçlükle...
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkândan dışarı fırlayıp "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!"
Çocuk, ona dönerek:
-- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacağım doğuştan eksik".
-- "Bence önemli değil!" diye atıldı
adam. "Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin
de aklı veya vicdanı."
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
-- "Keşke vicdanımız eksik olacağına,
ayaklarımız eksik olsa idi."
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp
-- "Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun
ki?"
-- "Çok basit!" dedi, adam. "Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orada tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işâret ederek:
-- "Baktığın ayakkabı, sana
yakışır!" dedi. "Denemek ister misin?"
Çocuk, başını yanlara sallayıp "Üzerinde 30 lira yazıyor" dedi, "Almam mümkün değil ki!"
-- "İndirim sezonunu senin için biraz öne
alırım!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düşer. Zâten sen bir tekini
alacaksın, o da 10 lira eder."
Çocuk biraz düşünüp "Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"
-- "Amma yaptın ha!" diye güldü
adam. "Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım."
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı.
Adam, devam ederek: "Üstelik de öğrencisin değil mi?" diye sordu.
"İkiye gidiyorum!" diye atıldı çocuk, "Üçe geçtim sayılır." "Tamam işte!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zâten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!"
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
-- "Benim satış işlemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum."
-- "Şaka mı yapıyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?"
-- "Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş..." dedi adam, "Antika eşyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder."
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rûyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rûya.
Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kâğıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
-- "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim mevsimini başlattınız ya!"
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı.
Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki
koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
-- "Babam haklıymış!" dedi. "Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok! demişti."
Mağfiret İkliminden Saadetler
Mağfiret İkliminden Saadetler | |||||||
|
--
ALLAH SEVGİSİ
ALLAH SEVGİSİ
Sevgi, Allah’ın insanlara verdiği en büyük nimetlerden biridir. Her insan hayatı boyunca çok sevdiği, güvendiği, yakın hissettiği kişilerle birlikte olmak ister. Allah’ın verdiği nimetlerin birçoğu, asıl değerini, gerçek sevgilerin ve dostlukların yaşandığı ortamlarda bulur. Örneğin, gördüğü güzel bir manzaradan zevk alan bir insan, duyduğu heyecanı sevdiği biriyle paylaşmak ister. Aynı şekilde en muhteşem ziyafet sofrası ya da en güzel, en şatafatlı ev bile, tek başınayken bir insana çok fazla çekici gelmeyebilir. Çünkü Allah insan fıtratını, sevmekten ve sevilmekten zevk alacak, dostluktan ve yakınlıktan hoşlanacak şekilde yaratmıştır. Kuran ahlakını yaşayan insanlarla birarada olmak, onlarla dostluğu ve sevgiyi yaşamak ise, iman eden bir insana birçok nimetten çok daha fazla zevk verir.
Bu nedenle Allah’ın sevdiği ve hoşnut olduğu kullarına vadettiği cennet, gerçek sevginin, dostluğun ve yakınlığın sonsuza kadar büyük bir coşku ile yaşanacağı olağanüstü güzellikte bir yerdir. Allah’ın Kuran’da cennet hayatına dair verdiği haberlerde hep neşe, arkadaşlık, sevgi, muhabbet, güzel söz ve huzurdan bahsedilmektedir. Sevgi ve dostluğu engelleyecek herşey cennetteki insanlardan uzak tutulmuştur. Örneğin Allah bir ayetinde cennete girecek olan müminlerin kalbinden kinden ne varsa alındığını bildirmiştir. (Araf Suresi, 43) Kıskançlık, düşmanlık, rekabet, öfke, darılma, alınma gibi sevgiyi ve dostluğu engelleyen bütün kötü özellikler cennetin dışında kalacaktır.
Cennette yaşayacak olan Müslümanların önemli özelliklerinden biri, onların dünya hayatındayken de, tüm peygamberleri, Allah’a iman eden, çaba gösteren her salih insanı ve geçmişte yaşamış bütün Müslümanları çok sevmeleridir. İman edenler Allah’ın rızasını kazanmak için çaba gösteren tüm salih müminlere yakınlık duyar, onları kendilerine yakın birer dost ve veli edinirler. Her koşulda ve kayıtsız şartsız onlarla birlikte olmaktan büyük zevk alırlar; bütün Müslümanlara vefa ile bağlıdırlar. Allah, müminlerin kalplerindeki imanlarından, Allah korkularından kaynaklanan bu güzel sevgiye ve Rabbimiz’e olan içten bağlılıklarına karşılık, onları sevginin ve sadakatin en güzel mekanı olan cennetle ödüllendirecektir.
Müminlerin kalplerindeki sevginin asıl kaynağı ise Allah’a olan derin sevgileridir. Müminler, Allah’ı çok severler ve hayatlarının her anında Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak için ciddi bir çaba gösterirler.
Allah, tüm insanları yoktan var etmiştir. İnsan bir hiçlikken Allah’ın rahmeti sayesinde bir can sahibi olmuştur. Kullarını bu dünyada barındıran, çeşit çeşit yiyecekler, meyveler sunan, binbir türlü çiçekle, sevimli hayvanlarla bize zevk verecek manzaralar yaratan, güneşten suya, havadan vitaminlere kadar ihtiyacımız olan herşeyi kusursuzca var eden, uzayın boşluğunda binlerce kilometre hızla yol alan dünyayı her an güvenlik içinde tutan, Rahman, Rahim ve sonsuz merhamet sahibi olan Rabbimiz’dir. Allah’ın üzerindeki nimetlerini, O’nun herşeye güç yetiren ve tüm evrenin tek hakimi olduğunu, herşeyi en güzel ve hayırlı şekliyle yarattığını düşünen her müminin Allah’a olan sevgisi daha da güçlenir. Allah’ı seven ve Allah’tan korkan bir insan, O’nun sınırlarını büyük bir şevk ve istekle korur; Allah’ın her emrini kusursuzca yerine getirmek için büyük bir titizlik gösterir, Allah’ın hoşnutluğunu, sevgisini, rahmetini ve cennetini kazanmak için hayatı boyunca bütün gücüyle çalışır.
Allah’ı çok seven, Allah’tan korkan, O’nun kendisinden hoşnut olması için samimi bir gayret gösteren her mümin, dünyaya güzellik kazandıran hayırlı insanlardandır. Allah’ı seven insan, Allah’ın yarattıklarını da sever, onlara karşı şefkat ve merhamet duyar, onları korumak, onlara hayır ve güzellik getirmek ister. Dünyanın en hayırlı, en üstün ahlaklı insanlarından olan Allah’ın elçileri de, çevrelerindeki insanları sevgiye ve yakınlığa davet etmişlerdir:
İşte Allah, iman edip salih amellerde bulunan kullarına şu şekilde müjde vermektedir.
De ki: “Ben buna karşı yakınlıkta sevgi dışında sizden hiçbir ücret istemiyorum.” Kim bir iyilik kazanırsa, Biz ondaki iyiliği artırırız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, şükredene karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
İnsanların bir kısmı Kuran ahlakını bilmedikleri, Allah’ı gerektiği gibi tanıyıp takdir edemedikleri için sevgiden ve dostluktan mahrum kalarak, can yakan, yarı azap içinde bir hayat sürmektedirler. Bu insanlar arasında en görkemli görünen hayatı yaşayanlar bile, aslında gerçek mutluluğu ve huzuru bulamamaktadırlar. İmanı yaşamayan bu insanlar için sevgisiz, dostsuz ve yalnız yaşanan bir hayatın hiçbir anı zevkli ve güzel değildir. Allah, sevgisizliği iman etmeyenlere dünyada ve ahirette nankörlüklerinin ve iman etmemelerinin bir karşılığı olarak vermektedir. Bu insanlar ne gerçek anlamda severler ne de sevilirler. Allah’a ortak koşarak yaşadıkları sevgi ise gerçek sevgi değildir ve onlara daima karamsarlık, mutsuzluk ve acı getirir.
Allah’ın Kuran’da bildirdiği gibi yalnızlık ve dostsuzluk cehenneme ait bir özelliktir:
Çünkü, o, büyük olan Allah’a iman etmiyordu. Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı. Bundan dolayı bugün, kendisine hiçbir sıcak dost yoktur. (Hakka Suresi, 33-35)
Bu kitabın amacı inananlara, sonsuz rahmet sahibi olan Rabbimiz’e, Allah’ın yarattıklarına ve müminlere olan sevginin önemini hatırlatmak, Allah’ı inkar edenlere ait bir özellik olan sevgisizliğin bir insan için ne kadar büyük bir bela ve azap olduğunu göstermektir. Her mümin bu duruma düşmekten kaçınmalı, cennet sevgisini dünyadayken yaşamaya başlamalı, tek dost ve Veli olan Rabbimiz’e ve müminlere sevgi ve vefa ile bağlanmalıdır..
İnsan kendisine küçük bir ikramda bulunan ya da iyilik yapan bir kişiye dahi, bu güzel tavrından duyduğu memnuniyeti hemen göstermek ister. Örneğin kendisini evinde ağırlayan, ikramda bulunan birine minnet duyar; özellikle de ev sahibi ince düşünceli biriyse ve söylenmesine gerek bırakmadan o kişinin her ihtiyacını eksiksiz bir şekilde karşılıyorsa… Bunun gibi, ciddi rahatsızlıkları olan bir insan da, doktorunun tedavisiyle şifa bulduğunda ona nasıl teşekkür edeceğini bilemez. Yine bir insan karşıdan karşıya geçerken, kendisini bir arabanın çarpmasından kurtaran kişiye hayatını borçlu olduğunu söyler, o kişiyi ödüllendirmek, ona olan minnettarlığını göstermek için elinden gelen herşeyi yapar.
Hasta ve muhtaç durumda olan bir insan, kendisine bakan, ihtiyaçlarını karşılayan kişiye, duyduğu minnet nedeniyle çok iyi davranır, saygı ve sevgi gösterir, yaptığı her iyilik için sürekli teşekkür eder. O kişiyi kesinlikle kırmak istemez. Her insan kendisine sürprizler yapan, güzellikler sunan, iyilikte bulunan kimseleri çok sever, onlara karşı saygıda ve ihtimam gösterme konusunda bir kusur etmemeye gayret eder.
Ancak bazı insanların unuttuğu çok önemli bir gerçek vardır: Bir insanı sevindiren, onu ağırlayan, ona güzel rızıklar, nimetler sunan, hoşuna giden bir manzarayı yaratan, her sabah uyandığında ona tekrar hayatını bahşeden, onu tehlikelerden koruyan, hastalandığında ona şifa veren, ilaçları vesile ederek ağrısını veya acısını dindiren canlı ve cansız tüm varlıkların sahibi olan Allah’tır. Bu nedenle insan sahip olduğu nimetler ve karşılaştığı güzellikler nedeniyle, sevgisini, saygısını, minnet duygusunu, vefasını ve şükranını Allah’a yöneltmelidir. Bir insana yardımı için teşekkür ederken, o kişiye bu yardımı ilham ederek rahmetini ulaştıranın Rabbimiz olduğu kesinlikle unutulmamalıdır. Allah bir ayette şu şekilde bildirmiştir:
Gerçek şu ki, göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır, diriltir ve öldürür. Sizin Allah’tan başka veliniz ve yardımcınız yoktur. (Tevbe Suresi, 116)
Kuran’da Hz. İbrahim’in Allah’a olan duasında Rabbimiz’in insanlar üzerindeki bu rahmetini şöyle dile getirdiği bildirilmektedir:
“Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur;” bana yediren ve içiren O’dur; hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur; beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur, din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O’dur;” (Şuara Suresi, 78-82)
İNSANA SAHİP OLDUĞU TÜM GÜZELLİKLERİ BAĞIŞLAYAN ALLAH’TIR
26 Haziran 2013 Çarşamba
‘Sizin hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir’
AİLE-SAĞLIK Yazarlar AhmedŞahin
Efendimiz (sas) Hazretleri, meşhur hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir!”
Evet, tartışılmayan bir en hayırlı insan tarifidir bu. Kur’an’ı önce öğrenen, sonra da öğreten insan en hayırlı insandır! Birazcık düşündüğümüzde görüyoruz ki, hadis-i şerifin haber verdiği en hayırlı insan olmak hiç de zor değildir. Özellikle Kur’an kurslarının açıldığı bu yaz tatili, en hayırlı insan olmak için tam bir fırsattır. Yeter ki bu kararı verin, yavrunuzu Kur’an kursuna gönderin, siz de tam öğrenemediğiniz Kur’an’ı yeterince öğrenmeye başlayın.
İsterseniz, “en hayırlı insan Kur’an’ı öğrenen ve öğreten” diye haber veren Efendimiz (sas) Hazretleri’nden bir de ‘en hayırlı hane’ tarifini okuyalım. Hayırlı hane nasıl olurmuş bir de onu görelim. Buyuruyor ki:
-Hayırlı hane de, içinde Kur’an okunan hanedir! Melekler, içinde Kur’an okunan haneye hayırlı misafirler olarak üşüşürler, şeytanlar da o haneden şerli işgalciler olarak kaçışırlar!.
Evet, içinde Kur’an okunan haneye semadan melekler sevinçle üşüşürler, şeytanlar da o haneden korku ile kaçışırlar. Çünkü meleklerin üşüştüğü evde hep hayır olur, bereket olur, huzur olur. Şeytanlara ise artık o haneden kaçışmak düşer, barınamazlar içinde Kur’an okunan hayırlı hanede. Ayrıca bu hayırlı hanede Kur’an okuma sırasında bir özel ve güzel farka da dikkatinizi çekelim izin verirseniz. Bilindiği üzere içinde Kur’an okunan hayırlı hanede Kur’an’ı önceden öğrenmiş yanlışsız okuyanlarla, yeni öğrenmeye başlayan yanlışlı okuyan öğrenciler de bulunabilirler. Kolayca yanlışsız okuyanlara harf başına onar sevap verilirken, yanlışsız okumak için emek verip zorlanan acemilere de harf başına iki misli fazla yirmişer sevap verilir. Yanlışsız okumak için çektikleri zahmet, gösterdikleri sebat ve azimden dolayı sevabın ikiye katlanması söz konusu olur.
Bu sebeple, Kur’an okumaya yeni başlayanlar yanlış okuyoruz diye üzülmemeli, aksine yanlışsız okumak için çaba sarf ettiklerinden dolayı harf başına iki misli fazla sevap aldıklarını düşünerek okumaya daha çok şevk ve heyecanla devam etmeliler. Bu fark fark edilmeli, yanlışlı okuyanlar okuma şevklerini kırmamalı, daha çok sevap alıyorum diyerek okuma azimlerini artırıp ısrarla okumaya devam etmeliler.. İyi anlaşılması gereken diğer bir gerçek de, içinde Kur’an okunan böyle hayırlı haneye meleklerin kuşlar gibi semadan inerek, okunan Kur’an’ı huşu içinde dinleme olayıdır. Tıpkı büyük sahabi Üseyd bin Hudayr’ın evine gelerek dinledikleri gibi. Medine’deki evinde gece Kur’an okumaya başlayan Üseyd bin Hudayr, bu sırada avludaki atının bir şeyler görüp de ürkmüş gibi acayip sesler çıkarıp kişnemeye başladığını duyar. Bu ata neler oluyor, diye evdeki okumayı kesip de dışarı çıkıp baktığında, evin her tarafında kanatlarını kısmış sakince dinleyen ışıktan kuşlar gibi nurdan varlıkların hemen göklere, yukarı uçuşup gittiğini görür. Sabah erkenden mescide giderek gördüklerini Efendimiz (sas) Hazretleri’ne anlatır. Efendimiz’in açıklaması şöyle olur:
-Biliyor musun Üseyd, o göklere yukarı uçuşup giden nurdan parıltıların neler olduğunu? Onlar evinde okuduğun Kur’an’ı dinlemek için semadan gelen meleklerdi. Unutmayın, içinde Kur’an okunan eve melekler dinleyici olarak gelirler. Eğer okumayı sabaha kadar sürdürseydin, melekler de sabaha kadar seni dinlemeyi sürdürürlerdi!.
- Ne dersiniz, hissemiz ne kadardır hayırlı insan ve hayırlı hane sahibi olma tarifinden bu Kur’an okuma devresinde?
‘Sizin hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir’
Önce Kur’an kurslarının başladığı şu tatil günlerinde bir hadis-i şerifteki en hayırlı insan olma tarifini birlikte bir okuyalım, sonra da ‘hayırlı hane nasıl olurmuş?’ onun tarifine bakalım.
Efendimiz (sas) Hazretleri, meşhur hadis-i şerifinde buyuruyor ki: “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir!”
Evet, tartışılmayan bir en hayırlı insan tarifidir bu. Kur’an’ı önce öğrenen, sonra da öğreten insan en hayırlı insandır! Birazcık düşündüğümüzde görüyoruz ki, hadis-i şerifin haber verdiği en hayırlı insan olmak hiç de zor değildir. Özellikle Kur’an kurslarının açıldığı bu yaz tatili, en hayırlı insan olmak için tam bir fırsattır. Yeter ki bu kararı verin, yavrunuzu Kur’an kursuna gönderin, siz de tam öğrenemediğiniz Kur’an’ı yeterince öğrenmeye başlayın.
İsterseniz, “en hayırlı insan Kur’an’ı öğrenen ve öğreten” diye haber veren Efendimiz (sas) Hazretleri’nden bir de ‘en hayırlı hane’ tarifini okuyalım. Hayırlı hane nasıl olurmuş bir de onu görelim. Buyuruyor ki:
-Hayırlı hane de, içinde Kur’an okunan hanedir! Melekler, içinde Kur’an okunan haneye hayırlı misafirler olarak üşüşürler, şeytanlar da o haneden şerli işgalciler olarak kaçışırlar!.
Evet, içinde Kur’an okunan haneye semadan melekler sevinçle üşüşürler, şeytanlar da o haneden korku ile kaçışırlar. Çünkü meleklerin üşüştüğü evde hep hayır olur, bereket olur, huzur olur. Şeytanlara ise artık o haneden kaçışmak düşer, barınamazlar içinde Kur’an okunan hayırlı hanede. Ayrıca bu hayırlı hanede Kur’an okuma sırasında bir özel ve güzel farka da dikkatinizi çekelim izin verirseniz. Bilindiği üzere içinde Kur’an okunan hayırlı hanede Kur’an’ı önceden öğrenmiş yanlışsız okuyanlarla, yeni öğrenmeye başlayan yanlışlı okuyan öğrenciler de bulunabilirler. Kolayca yanlışsız okuyanlara harf başına onar sevap verilirken, yanlışsız okumak için emek verip zorlanan acemilere de harf başına iki misli fazla yirmişer sevap verilir. Yanlışsız okumak için çektikleri zahmet, gösterdikleri sebat ve azimden dolayı sevabın ikiye katlanması söz konusu olur.
Bu sebeple, Kur’an okumaya yeni başlayanlar yanlış okuyoruz diye üzülmemeli, aksine yanlışsız okumak için çaba sarf ettiklerinden dolayı harf başına iki misli fazla sevap aldıklarını düşünerek okumaya daha çok şevk ve heyecanla devam etmeliler. Bu fark fark edilmeli, yanlışlı okuyanlar okuma şevklerini kırmamalı, daha çok sevap alıyorum diyerek okuma azimlerini artırıp ısrarla okumaya devam etmeliler.. İyi anlaşılması gereken diğer bir gerçek de, içinde Kur’an okunan böyle hayırlı haneye meleklerin kuşlar gibi semadan inerek, okunan Kur’an’ı huşu içinde dinleme olayıdır. Tıpkı büyük sahabi Üseyd bin Hudayr’ın evine gelerek dinledikleri gibi. Medine’deki evinde gece Kur’an okumaya başlayan Üseyd bin Hudayr, bu sırada avludaki atının bir şeyler görüp de ürkmüş gibi acayip sesler çıkarıp kişnemeye başladığını duyar. Bu ata neler oluyor, diye evdeki okumayı kesip de dışarı çıkıp baktığında, evin her tarafında kanatlarını kısmış sakince dinleyen ışıktan kuşlar gibi nurdan varlıkların hemen göklere, yukarı uçuşup gittiğini görür. Sabah erkenden mescide giderek gördüklerini Efendimiz (sas) Hazretleri’ne anlatır. Efendimiz’in açıklaması şöyle olur:
-Biliyor musun Üseyd, o göklere yukarı uçuşup giden nurdan parıltıların neler olduğunu? Onlar evinde okuduğun Kur’an’ı dinlemek için semadan gelen meleklerdi. Unutmayın, içinde Kur’an okunan eve melekler dinleyici olarak gelirler. Eğer okumayı sabaha kadar sürdürseydin, melekler de sabaha kadar seni dinlemeyi sürdürürlerdi!.
- Ne dersiniz, hissemiz ne kadardır hayırlı insan ve hayırlı hane sahibi olma tarifinden bu Kur’an okuma devresinde?
Şeytanlardan Korunma Yolu
Şeytanlardan Korunma Yolu | |||||||
|
--
25 Haziran 2013 Salı
Çocuklarımı hangi prensiplerle büyüttüm?
AİLE-SAĞLIK Yazarlar Hekimoğlu İsmail
Hastalandığım zaman doktor dedi ki: “Bak ağabey, artık okumak, yazmak, konferans vermek yok! Bol bol yatıp, dinleneceksin.” İçimden geçirdim; “Ot gibi nasıl yaşarım yahu!”
O sırada Fethullah Gülen Hocaefendi imdadıma yetişti: “Yatmak yok! Okuyacaksın, yazacaksın, konferanslara devam edeceksin.” Çok şükür dedim, bitkisel hayattan kurtuldum. Doktorlara saygım sonsuz amma emri aldık bir kere; vazifeye devam…
İşte bu konferanslar sırasında özellikle hanımlar, “Çocuklarımızı yetiştirirken hangi hususlara dikkat edelim?” şeklinde sorular soruyorlar. Bu soruya kendi tecrübelerimle cevap vermek isterim… Bir kızım bir de oğlum var... Elhamdülillah, ikisiyle de çocukluklarından beri aram iyidir. Onları yetiştirirken özellikle dikkat ettiğim iki husus vardı:
Birincisi, “Çocuklarımı değil, kendimi terbiye edeceğim.” kuralını kendime prensip edindim. Kendini terbiye eden, başkalarına tesir eder. Pek çok muhterem, mübarek şahısla tanıştım, görüştüm. Onların sözleri aklımdan çıkıp gitmiş olabilir amma hal diliyle söylediklerinin tesiri halen üzerimdedir; bu tesiri unutmak mümkün değil. Buradan hareketle, çocuk ebeveynini sever, beğenirse onu taklit eder. Bu taklit aynen fotoğraf makinesi gibidir. Makine ne görürse onu çeker; çocuk da ebeveyninden ne görürse, onu yaşantısına çeker. Anne-babalar çocuklarının karşısında kibre kapılır, “Benim gibi ol!” der. Amma bakalım çocuk karşısındakini seviyor mu, beğeniyor mu? İşyerindeki problemleri eve taşımadım. Bediüzzaman’ın buyurduğu gibi, “Fevkalade ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve itidal-i dem ve sabır tahammülün kati lüzumu beni teskin etti.” Allah’ın yüreğime koyduğu şefkatle, çocuklarıma kırıcı söz söylememeye, onları memnun etmeye çalıştım.
İkincisi, çocuklarımı başkalarının beğenisine, takdirine göre değil, Allah’ın beğeneceği şekilde yetiştirmeye çalıştım. Bir pedagogun kitabında okumuştum: “Nasıl ki küçük bir fidanın üzerine ince bir çizik atılsa, o fidan büyüyüp çınara dönüştüğünde küçük çizik koca bir yarık olarak karşımıza çıkar. Aynen bunun gibi, çocukluk döneminde çocuğun üzerine atılacak çizikler, yetişkinlik döneminde derin yaralar şeklinde ruhunda yerini alıyor.”
Bazı anne-babalar çocuklarını “El âlem ne der?” diye terbiye etmeye çalışıyor. Hâlbuki çocuğuna “Allah’ın emaneti” şuuruyla bakan kişi, kendini ve evladını Allah’a beğendirmeye çalışır; başkasına değil… Bana göre çocuk eğitiminde uygulanacak en zevkli, en kolay ve huzur veren yol, çocuğu Allah rızasına göre terbiye etmektir. Böylece hem ana-baba hem de çocuklar yücelir. Meseleleri “el âlemin” ölçüsüne değil, Kur’an’ın mihengine vurarak çözmeye çalıştım…
Üçüncü prensibim; çocuklarımı asla başkalarının çocuklarıyla kıyaslamadım. Falan çocuk şöyle akıllı, filan çocuk şöyle başarılı vs. gibi sözler çocuğun izzet-i nefsine dokunur. Kıyas, ancak çocuğuyla arasına uçurum sokmak isteyenin yapacağı iştir. Bırakın kıyaslamayı; başkasının çocuğunu övmek bile evladımızı mahcup eder. Başkalarıyla kıyaslanan, beğenilmeyen çocukların ileride korkak olduklarına şahit olmuşumdur…
Çocuklarımı hangi prensiplerle büyüttüm?
Hastalandığım zaman doktor dedi ki: “Bak ağabey, artık okumak, yazmak, konferans vermek yok! Bol bol yatıp, dinleneceksin.” İçimden geçirdim; “Ot gibi nasıl yaşarım yahu!”
O sırada Fethullah Gülen Hocaefendi imdadıma yetişti: “Yatmak yok! Okuyacaksın, yazacaksın, konferanslara devam edeceksin.” Çok şükür dedim, bitkisel hayattan kurtuldum. Doktorlara saygım sonsuz amma emri aldık bir kere; vazifeye devam…
İşte bu konferanslar sırasında özellikle hanımlar, “Çocuklarımızı yetiştirirken hangi hususlara dikkat edelim?” şeklinde sorular soruyorlar. Bu soruya kendi tecrübelerimle cevap vermek isterim… Bir kızım bir de oğlum var... Elhamdülillah, ikisiyle de çocukluklarından beri aram iyidir. Onları yetiştirirken özellikle dikkat ettiğim iki husus vardı:
Birincisi, “Çocuklarımı değil, kendimi terbiye edeceğim.” kuralını kendime prensip edindim. Kendini terbiye eden, başkalarına tesir eder. Pek çok muhterem, mübarek şahısla tanıştım, görüştüm. Onların sözleri aklımdan çıkıp gitmiş olabilir amma hal diliyle söylediklerinin tesiri halen üzerimdedir; bu tesiri unutmak mümkün değil. Buradan hareketle, çocuk ebeveynini sever, beğenirse onu taklit eder. Bu taklit aynen fotoğraf makinesi gibidir. Makine ne görürse onu çeker; çocuk da ebeveyninden ne görürse, onu yaşantısına çeker. Anne-babalar çocuklarının karşısında kibre kapılır, “Benim gibi ol!” der. Amma bakalım çocuk karşısındakini seviyor mu, beğeniyor mu? İşyerindeki problemleri eve taşımadım. Bediüzzaman’ın buyurduğu gibi, “Fevkalade ehemmiyetli olan sükûn ve temkin ve itidal-i dem ve sabır tahammülün kati lüzumu beni teskin etti.” Allah’ın yüreğime koyduğu şefkatle, çocuklarıma kırıcı söz söylememeye, onları memnun etmeye çalıştım.
İkincisi, çocuklarımı başkalarının beğenisine, takdirine göre değil, Allah’ın beğeneceği şekilde yetiştirmeye çalıştım. Bir pedagogun kitabında okumuştum: “Nasıl ki küçük bir fidanın üzerine ince bir çizik atılsa, o fidan büyüyüp çınara dönüştüğünde küçük çizik koca bir yarık olarak karşımıza çıkar. Aynen bunun gibi, çocukluk döneminde çocuğun üzerine atılacak çizikler, yetişkinlik döneminde derin yaralar şeklinde ruhunda yerini alıyor.”
Bazı anne-babalar çocuklarını “El âlem ne der?” diye terbiye etmeye çalışıyor. Hâlbuki çocuğuna “Allah’ın emaneti” şuuruyla bakan kişi, kendini ve evladını Allah’a beğendirmeye çalışır; başkasına değil… Bana göre çocuk eğitiminde uygulanacak en zevkli, en kolay ve huzur veren yol, çocuğu Allah rızasına göre terbiye etmektir. Böylece hem ana-baba hem de çocuklar yücelir. Meseleleri “el âlemin” ölçüsüne değil, Kur’an’ın mihengine vurarak çözmeye çalıştım…
Üçüncü prensibim; çocuklarımı asla başkalarının çocuklarıyla kıyaslamadım. Falan çocuk şöyle akıllı, filan çocuk şöyle başarılı vs. gibi sözler çocuğun izzet-i nefsine dokunur. Kıyas, ancak çocuğuyla arasına uçurum sokmak isteyenin yapacağı iştir. Bırakın kıyaslamayı; başkasının çocuğunu övmek bile evladımızı mahcup eder. Başkalarıyla kıyaslanan, beğenilmeyen çocukların ileride korkak olduklarına şahit olmuşumdur…
Berat Gecesini nasıl ihya etmeli?
Berat Gecesini nasıl ihya etmeli?
Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticari faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol) ve teftiş edilir. Kâr zarar hesapları yapılır. Kesin hesabın tespitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır.
Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tespit işlemleri sayesinde ekonomik hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün olur.
Bu misalin ışığında manevi hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, âhiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir manevi ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle ilgili faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiidir.
Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir. Berat Kandili ile başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar.
Duhan Sûresinin 2., 3. ve 4. âyetlerinin Berat Gecesinden bahsettiği bildirilmektedir.
Âyetlerin meali şöyle:
"O apaçık kitaba and olsun ki, biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız. Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur."
Bu âyetler hakkında iki görüş vardır. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece Kadir Gecesidir. İkrime bin Ebi Cehil'in de dahil olduğu bir grup alim ise; bu gecenin Berat Gecesi olduğunu söylemişlerdir. Her iki tefsiri birleştiren diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin ayırımının yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu işlem Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Bu hikmetli işler nelerdir ve âyetin mânası nedir?
YILLIK KADER PROGRAMI
İbni Abbas'tan rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir:
Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.
Bu seneden gelecek seneye kadar meydana gelecek olayların hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her-şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir.
Rızıkla alakalı defterler Mikail Aleyhisselâma verilir.
Savaşlarla ilgili defterler Cebrail Aleyhissalama verilir.
Ameller nüshası dünya semasında görevli melek olan İsrafil'e verilir ki bu büyük bir melektir.
Ölüm ve musibetlerle ilgili defter de Azrail Aleyhisselâma teslim edilir.
Fahreddin er-Râzî"nin açıklamasına göre bu defterlerin düzenlenmesi Berat Gecesinde başlar, Kadir Gecesinde tamamlanarak her defter sahibine teslim edilir.1
Berat Kandilinin "bütün senede bir kudsi çekirdek hükmünde ve beşer mukadderatının programı nev'inden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin kudsiyetinde" olması bu manalara dayanmaktadır.2
Kur'ân'ın bu gecede indirilmesi meselesine ise şöyle bir açıklama getirilmektedir:
Berat gecesi, Kuran-ı Kerimin Levh-i Mahfuzdan dünya semasına toptan indirildiği gecedir. Buna inzal denir. Kadir gecesinde ise Peygamberimize ilk kez ve parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denir.
BERAT GECESİNİN ÖZELLİKLERİ
Tefsirlerde bu gece ile ilgili olarak şu şekilde izahlar yer almaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl ki vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir belge veriliyorsa, Allah Azze ve Celle de Berat Gecesinde mü'min kullarına berat yazar. Zaten bu gecenin dört adı vardır: "Mübarek Gece", "Berae Gecesi", "Sakk Gecesi. Belge ve senet. (Allah Teala bu gece mü'min kullarına beraet yazar)", "Rahmet Gecesi."
"Berat, beraet" kelimesi "el-berâe" kelimesinin Türkçedeki kullanılış şeklidir. Beri olmak, aklanmak, temiz ve suçsuz çıkmak demektir.
"Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir.
"Berâet" iki şey arasında ilişki olmaması, kişinin bir yükümlülükten kurtulması veya yükümlülüğünün bulunmaması anlamına gelmektedir. Mü'minlerin bu gece günah yüklerinden kurtulup İlâhî bağışa ermeleri umulduğu için de Berat Gecesi denmiştir.
Bir kısım âlimlerin, kıblenin Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'dan Mekke'deki Kabe istikametine çevrilmesinin Hicretin ikinci yılında Berat Gecesinde gerçekleştiğini kabul etmeleri de geceye ayrı bir önem kazandırmaktadır.3
Berat Gecesinin beş ayrı özelliği vardır.
1. Bütün hikmetli işlerin ayırımına başlanması.
2. Bu gecede yapılacak ibadetlerin diğer vakitlere nispetle kat kat sevaplı olması.
3. İlâhi rahmetin bütün âlemi kuşatması.
4. Allah'ın af ve bağışlamasının coşması.
5. Peygamberimize tam bir şefaat yetkisinin verilmiş olması.
Bir rivayette bildirildiğine göre Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam Şâban'ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat niyaz etti, üçte biri verildi. Ondördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi verildi. Onbeşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin kaçması gibi kaçanlar başka...
Zemzem kuyusunun bu gecede açık bir şekilde coşup çoğalması da bu manaları kuvvetlendiren kutsal bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini çeşitli şekillerde nazara vermektedir.
"Şâban'ın 15. gecesi geldiğinde geceyi uyanık ibadetle, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına tecelli eder ve şöyle seslenir:
"İstiğfar eden yok mu, affedeyim ve bağışlayayım. "Rızık isteyen yok mu, hemen rızık vereyim.
"Başına bir musibet gelen yok mu, hemen sağlık ve afiyet vereyim.
"Böylece tan yerinin ağarmasına kadar bu şekilde devam eder." 5
Çünkü o gece İlâhi rahmet coşmuştur. Berat Gecesi beşer mukadderatının programı çizilirken insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenab-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belalardan Ona sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna karşılık, her tarafı kuşatan rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan ne kadar bedbahttır.
BU GECE AF DIŞINDA KALANLAR
Peygamber Efendimiz bu gecede af dışı kalanları şu hadisleri ile bildirmektedir:
"Muhakkak ki, Allah Azze ve Celle Şâban'ın onbeşinci gecesinde rahmetiyle yetişip herşeyi kuşatır. Bütün mahlukatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka bir şey düşünmeyenler müstesna."6 "Yüce Allah bu gece bütün Müslümanlara mağfiret buyurur, ancak kâhin, sihirbaz yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün olan veya ana babasını inciten yahut zinaya ısrarla devam eden müstesna."7
"Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesi tecelli eder ve ana-babasına asi olanlarla Allah'a ortak koşanlar dışında kalan bütün kullarını bağışlar."8
Üç aylara ayrı bir ruh ve mâna içinde giren Peygamber Efendimiz özellikle Şaban ayına özel bir özen gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve âhiret işlerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihya ederdi.
Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamı yanında bulamayan Hz. Âişe kalkarak Efendimizi aramaya başladı. Sonunda Peygamberimizi Cennetü'1-Bakî mezarlığında başını semaya kaldırmış halde buldu.
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam mübarek hanımına Berat Gecesinin faziletini şöyle anlattı:
"Muhakkak ki, Allah Teâlâ Şâban'ın onbeşinci gecesinde dünya semasına rahmetiyle tecelli eder ve Benî Kelb Kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca insanları mağfiret eder."9
İşlenen sevaplı amellerin değeri başka zamanlarda on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur'ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harfine yirmi bin sevap verilmektedir.
Bu bakımdan tam bir ihlâsla çalışıp ihyasına gayret gösterebildiğimiz takdirde Berat Kandili elli bin senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde bize kazandırabilir. "Onun için elden geldiği kadar Kur'ân ve istiğfar ve salavatla meşgul olmak büyük bir kârdır."10
Tek kişinin çalışma ve kazanma gücü maddi hayatta olduğu gibi manevi hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü'min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz manevi şirket; bize hesabından âciz kalacağımız sonsuz bir manevi serveti kazandırabilir. Üstelik maddi kazançlarda kâr, ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde mânevi kârda böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir. Çünkü manevi faaliyetler nurludur. Nur ise maddi eşya gibi küçülmez ve bölünmez.
BERAT GECESİ İBADETİ
Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur'ân tilaveti, zikir, tesbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır.
Gecenin manevi değeri dolayısıyla namaz, Kur'ân tilaveti, zikir, tesbih ve istiğfarla geçirilmesi, bu gece vesilesiyle muhtaçlara yardım ve benzeri hayırlı amellere özel bir önem verilmesi müstehaptır.
İmam-ı Gazali Hazretleri el-İhyâ'da, Berat Gecesinde yüz rekât namaz kılınması hakkında bir rivayete yer verse de, hadis âlimleri bu namazın sünnette yerinin olmadığını, böyle bir namazın Hicretten 400 sene sonra Kudüs'te kılınmış olduğu tesbitinde bulunurlar. Hatta İmam Nevevi böyle bir namazın sünnette bulunmadığı için bid'at bile olduğunu ifade eder.
Bunun yerine kaza namazının kılınması daha isabetli olacaktır. Bununla beraber kılındığı takdirde de sevabının olmadığı anlamına gelmez.
Çünkü ibadet alışkanlıklarının iyice azaldığı zamanımızda insanların bu vesileyle namaza yönelmelerini hoşgörü ile karşılamak faydalı olacaktır.
BERAT GECESİ DUASI
Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bu gece Rabbine şöyle dua etmiştir:
"Allahım, azabından affına, gazabından rızana sığınırım, Senden yine Sana iltica ederim. Sana gereği gibi hamd etmekten âcizim. Sen Kendini sena ettiğin gibi yücesin."11
Berat Duası
Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır:
Bazı mâna büyüklerinin de şöyle bir duası vardır:
"Allahım, şayet ismimi saîdler defterine yazdıysan, orada sabit kıl. Şayet ismimi şakiler defterine yazdıysan oradan sil. Çünkü Sen buyurdun ki, 'Allah dilediğini siler yok eder, dilediğini de sabit bırakır, Levh-i Mahfuz Onun katındadır."12
Bu idrak ve şuur içinde ihya edeceğimiz Berat Gecesinin hepimiz için hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Haktan niyaz edelim.
Kaynaklar:
1 Hülâsâtü'l-Beyân. 13:5251.
2 Şualar, s,426.
3 TDİ."Berat" maddesi.
4 Hak Dini Kur an Dili, 5:4295
5 İbni Mâce, İkame, 191.
7 et-Tergîb ve't-Terhib, 2:118.
8 İbni Mace, İkametü's-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38.
9 Tirmizî, Savm:39.
10 Şualar, s.426.
11 et-Tergib ve't-Terhîb, 2:.119, 120.
12 Ra’d Suresi, 39; Mecmuatü’l-Ahzab, 1:597.
Mehmed Paksu
(Mübarek Aylar, Günler ve Geceler)
1 Hülâsâtü'l-Beyân. 13:5251.
2 Şualar, s,426.
3 TDİ."Berat" maddesi.
4 Hak Dini Kur an Dili, 5:4295
5 İbni Mâce, İkame, 191.
7 et-Tergîb ve't-Terhib, 2:118.
8 İbni Mace, İkametü's-Salât, 191; Tirmizî, Savm, 38.
9 Tirmizî, Savm:39.
10 Şualar, s.426.
11 et-Tergib ve't-Terhîb, 2:.119, 120.
12 Ra’d Suresi, 39; Mecmuatü’l-Ahzab, 1:597.
Mehmed Paksu
(Mübarek Aylar, Günler ve Geceler)
Tartışmaya En Düşkün Varlık
Tartışmaya En Düşkün Varlık | |||||||
|
Lütuf Senin, Hüküm Senin!
Lütuf Senin, Hüküm Senin! | |||||||
|
Allah’ı Bilmek
Allah’ı Bilmek | |||||||
|
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)