30 Kasım 2018 Cuma

NEFİS: İYİ VE KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI Diyanet Cuma Hutbesi


TARİH: 30.11.2018 Diyanet Cuma Hutbesi


 يَ۪بَ رََنِ ا ۜيَ۪بَ رَمِّحَ ا ر َ م ََ لَِ اِّوءََُٓ السِّ بٌةَارََمََ لَ َسْفََ الن ََنِ اۚي۪سْفَ نُئَِّرَبُ ا ا ََٓمَو ٌ  يم۪حَ رٌورُفَغ َ و  :َمََلَسَ وِّهْيَلَ عََُ ي اللّ ََلَ صََِّ اللّ ُول ُسَ رَالَق َ ُ دْعَا ب َمِّ لَلِّمَعَ وُهَسْفَ نَانَ دْنَ م ُسَِّيَكْال هَسْفَ نَعَبْتَ أْنَ مُزِّ اجَعْالَ وِّتْوَمْال ََِّ ى اللّ َلَ ى ع ََنَمَتَ ا و َاهَوَ ه



NEFİS: İYİ VE KÖTÜNÜN MÜCADELE ALANI Diyanet Cuma Hutbesi


Muhterem Müslümanlar!

Varlık âleminin en nadide üyesi, vahye muhatap olan insanoğludur. Yeryüzünün en şerefli varlığı olmak, nimetin yanı sıra imtihanı da beraberinde getirir. İnsan kimi zaman korkuyla, açlıkla, canıyla ve evladıyla, kimi zaman da varlıkla, servetle, makam ve mevki ile imtihan olur. En büyük imtihanlardan birisi de insanın nefsiyle mücadelesidir.

Nefis; kulun içindeki olumsuz duyguların, meşru olmayan isteklerin, kötü huy ve fiillerin kaynağıdır. Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’un dilinden nefsin bu özelliği şöyle anlatılır: “Yine de ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, Rabbimin acıyıp koruması dışında, daima kötülüğü emreder; şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”1

Kıymetli Müminler!

Cenâb-ı Hak insanı en güzel şekilde yaratmış, onu selim bir akıl, sağlam bir irade ve engin bir gönül ile donatmıştır. Doğruyu yanlıştan ayırt etmesi için ona Kur’an’ı ve peygamberlerin örnekliğini bahşetmiştir. Verdiği nimetleri gereği gibi kullanmasını ve nefsinin sınır tanımayan istekleriyle mücadele etmesini emretmiştir. Tercihlerini doğrudan yana yapan, iradesine sahip olan, nefsine dur diyebilen, günahlarından arınıp kendini ıslah eden kişi, kurtuluşa erer. Nefsinin isteklerine boyun eğen, hevâsının esiri olan, aklını kullanarak arzularını kontrol edemeyen ise hüsrana uğrar. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de bu hususu bizlere şöyle hatırlatmaktadır: “Nefse ve onu şekillendirip düzenleyene; ona kötü ve iyi olma kabiliyeti verene yemin olsun ki,  nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. Onu arzularıyla baş başa bırakan da ziyana uğramıştır.”2

Değerli Müslümanlar!

Nefis, iyiyle kötünün mücadele alanıdır. İnsanlık tarihi, nefsine uyup kendini ve yaşadığı toplumu felakete sürükleyen nice örneklerle doludur. Hz. Âdem’in çocuklarından biri olan Kâbil, hırsına, hasedine yani nefsine uymuş ve kardeşi Hâbil’i öldürmüştür. Hz. Yakub’un oğulları, nefislerinin esiri olmuş, kıskançlıkları yüzünden kardeşleri Hz. Yusuf’u kuyuya atmıştır. Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar, Ebu Cehiller hep nefislerinin peşinden koşmuş, vahyin rehberliğine sırtlarını dönmüş, kimi tahtına, kimi gücüne, kimi servetine, kimi de benliğine güvenmiş, hem dünyada zelil hem de ahirette azaba düçar olmuşlardır. 

Kıymetli Müslümanlar!

Mümin için asıl olan, nefsini lanetlemesi değil, onu terbiye etmesi ve güzel huylarla donatmasıdır. Allah’ın çizdiği sınırlara, ahlâka ve vicdana aykırı olan her türlü isteğine karşı, nefsini kontrol altında tutmasıdır. İyiliğin ve iyilerin tarafında, kötülüğün ve kötülerin karşısında yer almasıdır.

Aziz Müminler!

Resûl-i Ekrem (s.a.s), bir hadislerinde şöyle buyurur: “Akıllı kişi, nefsine hâkim olan ve ölümden sonrası için çalışandır. Zavallı kişi ise, nefsinin her türlü arzu ve isteklerine uyan ve buna rağmen hâlâ Allah’tan iyilik temenni edendir.”3 O halde, geçici dünyanın aldatıcı renklerine heves eden nefsimizin peşine düşmeyelim. Aklımızı, irademizi, sabrımızı daima canlı tutalım. Hayatın bir imtihan olduğunu, ölümün ve hesabın ansızın gelebileceğini hafızamızda canlı tutalım. Yüce Rabbimizin gizliaçık her halimizi gördüğü şuuruyla yaşayalım. Böylelikle küfrün karanlığından uzak, günahın yükünden arınmış, huzurlu ve kâmil bir mümin olalım.

Hutbemi Sevgili Peygamberimizin şu duasıyla bitiriyorum: “Allah’ım! Nefsime takvayı ver. Nefsimi arındır; onu en iyi arındıracak olan sensin. Onu koruyan da onun sahibi de sensin. Allah’ım! Faydasız .ilimden, huşu duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”4                                                         
 

1 Yûsuf, 12/53.
2 Şems, 91/7-10.
3 Tirmizî, Sıfâtü’l-kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd, 31.
4 Müslim, Zikir ve dua ve tevbe ve istiğfar, 73.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü



http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/Sayfalar/HutbelerListesi.aspx



Efkan VURAL - Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 14


Efkan VURAL - Allah’ın İsimleri (Esmâ-i Hüsnâ=En Güzel İsimler)- 14
 
                                                  MUSAVVİR
 
Allah’ın isimlerinden biri de el-Musavvir’dir.
 
Musavvir “şekil ve özellik veren” demektir.
 
 
Allah’ın Musavvir ismi  ile yaratmış olduğu bütün varlıklara şekil ve suret veren manasına geliyor.
 
Musavvir,tasvir eden her şeye ayrı bir biçim ve özellik veren, yaratmış olduğu varlıklara suret vererek birbirinden ayrı bir biçimde yaratan odur, anlamlarına gelir.
 
Ayetlerde Allah insanı dilediği surette terkip edip şekillendirdiği belirtilir. Allah insana güzel bir suret vererek onu  en iyi bir biçimde yaratmıştır.
 
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyurur:
 
“O Allah ki; Yaratan’dır, Bâri’dir (yokken var eden), Musavvir’dir (şekil verendir),...”(Haşr suresi,24.ayet)
 
“...size şekil verip de şeklinizi güzel yapan... “ (Mü’min suresi,64.ayet)
 
“Biz insanı en güzel biçimde yaratmışızdır.” (Tin suresi,4.ayet)
 
“Sizi yarattık, sonra size şekil verdik…” (A’raf suresi,11.ayet)
 
Bu yazı,Diyanet İslam Ansiklopedisinden yararlanarak hazırlanmıştır.)
 (Devam edecek)
 
Efkan VURAL
 
 

--


KUL HAKKI NASIL ÖDENİR?

KUL HAKKI NASIL ÖDENİR?


 0

Kul hakkı yemenin hükmü nedir? Kul hakkı nasıl ödenir? Kul hakkına riayet ve önemi…
Hz. Peygamber (s.a.s.), üzerinde kul hakkı bulunan kişilerin, hak sahibi olan mazlumlardan helallik almalarını öğütlemiştir. Bunun yapılmaması durumunda hesap gününde haksızlık yapan kişinin salih amellerinin, haksızlığı ölçüsünde alınarak hak sahibine verileceğini, eğer verilecek salih amel bulunamazsa o zaman da mazlumun günahlarının zâlime yükleneceğini belirtir (Buhârî, Mezâlim, 10).
Yine Peygamberimiz (s.a.s.), imkânı olduğu halde zamanı gelmiş bir borcu ödemeyenlerin kul hakkını ihlal ettiğini şöyle ifade eder: “Ödeme gücü olan zengin kişinin, ödemeyi ertelemesi zulümdür.” (Buhârî, Havâle, 1)
KUL HAKKI CENNET VE CEHENNEM KAPISI
Görüldüğü üzere kul hakkı, kişinin Cennet ya da Cehennem’e gidişinde önemli ölçüde belirleyici bir roloynamaktadır. Allah’ın huzuruna kul hakkı ile çıkmanın, çok ağır bir vebâli vardır. Çünkü böyle bir günahın Allah tarafından bağışlanması, hak sahibinin affetmesi şartına bağlanmıştır. Hak sahibi, hakkını almadıkça veya bu hakkından vazgeçmedikçe, Allah kul hakkı yiyenin bu günahını affetmemektedir. Çünkü ilâhî adalet, bunu gerektirir. Veda hutbesinde Resûlullah (s.a.s.), “Ey insanlar, sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, Rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır).” (Buhârî, Hacc, 132) buyurmuştur.
KUL HAKKI NASIL ÖDENİR?
Buna göre, gasp, hırsızlık veya izinsiz alma gibi yollarla elde edilen haram para veya mal, sahipleri biliniyor ise kendilerine yahut mirasçılarına, bilinmiyor ise fakirlere veya hayır kurumlarına onların namına sadaka olarak verilmelidir. Ayrıca, yapılan bu kusurlardan dolayı da Allah’tan af ve mağfiret dilenmelidir.Mal ya da darp gibi şeylerle ilgili olmayan gıybet, bühtan gibi hak ihlallerinde en doğrusu, hak sahibine durumu anlatıp helalleşmek olmakla beraber, her zaman bu şartı yerine getirmek mümkün olmadığından ya da insanlar bundan çekindiklerinden, kendi adına tövbe edip, hak sahibi namına da istiğfar etmek, dua etmek ya da hayır hasenat yaparak sevabını ona bağışlamak, bu tür hak ihlallerine keffaret olur (İbn Teymiyye, el-Fetâva’l-Kübrâ, I, 113).
Kaynak: Diyanet Fetva Kurulu

http://www.islamveihsan.com/kul-hakki-nasil-odenir.html



29 Kasım 2018 Perşembe

KULU RABBİNE SEVDİREN HASLETLER




KULU RABBİNE SEVDİREN HASLETLER


 0

İlâhî ahlâk ile ahlâklanmak, her şeyden evvel, gönlün Allah ile beraberliğine bağlıdır. Bunun vâsıtası ise muhabbettir.
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” buyrulmuştur. Bu beraberliğin bir mânâsı da husûsiyetlerin beraberliğidir. Zira muhabbet, seven ile sevilenin husûsiyetlerindeki müştereklikten kaynaklanır.
RÛH-İ SULTÂNÎ NEDİR?
İnsanın özünde ilâhî bir sır vardır. O sır, nefha-i ilâhî olan ruhtur. Ki buna rûh-i sultânî denir. Bir kul, Allâh’ın kendi rûhundan üfleyerek lûtfettiği rûhunu, bir de ilâhî güzelliklerle donatabilirse, Allâh’ın muhabbetine vesîle olan en güzel müştereklik gerçekleşmiş olur. Nitekim Allâh’ı seven mü’minin her hâl ve hareketi, O’nun esmâ ve sıfatlarından izler taşır.
Şunu da belirtelim ki, ilâhî ahlâk ile ahlâklanmakla kasdettiğimiz; Rabbimizin kullarında görmek istemediği azamet ve kibriyâ gibi celâl sıfatlarıyla değil, O’nun kullarında görmekten hoşnud olduğu şefkat, merhamet, affedicilik, cömertlik gibi cemâlî sıfatlarıyla ahlâklanmaktır.
ALLAH KİMLERİ SEVER?
Cenâb-ı Hak, bu şekilde kendi esmâ ve sıfatlarının eserlerini gördüğü kulunu sever. Meselâ; Allah Teâlâ, “tek” olduğu için tek’i, güzel olduğu için güzelliği ve güzeli, âlim olduğu için âlimleri, cömert olduğu için cömertliği, güç ve kudret sahibi olduğu için, zayıf mü’minlere kol-kanat geren madden ve mânen güçlü mü’minleri, vaadinden dönmeyen ve ahdine vefâ gösteren olduğu için vefâkârları, sâdık olduğu için doğru ve dürüst davrananları sever. Bu gerçeği, bütün cemâlî esmâya şümûllendirmek mümkündür.
Ancak şunu da unutmamak lâzımdır ki, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatlarından birinin her hangi bir insana izâfe edilmesi mecâzîdir ve Oʼnun “muhâlefetün li’l-havâdis”, yani sonradan yaratılmış olan hiçbir şeye benzememek sıfatıyla birlikte telâkkî edilmelidir. Aksi hâlde, bu sıfatlardan biriyle herhangi bir insanın tavsîf edilmesi şirk olurdu.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 2, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/kulu-rabbine-sevdiren-hasletler.html



KADİR GECESİNİ İHYÂ ETMEK


KADİR GECESİNİ İHYÂ ETMEK
 
KADİR GECESİNİ İHYA ETMENİN FAZİLETİ VE DAHA ZİYADE
RAMAZANIN HANGİ GECELERİNDE OLDUĞUNUN AÇIKLANMASI
Âyetler
 
1. "Biz onu Kadir gecesi indirdik. Kadir gecesi nedir, bilir misin sen? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Meleklerle Ruh o gece Rabblerinin izniyle her iş için iner de iner. Tam bir esenliktir o gece, tâ tan yeri ağarıncaya kadar."
Kadîr sûresi (97), 1-5
Yüce dinimizin tarihinde olduğu kadar müslümanların hayatlarında da  yüksek bir yeri ve değeri olan Kadir gecesinin zamanı değilse de kıymeti bu sûre ile bizlere tanıtılmıştır. Hidayet rehberimiz olan Kur'ân-ı Kerîm'in bu gece indirilmeye başlaması, meleklerle Ruh'un bu gece yeryüzüne inmesi ve tan yeri ağarıncaya kadar bu gecenin tam bir esenlik ve selâmet olması Kadir gecesinin başlıca özellikleridir.
Kur'an'ın indiği bu kutlu geceyi değerlendirmek bin aylık bir ömrü hayırla geçirmiş olmak yani bereketlendirmek anlamına gelmektedir. Hadîs-i şerîflerden öğrendiğimize göre çok müstesna bir fırsat olan bu gece, ramazan ayının son on günündeki tek rakamlı geceler içinde gizlenmiştir. Onun hangi gece olduğunun açıklanmaması, o gecenin ömre ömür katan feyiz ve bereketini yakalama gayretini telkin etmek içindir. Bu gecenin şeref ve değerinden yararlanmak isteyen müslümanlar, hemen hemen ramazanın her gecesini Kadir gecesiymiş gibi değerlendirmeye çalışacaklardır. Bu da onların çok hayır kazanmasına vesile olacaktır. "Meçhulde bereket vardır" sözünün anlamı da böylece gerçekleşmiş olacaktır. Nitekim âriflerden biri zaman ve insanın değerini belirtmek üzere "Her geceni Kadir bil; her geçeni Hızır bil" demiştir.
2. "Biz Kur'an'ı kutlu bir gecede indirdik."
Duhân sûresi (44), 3
Kur'ân-ı Kerîm'in indirildiği  Kadir gecesi, bu âyette "kutlu (mübârek) bir gece" olarak tanıtılmaktadır. Bu âyetten anlaşıldığına göre Kadir gecesi, Allah katında değerli bir gecedir. Kadri yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm işte böyle kadir ve kıymeti yüksek bir gecede indirilmiştir. Böylece o kıymetli gecenin şeref ve fazileti bir kat daha artmıştır.
Bu mübâarek gecede melekler ve Ruh nasıl yer yüzüne iniyor ve âdeta yeryüzü gökyüzü haline dönüşüyorsa, dünyaya yeni bir yön verecek ve dünyalılara dosdoğru yolu gösterecek olan Kur'ân-ı Kerîm de o gece indirilmeye başlanıyor. Bu tür olaylara sahne olan gecenin kıymetini bilmek artık o geceye sahip olan ümmet fertlerine yani biz müslümanlara düşmektedir.
Hadis:
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek Kadir gecesini değerlendiren kişinin geçmiş günahları bağışlanır."
Buhârî, Îmân 25, 27, 28, 35, Savm 6, Terâvih 1, Leyletü'l-kadr 1; Müslim, Müsâfirîn 173-176. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 1; Nesâî, Kıyâmü'l-leyl 3, Savm 39-40; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 2, 39
Açıklamalar
Kadir sûresinde kıymeti anlatılan ve fakat zamanı kesin olarak açıklanmayan o kutlu gecenin fazilet ve bereketine gönülden inanıp sevabını sadece Allah'tan bekleyerek   ibadet, dua ve hayır hasenât ile o geceyi ihyâ edip değerlendirmeye çalışan mü'minlerin elde edecekleri kazanç, geçmiş günahlarının bağışlanmasıdır. Bu, küçümsenecek bir sonuç olmadığı gibi, hadisin ifadesiyle iman ve ihtisaba dayalı ihyâ da basit ve rastgele kayıtlar değildir.
İman, her işimizde temel şarttır. Yapılan her ibadet de Allah rızâsını gözeterek, mükâfatı sadece ve sadece O'ndan bekleyerek (ihtisab) ifa edilmelidir. Hadisteki bu iki şart, ibadetlerin başka maksatlarla da yapılabileceğini fakat bunların hiçbir olumlu sonuç vermeyeceğini anlatmaktadır. İnanmadığı halde  ya da gösteriş olsun diye böyle müstesna gün ve gecelerde birtakım girişimlerde bulunanlar, ancak kendilerini aldatırlar ve boşuna yorulmuş olurlar. Âdet olduğu için değil, içinden gelerek Kadir gecesini değerlendirmeye çalışmak önemlidir. Bunun sonucu ise, geçmiş günahlardan arınmaktır. İnsanın geçmişi, sırtında bir kanbur gibi daima kendisini takip eder. Günah ve vebâl yükü altındaki insan, böylesi fırsatlarda işte o yükten kurtulma imkânını yakalar. Bu, son derece  rahatlatıcı bir sonuçtur. Yeni doğmuş gibi, hayata yeniden başlamayı kim istemez?
 Şu halde Kadir gecesini nasıl değerlendirmek gerekmektedir? Nevevî, bununla ilgili olarak ikisi Hz. Peygamber'in davranışını biri de bir tavsiyesini ihtivâ eden üç hadisi bu konunun sonunda zikretmiştir. Bu soruyu o hadislerin açıklamasında cevaplandıracağız. Burada sadece Kadir gecesini ihyâ etmenin önemi ve neticesi bildirilmekte ve buna teşvik edilmektedir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Kadir gecesi, kadri yüce  bir gecedir.
2. Değer ve faziletine inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek bu geceyi ihyâ eden, geçmiş günahlarından arınır.
3. İnançsız ve ihlâssız yapılacak herhangi bir dinî davranışın kıymeti yoktur.
 
KAYNAK:
Riyazüz-salihin
 
 
 
 

28 Kasım 2018 Çarşamba

İLAHİ SIRLARA ULAŞMANIN YOLU



İLAHİ SIRLARA ULAŞMANIN YOLU


 0

İlahi sırları gizleyen perdeler hangi kalpler üzerinden kalkar? İlahi sırlara ulaşmanın, ilahı sırları keşfetmenin yolu nedir?
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri buyurur:
“Şurası iyi bilinmelidir ki, (ilâhî sırları gizleyen) perdeler, ancak fânî varlıklardan, nefsânî ve şeytânî duygulardan arınmış kalpler üzerinden kaldırılır. Fânîlere bağlanan, nefsânî ve şey­tânî heveslerden arınmayan kalplerden ise perdeler kalkmaz. Dolayısıyla bu durumdaki kalpler, ilâhî sırları müşâhede edemezler. Kalp gözünden perdeler kaldırılan kişinin eline ise yeryüzü hazinelerinin anahtarları tevdî edilir. Ne var ki artık onun nazarında, moloz taşları ile inci-zümrüt taşları arasında bir fark yoktur.”
Nasıl ki yeni doğan bir bebeğe yalnızca süt verilir, o büyüdükçe daha değişik ve lezzetli gıdalarla telezzüz etmeye başlarsa, mânevî hayatta da durum bunun gibidir. Ham insanlar, dünyevî lezzetleri gerçek lezzet zannederler. Hâlbuki kalpler mârifetullah’ta mesafe aldıkça; duyuşlar, görüşler, derinlikler artar, lezzetler değişir. Dünyadaki bütün mal-mülk vs. bir çakıl taşına döner; çocukların oyuncakları gibi ehemmiyetini kaybeder, gözden ve gönülden düşer. Dünyevî ve nefsânî zevkler, yerini mânevî lezzetlere bırakır.
  • İbrahim bin Edhem Hazretleri
Nitekim dünya saltanatını terk ederek ilâhî aşk deryâsına dalmış olan İbrahim bin Edhem Hazretleri;
“İlâhî muhabbetteki vecd, lezzet ve istiğrâkımız müşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek için bütün hazinelerini de krallıklarını da fedâ ederlerdi.” buyurmuştur.
  • İmâm Gazâlî Hazretleri
İmâm Gazâlî Hazretleri de, Allah Teâlâ ile dostluğun, bütün makamların üstünde bir makam olduğunu şöyle ifade eder:
“Bir lezzet vardır ki, Cennet’in lezzeti dahî onun yanında hiç kalır. Onu anlamak için şu misallere dikkat et, üzerinde tefekkür et!
İnsanın çeşitli devrelerinde, varlıklardan lezzet alması birbirine denk değildir.
Çocuğun bütün lezzeti yemektedir. Bundan başka bir şey bilmez. Yedi yaşına gelince, yedikle­rini birbirinden ayırmaya, seçmeye başlar. Şundan değil de öbüründen biraz daha fazla lezzet alır. Güzel giyinmenin lez­zetini, on yaşından sonra anlamaya başlar. Biraz daha büyü­yüp yüksek bir makam ve mansıba erdi mi, dünya lezzetleri son bulur. Fakat bunların hiçbirinin, bâtınını tatmin etmedi­ğini, gözü varsa görür. Çünkü bunların hepsi Cenâb-ı Hakk’ı bilmenin yanında bir hiçtir.
Âriflerin sözlerine kulak ver ve dikkat et, hâllerini anla­maya çalış. O takdirde, mârifetullah ve Hak dostluğunun her şeyden kıymetli olduğunu anlarsın.”[1]
İşte bu idrâke ulaşanlara, eşyanın hakîkati ayân olmaya başlar. Onlar nazarında fânî lezzetler âdeta kıymetini yitirir. Yeryüzünün gelgeç safâları, birer zıll-i zevâle, yani kaybolmaya mahkûm gölgelere döner.
  • Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-
Hazret-i Süleyman -aleyhisselâm-’a hiçbir beşere nasip olmamış bir dünya serveti ve saltanatı verildi. Fakat o, kalbini dünyalıkların kasası yapmadı. Dünya metâını hiçbir zaman Rabbiyle arasına perde kılmadı. Nîmetlerin gerçek sahibinin Cenâb-ı Hak olduğu şuuru içinde dâimâ hamd ve şükür hâlinde oldu. Mârifetullah ve muhabbetullâh’ın târifsiz hazzı içinde kullukta bulundu.
“–Ben bir fakirim! Fakir olana, fakirlerle beraberlik yakışır!” diyerek, garip, kimsesiz ve muhtaçların yanında ve yardımında bulundu. Cenâb-ı Hak da ona; نِعْمَ الْعَبْدُ : ne güzel kul”[2] buyurdu.
Dipnot: [1] Hâce Mûsâ Topbaş, Altınoluk Sohbetleri, c. 2, sf. 111. [2] Bkz. Sâd, 30.

http://www.islamveihsan.com/ilahi-sirlara-ulasmanin-yolu.html



RAMAZAN GECELERİNDE TERÂVİH NAMAZI KILMAK


RAMAZAN GECELERİNDE TERÂVİH NAMAZI KILMAK
Hadisler:
 Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Kim ramazanın faziletine inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek terâvih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır."
Buhârî, Îmân  37 ; Müslim, Müsâfirîn 173, 174. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 1; Nesâî, Kıyâmü'l-leyl 3, Savm 39, 40, Îmân 31, 32; İbni Mâce, İkâmet 173, Sıyâm 3, 39, 40
Aşağıdaki hadis ile birlikte açıklanacaktır.
 Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, kesin emir vermeksizin ramazan gecelerinde ibadet etmeyi  tavsiye eder ve şöyle buyururdu:
"Kim ramazanın faziletine inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek terâvih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır."
Müslim, Müsâfirîn 174. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Tirmizî, Savm 82
Açıklamalar
 Ramazan gecelerinde kalabalık cemaatler halinde  büyük bir coşku ile kılınan terâvih namazı, aslında teheccüd  gibi bir gece namazıdır (kıyâmü'l-leyl). Bu ikinci hadisin metninde görüldüğü üzere terâvihe ramazan namazı da denilmektedir. Her iki hadîs-i şerîf'te ramazan gecelerinde kılınan bu namazın, dinî bir görev olduğuna inanarak ve karşılığını Allah'tan bekleyerek kılınması halinde, geçmiş günahların bağışlanmasına vesile olacağı müjdesi verilmektedir. Sadece ikinci hadisin baş tarafında râvi Hz. Ebû Hüreyre, Hz. Peygamber'in kendilerini  bu namazı eda etmeye  teşvik ettiğini, bu konuda sürekli tavsiyede bulunduğunu fakat bunu farz kılmadığını bildirmektedir. Bu da, terâvih namazının nâfile bir namaz olduğunu ortaya koyar.Terâvih, nâfile bir namaz olmakla beraber, Hz. Peygamber bu hadisleriyle onu, âdeta imandan bir parça saymıştır. Öncelikle bizzat kendisi, birkaç gece dışında terâvihi yalnız başına kılmaya devam etmiştir. Sonra da "Dini bir görev olduğuna inanarak ve riya karıştırmayarak Allah rızâsı için kılanların geçmiş günahlarının bağışlanacağını" ashâbına duyurmuştur. İmam Buhârî, hadis metnindeki bu "inanarak" kaydından hareketle onu Sahîh'inde "Nâfile olan terâvih namazını kılmak imandan kaynaklanır" başlığı altında zikretmiştir. Terâvih namazının önemini dikkate alan İmâm-ı Âzam  Ebû Hanîfe de  onun "sünnet-i müekkede" olduğuna hükmetmiştir.
Ramazan gecelerini sevabını Allah Teâlâ'nın vereceğine inanarak ve Allah rızâsı için terâvih kılarak değerlendirmek, geçmiş günahların bağışlanması gibi çok büyük bir bahtiyarlığa vesile olmaktadır. Bu büyük bir müjdedir. Üstelik  bağışlanan günahlar "küçük" veya "büyük" diye bir kayda da bağlanmamıştır. İfadedeki bu genellik, her türlü günahın bağışlanacağı ümidini taşımak için yeterlidir.
Terâvih namazı, ramazan gecelerinde yatsı namazından sonra kılınır. Hz. Peygamber  birkaç gece cemaatle kıldırdıktan sonra, cemaatle edâ edilmesi  farz kılınır da müslümanlar onu yerine getirmekte güçlük çekerler endişesiyle, cemaatle kıldırmayı terketmiş ve ashâbına evlerinde kılmalarını tavsiye etmiştir. Terâvih namazı, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında onun emri ile mescidde cemaatle 20 rek'at olarak kılınmaya başlanmıştır. O günden bu yana da cemaatle kılınmaktadır. Bizzat Hz. Ömer'in ifadesiyle gerçekten "Terâvihin cemaatle kılınması her yönüyle çok güzel bir âdet olmuştur."
Terâvih namazının sekiz rek'at olarak kılındığına dair sahih  rivayetler vardır. Bu sebeple terâvihin sekiz rek'atı sünnet-i râtibe yani "farz namazlarla birlikte kılınan sünnetler" hükmündedir. İbn Abbas rivayetinin zayıf olması sebebiyle 20 rek'at olarak kılınması müstehap kabul edilmiştir. Ancak Hz. Ömer zamanından beri sahâbîlerin uygulamasının da bu yönde olması sebebiyle 20 rek'at olarak kılınagelmiştir.
"Ramazanın şeref ve faziletine inanarak ve Allah Teâlâ'nın hoşnutluğunu dileyerek" kılınacak terâvih namazını bir an önce bitirmek için gereksiz bir acelecilik göstermek asla doğru değildir. Hiçbir din görevlisi terâvih namazını çabucak kıldırmak suretiyle kendisine "ekspres imam" veya "jet imam" dedirtmemelidir. Bu sebeple  cemaati yormadan ve bıktırmadan mutedil bir şekilde en fazla dört rek'atta bir selâm  vermek suretiyle kıldırmak münâsip olur. Terâvihi hatim ile kıldıracak imamlar, buna alışık olmayanları güç durumda bırakmamak için daha önceden durumu câmilerinin uygun bir yerinde ilân etmelidirler.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Ramazan gecelerini terâvih namazı kılarak değerlendirmek tâ Hz. Peygamber döneminden beri ümmet-i Muhammed'in güzel bir geleneğidir.
2. İnançla ve sevabını Allah'tan bekleyerek kılınacak terâvih namazı, geçmiş günahların bağışlanmasına vesile olur.
3. Terâvih namazının nâfile ibadetler içinde özel bir önemi bulunmaktadır.
 
KAYNAK:
Riyazüz-salihin
 

--


27 Kasım 2018 Salı

PİŞMANLIK İLE İLGİLİ AYETLER VE AÇIKLAMALARI

PİŞMANLIK İLE İLGİLİ AYETLER VE AÇIKLAMALARI


 0

İnsan neden pişman olur? Ahiretteki pişmanlıkların sebepleri nelerdir? Pişmanlık ile ilgili ayetler ve açıklamaları…
İnsanın iki cihanda pişman olacağı husûsları bildiren âyetler içinde âhirete müteallik olanlar üzerinde ayrıca durmak gerekiyor. Çünkü oradaki pişmanlığın sahibine bir faydası yok. Burada öncelikle nedametin başlangıç noktasına dikkat çekmek, sonra da verilen örnekler çerçevesinde bir değerlendirme yapmak istiyoruz.
PİŞMANLIĞIN BAŞLANGICI
İnsanın gerçek pişmanlığı gözlerin dünyaya perdelenip ahirete açıldığı anda başlıyor. Ya buruk bir vedâ ya da ebedî bir hasret şeklinde, kişinin ameline göre farklı olan bu pişmanlığın en önemli hususiyeti, dünyadaki “keşke”lerin sonuncusu, âhirete müteallık olanların da ilki olmasıdır. Nitekim Hasan Basrî Hazretleri: “O gün insan işlediği ve işlemediği amellerle uyarılır (bütün yaptıkları kendisine haber verilir.)”1 âyetindeki “gün” ile sekerât-ı mevt hâlinin kastedildiği kanaatindedir. O, bu âyetin tefsiri sadedinde şöyle diyor: “Ölüm ânında hafaza melekleri inerler; hayır ve şer bütün yaptıkları insana arz olunur. O durumda kişi, bir iyilik görünce sevinerek bakar, ondan gözünü ayırmaz ve yüzü parlar. Bir kötülük görünce de gözünü indirir, bakmak istemez ve yüzünü ekşitir.”2
Rivayet edildiğine göre Resûlullah bir gün, ensârdan ölüm döşeğindeki bir adamın yanına varıp, durumunun nasıl olduğunu ve neler gördüğünü sorar. Adamın, biri beyaz, biri siyah iki şeyin kendisine hazırlandığını söylemesi üzerine Efendimiz bunlardan hangisinin kendisine yakın olduğunu sorar. Adam, siyahın daha yakın olduğunu söyleyip kendisine dua etmesini ister. Peygamberimizin duâsı bereketiyle o kişi, siyahın kendisinden uzaklaştığını haber vermiştir.3
Bu rivayet, bahsedilen siyahlığın kişinin kötü amelleri olduğuna, beyazlığın da iyilikleri olduğuna ve son ânında insana amellerinin gösterildiğine delil sayılmıştır. Bizim burada, âhirete müteallik “keşke”lerin başlangıç noktasına dikkat çekmedeki maksadımız, son ânında kişiye tövbe kapısının kapandığını ve amel defterinin dürüldüğünü, özellikle hatırlatmak içindir. Çünkü bu, aşağıda bahsedeceğimiz âyetlerdeki hatırlatmaların, henüz hayatta olanlar için ne kadar değerli olduğunun anlaşılması açısından fevkalâde önemlidir.
ÂHİRETTEKİ PİŞMANLIKLARIN SEBEPLERİ
1) Peygamberin (ve onun manevî vârisleri olan âlimlerin, sâlihlerin) davetine icâbet etmeyip batıla çağıranlara uymak. Dünyada kendisini uyarıp Allah’ın dînine çağıranların davetini nefsine ve şeytana uyarak reddedenler, âhirette “ellerini ısırıp keşke o peygamberle birlikte bir yol tutsaydım! Yazık bana! Keşke (bâtıl yolcusu olan)falancayı dost edinmeseydim!” 4 diye hayıflanacaklar. Böyle yapmakla kendilerine zulmetmiş olduklarını o zaman anlayacaklar. Çünkü onlar kendilerini hak yola çağıranlara uymamanın tabiî neticesi olarak bâtıla çağıranlarla dost olmuşlardı. Herhâlde âhiretteki pişmanlığın en büyüğü, sâlihlerin nefse ağır gelen davetine niçin kulak asmadığına, fâsıkların nefse hoş gelen yaldızlı sözlerine neden aldandığına yanmak olacaktır. Zîrâ nedâmete sebep olan diğer bütün yanlışlıkların esas sebebi bunlardır. Âyet-i kerîmede böylelerinin nedâmeti “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın, der.”5 şeklinde özetlenmektedir. Bu durumdakilerin bir pişmanlığı da, hiçbir araştırma yapmadan, sapkınlık üzere yürüyen büyüklerine tabi olmaları sebebiyledir. Bu sebeple huzûr-ı ilâhîde evvelkilerle sonrakiler münakaşa edip birbirlerini suçlayarak; “Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.6 diyeceklerdir.
2) Dünyalık uğruna gece gündüz çabalayıp âhiret azığını ihmâl etmek. Bu durumu anlatan âyet-i kerîme, yığın yığın hediyelerle varacağı bir yere eli boş giden bir zavallının hâlini özetler mâhiyettedir: “O gün cehennem getirilir ve insan yaptıklarını birer birer hatırlar. Fakat bu hatırlamanın ne faydası var! (Çünkü o zaman insan:) “Keşke bu hayatım için bir şeyler yapıp gönderseydim!”7 diye hayıflanacaktır. Hakikaten ebedî kalacağı bir yurda, insanın hiç bir şey getirmemiş olması ya da getirdim zannettiklerinin boşa çıkması ne acı bir pişmanlık vesîlesidir.
3) Mükellef olduğu ibâdetleri ve sosyal sorumlulukları ihmâl etmek. Âyet-i kerîmede bunların itiraf niteliğindeki nedâmeti şöyle anlatılıyor: “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir, diye sorulduğu vakit onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik, Yoksulu doyurmazdık ve (bâtıla) dalanlarla birlikte olurduk. Üstelik ceza gününü de yalan sayıyorduk. Bu hâlde iken ölüm gelip bize çattı.”8
4) Âyetlerde va’dedilen ceza ve mükâfâtı, âhiretteki hesâbı, kitâbı ve amel defterini hafife almak. Böylelerinin durumu âyet-i kerîmede; “Kitap ortaya konulduğu zaman suçluların, onda yazılı olanlardan korkmuş olduklarını görürsün. “Vay halimize! Bu nasıl kitapmış! Küçük büyük hiçbir şey bırakmamış, (yaptıklarımızın)hepsini sayıp dökmüş!”9 diyecekler şeklinde anlatılıyor. Başka bir âyette ise “Keşke, bana kitabım verilmeseydi! Şu hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke (ölümümle) her iş olup bitseydi!”10 diyecekleri bildiriliyor.
İNSAN NEDEN PİŞMAN OLUR?
Sözün özü şu ki insan, kendisini hakka davet eden sâlihleri ve sâdıkları dost edinmediğine pişman olacak. Günahlardan sakınmayan fâcirleri dost edindiğine, oyun ve eğlenceye daldığına, hiç düşünmeden batıl yolda olan büyüklerinin peşinden gittiğine derin pişmanlık duyacak. Namaz kılmadığına, mükellef olduğu diğer ibadetleri yerine getirmediğine pişman olacak. Yetimleri doyurmadığına, ümmetin dertlerine bîgâne kaldığına, yoksullarla ve kimsesizlerle ilgilenmediğine pişman olacak. Âhiret azığı edinmek için çalışmadığına ve hesap gününü hafife aldığına pişman olacak. Âyetlerde zikredilen sâlih amellerle benzerlerini yapma fırsatını kaçırdığına ve yine burada bahsedilen kötülüklerle benzerlerinden sakınmadığına ayrı ayrı pişman olacak. Ve bütün bunlar gelip geçici birer nedâmet değil, telafisi olmayan ebedî birer hasret olarak sahiplerine daima ıstırap verecek.
Rivayet edildiğine göre Hârûn Reşîd’in meclisinde bir gün “yeryüzünde en çok ne var, yerin altında en çok ne var, havada en çok ne var?” diye bir soru ortaya atılır. Halife, buna kim cevap verebilir diye sorunca Behlül DânâHazretleri şöyle der: “Yeryüzünde en çok emeller, yerin altında en çok “keşke”ler ve havada da en çok sâlih ameller vardır.”
Bugün yapılması gereken; âhirette yokluğuna ya da azlığına hayıflanacağımız amelleri artırmaya çalışmak ve “bunu niye yaptım” diyeceğimiz işlerden uzak durmaktır.
Dipnotlar: 1) Kıyâme Sûresi, 75/13. 2) Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr. 3) Suyûtî, Şerhu’s-Sudûr. 4) Furkân Sûresi, 25/27-29. 5)Zuhruf Sûresi, 43/38. 6) Ahzâb Sûresi, 33/67-68. 7) Fecr Sûresi, 89/23-24. 8) Müddessir Sûresi, 74/42-47. 9) Kehf Sûresi, 18/49. 10) Hâkka Sûresi, 69/25-27.
Kaynak: Cafer Durmuş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 393

http://www.islamveihsan.com/pismanlik-ile-ilgili-ayetler-ve-aciklamalari.html



GECE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ


GECE NAMAZ KILMANIN FAZİLETİ
Âyetler
1. “Gecenin bir bölümünde de uyanıp kalk ve sana mahsus olmak üzere, nâfile namaz kıl; ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır.”
İsrâ sûresi (17), 79
Âyet-i kerîmede Peygamber Efendimiz’den, gecenin bir kısmında uykudan kalkması ve namaz kılması istenmektedir. Arapça’da geceleyin uykudan uyanarak namaz kılmaya teheccüt dendiği için bu namaza da teheccüt namazı adı verilmiştir.
Peygamber Efendimiz bütün gece uyumayıp namaz kılan sahâbîlerini ikaz etmiş, bunun vücudu yorgun düşüreceğini dikkate alarak bütün gece ibadet etmeyi doğru bulmamıştır. 152 numaralı hadiste geniş bir şekilde ele alındığı üzere, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem genç sahâbîsi Abdullah İbni Amr İbni Âs’ın kendini hırpalarcasına ibadet etmesini yasaklamıştır.
Âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre teheccüt namazı sadece Peygamber Efendimiz’in şahsına mahsus bir ibadettir. Bu ibadetin Resûlullah için fazladan bir fazilet yani mendup ve nâfile olduğunu söyleyen âlimler vardır. Onları böyle düşünmeye sevkeden, Peygamber aleyhisselâm’ın geçmişte kalan ve ileride işlenmesi mümkün görülen bütün günahlarının bağışlanmasıdır. Ümmeti için durum elbette farklıdır. Gece namazı onların günahlarına kefâret ve bağışlanmalarına sebep olur. Bazı âlimler ise teheccüt namazı denilen gece namazının Peygamber Efendimiz için beş vakit namaz üzerine ilâve edilmiş fazladan bir farz olduğunu söylemişler, bu özel farz ile onun ümmetine olan üstünlüğünün bir kere daha pekiştirildiğini belirtmişlerdir.
Âyette “Ola ki bu sâyede Rabbin seni övgüye değer bir makama ulaştırır” diye belirtilen makâm-ı mahmûd, hamd, minnet ve teşekkürlerini sunma makamı demektir. Bu yüce makam Resûl-i Ekrem Efendimiz’e mahsustur. Kıyamet gününde her ümmet, diğer bir ifadeyle bütün beşeriyet Resûlullah’ın şefaatıyla mahşerdeki o korkunç bekleyişten bir an önce kurtulmak isteyecekler, kurtulur kurtulmaz da ona bu lutuf ve şefâatinden dolayı şükranlarını sunacaklardır. Makâm-ı mahmûd’un, makâm-ı şefaat olduğu söylenebilir.
2. “Vücutları yatak yüzü görmez.”
Secde sûresi (32), 16
Vücutlarının yatak yüzü görmediği belirtilen kimseler, geceleyin kalkıp Allah rızâsı için ibadet eden, namaz kılan, dua eden kimselerdir. Bu âyet-i kerîmenin tamamı şöyledir:
“Korkuyla ve ümitle Rablerine yalvarıp ibadet ettikleri için vücutları yatak yüzü görmez. Kendilerine verdiğimiz nimetlerden Allah yolunda harcarlar.”
Geceleri kalkıp ibadet eden kimselerin mükâfatı yukarıdaki âyetin devamında (17 numaralı âyette) şöyle belirtilmektedir:
“Yaptıklarına karşılık olarak onlar için kendilerini mutlu edecek ne güzel nimetler hazırlanıp saklandığını bilemezler.”
Âyet-i kerîmede bu mükâfatın büyüklüğünü hiç kimsenin tahmin ve hayal edemeyeceği belirtilmektedir. Onun ne muazzam ve erişilmez bir mükâfat olduğunu sadece Cenâb-ı Hak bilir. 1884 numaralı hadiste geleceği üzere Peygamber Efendimiz Allah Teâlâ’nın has kulları için hazırladığı bu mükâfatı  hiçbir gözün görmediğini, hiçbir kulağın duymadığını, bu büyük lutfun hiçbir insanın hatır ve hayalinden geçmediğini söylemiştir.
İbadet ve tâatla meşgul oldukları için vücutları yatak yüzü görmeyen bu bahtiyar insanlardan, aşağıdaki âyette şöyle söz edilmektedir:
3. “Geceleri pek az uyurlar:
Zâriyât sûresi (51), 17
Âyet-i kerîmenin baş tarafından itibaren cenneti kazanmış müttakî insanların özellikleri sayılmakta, bu özelliklerden birinin, dünyada iken geceleri teheccüt namazı kılmak için pek az uyumaları, zamanlarını Allah’a ibadet ve dua ile geçirmeleri olduğu belirtilmektedir. Bir sonraki âyette onların bu ibadetlerinin seher vakitlerine kadar devam ettiğine işaretle “seher vakitlerinde bağışlanma diledikleri söylenmektedir.
Hayatın fâni, ömrün kısa, dünyanın gelip geçici olduğu unutulmamalı, sağlığın ve gençliğin pek çabuk tükenen birer sermâye olduğu gözardı edilmemelidir. Geceleri kalkıp ibadet ve dua etmek nefsimize hoş gelmediğinden, tembelliğimize kılıf bulmak için bin dereden su getirmekteyiz. Halbuki bize ömür sermayesini lutfeden Allah Teâlâ, başka âyetlere bakmasak bile, yukarıdaki üç âyette, iyi kullarının özelliklerinden birinin geceleri ibadet etmek için yatağını terketmek olduğunu ifade buyurmaktadır. Rabbim hepimize ibadet zevki nasip eylesin (âmin).
Hadis:
 Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem geceleyin kalkıp ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. Bunun üzerine ona:
- Yâ Resûlallah! Senin geçmiş ve gelecek bütün hataların bağışlandığı halde niye böyle kendini yoruyorsun? dedim.
Bana cevâben:
- “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu.
Buhârî, Tefsîrû sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81. Diğer kaynaklar için bk. 1163 numaralı hadis.
Açıklamalar
Peygamber Efendimiz’in geceleri kendisini yorgun düşürecek şekilde ibadet etmesi, ayakları çatlayıncaya veya baldırı şişinceye (Buhârî, Teheccüd 6) kadar uzun süre kıyamda kalması Hz. Âişe annemizi pek üzüyordu. Onun günah korkusuyla veya bağışlanma arzusuyla ibadet ettiğini düşünüyordu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem Efendimiz’e Fetih sûresinin ikinci âyetindeki “Allah, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlar” müjdesini hatırlattı. “Allah senin geçmişte yaptığın, gelecekte yapabileceğin bütün hatalarını bağışladığı halde kendini niçin bu kadar yoruyorsun?” diye sordu. Allah’ın Resûlü de, bu büyük lutuf karşısında sessiz kalamayacağını, Cenâb-ı Hakk’ın kendisine verdiği bu bağışlanma nimetine elinden geldiğince, gücü yettiğince şükretmenin bir kulluk görevi olduğunu söyledi. Bir önceki babda da açıklandığı üzere, iyiliğe ancak iyi insanların teşekkür edeceğini hatırlattı.
Hayatının uzun bir döneminde saatlerce ayakta kalarak ibadet etmekten derin zevk alan Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe annemizin belirttiğine göre, kilosu artınca oturarak namaz kılmaya başladı. Uzun süre oturduğu yerden okur, secde edeceği zaman ayağa kalkar, bir müddet daha okuduktan sonra rükûa ve secdeye varırdı [Buhârî, Tefsîru sûre (48), 2].
99 numarayla Mücâhede bahsinde geçmiş olan hadisimizin açıklamasında belirtildiği üzere peygamberlerin hataları bizim hatalarımız gibi değildir. Yapılması daha sevap olanı yapacak yerde onu bırakıp sadece sevap olanı yapmaları veya küçük yanılgıları peygamberler için hata sayılmıştır. Yoksa Peygamberler kasten günah işlemezler.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Peygamber Efendimiz, Cenâb-ı Hakk’ın lutuflarına şükretmek üzere geceleyin çok ibadet ederdi.
2. İyiliğe teşekkür, insânî bir görevdir.
3. Nimetlerinden dolayı Allah’a şükretmenin çeşitli yolları vardır. Bu şükür dille de ifade edilebilir; Efendimiz’in yaptığı gibi geceleyin ibadet etmek suretiyle de olabilir.
4. Peygamber Efendimiz, bu uygulamasıyla, gece ibadetinin, kulluğu en iyi ifade etme tarzı olduğunu göstermiştir.
 
KAYNAK:
Riyazüz-salihin
 

--