31 Mart 2018 Cumartesi

FALAN ZÂTIN ETEĞİNE YAPIŞIRIM, O BENİ KURTARIR!

FALAN ZÂTIN ETEĞİNE YAPIŞIRIM, O BENİ KURTARIR!


 0

Mü’min dâimâ Rabbine karşı vazifeleri husûsunda kendi hâlini gözden geçirmelidir. Bazı câhillerin dediği gibi; “ben âhirette falan zâtın eteğine yapışırım, o beni kurtarır”kolaycılığıyla rehâvet içinde yaşamaktan sakınmalıdır. Zira bu, ekseriyetle insanı gayretten alıkoyan, nefsânî bir düşüncedir.
Nitekim kimi insanlar, Allah yolunda gayret etmek yerine bir kurtarıcı “Mehdî” beklerler. Hâlbuki âhirette bizi kurtaracak olan, Mehdî -aleyhisselâm-’ın çıkıp çıkmaması değildir. Bizi kurtaracak olan; hangi zaman ve mekânda olursak olalım, Hakk’a kulluktur, Allah yolunda gayret-i dîniyye sahibi olmaktır.
Mehdî -aleyhisselâm- bizim vakt-i hayatımızda zuhûr ederse, onun yanında olabilecek liyâkatte bir takvâ hayatını şimdiden yaşamaya gayret etmeliyiz. Şâyet bizde bu gayret varsa, Mehdî -aleyhisselâm-’a yetişememenin bir zararı yoktur. Fakat bu gayret yoksa, Mehdî -aleyhisselâm-’ın zamanına yetişsek de bunun bize âhirette kazandıracağı bir şey olmaz.
“İNSAN İÇİN KENDİ ÇALIŞMASINDAN BAŞKA BİR ŞEY YOKTUR”
Sâlihlerin amellerini işlemeden, Allah yolunda gayret göster­meden, çile çekmeden; ebedî kurtuluşu için sırf sâlih zâtlara yakınlığına güvenen gâfilleri, Mevlânâ Hazretleri şöyle îkaz eder:
“Meselâ sen, Hazret-i Mûsâ’nın asâsını elinde tutabilirsin. Fakat Mûsâ’daki kuvvet sende var mı ki, onu ejderha yapabilesin ve onu zaptetmeye kâdir olabilesin.”
“Diyelim ki, ölüleri dirilten Hazret-i Îsâ’nın nefesine mâliksin, onun duâsı da aklında. Fakat ey gâfil! Sende Hazret-i Îsâ’nın (günahsız) ağzı var mı ki nefesinle ölü gönülleri diriltesin, on­ları muhabbet zevkiyle canlandırasın?”
“Diyelim ki, Hazret-i Ali’nin Zülfikâr adlı kılıcı sana mîras kaldı. Sende Allâh’ın Arslanı Hazret-i Ali’nin kolu, kuvveti var mı ki Zülfikârı kullanabilesin?!.”
Velhâsıl: “Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (en-Necm, 39)
Şeyhim Beni Kurtarır, Bana Şefaat Eder Demek Batıldır


http://www.islamveihsan.com/falan-zatin-etegine-yapisirim-o-beni-kurtarir.html



30 Mart 2018 Cuma

VAHYİN İNSANLIĞA İLK MESAJI: OKU! Diyanet Cuma Hutbesi


TARİH: 30/03/2018 Diyanet Cuma Hutbesi


VAHYİN İNSANLIĞA İLK MESAJI: OKU! Diyanet Cuma Hutbesi


Cumanız Mübarek Olsun Aziz Müminler!

Peygamber Efendimize Hira Mağarası’nda gelen ilk vahiy, hutbemin başında okuduğum ayetlerdi. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktaydı: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı ana rahmine tutunan bir yumurtadan yarattı. Oku! Kalemle yazmayı öğreten, insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” 1

Bu emrin muhatabı olan Sevgili Peygamberimiz ise okuduğum hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır:
“İlim için yola koyulan kimse, dönünceye kadar Allah yolundadır.”2


Kardeşlerim!

Mükerrem bir varlık olan insan, akıl gibi eşsiz bir nimet ile donatılmıştır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran ve ona değer katan bir nimettir akıl. İyiyi kötüden ayırt etme kabiliyetidir. İnsana sorumluluk bilinci veren, doğruyu yanlıştan ayırt etme vesilesi olan bir imkândır akıl. Kul, Rabbinin mesajlarını akılla anlar ve hayatına kılavuz yapar. Rabbine, çevresine ve kendisine karşı sorumluluklarını akılla idrak eder ve yerine getirir. Bilgiyi akılla öğrenir, öğretir, yaşar ve yaşatır.


Muhterem Müminler!

İnsan için uğrunda yorulmaya, sıkıntı çekmeye, emek vermeye değen en hayırlı gaye bilgi edinmedir. Bilgi, insanlığın yolunu aydınlatan bir hazinedir ve ilim, insan için en şerefli rütbedir. Onun içindir ki son vahyin ilk hitabı “Oku!” emridir. Okumak, erdemin peşinde koşmaktır. Okumak, hakikate varmaktır. Okumak, yaratılışın anlamını, hayatın manasını ve kâinatı keşif yolculuğunda insanın en yakın yol arkadaşıdır.

Nitekim Yüce Kitabımız, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”3 buyurarak insanlığa bilginin değerini ve ilmin vazgeçilmez olduğunu vurgulamıştır. İlmin ilahî membaı olan Kitab-ı Kerimimiz düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı ve doğru bilgiye ulaşmamızı emretmiştir. “Cahillerden yüz çevir.”4 “Sakın cahillerden olma!”5 gibi uyarılarla cehaleti yermiştir. Bu sebepledir ki, dinî ve sosyal sorumluluklarımızı bilmek için okumak, doğruyu yanlıştan ayırmak için Kitaba ve ilme sarılmak her Müslümanın asli görevidir.


Muhterem Müslümanlar!

Bilgi insan içindir. İnsan ilimle yücelir. Sağlam bir kaynaktan aldığı doğru bilgiyle hidayete erer, topluma yön verir ve dünyayı şekillendirir. İlim; insanı huzura, mutluluğa, dünya ve ahiret kazancına eriştirir. Cehalet ise insanı utandırır, aldatır, hataya ve zarara açık hale getirir. Muhterem Müminler! Peygamber Efendimizin Medine’de inşa ettiği Mescid-i Nebevî bir ilim merkezidir. Hiçbir ayrım gözetmeden kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle bütün müminleri mescidine davet eden Peygamberimiz (s.a.s) ilme talip olanlara Allah’ın cennete giden yolu kolaylaştıracağını müjdelemiştir.6 Medeniyetimizde âlim; ilimle hikmeti, hikmetle irfanı, ahlakla adabı, hak ve hakikati tüm insanlığa takdim edendir. Kendi şahsında söz konusu güzellikleri yaşayan ve temsil edendir. Zira âlim bilir ki, hikmetle harmanlanmayan, irfanla yoğrulmayan bilgi, ahirette hesabı çetin bir yük olarak karşısına çıkacaktır.


Aziz Müminler!

Bilgi ve teknoloji çağında yaşamaktayız. Ancak insanlık çoğu zaman bilgi ve teknolojiyi yeryüzünde iyiliğin hâkim olması için kullanmamış, istismar etmiş, bilgi ahlakından uzak adımlar atmıştır. Bilgi, ahlaktan yoksunlaştıkça insanlık değer kaybetmektedir. Eğitimin ruhundan, ilmin mana ve gayesinden mahrum bırakılan nice genç, bağnazlık, şiddet ve teröre savrulabilmektedir. Bugün zulmün ve cehaletin kol gezdiği İslam coğrafyasında huzur ve güveni tesis etmek, Müslümanlar olarak dünyaya yeni bir medeniyet takdim etmek bizim görevimizdir. Bu hususta hepimize düşen sorumluluk öncelikle doğru bilginin ve sağlam kaynağın peşine düşmek, ilmi ehil ellerden almak, sonra da öğrendiğimiz ile amel etmektir.


 Kardeşlerim!

Geliniz anne ve babalar olarak yavrularımızı Kur’ân ve sünnetten beslenen iman şuuruyla, ibadet sevgisiyle ve ahlak bilinciyle yetiştirelim. Onların iyi birer insan, örnek birer mümin olması için gayret edelim. Kız erkek ayrımı yapmaksızın evlatlarımızı okullarımızda, camilerimizde ve Kur’an kurslarımızda yürütülen eğitim-öğretim faaliyetlerinden mahrum bırakmayalım. Hutbeme son verirken bir hususu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Kütüphaneler haftası içerisinde bulunmaktayız. Bizlere okuma aşkı ve alışkanlığı kazandıran kütüphaneler, ilim ve irfan yuvalarından biridir. Kitap sevgisini aşılayan mekânlardır. O halde, bu nezih yerlerin değerini bilelim. Kütüphanelerde kitap okuyarak vakit geçirmenin güzelliğini hep birlikte hissedelim.

                                                         
1 Alak, 96/1-5. 2 Tirmizî, İlim, 2. 3 Zümer, 39/9. 4 A’râf, 7/199. 5 En’âm, 6/35. 6 Tirmizî, İlim, 19.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü           


http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/Sayfalar/HutbelerListesi.aspx




AHİRETTE FAYDA VERECEK TEK ŞEY

AHİRETTE FAYDA VERECEK TEK ŞEY


 0

İnsanın dünyadaki en mühim vazîfesi ve ciddî meşgalesi, sonsuz bir hayat olan ölüm ötesine hazırlanmaktır.
Hz. İdris’in -aleyhisselâm- hayâtı bizlere, semâvî hayranlığın esrârını ve musaffâ (arınmış) bir kalbin, ilâhî tecellîlere nasıl mazhar olduğunu gösterir. Hayvanlardan aşağı derecelerle; meleklerden üstün dereceler arasında bulunabilen insanın, zirveye ulaşarak melekî husûsiyetler kazandığını müşahede imkânı sunar.
ÖYLE BİR NOKTAYA ULAŞIR Kİ!
Hakîkaten bedenin ve rûhânî âlemin merkezi durumunda olan kalp, tasfiye ve tezkiye edilerek Allah’ın lütfu keremiyle öyle bir noktaya ulaşır ki, o kalbin sahibi, görünüşte diğer insanlardan farklı olmamasına rağmen, rûhânî yönüyle meleklerden daha yüksek derecelere ulaşır.
Bu husûsiyetler, Hz. İdris’in (a.s.) hayâtında kâmil mânâda görüldüğünden burada kalp âlemi hakkında genişçe mâlumat vermek faydalı olacaktır. Zaten dünya hayâtında insandan istenen de “selîm” bir kalbe sâhip olabilmesidir. Nitekim Cenâb-ı Hak, Şuarâ sûresi 88 ve 89. âyetlerinde:
اِ مَنْ اَتَى الّٰهلَ بِقَلْبٍ سَل۪يمٍ a يَوْمَ يَنْفَعُ مَالٌ وَ بَنُون
“O gün, ne mal fayda verir, ne de evlât! Ancak Allah’a temiz bir kalple gelenler müstesnâ.” buyurmaktadır.
İnsanın dünyadaki en mühim vazîfesi ve ciddî meşgalesi, sonsuz bir hayat olan ölüm ötesine hazırlanmaktır. Bu da, kalbin hakîkatini bilmek, onu her türlü tehlike ve kötülükten koruyarak güzel ahlâka yönlendirmekle mümkün olur. Dünyadaki huzur ve saâdet de, âhiretteki saltanat da kalb-i selîme sâhip olmakla elde edilir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/ahirette-fayda-verecek-tek-sey.html



KUR’ÂN BİZE YETER Mİ?

KUR’ÂN BİZE YETER Mİ?


 0

Kur’ân bize yeter mi? Bu soruya Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in aşağıdaki hadis-i şerifi ile cevap bulabilirsiniz…
“Bize Kur’ân yeter!” diyerek zâhiren sûret-i haktan görünen bir sloganla, Kur’ân’ın tafsîli, tefsîri ve hayata tatbiki demek olan “Sünnet”i dışlayan din tahrifçilerine karşı, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin şu îkazlarını aslâ unutmamalıyız:
“Dikkat edin, bana Kitap ve onun bir misli verildi. Dikkat edin, karnı tok bir adamın koltuğuna yaslanarak size; «Bu Kur’ân’a uymanız gerekir. Onda helâl bulduklarınız helâl, haram bulduklarınız haramdır (başka kaynağa ihtiyacınız yoktur!)» demesi yakındır. Dikkat edin! Allâh’ın Elçisi’nin haram kıldıkları, Allâh’ın haram kıldıkları gibidir.” (Ebû Dâvûd, Sünnet 6; İbn-i Mâce, Mukaddime 2; Tirmizî, İlim 10; Ahmed b. Hanbel, 6/8)
KUR’ÂN EMREDİYOR, SÜNNET NASIL YAPILACAĞINI TATBİK EDİYOR
Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok ilâhî emrin hayata nasıl tatbik edileceği de bildirilmemiştir. Onları ancak Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in tatbikâtından öğrenmekteyiz.
Meselâ Kur’ân-ı Kerîm’de “ölü eti” yemenin haram olduğu bildirilmiştir. Bu hususta, canlı yakalandıktan sonra kendi kendine ölen balığın müstesnâ olduğunu ve onun yenilebileceğini ise Sünnet’ten öğrenmekteyiz.
Yine Kur’ân’da namaz ibadeti emredilmekte, fakat onun nasıl kılınacağının tafsîlâtı; yani rekât sayıları, içinde okunacak sûre ve duâları, tâdil-i erkânı gibi hususlar, hep Sünnet’ten öğrenilmektedir.
SİZE İKİ EMANET BIRAKIYORUM: KUR’ÂN VE SÜNNET
Yine Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Vedâ Hutbesi’nde:
“Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allâh’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve O’nun Peygamber’inin Sünnet’idir.” buyuruyor. (Hâkim, I, 171/318; Muvatta, Kader, 3)
Yani “size yalnız Kur’ân-ı Kerîm’i emanet bırakıyorum, o size yeter” buyurmuyor. Zira Kur’ân-ı Kerîm’i, Sünnet-i Seniyye şerh ve îzah ediyor. Dolayısıyla Sünnet olmadan İslâm yaşanamaz.

http://www.islamveihsan.com/kuran-bize-yeter-mi.html



29 Mart 2018 Perşembe

Efkan VURAL - Kur’an-ı Kerim’den Mesaj Var-27

Efkan VURAL - Kur’an-ı Kerim’den Mesaj Var-27
 
Yüce Allah insanlara yol göstermek, doğruyu ve yanlışı ortaya çıkarmak, insanların mutluluğu ve huzuru için kur’an’ı kerim’i göndermiştir.
 
Kur’an-ı Kerim’i okuyarak içindeki emir ve yasaklara uymalıyız. Allah’ın bizden neler istediğini en güzel biçimde kur’an’dan öğrenebiliyoruz.
 
Kur’an’ı okuyup ayetlerini düşünmelitiz. Kur’an ayetlerini okuyup anlamamız için Allah kur’an’ı kolaylaştırmıştır.
 
Kur’an-ı kerimin, hemen hemen  bütün ayetlerini rahatlıkla anlayabiliyoruz.
 
Kur’an’da anlatılan olaylar,verilen örnekler herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabiliyor.
 
Sadece İslam bilginlerinin anlayabileceği bazı ayetler de mevcuttur. Anlayamadığımız ayetleri İslam kaynaklarından araştırabiliriz.
 
Kur’an’ın büyük bir kısmını mealden okuyarak anlayabiliriz. Kur’an meali yanında tefsirlere de bakarak kur’an ayetlerinin yorumlarını derinlemesine öğrenebiliriz.
 
Kur’an-ı okurken ayetlerin anlamlarını düşünmeliyiz. Ayetlerde verilmek istenen öğütleri düşünüp hayatımıza uygulamalıyız. Kur’an-ı kerim’in mesajını iyi anlamalıyız.
 
Örneğin, Allah bizden  gıybet  yapmamamızı emreder. Allah gıybet yapanların,kardeşlerinin ölmüş etini yemiş gibi olduklarını anlatır.
 
İşte biz bu ayetleri okuyup düşündüğümüzde, bir daha gıybet yapmamalıyız. Gıybet yapılan ortamlarda gıybetin yapılmasını engellemeliyiz. Bulunduğumuz yerlerde gıybet yapılmasına fırsat vermemeliyiz.
 
Kur’an’da anlatılan öğütleri düşünerek,kur’an’a uygun olarak yaşamalıyız. Güzel ve iyi işler yapmalıyız.Kötü ve çirkin davranışlardan uzak durmalıyız.
 
Bu konuda ,Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki mesajı şöyledir: “Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu?.” (Kamer suresi,32 ayet)
 
Ne mutlu o kimselere ki, Kur’an’ın öğütlerini düşünürler ve  yaşamlarına yön verirler.
 
Efkan VURAL
 
 
 
 

--


EN FAZİLETLİ SADAKA HANGİSİDİR?

EN FAZİLETLİ SADAKA HANGİSİDİR?


 0

Sadaka nedir? İslam’da en faziletli sadaka hangisidir? Sadaka verirken nelere dikkat edilmelidir? Sadakanın makbul olanı hangisidir? 
Sadaka vermenin ölçüsüyle ilgili hadisler ve hadislerin açıklaması…
1- Adiy bin Hâtim (r.a.) der ki:
Nebiyy-i Ekrem Efendimiz’i şöyle buyururken işittim:
“Yarım hurma ile de olsa Cehennemden korunun!” (Buhârî, Zekât, 10; Rikak, 51; Tevhîd, 36; Müslim, Zekât, 66-70)
 2- Ebû Hüreyre (r.a.) der ki: Resûlullah:
“–Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir” buyurmuştu.
Ashâb-ı Kirâm:
“–Ey Allah’ın Resûlü, bu nasıl olur?” diye sordular.
Peygamber Efendimiz şu cevabı verdi:
“–Bir adamın iki dirhemi vardı, bunlardan birini tasadduk etti. Diğerinin ise çok malı vardı, malının kenarından yüz bin dirhem aldı ve onu tasadduk etti.” (Nesâî, Zekât, 49/2526)
HADİSLERİN AÇIKLAMASI
Zekâtın farz olabilmesi için, belli bir nisap miktarı tesbit edilmekle birlikte, sadaka için böyle bir şey söz konusu değildir. İnsanların zihninde “Sadaka ve infak zenginlerin işidir” şeklinde yanlış bir kanaat mevcuttur. Hâlbuki herkes kendi imkânları nisbetinde tasaddukta bulunabilir. Zira Cenâb-ı Hak, nihâyetsiz lûtfunun bir eseri olarak kullarının sadaka sâyesinde sevap kazanmasını son derece kolaylaştırmıştır.
SADAKA NEDİR?
Resûlullah şöyle buyurur:
“Kardeşine göstereceğin tebessüm, bir sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yolu gösterivermen sadakadır; gözü sakat kimse için görüvermen sadakadır; yoldan taş, diken, kemik (gibi şeyleri) kaldırıp kenara atman sadakadır; kovandan kardeşinin kovasına su boşaltman sadakadır.” (Tirmizî, Birr, 36/1956)
Diğer taraftan, insan âhirette en küçük iyiliklere dahi muhtâç olacaktır. Dünyadayken herhangi bir sâlih amel işlemiş veya tasaddukta bulunmuş olmayı harâretle arzu edecektir. Hatta, dünyada verdiği bir bardak sudan medet umacaktır. Bu durumu Resûlullah şöyle tasvîr eder:
“Kıyâmet günü insanlar saf saf olur -bir rivâyete göre, cennet ehli saf saf olur-. Derken, Cehennem ehlinden bir kişi Cennet ehlinden birine rastlayıp:
«–Ey filan! Hatırladın mı, sen su istemiştin de ben sana bir içimlik su vermiştim?» der, (ve bu sûretle şefaat ister). Mü’min de o kimseye şefaat eder.
(Cehennemlik olan bir başka) kimse, Cennetlik olan birinin yanına varır ve ona:
«–Hatırlıyor musun, sana bir gün abdest suyu vermiştim?» diyerek (şefaat ister. O da hatırlar) ve ona şefaat eder.
Yine Cehennemlik olanlardan biri, Cennetlik birisine:
«–Ey filan! Beni şöyle şöyle bir işe gönderdiğin günü hatırlıyor musun? Ben de o gün senin için gitmiştim» der. Cennetlik olan kimse de ona şefaat eder.” (İbn-i Mâce, Edeb, 8)
Başka bir rivâyette Resûlullah şöyle buyurmuştur:
“Allah, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Önüne bakacak, karşısında Cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O hâlde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi Cehennem ateşinden koruyun! Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun!” (Buhârî, Tevhid, 36; Müslim, Zekât, 97)
Dolayısıyla, herkes küçük bir şeyle de olsa, muhtacın gönlünü alarak sadakanın iki dünyadaki faydalarından istifâde etmelidir.
Hanım sahâbîlerden Ümmü Büceyd (r.a.) Peygamber Efendimiz’e gelerek:
“–Ya Resûlullah, Allah’ın salât ü selâmı sizin üzerinize olsun! Bazen fakir biri gelip kapımın önünde duruyor da, ona verecek bir şey bulamıyorum?..” demişti.
Rasûlullah ona şöyle buyurdu:
“–Ona vermek için bir koyunun yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile, onu fakirin eline ver!” (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât, 70/2566; Ahmed, VI, 383)
İYİLİK VE HAYIR YAPMA NİYETİ
Allah Resûlü’nün bu sözü, yoksula verilen şeyin çok az bir şey bile olabileceğini gösteren mübalağalı bir ifadedir. Demek ki mühim olan tasadduktaki iyilik ve hayır yapma niyetidir, verilen miktar ikinci derecede önem arzeder.
“ÜÇ ŞEY İMANDANDIR”
Resûlullah, bunun kıymet ve faziletini beyan için şöyle buyurmuştur:
“Üç şey imandandır:
a) Az maldan infakta bulunmak,
b) Herkese selâm vermek sûretiyle selâmı yaymak,
c) Kendinle ilgili hususlarda da âdil ve insaflı davranman. (Yani Allah’ın ve kullarının haklarını edâ etmen, lehine de aleyhine de adâlet ve insafla hüküm verebilmen.)” (Heysemî, I, 56; Suyûtî, Câmi, I, 117/3441)
Bir gün fakir biri Hz. Osman’a (r.a.) gelerek:
“–Ey mâl sahibi zenginler! Bütün hayrı alıp götürdünüz; malınızdan sadaka veriyor, köle âzâd ediyor, hacca gidiyor ve infakta bulunuyorsunuz!” dedi.
Hz. Osman (r.a.):
“–Siz gerçekten bize gıpta ediyor musunuz?” diye sordu.
O zât:
“–Evet, vallâhi size gıpta ediyoruz!” dedi.
Bu sefer Hz. Osman (r.a.), şu açıklamada bulundu:
“–Allah’a yemin ederim ki bir kimsenin zorluk çekerek infak ettiği bir dirhem, çok malın bir kısmından infak edilen on bin dirhemden daha hayırlıdır.” (Beyhakî, Şuab, III, 251; Ali el-Müttakî, VI, 612/17098)
Çünkü az malı olan, kendi ihtiyacından koparıp vermektedir. Böyle olunca da sırf Allah rızâsı için olması daha kuvvetlidir. Çok maldan verilen sadakaya ise nefsî duyguların karışma ihtimali daha fazladır ve zengin kimse, maddî olarak zorlanmadan verir.
Bununla birlikte, kişinin her şeyini verip muhtaç duruma düşmesi doğru değildir. Bilhassa imanı zayıf kişiler infakta aşırı giderek fakirliğe mâruz kaldıklarında, sadaka verdiklerine pişman olurlar. Bu durumda hem malları ellerinden gider, hem de sevaptan mahrum kalırlar.
EN FAZİLETLİ SADAKA

Fahr-i Kâinât Efendimiz, bu konuda dengeyi muhâfaza etmek için şöyle buyurmuştur:
“Biriniz, sahib olduğu şeyi getirip: «Bu sadakadır!» diyor, sonra da oturup insanlara el açıyor. Sadakanın en faziletlisi, malın ihtiyaç fazlasından verilendir.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 39/1673)
Lâkin Allah Resûlü, Hz. Ebûbekir’in (r.a.) bütün malını tasadduk etmesine îtiraz etmemiştir. Çünkü o ve benzerleri, imanı sağlam ve Müslümanlığı güzel olan müstesnâ kişilerdir. Onlar, azdan da çoktan da hiç çekinmeden vermesini bilen büyük şahsiyetlerdir.
HZ. EBUBEKİR’İN (R.A.) CÖMERTLİĞİ
Şu hâdise, Hz. Ebûbekir’in (r.a.) cömertlikteki zirve hâlini ne güzel ifade eder:
Resûlullah bir gün sabah namazını kıldırdıktan sonra ashâbına dönmüş ve:
“–İçinizde bugün herhangi bir yoksulu doyuran var mı?” diye sormuştu.
Hz. Ömer (r.a.):
“–Yâ Resûlallah! Sabah namazını kıldık ve yerimizden hiç ayrılmadık. Bu durumda bir yoksulu nasıl doyurabiliriz ki?” diye cevap verdi.
Hz. Ebûbekir (r.a.) ise:
“–Mescide girdiğimde, ihtiyâcını arzeden birini gördüm. Oğlum Abdurrahman’ın elinde bir parça arpa ekmeği vardı. Hemen onu alıp yoksula verdim” dedi. (Heysemî, III, 163-164. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Zekât, 36/1670; Hâkim, I, 571/1501)
Azdan ve candan veren müstesnâ şahsiyetlerden biri de, Zeynep vâlidemizdir. Hz. Ayşe (r.a.) şöyle anlatır:
Allah Resûlü Efendimiz, hanımlarına:
“–Sizin bana en çabuk ve en erken kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır.” buyurmuştu.
Onlar da hangisinin kolu daha uzun diye, kollarını ölçerlerdi. Meğer kolu en uzun olan, Hz. Zeynep(r.a.) imiş. Çünkü o eliyle iş yapar ve tasaddukta bulunurdu. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 101)
Kolu uzun olmanın mecâzî mânâsı sadaka vermek, hayır işlerine koşmak ve cömertliktir. Vâlidelerimizin ölçümlerine göre Hz. Sevde’nin (r.a.) kolu uzun görünüyordu, lâkin Allah Resûlü’ne en erken kavuşan Zeynep (r.a) oldu. O zaman anladılar ki Efendimiz’in maksadı; sadaka, hayır ve cömertlik imiş.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz’den Hayat Ölçüleri, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/en-faziletli-sadaka-hangisidir.html



KUR’AN SESİNİN SAĞLIĞA MÜTHİŞ FAYDASI

KUR’AN SESİNİN SAĞLIĞA MÜTHİŞ FAYDASI


 0

Amerika’da çalışan Müslüman bir bilim adamının açıkladığı ve sunduğu konuda Kur’an sesinin sağlığa müthiş faydalarını anlatıyor. Peki nasıl bir faydası var?
Amerika’da çalışan Müslüman bir bilim adamı “Kur’an ve stres” konusunda araştırma yapmış ve bu konu ile ilğili hazırladığı  yazıyı 1984 yılında İslam Tıp Kongresinde sunmuştu.Dr.ahmet el-Kadi;”Kur’anın arapça metnindeki kelimelerin ses özelliklerinin stresi azalttığını saptadıklarını anlatmış.
Dr El-Kadi şöyle diyordu:“Kur’an ile ilğili bu araştrımamızın neticeleri kKur’anın kesinbir stres azaltıcı etkiye sahip olduğunu göstermektedir.Bu etkiyi,kas,elektrik potansiyeli,deri elektrik iletkenliği,kalp atım hızı,kan akım hızı, ve deri sıcaklığını belirleyen sinirsel uyarılar olarak kaydettik.Bütün bu değişiklikler aynı zamanda Kur’an dinlemenin,diğer bütün vücut organlarını ve foksiyronları üzerinde etkili olan otonom sistemini de yönlendirdiğini göstermektedir.Sonuç olarak,Kur’an’ın insan vücudunda olumlu fizyolojik etkileri sonsuzdur.”
“Kur’an’ın bağışıklık sistemi üzerindeki bu etkisi,Kur’an’ın insan bedeninin doğru işleyişi için bir “hüda” ve dolayısiyle “şifa” vesilesi olduğunu görme yolunda hayli yürümemiz gerektiğini hatırlatıyor.”
“Erkek olsun, kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl, 16/97)
“De ki: Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır…” (Enam, 6/64)
Kaynak: Senai Demirci, Her Güne Bir Dua

http://www.islamveihsan.com/kuran-sesinin-sagliga-muthis-faydasi.html



28 Mart 2018 Çarşamba

AMR İBN EL-ÂS-2


AMR İBN EL-ÂS-2
 
Amr, Hz. Ali ile Muâviye'nin ihtilaflarının su yüzüne çıkması ve Cemel vak'asından sonra yeniden siyasî hayatın içine girdi. Önceleri Hz. Ali'nin Hz. Peygamber ile akrabalığı sebebiyle hilafete onun daha lâyık olduğunu ileri sürerken daha sonra Muâviye'nin yanında yer aldı. Amr'ın Muâviye tarafında yer almasının sebebinin Utbe b. Ebi Süfyan'ın aracılığı ile ona Mısır valiliğinin vaadedilmesi olduğu söylenmektedir. Hz. Ali, Muâviye'nin kendisine bey'at etmesi için elçi gönderdi. Muâviye ve Amr, Hz. Osman'ın katlini gündeme getirdiler. Hz. Ali'yi de katilleri korumakla suçladılar. Muâviye'nin bol maaş ve bahşişine tamah eden askerleri etrafında toplandılar. Şam ordusunun başkomutanlığına Amr getirildi. Şam ordusu savaşı kaybedecek duruma gelince Amr, askerlere Kur'an sahifelerinin mızrakların ucuna takılmasını ve karşı tarafa doğru fırlatılmasını emretti. O bununla Kur'an'ın hakemliğine başvurmanın gerektiğini ileri sürdü. Hz. Ali, bu işin bir aldatmaca olduğunu söyledi. Fakat çevresinde bulunanlara bunu kabul ettiremedi. Hz. Ali taraftarlarının hakemliğine Ebu Musa el-Eş'ari, Şam ordusunun hakemliğine Amr getirildi.
 
Amr b. el-As ile Muâviye öteden beri Araplar arasında ince fikirli kurnaz, politik meseleleri çözmekte mâhir kimseler olarak tanınırdı. Bu olayda da Amr aynı tavrı takındı. Ebu Mûsa'nın insaflı ve adil tavrından yararlanarak hakem olayından galip çıktı. Amr, ile Ebu Musa el-Eş'ari arasında müzakereler başladı:
 
Amr: "Sen Osman'ın mazlum ve günahsız olarak katledildiğini bilirsin. "
Ebu Musa: "Şüphesiz."
 
Amr: "Elbet sen Muâviye'nin ve Muâviye ailesinin Hz. Osman'a taraftar olduğunu da biliyorsun."
 
Ebu Musa: "Bu da doğrudur."
 
Amr: "Ayette 'Haklı bir sebep olmaksızın Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın. Her kim de haksız yere öldürülürse biz onun velisine bir yetki vermişizdir. ' (el-İsrâ, 17/33) buyruluyor."
 
"Muâviye Kureyş'tendir. İlk müslümanlardan değildir, fakat buna ne engel var? Kendisinde birçok kâmil sıfatlar mevcuttur. Mazlum halife her zaman onu himaye ederdi. Güzel tedbir ve siyasette yeganedir. Ümmü'l Mü'minin Hz. Habibe'nin kardeşidir. Aynı zamanda vahiy kâtibi olan sahabelerdendir . "
 
Ebu Musa: "Amr, Allah'tan kork. Bu kadar sayıp döktüğün faziletlerin hepsi Muâviye'de mevcut değildir. Genç olması hasebiyle hilâfete lâyık değildir. Eğer hilâfet yalnız asâlet ve ünvan ile olsaydı, Ali bu işe daha çok hak sahibi olurdu. Hilâfet, takva ve fazilet sahiplerinin hakkıdır. Şeref ve ilimle olduğu takdirde elbette Ali'de bunların hepsi vardır. Osman'ın günahsız şehit olup olmaması bir delil teşkil etmez. Muâviye'nin beni tatmin etmesi yahut bana daha fazla yakınlık göstereceği de bir mesele değildir. Bunların da bir faydası yoktur. Allah için yapılan işlerde rüşvet verilmez. Abdullah b. Ömer'in de ismini ortaya atabilir misin?"
 
Amr: "Sen İbn Ömer'den razı isen, benim oğlum da var. Sen de onun faziletlerini biliyorsun."
 
Ebu Musa: "Senin oğlun böyle bir görevi isteyip istememe konusunu daha iyi bilir."
 
Amr: "Halife öyle bir adam olmalıdır ki, hem kendi işini idare edebilsin, hem de halk onu istesin."
 
Ebu Musa: "Müslümanlar bu savaştan sonra bu işin çözümünü bize bıraktılar. Allah göstermesin, bir daha böyle kargaşalık çıkmasın."
 
Nihayet uzun süren müzakerelerden sonra hakemler Hz. Ali ile Muâviye'yi azletmeğe ve başka birini halifeliğe getirmeye karar verdiler. İki taraf Dûmetü'l-Cendel'de toplandıktan sonra Amr, Ebu Musa'nın yaşlı olduğu için önce konuşmasını önerdi. Ebu Musa kalktı ve "Ali'yi de Muâviye'yi de hilâfetten azlettim." dedi. Ardından konuşan Amr ise sözünü büktü: "Ebu Musa Ali'yi azletti ise, ben Muâviye'yi azletmedim ve Muâviye'yi hilâfete nasbettim." Kûfeliler, Ebu Musa'nın rüşvet aldığını sanarak ona saldırmak istediler, ama Şamlılar Ebu Musa'yı kaçırdılar. Amr, Hz. Ali'ye açıkça muhalif oldu. Mısır'da Hz. Ali'nin tayin ettiği vali Muhammed b. Ebu Bekir'i kanlı bir savaştan sonra mağlûb ederek öldürdü ve yeniden Mısır'ı ele geçirdi.
 
Bu arada Hâriciler*, bütün yaşanan fitnelerin arkasında Muâviye, Amr ve Ali'nin olduğunu iddia ettiler. Üçünün de öldürülmesine karar verdiler. Hz. Ali şehit edildi. Muâviye yaralanarak kurtuldu. Amr da suikast günü rahatsızlanarak mescide gidememiş, onun yerine namazı kıldıran Harice şehit olmuştu. Muâviye, Amr'a şahitler önünde bir yazı imzalatarak, daima itaat etmesi şartıyla Mısır'a vali yaptı. Mısır'da bir müddet valilik yapan Amr, hicretin kırk üç veya başka bir görüşe göre ellibirinci yılında hastalandı ve ölüm döşeğine düştü. Yaptıklarına çok pişmanlık duydu. Abdullah İbn Abbas onu ziyaret ettiğinde hâlini sormuş ve o da "Ne sorarsın ibn Abbas, dünyayı az âbâd edip, dini çok harâp ettik" demiştir. İbn Şemmase de ölüm döşeğinde onu ziyaret edip ona Cennet'le müjdelendiğini hatırlattığında şöyle demiştir: "En büyük devlet ve tesellim Lâ ilâhe illallah Muhammedu'r Resulullah'tır. Ben İslâm'dan önce büyük hatalar ve günahlar işledim. Eğer müslüman olup Resul-u Ekrem'in affına mazhar olmasaydım mutlak Cehennemlik olacaktım. Allah'a binlerce hamdolsun, müslüman olma şerefine kavuştum. Resul-u Ekrem (s.a.s.)'e bey'atla dünya ve ahiretimi kazandım, Resul-u Ekrem bana 'Benden ne istiyorsun?' diye sorduğu zaman, 'Geçmiş hatalarımın affını rica ediyorum' dedim. "İslâm geçmiş günahlarından sorumlu tutmaz" buyurmuşlardı. Yalnız içimde bir ukde vardır ki, o da Resul-u Ekrem bana fazla muhabbet göstermediydi." Amr, Hz. Ali'ye karşı yaptıklarına pişman olarak öldü (43/663). Mukattam mezarlığına gömüldü. Abdullah ve Muhammed adlarında iki oğlu vardı.
 
Amr ibn el-Âs hareketli bir karakterdeydi. Askerdi ve ömrü savaş alanlarında geçti. İlimle ilgisi yoktu, daha çok siyasî olayların içinde yoğrulmuştu. Amr, Resulullah'tan otuz dokuz hadis rivayet etti. Bunlardan üçü müttefekun aleyhtir. Bazı meselelerde garip kıyaslarda bulundu. Meselâ gusûl abdesti almadan teyemmüm ederek namaz kılınmasına dair Zatu's-Selâsil seriyyesinde bir fetva vermiş, bunu Resulullah'a anlattığında Resulullah bu ictihadı işitince gülmüştü. Orta boylu, şişman, siyah sakallıydı. Doksanüç yıl yaşadı.
 
Şamil İA
 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:
http://www.islamdahayat.com/infusions/ozel/ozel.php?ozel_id=39