31 Ağustos 2014 Pazar

Ereğli Masallar Şehriydi (Konya)

Ereğli Masallar Şehriydi (Konya)


İvriz Kabartması

BU YAZI BANA ÇOCUKLUĞUMUN EREĞLİSİNİ HATIRLATTI.
İNŞALLAH O GÜNLER GERİ GELMEZ AMA YEĞENLERİM O YEŞİL EREĞLİYİ  TEKRAR GÖRÜRLER... CELAL

Ereğli’nin Sessiz Çığlığı Prof. Dr. Turgut Tüfekçi’nin Çağrısı…

Ereğli, 1980’lere kadar hayalleri zorlayacak derecede güzel, harikulâde, masallar diyarı misal efsanevi bir şehirdi.

Yöresel tabirle dere, akar, çay ve arklarla kılcal damarlar gibi örülmüş son derece verimli, işsizlik sorunu olmayan, insanları mutlu, sağlıklı, neşeli, huzurlu, gelecekten umutlu, nüktedan, hayat dolu yemyeşil, cennetsi bir diyar vardı. Sonra mı? Sonrası çok hazin bir hikâye…

Cehalet, Rant Ve İhtiras Kurbanı Bir Cennet

Ülkemiz ve dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Ereğli'nin, en önemli ACİL ve güncel sorununa değerli ilgi ve dikkatlerinizi çekmek istiyorum:
 
Devlet adına ve millet iradesine vekâleten hükümet edenler; Geniş halk kitlelerini doğrudan veya dolaylı ilgilendiren konularda mutlak bir gereklilik ve zorunluluk olmadıkça; Asla ve kesinlikle insan, ekosistem (hayvanlar ve bütün canlılar), tarihi doku ve kadim doğa aleyhine sonuçlar doğuracak kararlar alamaz, yaptırım ve tasarruflarda bulunamazlar. Hak karinesi, adalet ahlâkı, evrensel hukuk ve medeni siyaset; Asillere dahi ait olmayan bu hakkı vekillere asla vermemiş ve tanımamıştır.
 
Hukuktan maksat: Doğrusal yönde ifa ve helâli, hak’ı icra’dır.
 
Devlette devamlılık esas; Doğa’da devamlılık elzem, mutlak ve sebeb-i hayattır.
 
Dolayısıyla hayat hakkı en temel, vazgeçilmez, olağan şartlarda müdahil olunamaz ve ihlâli insanlık suçu olmakla; Gerçekte ekosistem için de durum aynıdır. Aksi takdirde ülkede medeni, sosyal ve yasal sorumluluk işlemiyor; Adalet, hukuk ve denetim erkleri siyasallaşmış, muhalefet yok hükmünde; En iyi ihtimalle hayati ilkeler ve yükselen değerler vesayet, tasallut altında demektir. İşte örnek ve günün HES furyasından önce Ereğli’de baş gösteren felâket.
 
 
 
Ereğli Çöl Olmasın!...
 
Bu uğurda, her takdirin üstünde, büyük bir onur, vefa ve sorumlulukla mücadele eden Prof. Dr. Turgut Tüfekçi; CNN TÜRK ve insanlık düşmanı rant mahlûkatınca hayat damarları ve Can Suyu kesilerek “sessiz sözsüz çöl olmaya sürüklenen Ereğli adına” insanlık âlemi, TC hükümeti, cnnturk ve onurlu, sorumlu vatandaşlara sesleniyor:
 
“Değerli Güven Bey, (Yeşil Doğa Program Yapımcısı)
 
Merhaba! Size Ereğli'deki (Konya) doğa katliamını bildirmek istiyorum…
 
İvriz Kabartmasının bulunduğu Ereğli en az 5000 yıllık yerleşim merkezidir.
 
1985’ e kadar şehirden geçen akarsu ve Roma İmparatorluğu zamanında açıldığı bilinen “toprak kanallar” (Ereğli ağzında “arklar”) sayesinde İç Anadolu’nun en yeşil yeri idi. “Yeşil Ereğli” den bereket fışkırırdı.1970’lerde, bütün Ereğlililerin rüyası İvriz Barajıydı. Politikacılar “baraj” vaat ederek oy isterlerdi. 1985’te rüya gerçekleşti ama inanılmaz bir kararla Ereğli’nin can suyu kesildi.
 
Ereğli'nin meşhur Beyaz kirazı
 
 
Önce, binlerce yıllık, Ereğli’ye hayat veren, gençlerin yüzdüğü, sıcak yaz günlerinde ailelerin çevresinde dinlendiği, bereket kaynağı, fotoğraflardaki gibi harika güzellikler ihtiva eden akarsu, dere ve “ark”lar kurudu…
 
Sonrada, “Yeşil Ereğli” … 2012 de gelinen durum:
 
Türkiye’nin en lezzetli meyve ve sebzelerinin yetiştiği bahçeler kurudu (bkz. 80' ler de ki Tekel'in likör, Tamek'in reçel reklâmları); Son 9 -10 yılda, Türkiye çapında haber olan, toz fırtınaları oluşmaya başladı (bkz. TV ve gazete haberleri); Ortalama yıllık yağış can suyu, kesilmeden önceki 23 yılda 315 mm iken sonraki 23 yılda 287 mm oldu (% 8,9 azaldı, bu azalma max. ve min. değerlerde de görülmektedir); yeşil alan kuruduğundan yağmur bulutları yağmura dönüşemeden Ereğli’yi terk etmektedir.. Dünyanın sayılı sulak alan ve kuş cennetlerinden olan Ereğli Sazlıkları (Akgöl)’ün alanı 21500 hek dan 3000 hek a indi; geçmişte önemli sayıda üreyen özel kuş türlerine artık rastlanmamakta…
 
Fotoğraflardaki efsane güzellikler yok oldu, çölleşme başladı. 1985 öncesine ait dört fotoğrafı ve son yıllarda başlayan çölleşmenin fotoğrafını ekte gönderiyorum. Bu çevre ve doğa katliamının sorumlusu İvriz Barajı değil; uygulanan su yönetim planıdır. Halen geri dönüş mümkün. Ancak hemen harekete geçilmez ise Ereğli yakında çöl olacak. Bu kötü gidişe son verilmez ise, uzun vadede Ereğli'yi bekleyen diğer tehlike, şimdi tahminen 925 m (cansuyu kesilmeden önce tahminen 975m) olan yer altı su seviyesinin, Tuz gölü seviyesinin (905 m) altına düşmesi halinde ova köylerinde ilelebet tarım yapılamaması ihtimalidir.
 

 
 
Önerilerim;
 
DSİ, İvriz Barajı su yönetim planını değiştirmeli ve Ereğli’ ye can suyunu vermeli;
Akarsu ve binlerce yıllık, “ark”lar tekrar açılmalı;
açma işlemi günümüz teknolojisi ile mümkündür, kısa sürede gerçekleştirilebilir;
Ordu, okullar, halk ve TEMA gibi STK ve kuruluşların desteği sağlanarak Torosların yamaçları ağaçlandırılmalıdır.
 
 
 
Değerli çevre dostu,
“Yeşil Ereğli”nin çöl olmasını önlemek, fotoğraftaki güzelliklere tekrar kavuşmak yönünde çok büyük katkınız olacağına inanıyorum.
 
Yeşil Ereğli'nin çöl olmaması umuduyla size iyi sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.
 
Saygılarımla, Prof. Dr. Turgut Tüfekçi, turgut.tufekci@yahoo.com Bu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir
 
 
 
 
 

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Paşa!

Hekimoğlu İsmail - Paşa!



Hekimoğlu İsmail
 

Paşa!

 
Askeriyede iken bazen cenaze törenlerine katılmam gerekiyordu. Bir paşanın ölüm haberi geldi.
 
 
 Akrabaları, yakınları, askeri personel hepsi mezarın başında… Koca paşayı mezara indirirken ahlar, vahlar, haykırışlar yükseldi. O sırada birisi yanındakine fısıldadı, “Hayat bu mu?” Bir başkası, “Koca paşayı şu toprağa koyuyorlar, aklım almıyor!” Diğeri, “Nereye gidiyorsun bizi bırakıp, nereye?” gibi şeyler konuşuyordu. Ölümü konuşmak bir kenara, ölümü düşünmek bile istemeyenlerin gözü önünde, paşanın üstüne toprak atmaya başladık. Ayılanlar bayılanlar, isyan edenler cenazeyi yangın yerine çevirdiler. Rütbesi, mevkii, makamı, serveti burada kalmış, adam gidiyor. Bu gidiş belki bir dakikalıktır. Bir dakikalık yolculuk için dünyadan fazla bir şey almaya gerek yok.
 
 
O zaman tabii genç bir askerim. Bu tablo karşısında düşündüm; “Küçük dağları ben yarattım diyenlerin, minyatür bir dağ sayılan kabre girmesi ne acayip! Ey paşa! Bu dünyadaki paşalığın, o tarafta iş görmez. O makamla neye hizmet ettin, işte bu önemli. Burada neye hizmet ettiysek, ahirette onun meyvesini yiyeceğiz.”
 
 
Sonra cenazeye katılanlardan biri dedi ki, “Çok şükür, o hastalıkla yaşasaydı büyük ıstırap çekerdi. Sıkıntılarından, dertlerinden kurtuldu. Daha güzel bir yere gitti. Ruhlar âleminde yaşayacak.”
 
 
Cebinden çıkardığı Yasin cüzünü okumaya başladı. Bir tarafta fırtınaya tutulmuş olanlar, diğer tarafta günlük güneşlik havada olanlar. “İman insanı insan eder, belki insanı sultan eder.” sırrını yaşayanlar kendini belli ediyordu.
 
 
Mesela Bediüzzaman diyor ki: “Neden fedakâr, yüksek bir şefkati taşıyan valide, bu zamanda, veledinin malından irsiyet (miras) almasından mahrum edildi? Valideler “Evlâdım şan-ü şeref rütbesinde memuriyet kazansın.” diye, bütün kuvvetleriyle, evlâtlarını dünyaya, mekteplere sevk ediyorlar. Hatta mütedeyyin de olsa, Kur’ânî ilimlerin okunmasından çekip dünyayla bağlarlar. İşte bu şefkatin bu yanlışından, kader bu mahrumiyete mahkûm etti.”
 
 
Belki bu paşanın anası da, evladı yüksek makamlara gelsin diye didinip durmuştu. Oğlunun paşalığıyla iftihar ediyor, itibar sahibi oluyordu. Amma her takvim yaprağı ömrümüzden kopup gidiyor. Duvardaki takvim eridikçe, insanın ömrü de eriyor. Şimdi paşa da anasının yanına gitmişti.
 
 
Bu ibretlik sahne karşısında kendi kendime konuştum: “Önemli olan tahsil değil, o tahsille ne yapılacak, neye hizmet edilecek?” Herkes imkânına göre mesul. Elimdeki imkânlarla Allah’ın beğeneceği işler yapıyor muyum? Yüksek tahsil, zenginlik, yüksek dereceli memuriyet, büyük diplomalar, büyük insanlar… Başları bulutlarda… Dinle irtibat azaldıkça, başka şeylerle irtibat artar. O zaman insan, en güzel şartların içinde, “Bu bataklıktan nasıl çıkacağım?” der. Fabrikaları, insanları, makineleri, hayvanları idare eden insan kendini idare edemezse o zaman dünyası da ahireti de berbat olur.
 
 
    Helal yolda çalışmak, helal kazanmak, helal para harcamak ibadettir amma insan, saadeti saraylarda, servetlerde, rütbelerde, makamlarda değil iç dünyasında bulmalı.
 
 
 

29 Ağustos 2014 Cuma

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-46

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-46

SEVGİLİ EFKAN HOCAM NAÇİZANE FAKİRİNİZ HAKKINDAKİ Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...  Allah razı olsun hocam...
Sizi çok seviyorum canım hocam...

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel--46/Blog/?BlogNo=472277

Her şeye rağmen yaşamak çok güzel- 46


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel- 46
 

Celal ÇELİK’in  hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini birkaç yazı ile sonlandırmaya çalışacağım.

Sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını yeniden göz gezdirerek kısa ve öz olarak özet şeklinde sizlere sunmak istiyorum. Engelli bir kardeşimiz olan Celal Çelik’hepimize örnektir. Onun örnek oluşunu bu son yazılarla daha iyi anlamış olacağız.

                   Yine Celal Çelik’in kendi diliyle özetliyorum….
                    Ben milyonlarca engelliden sadece birisiyim.
                    Her insan bir romandır.
                    Dertsiz insan yoktur.
                    Allah beni müslüman bir ailede, Türkiye'mizde dünyaya gönderdi..
                    Bu ülkede yaşayan milyonlar gibi hayata 1-0 önde başladım.

                    Yedi yıl gecekonduda oturduk. Tuvalet evin dışında bahçede idi. Bazen korkudan gece tuvalete gidemezdik.Kışınsa soğuktan çıkmak istemez hatta bazen sabaha kadar kendimi tutardım.

                     Dünyayı sonsuz sanıyordum. Sanki yaşlılar hep yaşlı biz çocuklar hep çocuk kalacağız…Ah be yalan dünya kimseye kalmıyormuş.

                     Her yer beton yığını… Apartmanlar…Allah sonumuzu hayır etsin.

                     Arkadaşlarımla yürüyüş yapmaktan utanırdım. Çünkü düz yürüyemezdim.

                     Sınıfta tahtaya bir oyun için kalkmıştım. Gözümü bağlamışlardı. Gözümü açtığımda bütün sınıf kahkahalarla gülüyordu. Sarhoşlar gibi yalpalayarak dönmüşüm. O an ölmek  ve unutulmak istedim.

                     Sallanmadan yürüyemiyordum. O zamanlar herkesi kendim gibi sanıyordum. Hep insanların yürüyüşüne dikkat ederdim. Farkına vardım ki herkes sendelemeden düz yürüyordu. Hiç isyan etmedim.

                     Gençken bir kıza aşık oldum. Sonra birdaha görüşmedik. Şimdi anladım ki içimdeki aşk ilahi aşkmış. Ben beşeri aşk ile ilahi aşkın stajını yapmışım.

                      Bir gün işyerinde  merdiven korkuluğundan tutunarak çıkıyordum. Karşıdan  gelene yol vermek için ihtiyarı olarak korkuluğu bıraktım. Ama dengemi kaybettim. Merdivenden yuvarlandım. Herkes koşarak başıma toplandı. Onlara korkmayın bir şey olmadı dedim. Arkadaşları  espiri yaparak rahattatım:
 “ Dikkat etmeseydim.az daha düşecektim.” (Bunu söylerken yerdeydim.)

                       Hastalığım ilerleyince  stresim de arttı .İş yerinde, yolda, sokakta sanki herkes bana bakıyor. Sanki bütün dünya birlik olmuştu. Televizyonda bile herkes sanki bana bakıyormuş hissine kapıldım.

                       Yaşamak her şeye rağmen çok güzel...               

Efkan Vural

(Devam edecek)


NİHAT HATİPOĞLU - Altın ve gümüş biriktirenler

NİHAT HATİPOĞLU - Altın ve gümüş biriktirenler


NİHAT HATİPOĞLU
   

Altın ve gümüş biriktirenler

 
"Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler. Ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanlara acıklı bir azabı müjdele" (Tevbe, 34)

 Yorumu: Bu ayette, altın ve gümüşü yığıp biriktirme anlamında 'kenz' kelimesi geçmektedir. Bu nedenle de bu ayete kenz ayeti de denilmiştir.
Ayeti kerimenin birinci bölümünde insanlara rüşvet veren ve haksız kazanç yoluna dalıp halkın parasına el koyan haham ve rahiplerin bir kısmına dikkat çekiyor. Aynı zamanda bu tür din adamları; kendi mensuplarının İslam dinine yönelmelerine de engel olmaktadır.
Ayetin ikinci bölümünde altın ve gümüş biriktirip Allah yolunda harcamayanlara da tehdit yer almıştır. 

Hangi mal kenz sayılır?
Bu ayetin en önemli vurgularından birisi altın ve gümüşün biriktirilmesiyle ilgili noktadır.
Bir Müslüman para -sermaye biriktirebilir mi? Yani kenz dediğimiz mal -mülk edinmenin bir sınırı var mı? Malın ne kadarı kenz denilen aşırı sermaye kabul edilir. Yoksa bunun bir sınırı yok mu? 

Sermaye edinmede iki görüş
Bu ayeti değerlendiren alimlerden bazıları bir kişinin belli bir limitin üzerinde para biriktirmesini caiz görmemişlerdir. Bu akımın öncülüğünü; zamanında belli bölgelerdeki lüks ve şatafatı ve aynı yerlerdeki fakirliği gören Hz. Ebu Zerr (r.a.) yapmaktadır. Ona göre, kişi ihtiyaç fazlasını hemen çıkarmalıdır. Ancak Ebu Zerr'in bu görüşü büsbütün hayattan soyutlanma anlamına gelmemelidir. Çünkü kaynaklar Ebu Zerr'in (r.a.) iki hizmetçisinin, 40 civarında keçisinin ve develerinin olduğunu belirtmektedir. (Said Mübeyyed, Mevsuatı Hayati's Sahabe, 7, 4043- 4063) Hatta Hz. Ömer, Bedir savaşına katılmamış olmasına rağmen Hz. Ebu Zerr'e Bedir'e katılan sahabe kadar maaş bağlatmıştır. (İbn Sad, et-Tabakat, 2, 336) Ebu Zerr (r.a.) bu gelirlerinin bir kısmıyla at satın almış ve cihada katılmıştır. (Bk. TDV, İslam Ans. 10, Ebu Zerr md) Bundan da Ebu Zerr'in (r.a.), ihtiyaç fazlası için kenz tabirini kullandığını anlıyoruz. Bütün bunların yanı başında Ebu Zerr'in (r.a.) bu içtihadının siyasi bir konum edindiğini unutmamak lazım. O bu içtihadıyla zamanının bazı uygulamalarına tavır koymuştur.
Ebu Zerr'in bu görüşünün sosyalizm veya benzeri ideolojik sistemlerle ilişkilendirilmesi doğru değildir. Çünkü Hz. Ebu Zerr bu görüşünü İslam'ın sosyal adaleti, paylaşımcılığı ve ahiret imanıyla pekiştiriyordu. Ancak hiçbir ayrıntı Hz. Peygamber'in (s.a.v.) de belirttiği gibi Ebu Zerr'in, Hz.
İsa gibi bir zahit olduğu gerçeğini örtemez. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Ebu Zerr'i (r.a.) kendine değil de, Hz. İsa zahitliğine benzetmesi de son derece manidardır. Çünkü Hz. Peygamber'in (s.a.v.) zahitliği ruhbanlık çağrıştırmayacak çok farklı ve dengeli bir haldir. Hz. İsa'nın zahitliğini ise kendi şartları içinde değerlendirmek lazımdır. Belki de iki limit söz konusu olabilir. Çünkü Hz. Peygamber Efendimizin ortaya koyduğu yol, uygulanabilirliğin öne çıkmasıdır.

 2. Görüş: Bu görüş çoğunluğun tercihidir. Onlara göre zekâtı ödenmiş helal mal kenz (yani Allah'ın rızası olmadığı biriktirilmiş mal) kapsamında değildir. Bu görüşü tercih edenlerin başında Hz. Ömer, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Abbas, Hz.Cabir, Hz. Ebu Hureyre, Ömer bin Abdülaziz ve birçok sahabe gelir. Bu bilgiyi ileten müfessir Şevkani (v:1250) zekâtı ödenmiş mal kınanacak mal değildir der. Ona göre kriter malın kırkta birini zekât olarak çıkartmaktır.

 Zekâtı ödenmemiş mal ise kenz'dir. Haram bulaşmış maldır. Zekâtı ödenen mal ise temiz maldır. Elbette ki helal yoldan kazanılmışsa. Mal haram yoldan kazanılmışsa, zekâtının ödenmesi ise malı helal hale getirmez. 

 
 Bu ayet inince neler oldu?
 

 Hz. İbni Abbas (r.a.) der ki bu ayet inince bu hal Müslümanlara ağır geldi. Şöyle dediler: Biz evladımıza bir şey bırakmayacak mıyız?
Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.) "ben Resulullah'la görüşüp durumu size aktarırım" dedi. Hz. Sevban (r.a.) ile Efendimize gittiler. Bu ayeti Hz. Peygamber'e (s.a.v.) sordular. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Allah zekâtı emretti ki zekâtın dışında kalan paranın (malın) temiz olduğu anlaşılsın. Allah mirası emretti ki sizden sonra miras olarak bırakabileceğiniz mal kalsın."

 Efendimizin bu açıklamasını duyan Hz. Ömer tekbir getirdi. (Şevkati, Fethül Kadir, 2, 357)

 Abdullah bin Ömer'in (r.a.) aktaracağım şu sözü dünyalık malla imtihan edilen Müslüman'ın kalbi pozisyonunu belirlemede iyi bir süzgeçtir bence. O şöyle derdi: Uhud dağı kadar altınım olsa, ölçüsünü bildikten sonra, Allah'ın farkında olup harcadıktan sonra ve zekâtını ödedikten sonra benim için bir sıkıntı oluşturmazdı.

Az bir malı olup bu malı kendisini Allah'tan alıkoyan kişi ile, çok malı olup bu malı kendisini Allah'tan uzaklaştırmayan daha doğrusu dünyayı kalbine sokmayan kişi bir olabilir mi? İbn-i Ömer'in (r.a.) dediği bu işte.

 Sonuç: Bu ayetteki mal biriktirme, yani kenz bölümünün haham ve rahiplerle ilgili olduğunu belirten veya bu ayetin zekât ayetiyle nesh edildiğini belirten tefsircilerin de olduğunu belirttikten sonra şunu ifade edebiliriz:

İslam, sermayeye düşman bir duruş sergilemez. Sermayeni ve malın helal yoldan kazanılmasını, helale harcanmasını, zekâtının çıkarılmasını ve zekâtın dışında da kalpten geçtiği kadarını kendi rızasıyla intifakı emreder. Bir insanın ikinci günün malını bile dağıtması, yani yarını için dahi para biriktirmeden bütün varlığını dağıtması son derece zor ve uygulanması imkânsız gibi görülmektedir. Çünlü nefisler cimriliği emreder. İnsan çocuklarının maişetini, yarınını düşünür. Ebu Zerr el Gıfari (ra) gibi yüce ruh sahiplerini bulmak mümkün mü?Onun için bu büyük sahabi bu içtihadında yalnız kalmıştır. Sıkıntı yaşamıştır. Medine'de bile kendisi gibi düşünecek çok insan bulamamıştır. Bunun farkında olan Allah'ın Elçisi (sav) onun için şöyle buyurmuştu: Allah Ebu Zerr'e rahmet etsin. O yalnız yürür, yalnız ölür ve yalnız mahşere getirilir. Ebu Zerr bir ümmet gibi tek başına diriltilecektir.


 Bir Yahudi bilgin kadar Peygamber'i anlayabilmek

 Hz. Peygamber (s.a.v.) Medine'ye gelince, herkes onu yakından tanımak istedi. Yahudi bilginleri de bu meraklılar içindeydi. Meşhur Yahudi alimlerden birisi şöyle anlatıyor:
Onu tanımak için yanına sokuldum. Yüzüne baktım. İnsana güven veren güzel bir yüzü vardı. Kendi kendime "bu yalancı yüzü olamaz" dedim. Yanına sokulup dinledim. İlk sözleri şöyleydi: "Selamı yaygınlaştırın, yemek yedirin. Akrabayı ziyaret edin. Gece herkes uykuda iken namaz kılın. Ve sonra da selametle cennete giriniz."
Arkasından dolaştım. Çünkü O'nun iki kürek kemiği arasında Peygamberlik nişanı vardı. Onu görmeye çabalıyordum. Beni fark etti. Benim görebileceğim kadar gömleğini açtı ve merak ediyorsan bak buyurdu. Onun sırtındaki peygamberlik mührüne baktım.
 
Sonsuzluk elçisine sonsuz salat ve selam olsun. Onun övülmesinden rahatsız olan, haset ve kin erbabını gördüğümüzde Onu daha çok anlatmamız gerektiğini anlıyoruz. Aklı ermeyen bu Peygamber düşmanları, Kuran-ı Kerim'deki her ayetin O'nun bildirilmesiyle bilindiğini hesap edemeyecek kadar akıl tutulmasına uğramışlardır. Yukarıda anlattığım Yahudi bilginin binde biri kadar anlayış ve ufukları olsaydı keşke.
 
 
 
 

28 Ağustos 2014 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Niyetlerin Bozulması

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN -  Niyetlerin Bozulması


Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR


Niyetlerin Bozulması

Bugünkü sohbetimizin üçüncü hadis-i şerifini de, okuduğumuz kitap Hazret-i Ali (RA ve kerramallàhu vecheh) Efendimiz'den rivayet etmiş. Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:


RE. 504/7 (Ye'tî alen-nâsü zemânün) "İnsanların başına bir zaman gelecek ki; yâni devirler değişecek, asırlar geçecek, toplum değişikliklere uğrayacak, iyilikler azalacak, kötülükler çoğalacak... Ahir zamanda, dünyanın bozulmasına yakın zamanda olacak bunlar. Öyle bir zaman gelecek ki, (hemmühüm bütnuhüm) insanların bütün gayretleri, çalışmaları, çabalamaları mideleri, yâni karınlarını doyurmak olacak. Bütün gayretleri bu olacak, ne yiyelim diye düşünecekler."

Halbuki eskiler böyle yapmazdı. Eskiler haram yememeğe çok dikkat ederlerdi, haram yemektense aç durmaya gayret ederlerdi. Hattâ helâl yiyecekleri bile azaltarak, orucu çok tutarak nefislerini ıslah etmeye dikkat ederlerdi.

Demek ki o devir geldiği zaman, insanların akılları, işleri, güçleri karınlarını doyurmak olacak. Ha babam, ye babam... Doyuncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yemek...

Bütün gayretleri mideleri, karınları, işkembeleri olacak. (Ve şerafühüm metâuhüm) Şerefleri de sahib oldukları malları, mülkleri olacak. "Şu kadar evim var, şu kadar otomobilim var, şu kadar bilmem neyim var." diye onunla öğünecekler. Halbuki onlar, İslâm'a göre doğrudan doğruya şeref sebebi değil; haramdan kazanılmış ise, aksine şerefsizlik sebebi ve insanın kötü insan olduğunun alâmeti olur. Malın çokluğuyla, azlığıyla değildir insanın şerefi, asâleti; dürüstlüğüyledir, güzel ahlâkıyladır, takvâsıyladır, ihlâsıyladır, topluma, insanlara yaptığı iyiliklerledir.

Ama toplum bozulunca, onların işleri güçleri maddiyat olduğu için, materyalist kişiler oldukları için, şerefleri ellerindeki eşyalar, mal mülk olduğu için, "Şu kadar yüzüğüm var, bu kadar pırlantam var, şu kadar otomobilim var, bu kadar malım var, mülküm var, köşküm var, Mercedesim var vs." diye öğüneekler.

(Ve kıbletühüm nisâühüm) '"Ve kıbleleri de kadınları olacak." Yâni müslüman dağbaşında, tarlada, bayırda, çayırda, seyahatte bile olsa, namaz kılacağı zaman, "Aman kıble ne tarafta?" diye araştırır. Mekke-i Mükereme tarafını bulup, Kâbe-i Müşerrefe kıblemiz olduğu için o tarafa döner. Ama o bozuk zamanın insanlarının kıblesi ne olacak buyuruyor Peygamber Efendimiz?..

Söyleyen güzel, nakleden güzel; sözler de acı da olsa haklı... Dost acı söyler, düşman güldürür.
(Kıbletühüm nisâühüm) O zamanın insanlarının kıbleleri karıları olacak. Yâni, kadının ağzına bakıyor, ne derse tamam... Gerdanlık isterim!.. Tamam... Bilezik isterim!.. Tamam... Pırlanta isterim, tamam... Güzlük isterim yazlık isterim!.. Tamam...

--Bunları nerden kazanacak?..

--Ne yaparsa yapsın, bana ne?.. Getirirse, getirir; getirmezse boşanırım, anamın babamın evine giderim. Ben arkadaşlarımın yanında mahcub oluyorum. Kıyafetim şöyle olacak, böyle olacak... Geçen nişanda, düğünde giydiğimi bir daha giymem!..

Bunları hep duyuyoruz. Bir tantana, bir şâşaa, bir debdebe... "Peki hanımcığım, olur efendim, derhal efendim!" diye, erkekler de hanımların ağzının içine bakıyor; haram mı istiyor, günah mı istiyor, yanlış mı istiyor, hiç itiraz yok...

Halbuki onları yönetecek ailenin reisi erkek... O dengeyi tavsiye edecek, ölçüyü tavsiye edecek, iktisadı tavsiye edecek, ahlâkı tavsiye edecek... Onları frenleyecek, yönlendirecek, Allah'ın rızası yönünde yönetecek. Sorumluluğu var... Ama o, kıbleye döner gibi yönünü hanımına çevirmiş, hanımı ne derse onu yapıyor. Hanımı dine aykırı, Allah'ın emrine aykırı, sünnet-i seniyyeye aykırı, ailenin bütçesine aykırı, akla mantığa, mâkul çizgilere aykırı, ölçüye aykırı, ölçüsüz, sınırsız kaprislerle, tavırlarla, yıkıcı isteklerle erkeği parmağında oynatıyor, avucunun içinde oynatıyor; günahlara sevkediyor, baştan çıkartıyor ve mahvediyor.

Öyle tipler var ki, hattâ bazıları av avlar gibi peşinden koşup, maalesef evli erkekleri bile baştan çıkartan, mahveden kimseler olabiliyor. Allah şerli olanların şerrinden cümlemizi korusun...

"Kıbleleri kadınları olacak. (Ve dînühüm derâhimühüm ve denânîruhüm) Dinleri de altın gümüş paraları, dinarları, dirhemleri olacak." Dini imanı para deriz, bir insanın gözü başka bir şey görmüyorsa... Aklı fikri parada ise, arkadaşlık, ahbaplık, dürüstlük, kanun, insaf, merhamet, acıma diye bir şey yok... Adamın gözünü hırs bürümüş; para, para, para... İşte dinleri imanları, dinarları dirhemleri oluyor. Yâni aslında din, iman kalmamış oluyor, dünya hırsı gözlerini kaplamış oluyor.

(Ülâike şerrül-halk) İşte bu sıfatlarla, Peygamber SAS efendimiz'in çizdiği bu çizgilerle tasvir edilen kimseler; aklı fikri karınlarını doyurmak olan; övünçleri, şerefleri ellerindeki zenginlikler, mal mülk olan, takı, süs, zînet olan; kıbleleri kadınlar olan, dinleri imanları da para pul, dinar dirhem olan kimseler... "Bunlar Allah indinde mahlûkàtın en kötüleridir." Çünkü İslâmî bütün değerlerden yoksun bunlar...

(Lâ halâka lehüm indallàh) "Allah indinde onların hiçbir kıymeti, değeri, nasîbi, mükâfâtı, ecri, sevabı olmayacak." Tabii ahirette bu vurdum duymazlıklarının, günahkârlıklarının, sınır tanımazlıklarının, dinden imandan uzaklaşmalarının, ahlâksızlığa sapmalarının, yaptıkları kötü şeylerin mutlaka cezasını çekecekler.

Tabii aziz ve muhterem kardeşlerim, bu seferki okuduğumuz hadis-i şerifler, hepsi alfabetik sırayla sıralanmış olduğu için, (Ye'tî alen-nâsi zemânün) diye başlayan hadis-i şerifler geldi karşımıza... Biz de Peygamber Efendimiz'in asr-ı saadetine göre o ilerideki zamanda; yâni insanların bozulduğu, toplumların dejenere olduğu, artık kıyametin yaklaştığı zamanda neler olacağını öğrenmiş olduk. Bunlardan bizim çıkartacağımız hisseler nelerdir?..

Bu hadis-i şeriflerin ana fikrini anlamaya çalışmalıyız. Buna benzer durumlar varsa, tehlikeler varsa, çevremizde oluşmağa başlamışsa, kendimizi onlardan korumalı, Peygamber SAS'in tavsiye ettiği çizgiye gelmeliyiz.

Bir müslümanın aklının, fikrinin karnını doyurmak olmaması lâzım! Aklının, fikrinin Allah'ın rızasını kazanmak olması lâzım!.. (Hemmühüm bütnühüm) yerine, (hemmühüm tahsîli rıdà rabbihim) diyebiliriz. Yâni her mü'minin asıl gayreti, Allah'ın rızasını kazanmak olmalı...

(Şerafühüm metâühüm) "Şerefleri, öğünçleri, itibarları paralarındadır, mallarındadır." cümlesinin karşılığı ne olmalı?.. (Şerafühüm ilmühüm ve irfânühüm ve ahlâkuhüm ve âdâbühüm) demek lâzım. Yâni insanın şerefi ahlâkıdır, ilmidir, irfanıdır.

(Kıbletühüm nisâühüm) "Kıbleleri hanımlarıdır." cümlesinin karşılığı olarak; müslümanın kıblesi Kâbe-i Müşerrefe'dir. Sözünü dinlediği kaynak da Allah'ın kitabıdır, Peygamber Efendimiz'in tavsiyeleridir, dinimizin emirleridir.

Dinleri altın, gümüş parası, dinar, dirhem olan bu insanların karşısında müslümanın durumu ne olur?.. Müslümanın dini takvâya dayalı, ihlâsa dayalıdır. Cenâb-ı Hakk'ın bir gün huzuruna varıp da, bu dünya hayatındaki her şeyden hesap vereceği ahiret günün düşünür. Mâliki yevmid-dîn olan Allah'ın, bir gün kulları huzuruna çağırıp, onları mahkeme-i kübrâda muhakeme edeceğini düşünür ve dindarlığını hâlisâne yapar, ihlâsla yapar.

Böyle insanlar, aklı fikri Allah'ın rızasını kazanmak isteyen mübarekler; ilim, irfan, edeb, ahlâk sahibi insanlar, yapacakları işlerin neler olmasını, hanımlarını ağzına bakarak değil de, dinimizin emirlerine, Kur'an'a bakarak tesbit eder. Ahiret gününü, mahkeme-i kübrâyı düşünüp de, her işini Allah'ın emrine, yasağına, Peygamber Efendimiz'in sünnetine yapmağa çalışırlar.

Hazret-i Ali Efendimiz RA'ın rivayet ettiği hadis-i şerifleri çok seviyorum ve Hazret-i Ali Efendimiz'i çok seviyorum. Efendimiz'in bu hadis-i şerifi de Hazret-i Ali tarafından rivayet edilmiş. Hepimize herhalde çok şeyler hatırlatacak ve çok uyanıklığa sebep olacak. Yeni şevk ile inşaallah dînî yaşantımızı Allah'ın rızasını kazanmaya yönelik tarzda düzenleyeceğiz.

Ramazan yaklaşıyor. Şa'ban ayının birinci haftası gitti; ikinci haftasının sonunda, Şa'banın ondördünü onbeşine bağlayan gece Berat Gecesidir, çok önemli bir gecedir. Kulların said mi, şakî mi olduğunun divanlara kaydedildiği, bir senelik işlerin, mukadderatın teferruatının semâ-yı dünyaya nüzûl ettiği bir gecedir.

Ondan sonra da mübarek Ramazan... O günleri, o geceleri, o mübarek Ramazan ayını düşünerek zâten kendimize bir çeki düzen vermemiz gerekiyordu. Üçaylar insanın gafletten uyanması, iyi müslüman olmaya yönelmesi mevsimiydi; ortasına gelmiş bulunuyoruz. Bu hadis-i şerifler de tam Şa'ban ayına ve mevsimin özelliğine uygun oldu.

Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi Şa'ban ayının feyzinden, bereketinden en yüksek derecede faydalananlardan eylesin... Bu ayıda güzel geçirip, Ramazana da erişip, Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin "Bin aydan daha hayırlıdır." diye medhettiği Kadir Gecesine de isabet ederek ihyâ etmeyi nasib eylesin... Böylece bir ömür boyu çalışarak kazanılacak mânevî sevapları kazanmayı nasib eylesin...

Hàsılı sonuç olarak hüsnü hàtimeler ile ahirete göçüp, şu can emanetimizi Allah'ın sevdiği vech ile teslim edip, ahirete Allah'ın sevdiği kul olarak varmayı, cennetiyle cemâliyle müşerref olmayı, Allah cümlemize nasib eylesin...

Allah hepinizden razı olsun... Yardımcı olsun hepinize, tevfikını refîk eylesin...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili Ak-Radyo dinleyicileri ve Ak-Televizyon izleyicileri ve seyircileri!..




HAYIRLI CUMALAR27. 11. 1998  - AVUSTRALYA'DAN Telefonla AKRA Fm CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

 ************************

 

H. Nur Artıran, Aşk Bir Davaya Benzer kitabından

H. Nur Artıran, Aşk Bir Davaya Benzer kitabından



"Ehl-i dil olanlar şöyle der: “Kalbi üç şey karartarak hikmet yoluna kapatır: çok yemek, çok uyumak, çok konuşmak. Üç gün aç kaldı diye dertlenen kişiden ârif bir insan olmaz."

"Cenâb-ı Allah, bir kuluna yardım ve ikramda bulunursa ona az yemeyi, az konuşmayı ve az uyumayı nasip eder. Gerçekten de bu üç kelime, insan olmanın, insanca yaşamanın dolayısıyla da ilâhî aşk yolunda yürümenin en değişmez, temel kurallarından biridir. "

H. Nur Artıran, Aşk Bir Davaya Benzer kitabından





Çağımızın Vebası: İNSÜLİN DİRENCİ ve METABOLİK SENDROM

Çağımızın Vebası: İNSÜLİN DİRENCİ ve METABOLİK SENDROM


MUTLAKA OKUYUN, ÇOK FAYDALI BİR YAZI...
 
İnsülin hormonu, pankreasda üretilip kana karışır ve hücrelerimizde karbonhidrat, yağ ve protein kullanımı, büyümenin düzenlenmesi gibi işlerde rol alır. İnsülin bu görevini hücrelerin yüzeylerindeki insülin reseptörlerine bağlanarak yapar.

İnsülinin görevini bir çeşit kapıcılık, teşrifatçılık yada hücre kapısındaki zil olarak düşünebilirsiniz.

Gıdalar vücudumuza girdiğinde, önce karaciğerimizde parçalanıp büyük çoğunluğu glikoz zerreleri halinde kana verilir. Bu glikoz molekülleri kan yoluyla ulaştığı hücrelerin zarından geçip, içlerine yalnız başlarına giremezler. Onların hücre içine, bir araciyla yani insulinin yardımıyla, aktif bir şekilde taşınması gerekir.

İnsülinin, beraberinde glikoz molekülü ile birlikte kapı zilini çalmasını takiben "Kapı açılır', glikoz içeri alınır ve hücrelerimiz gıdaları ancak bu şekilde kullanabilirler.

İnsülin direnci ise vücuttaki hücrelerin insüline karşı duyarsızlaşmasından ibaret bir durumdur.

İnsülin direnci gelişenlerde, vücudun ihtiyacını karşılamak için zamanla daha yüksek düzeylerde insülin gerekmektedir.

Yani insülin direnci geliştiğinde hücreler "kapı sesini" duymaz hale gelirler ve kapının giderek daha yüksek dozlarla çalınması, yani daha yüksek miktarlarda insülin kullanılması gerekir ki pankreas da bu talebi karşılamak için normalin üzerinde çalışmaya başlar.



Pankreasın bu şekilde aşırı çalışması için kamçılanması, daha fazla insülin salgılanması ve "kapının daha şiddetli çalınmasıyla" sonuçlanır.

Pankreasın sık sık yada sürekli insulin üretmeye zorlanması ve aşırı çalışmaya zorlanması sonucunda
kanda yüksek insülin seviyesi, santral obezite, (göbek çevresi yağlarda artış) kolesterol anormallikleri ve yüksek kan basıncının olduğu bir tablo ortaya çıkar ki buna metabolik sendrom denilmektedir.

Hücrelerin insüline duyarsız kalması yani direnci, zaman içerisinde giderek artar. Pankreas, bu direnci aşacak, yani kapıdaki zilin sesini duyurabilecek kadar yüksek düzeyde insülin üretebildiği sürece kan şekeri düzeyleri normal olarak kalırsa da, zamanla bu aşırı üretim temposu pankreasımızı bitap düşürür ve pankreastaki insülin üretmekle görevli hücrelerde yetersizlik gelişir.

Pankreas, yeterli insülin üretemez hale geldiğinde, hücrelerin içine girmek için sesini duyuramayan glikoz, hücrelerin dışında –kanda- kalır, birikir ve bu kez, kan şekeri düzeyleri artmaya başlar.

Kan şekerindeki yükseliş, başlangıçtada öğünlerden hemen sonra olurken, giderek açlıkta da yükselmeye başlar. Bu noktada Tip 2 diabet gelişmiştir.

Genetik faktörün dışında insülin direncine yol açabilen pek çok faktör vardır.

Metabolik sendrom,
Obezite,
Stress
Enfeksiyon veya ciddi hastalık,
Gebelik,
Steroid grubu ilaç kullanımı,
Karaciğer yağlanması

İnsülin direnci ile ciddi düzeyde ilişkilidir.

Karaciğerde yağ depolanması insülin direncinin yol açtığı lipid kontrol bozukluğunun bir belirtisidir.

Yağlı karaciğer orta ya da şiddetli insülin direnci ile ilişkili olabilir. Yeni çalışmalar karaciğer yağlanmasının karaciğer sirozu ve hatta karaciğer kanserine yol açabildiğini göstermiştir.

TEDAVİ:

İnsülin direnci iki yolla tedavi edilir. Öncelikle insülin gereksinimini azaltmak, sonra hücrelerin insüline duyarlılığını arttırmak.

İnsülin direnci olanlar, beslenme planlarında da bazı değişiklikler yapmak zorunda.

Sık ama küçük öğünler halinde yemek, aç kalmamak, öğün atlamamak beslenme rejiminin temelidir.

İnsüline olan ihtiyaç, diyetteki karbonhidratları azaltarak düşürülebilir. Bazı karbonhidratlar diğerlerinden daha çabuk parçalanır ve daha hızlı emilir. Bunlara yüksek glisemik indeksli gıdalar denir.

Özellikle işlenmemiş şekerler, “un, yağ, şeker” ile üretilmiş beyaz ekmek, mısır ve patates ürünleri, donatlar, patates kızartması, fruktoz şurubu ile hazırlanmış gıdalardan; meşrubatlardan, bisküvi, browni, kek, cips, pasta, kurabiye, gofret gibi ürünlerden, şekeri bol üzüm, incir, karpuz, muz gibi meyvelerden uzak durmalısınız.

Aynı önlemleri, kilo alma eğilimi gördüğünüz çocuklarınız için de sıkı bir şekilde uygulamanızda fayda var.

Çaya ve diğer içeceklere şeker eklerken iyi düşünün. Glisemik yükü düşük olan yiyeceklerle beslenmeyi alışkanlık haline getirin.

Bir özet vermek gerekirse tam tahıllı ekmekler, bulgur, baklagiller, bezelye, fasulye, havuç, brokoli, gibi nişastasız sebzeler ise düşük glisemik indekse sahiptir.

İnsülin direnci problemini çözmenin en etkili yolu kilo vermektir. Kılonuzun yüzde 5’ini vermek bile insulin direnci kırmaya yetmekte, yüzde 10’un üzerindeki kilo kayıpları sorunu neredeyse çözmektedir.

Kilo vermek kan şekerini kontrolünü dengeler, kan basıncını düşürür, trigliseridi normal değerlere getirir ve iyi kolesterol (HDL) ü yükseltir.

Kilo verme ve egzersiz, glükozun hücre içine alınmasını arttırmakta ve hücrelerin insüline duyarlılığını düzelterek diabet gelişmesi ihtimalini yarı yarıya azaltmaktadır. Egzersiz yapmadan, sadece ilaçla yada diyetle insülin direncini düzeltmek mümkün olmamaktadır.

Dikkat edilmesi gereken en önemli konu, egzersiz programına başlamadan önce mutlaka bir doktor kontrolünden geçme gereğidir.

Tempolu yürüyüş, yüzme, bisiklet çevirme, merdiven inip çıkma, en önemli “direnç kırıcı egzersizler” dir.

Orta yaşlı biri için dakikada 100-120 adımla başlanan, yürüyüş sırasındaki adım sayısının zaman içinde dakikada 140-150’ye çıkarıldığı tempolu ve sıkı yürüyüşlerin çok etkili olduğu gösterilmiştir.

Düzenli olarak, haftada en az üç defa ve nabzınızı 100 ile 120 arasında tutacak şekilde bir egzersiz programı, etkili bir sonuç almayı kolaylaştırır.

İnsülin direnci bilinçli bir yaklaşımla tedavi edildiğinde:

Kilo yönetimi sorun olmaktan çıkar. Kolay kilo verilir ve verilen kilolar geriye alınmaz.

Kan şekeri yükselmeleri yaşanmaz ve çoğu kez şeker hastalığı önlenebilinir.

Kan basıncının dengelenmesi kolaylaşır.

Tatlı krizleri, açlık nöbetleri, sinirlenmeler, anlamsız, aşırı ve ani tepki, öfke, çarpıntı ve terleme nöbetleri, uyuklamalar, uyku bölünmeleri gibi hipoglisemiye bağlı yakınmalar ortadan kalkar.

Kan yağlarının dengelenmesi kolaylaşır.

Trigliserid düzeyleri normale döner. İyi kolesterol HDL yükselir. Total kolesterol düşer. Karaciğer yağlanması ortadan kalkar.

AMAN DİKKAT:



Yakın akrabalarında Tip 2 Diabet, hipertansiyon veya ateroskleroz olanlar
Fazla kilolu, vücut kitle endeksi (BMI) değeri 25 ve üzerinde olanlar
Bel çevresi 101 cm'den fazla olan erkekler, 89 cm'den fazla olan kadınlar
Yüksek kan basıncı, yüksek kan trigliseritleri, düşük HDL kolesterolü veya aterosklerozu olanlar
Gebelik diabeti gelişenler
Polikistik over hastalığı olanlar
40 yaş ve üzerindekiler
Ciltlerinde lipid topakları veya Akantosis nigrisans’ı (ense, koltuk altı, kasık gibi bölgelerindeki deride kalınlaşma ve koyu renklenme olanlar)

İNSÜLİN DİRENCİ’niz artmış ve METABOLİK SENDROM’un pençesinde olabilirsiniz. Derhal bir Endokrinoloji Polikliniği’nden randevunuzu alınız.

****************************************

HER GÜN YÜRÜYÜN, ZAYIFLAYIN VE HAFTADA ÜÇ GÜN BALIK TÜKETİN! Kilo vermek insülin direncinin birinci çözücüsüdür. Zayıflama eğer sağlıklı bir şekilde sonuçlanırsa kanda inslülin düzeyi azalacağından, direncin ortadan kalkması da vücudun metabolik düzenlemesi şeklinde kendini gösterir. Zayıflama sürecinde ilk ay en az dört kilo ve onu takip eden aylarda sağlıklı kilonuza gelinceye kadar ayda en az iki-üç kilo kadar vermeyi hedefleyin. Zayıflamanın özellikle bel bölgesinden olması insülin direncinin ortadan kalkmasında birebir etkili olduğunu hatırlayın.
TAM TAHILI OLSUN
Tamamen karbonhidratsız değil fakat sağlıklı karbonhidratlarla değişim yaparak beslenmenizi düzenlemelisiniz. Ekmeklerinizi seçerken tam buğday, yulaflı, çavdar veya kepekli olmasına özen gösterin. Kepekli pirinç, kepekli spagetti, bulgur, buğday ve kurubaklagilleri sofralarınızda az miktarda da olsa bulundurun.

SOMON TÜKETEBİLİRSİNİZ
İnsülin direncine kalkan olan beslenmenin; omega 3 yağ asidi içeren hayvansal ve bitkisel kaynaklı besinleri tüketmekten geçtiğini unutmayın. Salatalarınıza ya da yoğurdunuza keten tohumu ekleyin, ara öğünlerde ceviz tüketin, haftada en az üç kere somon dahil omega 3'ten zengin yağlı balıkları mutlaka yiyin. Eğer bu besinleri yiyemiyorsanız balık yağı kullanabilirsiniz.

HAZIR KEKE ELVEDA!

Trans yağ asidi, insülin direncini artırarak diyabetin oluşumunu gizli bir silah olarak ateşleyebiliyor.İnsülin direncinizi kırmak için kızartma yöntemini bırakmalı, trans yağ açısından zengin tereyağından uzak durmalı, işlenmiş etler olarak nitelendirdiğimiz tüm şarküteri ürünlerinden dolabınızı arındırmalı ve hazır kek dahil paket ürünleri tüketmemelisiniz.

HER GÜN 45 DAKİKA YÜRÜYÜŞ

Her gün en az 45 dakika sürecek ortayüksek tempoda yürüyüşleri hayata geçirmeyi ihmal etmeyin. Böylece spor yaparken kaslarınız ortamda olan şekeri kolayca kullanacak ve insüline ihtiyaç duymadan kalori yakımı başlayacaktır. Eğer düzenli aktiviteye devam ederseniz yağ yakıcı enzimler devreye girecek, depolanan yağlardan da kolayca kurtulmaya başlayacaksınız.

GÜNÜN BİLİMSEL NOTU
Zayıflarken peynir yiyerek tok kalabilirsiniz. Peynirin hangi çeşidi olursa olsun kemik oluşumu ve gelişimi için sütten sonra oldukça önemlidir. Büyüyen çocukların beslenmelerinde her gün en az 60 gram peynir olması gerekir.



 
 

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Basıt

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Basıt



BÂSIT: Genişleten, açan, kolaylaştıran ve çok veren manalarına gelir.

Allah, Bâsıt ismi ile kulundaki ihsanını çoğaltır, rızkını genişletir ve halini fakirlikten zenginliğe, sıkıntıdan feraha ve zorluktan kolaylığa çevirir. Bu ismin tecellisiyle fakir zenginleşir, borçlu borcunu kolayca öder, işsiz iş bulur ve diğer bütün maddi sıkıntılar yok olur, yerlerini lütuf ve ihsana bırakır.

Yine Kâbıd ismiyle daralan gönüller ve ruhlar, bu ismin tecellisiyle inşirah bulur, neşe dolar ve feraha kavuşur. Bu hal ile kul, Cenab-ı Hakk’ın ihsanını anlar, lütfunu derk eder ve rahmetin hediyelerine karşı şükürle mukabele eder. Demek Kâbıd isminin tecellisi, dua ve niyaza bir davet olduğu gibi; Bâsıt isminin tecellisi de şükür ve hamde bir davettir.

Yağmurlar bu ismin tecellisi ile yağar, toprak bu ismin tecellisi ile rahmetin bir kazanı olur, türlü türlü nebatatı içinde pişirir. Bu ismin tecellisiyle yeryüzü bir sofra, bahar o sofranın bir gül destesi, ağaçlar rahmetin bir eli ve çiçekler o rahmetin güzel bir hediyesi olur. Yine bu ismin tecellisi ile anlaşılması zor olan bir mesele insana açılır, kesat giden işler bol kazanca ve berekete dönüşür, hayat insanlara kolaylaşır, maddi ve manevi sıkıntılar yerlerini ferah ve mutluluğa bırakır.

Uykuda kabzedilen ruh, Bâsıt isminin tecellisi ile tekrar bedene döner. Demek her uyandığımızda Allah’ın Bâsıt ismini tefekkür ve zikir etmeliyiz.

Yine bu ismin tecellisi ile ibadetten lezzet ve zevk alınır, zor olan ibadetler insana kolaylaştırılır, ibadetin peşin bir mükâfatı olan manevi hazlar hissedilir.

Sözün özü: Maddi ve manevi, dünyevi ve uhrevi bütün genişlikler Bâsıt isminin bir tecellisidir. İnsan-ı kâmil odur ki; nimetten nimetin hakiki sahibine çıkar, kendisine lütfedilen maddi ve manevi nimetlerin sahibi olan Allah’ı Bâsıt ismiyle tanır, her genişlikte Bâsıt isminin bir cilvesini görür ve O’na hamd ve şükür eder.

Allah Teâlâ, bu ismin hürmetine bizlere maddi ve manevi genişlikler versin, sıkıntı ve darlıklardan kurtarsın ve Bâsıt isminin tecellisine bizleri mazhar etsin. (Âmin!)

http://www.herseyonuanlatiyor.com/el-b%C3%A2s%C4%B1t



27 Ağustos 2014 Çarşamba

GÜZEL SÖZLER

GÜZEL SÖZLER

"Mezarlıkta sadece kabirlere ibret nazarıyla bakılır. Orada dünya kelamı konuşmak kabirde bulunanlara eziyet etmektir. "
Muhiddin-i Arabî Hz

 "Herhangi bir kişiyle oturduğun zaman rûhun zevk almaz, gönlün huzur bulmaz, beşeriyetten kurtulmazsan o kişinin sohbetinden sakın."
Hz. Mevlânâ

https://twitter.com/HNurArtiran


Ahmed Şahin - Geçmişin hizmet insanı Maruf’tan düşündüren örnekler

Ahmed Şahin - Geçmişin hizmet insanı Maruf’tan düşündüren örnekler



AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Geçmişin hizmet insanı Maruf’tan düşündüren örnekler

 
Bağdad’ın ikinci asırdaki hizmet insanı olarak bilinen meşhur veli ve mutasavvıfı Maruf-u Kerhi, İslam’a hizmeti, nasıl bir feragat ve fedakarlığı göze alarak yapıyor bir görelim isterseniz.
 
Diyor ki:
 
- Hayatımızı İslam’ı yaşamaya ve yaşatmaya öylesine vakfetmeliyiz ki, bu sırada dünyamızı kaybetsek üzülmemeli, kazansak da sevinmemeliyiz! Çünkü diyor: Bu hayatın hedefi, dünyayı değil ahireti kazanmaktır! Ahiretini kazanan ise her şeyini kazanmış hiçbir şeyini kaybetmemiş demektir. Kaybeden ise her şeyini kaybetmiş, hiçbir şeyini kazanmamış demektir!.
 
 
Evet, ikinci hicret asrı alim ve arifi Maruf-u Kerhi Hazretleri, hayatı böyle anlıyor, böyle değerlendiriyor. İslam’a hizmet için dünyasını dahi feda etmeyi göze almak gerektiğini tereddüt etmeden söylerken çünkü diyor:
 
 
- Bu hayatın hedefi dünyayı değil ahireti kazanmaktır. Ahiretini kazanan her şeyini kazanmış demektir, kaybeden ise her şeyini kaybetmiş, hiçbir şeyini kazanmamış demektir!  
 
 
Kim bu anlayışın yanlış olduğunu söyleyebilir?
 
 
İslam’ı dille anlatma hizmetinden önce halle yaşamak gerektiğine de dikkat çeken Maruf Hazretleri, bu halle yaşayarak hizmet etme yolunu da niyetteki ihlasla tarif ederek şöyle diyor:
 
 
-Bir kul halis niyetiyle hizmete yönelirse, Allah da ona halle örnek olma hizmeti nasip eder, dilinden önce hali konuşup hizmet eder! Zaten insanı kurtaran da diliyle anlatma değil, haliyle yaşama hizmetidir!
 
 
Hizmet hayatı boyunca maruz kaldığı zorlukları nasıl bir sabır ve teslimiyetle yendiğini anlatırken de şunları söyler büyük Veli:
 
 
-Hizmet sırasında öylesine bir tevekkül ve teslimiyet içinde olun ki, bütün dayanağınız yalnız Allah (cc) olsun, başka kimseden destek aramaya gerek duymaz hale gelin hizmet hayatınız boyunca!.
Bir adam Maruf’un bu türlü İslami hassasiyetlerini görünce merak ederek der ki:
 
 
- Senin böylesine hassas yaşayışın ahirette hesap verememe korkundan mıdır?  Hayır, der. Kabir azabı korkundan mıdır? Yine hayır, der. Öyleyse cehennem azabı korkundandır, deyince Mâruf Hazretleri şu karşılığı verir:
 
 
-”Bu saydıkların nedir ki? Benim bütün hassasiyetim, bu saydıklarının tümünü de tasarrufunda tutan Rabb’imin rızasını kazanmak niyetimdendir. Zira O razı olduktan sonra bu saydıklarının hepsinden de korur ve kurtarır kulunu. Yeter ki kul, önce Rabb’inin rızasını kazanmayı hedef almış olsun!.
 
 
Bir asra yakın hizmet hayatı boyunca ne kadar mal ve servet edinmişti Maruf Hazretleri acaba?  Bunu yetiştirdiği meşhur talebesi Seriyyüs’sakati’ye son andaki vasiyetinden anlamak mümkündür. Vasiyetinde bakın ne diyor:
 
 
- Vefatımın vaki olduğu anda hemen gömleğimi çıkarıp bir yoksula verin, dünyaya nasıl çıplak geldi isem ahirete de öyle gitmek istiyorum, hesabını vermek zorunda kalacağım dünya malı bulunmasın üzerimde, diye düşünüyorum!.
 
 
Bağdat’ın bu büyük hizmet insanı mükellef sofralarda yemek yeme imkanı bulamazdı. Bir gün yol kenarında oturmuş elindeki ekmeği yerken karşısına dikilip bakmaya başlayan aç köpeği görünce tek başına yemekten utanır, bir ucundan kendi ısırır, öteki ucunu da gözünü dikmiş bekleyen köpeğe uzatır, ekmeği birlikte yemeye başlarlar. Bu sırada uzaktan durumu gören bir adam:
 
 
Utanmıyor musun elindeki ekmeği köpekle birlikte yemeye, der? Maruf:
 
 
-Utanmaz olur muyum der, utandığımdan dolayı tek başıma yiyemedim de onunla birlikte yemeye başladım. Maruf şöyle sorar:
 
 
-Sen olsan utanmaz mıydın aç kalan bir köpek karşısında iştiha ile karnını doyururken onun açlığına ilgisiz kalmaktan?
 
 
Bu soruya verecek cevap bulamayan adam uzaklaşırken söylendiği duyulur: Meczubun teki, ne olacak?             
 
 
Bu adamın ‘meczubun teki’ diye tarif ettiği hizmet insanı Maruf hazretlerini İslam alimleri de, “Ölümünden sonra tasarrufu devam eden büyük velilerden biridir hazreti Maruf.” diye tespit ederler.        
 
 
Demek büyükler hakkında suizanla bakan avamın tarifi öyle, hüsnüzanla bakanın alimlerin tespiti de böyle oluyor tarih boyunca. İşte sana çözmen gereken bir imtihan sırrı daha?
 
 
 

26 Ağustos 2014 Salı

Hikaye: Mazlum tepki vermezse korkun!

Hikaye: Mazlum tepki vermezse korkun!

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri (1703-1780)


Erzurum’un büyük velisi İbrahim Hakkı Hazretleri çocukken İsmail Fakirullah Hazretleri’ne teslim edilir. İyi bir terbiye alması için çocukluğunun mühim bir devresini Fakirullah Hazretleri’nin yanında geçiren İbrahim Hakkı, bir gün eline aldığı bir testiyle çeşmeye gider, doldururken oraya gelen bir atlı:

Çekil bakayım önümden be çocuk! diyerek İbrahim Hakkı hazretlerini azarlar ve atını çeşmeye sürer.

O da testisini alıp bir kenara çekilmeye uğraşırken atını mahmuzlayan adam, onu bir köşeye sıkıştırır. Testisini bırakıp kendisini kurtarmak zorunda kalır İbrahim Hakkı hazretleri. Bu esnada at da üzerine basıp testiyi kırar. Ağlayarak hocasının huzuruna gelerek:

Çeşmeden su alırken atını koşturarak gelen biri, atını üzerime sürdü. Can havliyle kendimi kurtarmaya çalışırken testimi de tepeletip kırdı” der.

Hocası, testini kıran atlıya sen bir şey söyledin mi diye sorar.

Hayır, hiçbir şey söylemedim” der İbrahim Hakkı.

Çabuk git ve o adama bir iki laf söyle” der hocası.

İbrahim Hakkı hazretleri gider çeşmenin başında atını tımar etmeye başlayan adamın yanına varıp bekler. Fakat bir türlü terbiyesini bozup da:

Benim testimi niye kırdın zalim adam diyemez.

Dönüp geldiğinde hocası Fakirullah hazretleri sorar:

Ona bir şeyler söyleyebildin mi?

Söyleyemedim efendim. Niyetlendim, lakin bir türlü dilimi çevirip de ağır bir söz sarf edemedim.

Hocası bağırır:

Sana diyorum, çabuk git ve o adama bir şeyler söyle, mukabele et yoksa sonu felaket olacak.

İbrahim Hakkı hazretleri bu defa kararlı olarak koşup çeşmenin başına gelir. Bir de bakar ki testisini kıran adamı kendi atı attığı çiftelerle çeşmenin havuzuna yuvarlamış ölüsü yatmaktadır. Koşarak gelip hocası İsmail Fakirullah Hazretleri’ne bu vahim vaziyeti anlatır. Hocası bu hale üzülür:

Vah vah bir testiye bir adam. Üzüldüm buna doğrusu der.

Huzurundakiler bundan bir şey anlamadıklarını söyleyince, büyük veli şöyle izah eder.

O atlı adam, İbrahim Hakkı’ya zulmetti. Zulme uğrayan da tek kelimeyle olsun mukabelede bulunmadı, zalimi Allah’a havale etti. Allah Teala’nın da gayretine dokunup zalimi cezalandırdı.

Şayet İbrahim Hakkı da onun zulmüne karşılık verip, ona bir şeyler söyleseydi, ödeşeceklerdi. Fakat İbrahim, büsbütün mazlum oldu. Bense ödeştirmek için uğraşıyordum, maalesef muvaffak olamadım.



Sofuoğlu'ndan ALS kampanyasına 'su kuyulu' tepki: Şov yapıyorlar

Sofuoğlu'ndan ALS kampanyasına 'su kuyulu' tepki: Şov yapıyorlar

 
HABERLER AKTÜEL SAKARYA
26 Ağustos 2014, Salı
 
Dünya Süpersport Motosiklet Şampiyonu Kenan Sofuoğlu, ALS hastalığına dikkat çekmek için başa buzlu su dökme kampanyasına tepki gösterdi. Sofuoğlu, Sosyal medya hesabından Somali'de kendisinin açtırdığı su kuyusunun fotoğrafını paylaşırken Türkçe ve İngilizce olarak "Bu kampanyaya katılmıyorum. Bence gösterişten başka bir şey değil" diye eleştiride bulundu.
 
ABD'de ALS hastalığına dikkat çekmek amacıyla başlatılan ve ülkemizde de hızla yayılan sinir sistemi hastalığı Amiyotropik Yanal Skleroz'a (ALS) dikkat çekmek amacıyla başlayan baştan aşağı buzlu su dökme kampanyasına dünyaca ünlü motosikletçi Kenan Sofuoğlu tepki gösterdi. Sofuoğlu, sosyal medyadaki hesabında 'Ice Bucket Challenge' kampanyasının yardımdan çok gösteriş amacıyla yapıldığına dikkat çeken Sofuoğlu, paylaşımında bu kampanyaya katılmayacağını belirterek Türkçe ve İngilizce olarak "Yaradanın bize bahşetmiş olduğu en kıymetli nimeti suyu, medya dünyasında kişisel gösteriş ve reklam kampanyasına dönüştürüp heba etmek yerine, bu nimeti bulamayan insanlara yardım etmek bize yakışır" dedi.





Kenan Sofuoğlu eleştirisini yaptığı paylaşımında 2011 yılında Somali'de açtırdığı su kuyusunun, "Resim 2011 yılında çekilmiş. Tabii ki hayır işi reklam için yapılmaz. Resmi paylaştım çünkü bizi bu konuda eleştirenlere gelsin" diye yazdı.

(DHA)

http://www.zaman.com.tr/aktuel_sofuoglundan-als-kampanyasina-su-kuyulu-tepki-sov-yapiyorlar_2239914.html


 

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 9


Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 9


 


1 - Nahl sûresi 61. âyet

 

Eğer Allah zulümleri yüzünden insanları cezalandıracak olsaydı dünyada tek canlı bile bırakmazdı. Fakat onları takdir ettiği bir vâdeye kadar bekletir. Vâdeleri gelince ne bir an öne alabilir, ne bir an geriye bırakabilirler.

 

***************

 

2 - Cumua sûresi 2. âyet


O, ümmîler arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu elçi onlara Allahın âyetlerini okur, onları arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbuki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler.

 

***************

 

3 - Cumua  sûresi 6. âyet


De ki: "Ey kendilerine Yahudi diyenler! İnsanlar arasında yalnız kendinizin Allahın dostları olduğunu iddia ettiğinize göre, bu iddianızda tutarlı iseniz, haydi hemen ölmeyi temenni edin de bir an önce O’na kavuşun.

 

***************

 

4 - Fatır sûresi 9. âyet


Allah o yüce Zattır ki rüzgârlar gönderir. Onlar bulutu kaldırır, derken onu ölü bir beldeye sevk ederiz ve onunla ölümünden sonra yeryüzüne hayat veririz. İşte ölülerin diriltilmesi de böyledir.

 

*****************

 

5 - Fussilet sûresi 35. âyet

 

Ama kötülüğe karşı iyilik hasleti, ancak sabredenlerin kârıdır, faziletten yana nasibi bol olanların kârıdır.

 

******************

 

6 - Tin sûresi 6. âyet

 

Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. Onlara ise hiç eksilmeyen bir mükâfat vardır.

 

********************

 

7 - İnsan sûresi 24. âyet

 

O halde Rabbinin hükmü gelinceye kadar sabret, sakın günaha ve küfre dadananlara itaat etme.

 

********************

 

8 - Tevbe sûresi 26. âyet

 

Sonra Allah, Resulünün ve müminlerin üzerlerine sekinetini, güven veren rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o kâfirleri azaba uğratmıştı. İşte kâfirlerin cezası budur!

 

********************

 

9 - Vakıa sûresi 60-61. âyetler

 

Aranızda ölümü Biz takdir ettik. Sizi yok edip yerinize benzerlerinizi getirmeyi ve sizi bilemeyeceğiniz bir biçimde ve vasıfta yaratmayı dilersek, Bize mani olacak hiçbir güç yoktur.

 

*******************

 

10 - Neml sûresi 2-3. âyetler

 

Kur’an, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak inanan mü’minler için bir hidayet rehberi ve bir müjdedir.