Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Emanete Riayet, Ahde Vefâ
a |
Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001) |
HAYIRLI CUMALAR
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...
(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )
Bismillâhir-rahmânir-rahîm
Emanete Riayet, Ahde Vefâ
Abdullah ibn-i Mes'ud RA dinlemiş, rivayet etmiş, Taberânî'de var. Hadis-i şerif'te de buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:
RE. 463/4 (Lâ imâne limen lâ emânete lehû, ve lâ dîne limen lâ ahde lehû, vellezî nefsü muhammedin biyedihî lâ yestakîmü dînü abdin hattâ yestakîme lisânüh, ve lâ yestakîmü lisânühû hattâ yestakîme kalbüh, ve lâ yedhulül-cennete men lâ ye'menü cârühû bevâikahû. Kîle: Yâ Rasûlallah! Mel-bevâiku? Kàle: Gaşmühû ve zulmühû.
Ve eyyü mâ racülin esàbe mâlen min gayri hıllihî ve enfaka minhü lem yübârik lehû fîhi, ve in tesaddaka lem yukbel minhü, ve mâ bakıye fezâdühû ilen-nâr. İnnel-habîse lâ yükeffirul-habîs, velâkinnet-tayyibe yükeffirul-habîs.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Ne buyurdu Efendimiz SAS, bu ifadelerden ne anlıyoruz:
(Lâ imâne limen lâ emânete lehû) "Güvenilirliği, emniyetliliği olmayan bir kişinin imanı yoktur." Neden?.. Kendisine güveniyorlar; hıyanet ediyor. Güvenilir bir insan değil. İmanı olan böyle yapar mı?.. Mahkeme-i kübrâdan korkar, hıyanet etmez. Eğer emaneti yoksa, eminliği, güvenilirliği yoksa bir kimsenin...
"--Yâhu kaypaktır, güvenilmez; sözüne güvenilmez, işine güvenilmez. Yüzüne güler, kuyunu kazar, arkandan kötülük yapar. Parayı verirsen geri vermez, borcunu ödemez."
Hà, güvenilirliği olmayan, eminliği olmayan bir kimsenin imanı yok ki, öyle yapıyor. (Lâ imâne) Hiçbir imanı yok!..
"--E var, camiye gidiyor, icabında bayrama gidiyor... Geçen sene hacca gitti, evvelki sene de umreye gitti..."
Sen onun eminliği olup olmadığına bakacaksın; emanet sıfatı var mı, güvenilirlik sıfatı var mı?..
Peygamber Efendimiz'in vasfı ne idi?.. Muhammed el-Emîn, güvenilir Muhammed... Hicret ederken ne yaptı?.. Kim kendisine emanetler vermişse, bir bir sahiplerine dağıtılmasını tenbihledi, tavsiye etti, öyle gitti. Çünkü güvenilir, hiçbir şey kaybolmaz. Senet sepet olmasa bile, söz senet...
Emin olmak, güvenilir olmak, hıyanet etmemek çok önemli!.. Aksini yapıyorsa, demek ki imanı zayıf... O zayıf imanı da Allah kabul etmiyor. Peygamber Efendimiz saymıyor onu, (lâ imâne) diyor, imanı yok sayıyor. Çünkü o hıyanetinin cezasını çekecek.
(Ve lâ dîne limen lâ ahde lehû) "Ahdine sadakati olmayanın da dini yoktur." Eyvah, din de gitti, iman da gitti şimdi!.. Ahdine hiç uymaz ki şu adam; kendisi hiç güvenilir bir insan değil ki!.. Söz verdi, sözünde durmuyor, ahdine riayet etmiyor. Halbuki ahd etti, peymân etti, yemin etti ama, tutmuyor. O zaman onun dini de yok!..
Şimdi, nerden aklıma geldi; bize geliyorlar:
"--Hocam söz veriyoruz, sana tabiyiz, sözünü dinleyeceğiz. Nasihatler ediyorsun, nasihatlerini tutacağız, iyi insan olacağız. Nefsimize uymayacağız. Şu namazları kılacağız, şu tesbihleri çekeceğiz. Şöyle yaşayacağız... Ahlâkımızı düzelteceğiz, günahlardan kaçınacağız." diyorlar.
Ahd ettik, peyman ettik, yazılı değil ama Allah şahid, Allah biliyor. Ondan sonra da ayet-i kerimeler okuduk. Olmadı mı bir ahidleşme, anlaşma?.. Oldu. Niye tutmuyorsun?.. Niye tutmuyor?.. Söz verdiği halde durmuyor, ahdine vefası yok... O zaman, çok tehlikeli bir duruma düşüyor. Ahdine sadâkati lâzım, yâni bağlı olması gerekiyor bir insanın...
Çok önemli şeyler muhterem kardeşlerim! Millet sanıyor ki, müslümanlık namaz kılmaktan ibaret... Türkiye'de ahlâk kalmadı. Ticârî ahlâk çöktü, siyâsî ahlâk çöktü, her şey çöktü... Neden?.. Bu işlerin önemi artık önemsenmez oldu da ondan.
Ahdine riayet edecek, güvenilir olacak. Devletin teslim edilen parasını harcamayacak, hazineyi hortumlamayacak. Sözünde duracak. Seçmene verdiği sözde duracak meselâ...
Tüccar güvenilir olacak, siyâsetçi güvenilir olacak, idareci güvenilir olacak... Koca güvenilir olacak, karı güvenilir olacak... Herkes güvenilr olacak.
Adam genel müdür oluyor bir fabrikaya... Satın alma müdürüyle ve sâireyle bir takım kuruyor. Hepsi alışverişlerde rüşvet yiyorlar. Teklif ediyorlar:
"--Şunu alacağız ama, fiatını çok yaz! Şu kadarını bize ver, şu kadarı da sana kalsın. Biz buradan istifade etmek istiyoruz." diyorlar, rüşvet alıyorlar.
Yâni ahlâk bozulmuş. Neden?.. Din ahlâkı korur, muhafaza eder. Din gitti mi, kuru kuruya öyle ahlâk olmaz. Olur diyenler, işte olmadığını gelsinler, görsünler.
Yemin ediyor Efendimiz: (Vellezî nefsü muhammedin biyedihî) "Muhammedin canı, hayatı, nefsi elinde olan Allah'a yemin olsun ki..." Alemlerin Rabbinin elinde tabii. Allah dilerse yaşatır, dilerse öldürür. Canını verir, alır. Veren Allah, alan Allah, yaşatan Allah, öldüren Allah...
"Muhammedin canı, nefsi elinde olan Allah'a yemin olsun ki; (lâ yestakîmü dînü abdin hattâ yestakîme lisânüh) kişinin dini doğru düzgün bir din olmaz, dili doğru düzgün olmadıkça..." Doğru sözlü olacak, söyledi mi doğru söyleyecek, sözü senet olacak.
(Ve lâ yestakîmü lisânühû hattâ yestakîme kalbühû) "Bu dilin doğruluğu da, kendi kendine olan bir şey değil. Kalbi, gönlü doğru olacak da, onun için söylediği söze dikkat edecek de, dili o zaman doğru olacak. Temel, gönlün, kalbin temiz olması...
Kalbin temizliği için de çalışmak lâzım! Kalbin temizliği tasavvufla oluyor, mânevî eğitimle oluyor. Onu yapmıyorlar, ona düşman oluyorlar, ona saldırıyorlar. Öyle bir eğitim olmayınca kalbi müstakîm olmuyor. Kalbi müstakîm olmayınca, dili de müstakîm olmuyor. Halbuki dilin müstakîmliği kalbin müstakimliğine bağlı...
Yâni kalb eğitimi yapacağız, gönül eğitimi yapacağız, iç eğitimi yapacağız, vicdan eğitimi yapacağız. Nefsimizi ıslah edeceğiz. Kur'an-ı Kerim'de:
[Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hàbe men dessâhâ] "Nefsini ıslah eden kurtulur ıslah edemeyen dünyada, ahirette helâk olur." buyruluyor. İşte onun bir başka bir şekilde ifadesi bu hadis-i şerif. O ayet-i kerime, bu hadis-i şerif... Nasıl aynı şeyi söylüyor, görüyorsunuz.
(Ve lâ yedhulül-cennete men lâ ye'menü cârühû bevâikahû.) "Komşusunun kendisinin haksızlığından, zulmünden, aldatmasından, belâsından emin olmadığı kimse cennete giremeyecek." Bir tehditli, tehlikeli durum daha...
Komşusuna zulmediyor, aldatıyor, eziyet ediyor. Komşuluğu kötü yapıyor, iyi komşuluk yapmıyor. Komşusu onun o halinden şikâyetçi, yaka silkiyor, emin değil... "Ben yazlığa gittiğim zaman, veya yurtdışına gittiğim zaman, bizim komşunun ne yapacağı belli olmaz. Çalar mı, çırpar mı?.. Ben evde yokken benim namusuma, malıma, mülküme göz diker mi, dikmez mi, emin değilim." diyor.
Hà, komşusunun kendisinden emin olmadığı kimse cennete giremeyecek. Çünkü komşu bir ölçüdür, büyük bir ölçüdür. Adamın yakını olduğundan her şeyini bilirsin, ordan anlaşılır.
Tabii şimdi her şey çoktüğü, değiştiği için, komşuların kötüsü de iyi insana zulmediyor. O komşusuna zulmediyor değil; komşuları bu zavallı, mâsum, sàlih, àbid, zâhid kimseye zulmediyor. Sorsan, bütün mahalleli yaka silkiyor:
"--Falanca adam çok kötü..."
"--Neymiş kötülüğü?.."
Adama bakıyorsun, beş vakit namazında, dürüst, iyi bir insan ama, etraf çok fena olduğundan kimse sevmiyor.
"--Yâhu bırak şu yobazı! Bizimle akşam kafayı çekmez. Toplantı, parti yaparız; dansa gelmez, karısını getirmez..."
Bir sürü şikâyet. Neden?.. Onlar başkalaşmış da onun için. Bu adamcağızın kabahati yok; etraf tamamen değişmiş, başka milletler gibi olmuş. Kendi örfünden, adetinden kopmuş. Şimdi bu adamcağız, kendi vatanında garip kalmış, gurbette gibi kalmış.
Böylesi değil de, aslında ikisi de iyi komşu iken, komşusuna haksızlık ediyorsa, zulmediyorsa; o kimse o zaman cennete girmeyecek demek. Tersini anlamayalım!
Bu devirde, anneye babaya itaat diyorlar. Tamam anaya babaya itaat Kur'an-ı Kerim'de var, hadis-i şerifte var, İslâm'da var. Ama ana baba diyor ki:
"--Gel lan buraya, şu içkiyi iç bakalım! İçmezsen, babalık hakkını sana helâl etmeyeceğim." diyor, oğlunu içkiye zorluyor.
Oğlan içmeyince;
"--Sen ne biçim müslümansın, anana babana itaat etmiyorsun?" diyor.
Sen ne biçim anne babasın ki Allah'ın emrine karşı geliyorsun da, günaha teşvik ediyorsun onu?.. Ne anneler biliyoruz, kızlarını neye teşvik eden... Ne babalar biliyoruz, çocuklarına namaz kılıyor diye kızıyor, dürüst diye kızıyor.
"--Bu kadar dürüst olunmaz bu devirde..."
"--Ne olacak?.."
"--Biraz aldatacaksın müşteriyi..."
"--Olmaz baba, ticareti ben dürüst yapmak istiyorum, helâl kazanmak istiyorum!" diyor.
"--Sen hangi devirde yaşıyorsun evlâdım?" diyor, bir de azarlıyor oğlunu.
Hile yapmağa, ticarette tartıyı, ölçüyü bozuk yapmağa uğraşıyor..
***
Almaya'da cuma hutbesini okuyan hoca anlattı ki: Birisine çağırmışlar. "Bizim efendi ölüyor." demiş kadının birisi, "Hocam gel şunun başında Yâsin oku!" demiş, gitmiş.
Adam hırıl hırıl hırıldıyor, ölmek üzere. Göğsü böyle hırıldıyor, gözleri kaymış, söylenenin farkında değil. Hàlet-i nez' diyorlar, ölüm hali... Hoca da başına geçmiş, yavaş yavaş "Eşhedü en lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah, muhammeder-rasûlüllah..." sözlerini söylüyor ki, ölecek olan kimsenin kulağı duysun, o da "Eşhedü en lâ ilâhe illallah..." desin.
Böyle teşvik ettikçe, kelime-i şehadeti telkin ettikçe, nihayet bir ara ölen adam gözlerini açmış, hocaya sert sert bakmış, hışımla bakmış:
"--Hoca ne söylenip duruyorsun, ne tazyik edip duruyorsun bana?.. Söyleyeceğim ama, şu kantarın topuzunu boğazıma boğazıma nasıl tıkıyorlar, ağzıma nasıl tıkıyorlar; ondan söyleyemiyorum!" demiş, ölmüş.
Hoca bu lafı duyunca;
"--Bacı senin kocan öldü, ama böyle bir şey oldu. Ben kelime-i şehadet getirtmek istedim ama, o da'Söyleyemiyorum işte hoca, görmüyor musun? Ağzıma kantarın topuzunu tıkıyorlar! Konuşamıyorum onun için, kelime-i şehadet getiremiyorum.'dedi. Bu ne haldir hanım?" demiş.
Karısı demiş ki:
"-Ah hocam, ah hocam, derdime parmak bastın! Bu bizim herif bakkaldı, mal alır mal satardı. Mal aldığı kantar hileli kantardı. Malı alırken o kantarla tartardı, bir kiloyu dokuzyüz gram gösterirdi." Yâni daha çok alıyor, kantar az gösteriyor.
"Ama satışta o kantarı kullanmazdı. Satarken öteki kantarı kullanırdı. O da bir kiloyu, bir kilo yüz gram gösteriyordu." Ne oluyor?.. Alırken yüz gram hile yapıyor, satarken yüz gram hile yapıyor; ikiyüz gram sırf tartıdan para kazanıyor. Fiatına ayrıca kâr koyması ayrı... Hile yapıyor.
Yaptı ama ne oldu? Son nefeste kelime-i şehadet getirecek, zebânîler ağzına kantar topuzu sokuyorlar sanıyor. Allah kelime-i şehadeti getirtmiyor.
Neden?.. Güvenilir adam değil. Zalim adam, hırsız adam, arsız adam, hayatında hüsn-ü àkıbetle yaşayacak işler yapmadı ki, Allah hüsn-ü akıbeti ona nasib etsin, kelime-i şehadet getirttirsin... Getirtmiyor.
Çok dikkat etmek lâzım!..
Allah-u Teàlâ Hazretleri, bizi Peygamber Efendimiz'in sevdiği ümmet haline getirsin... Efendimiz'in sünnetine uyan, hadis-i şeriflerdeki güzel bilgileri yakalayıp, alıp, güzel müslüman olmaya muvaffak etsin... Sàlih müslüman, hayırlı müslüman, her yönden faziletli, erdemli, yüksek insan olmayı nasib etsin... Güzel işler yapıp, huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasîb etsin...
Cennetiyle taltif eylesin, "Buyur cennetime!" diye cennetine dahil ettiği kullarından eylesin... Cemâliyle müşerref eylesin... Rıdvân-ı ekberine cümlemizi vâsıl eylesin...
Aziz ve sevgili kardeşlerim! Hatalarımız varsa; hatalar olunca ne yapılır?.. Hatalardan dönülür. Hatalardan dönmeye tevbe deniyor. Hatanız varsa dönün!.. Dünyadayken dönülür, günahlar, hatalar telâfi edilir. Ahirette, öldükten sonra dönüş olmaz.
(Accilû bit-tevbeti kablel-mevt) "Ölüm gelmeden evvel Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönüşü yapın!" İyi müslüman olun, Allah'ın sevgili kulu olun! İş işten geçmesin, tevbe kapısı kapanmasın, fırsat kaçmasın!..
HAYIRLI CUMALAR
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
19. 11. 1999 - Avustralya
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN
************************