31 Ekim 2014 Cuma

Önyargı: GELİNCİK..!

Önyargı: GELİNCİK..!
 
 

 Bir köyde tek başına yaşayan hamile bir kadının kocası, bebeği doğmadan ölmüş.

Kendisine arkadaş olması açısından, dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar.
...
Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz.

Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır.

Birkaç ay sonra kadının çocuğu doğar.

Kadın tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır.

Günler geçer ve kadın birgün birkaç dakikalığına da olsa evden ayrılmak zorunda kalır.

Gelincik ile bebek evde yalnız kalmışlardır.

Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir.

Eve geldiğinde gelinciği ve kanlı ağzını görür.

Anne çıldırmışcasına gelinciğe saldırır ve onu oracıkta öldürür.

Tam o sırada içerideki odadan bebek sesi duyulur.

Anne odaya yönelir ve odada beşiği, beşiğin içinde bebeği ve bebeğin yanında parçalanmış olan yılanı görür.

Toplumumuzda yaşanan sorunların ana nedenlerinden biri,

insanların yeterli bilgiye sahip olmadan olayları yorumlamasıdır..!
 
 
 

NİHAT HATİPOĞLU - Siz kendinizi Kuran'da aradınız mı hiç!

NİHAT HATİPOĞLU - Siz kendinizi Kuran'da aradınız mı hiç!


Siz kendinizi Kuran'da aradınız mı hiç! (Bir müminin ayetlerde kendini arayışı)

Siz kendinizi Kuran'da aradınız mı hiç! (Bir müminin ayetlerde kendini arayışı)

                    
Her birinizi anlatan bir ayet vardır. Bazı ayetleri okuduğunuzda bir an irkilirsiniz. "Bu ayet beni anlatıyor" dersiniz. Birebir örtüşür ayetler sizinle.
 
Hz. Ali'nin iyi bir dostu olan Ahnef bin Kays bir gün Kuran okuyordu. Şu ayete denk geldi: "Biz size içinde sizin kendinizin anlatıldığı bir kitap indirdik. Siz bunu hâlâ anlamıyor musunuz? (Enbiya, 10)"
 
Bu ayeti okuyan Ahnef irkildi ve "Bana hemen Kuran-ı Kerim'i getirin de, orada kendimin anlatılışını arayıp bulayım, Kimlerle birlikte olduğumu, kimlere benzediğimi göreyim" dedi. O Kuran'da kendini bulmalıydı. Acaba Kuran-ı Kerim onu da anlatıyor muydu? Kuran-ı Kerim'i açtı. Birtakım insanlara rastladı ki onlar şöyle tanıtılıyordu:
 
Bu ayettekilere bir benzesem!
 
"Gecenin az bir bölümünde uyurlardı. Seher vakitlerinde bağışlanmalarını istiyorlardı. Onların malları içinde dilenenlerin de, dilenmeyenlerin de (her ikisinin) hakları vardı." (Zariyat, 51/17, 18, 19)
 
Bu ayeti okuyunca şöyle dedi: "Ben bu ayetteki yüce ruha sahip değilim."
 
Başka bir ayette birtakım insanlara daha rastladı ki onların durumu da şöyleydi: "Onların yanları (gece namazına kalktıkları için) yataklarından uzak kalır. Rablerine korku ve umutla dua ederler. Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden de infak ederler." (Secde, 32/16)
 
Ahnef bu ayetlerden de umutsuzluğa kapıldı. Çünkü bu ayete de benzemiyordu.
 
Ahnef okumaya devam ediyordu. Ayette daha başka birtakım insanlara rastladı ki halleri şöyleydi: "Ve Rablerine secde ederek (acz ve edeble) geceyi ayakta geçirenler." (Furkan, 25/64) Bu ayeti okuyan Ahnef'in ümidi iyice sarsıldı.
 
Ahnef'in birtakım insanlara gözü ilişti ki onlar şu sözlerle anılıyordu: "Onlar bollukta da darlıkta da mallarını Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını bağışlarlar. Allah ise iyi şeyler yapanları sever." (Âl-i İmran, 3/134)
 
Ahnef okudukça halden hale giriyordu. Geriliyordu. İçi içini yiyordu. Bazı insanlara daha rastladı ki halleri şöyleydi:
 
"Bizzat kendileri muhtaç durumda olsalar bile başkalarını kendi canlarından daha üstün tutarlar. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar muradlarına erenlerin ta kendileridir" (Haşr, 59/9).
 
Daha başka birtakım insanlara da gözü ilişti ki, onların karakterleri şöyle çiziliyordu: "(Bunlar) büyük günahlardan ve çirkince utanmazlıklardan kaçınanlar, öfkelendiklerinde ise bağışlayanlar." (Şûra, 42/37)
 
"Rablerinin emrine uyanlar, namazı dosdoğru kılanlar, kendi aralarında işlerini danışarak çözenler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden başkalarına verenler." (Şûra, 42/38)
 
Bu ayettekilerden değilim
 
Bu ayete gelince yorulan Ahnef; "Ya Rabbi! Ben kendi durumumu biliyorum. Ben bu kimseler arasında görülmüyorum" dedi.
 
Sonra başka bir yol tuttu. Bu sefer birtakım insanlarla karşılaştı ki onlar şöyle tasvir ediliyorlardı: "Çünkü onlar, Allah'tan başka hiçbir tanrı yoktur" denildiğinde büyüklük taslarlardı. 'Biz, mecnun bir şair için mabudlarımızdan vaz mı geçecekmişiz?' derlerdi." (Saffat, 37/35-36)
 
Ahnef dedi ki "hamd olsun ben bunlardan değilim." Sonra şöyle tanımlanan insanlarla karşılaştı: "Allah, bir olarak anıldığı zaman ahirete inanmayanların kalbi öfkeyle kabarır. Oysa daha başkası anıldığında ise hemen sevince kapılırlar." (Zumer, 39/45)
 
Birtakım insanlara da rastladı ki onlara: "Sizi cehenneme sokan nedir? (diye sorulunca) günahkârlar: "Biz namaz kılmazdık" dediler. Yoksula da yedirmezdik, batıla dalanlarla beraber biz de dalardık. Din (ahiret) gününü yalan sayıyorduk. Sonunda kesin bir gerçek olan ölüm gelip bize çattı diye cevap verdiler." (Müddessir, 74/42, 46)
 
Ahnef ayetlerin baskısı altında geriliyor ve daralıyordu. Bir taraftan da gülümsüyor ve şöyle diyordu: "Hamd olsun bari böyle değilim."
 
Buraya gelince kısa bir süre için sessiz hareketsiz dikilip durdu. Sonra ellerini kulaklarına koyarak "Ey Allah'ım! Ben bunlardan sana sığınırım, ben onlardan uzağım" dedi.
 
Artık o Kuran-ı Kerim'in yapraklarını çeviriyor, kendisinin anlatıldığı yeri arıyordu. Sonunda şu ayete gelip durdu: "Onlardan başka bazı insanlar daha vardır ki onlar günahlarını açıkça itiraf ettiler. Onlar iyi bir ameli başka kötü bir amelle karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Tevbe, 9/102)
 
Burada Ahnef sevindi. Elinde olmadan ağzından şu cümle döküldü: "Evet, evet işte benim durumum bu. İnşallah ben bu gruptan olurum."
 
Yüzünü kim çizdi?
 
Bir an düşünün. Altı milyar insan. Şu anda yaşayan insan sayısı... Ve tam 6 milyar değişik yüz. Değişik surat. Halbuki her yüzde iki kulak, iki göz, tek burun, tek ağız ve tek alın var. İnsan kafatasının büyüklüğü önden arkaya yaklaşık 18 cm ile 15 cm arasıdır. Şu Yüce Kudret'e bakınız ki bu küçük alana Yüce Rabbimiz 6 milyar farklı yüz yerleştirebiliyor. Hâlâ şüphe mi ediyorsunuz?
 
Immanuel Kant'ın diploması
 
Alman kökenli olan, 1724'te doğan ve "saf aklın tenkidi" felsefesi ile öne çıkan Kant'ın hayatı fırtınalı geçmiştir.
 
13 yaşında annesini kaybedince, ıstıraplı bir hale büründü. 80 yaşında öldüğünde son sözü "DES İS GUT" (Hayırlısı budur) olmuştu. Eleştirel felsefenin babasıydı. İmam Gazali, İbni Rüşd, İbni Sina ve Muhyiddin Arabi'den etkilendiği belirtilir.
 
Metafizik profesörü olan Kant'ın doktora diplomasının başındaki besmele dikkat çekicidir. Kant'ın besmeleyi kendi el yazısıyla yazdığı da ifade ediliyor. Bu nedenle de gizli Müslüman olup olmadığı hep tartışılmıştır. 1804'te hayata veda etti.
 
Lokomotifi kim çekiyor?
 
40 vagonlu bir tren. Bu vagonlardan her biri arkadakini çekiyor. Bütün vagonları çeken de aslında lokomotiftir. Artık lokomotifi kim çekiyor sorusu çok da anlamlı değil.
 
Tıpkı ilk elma ağacının fidanının nerden geldiğini bilememek gibidir bu.
 
Emir komuta zincirinde "ordunun en yukarısındaki komutan kimden emir aldı" diye sormak anlamsız aslında.
 
Özetle; Kâinatı yorumlarken şu şundan dolayı birbirleriyle bağlantılı silsileler halinde var demek isabetli değildir.
 
Allah (c.c.) vardır. Varlığı hiçbir varlığa bağlantılı olmadan, var olduğu için vardır. Varlığı hiçbir varlığa benzemez. Varlığı sorgulanmaz. İnanılır, iman edilir. Düşünebildiğiniz, var olan, dokunabildiğiniz, tasarlayabildiğiniz hiçbir varlığa benzemez. Zaten; "muhalefetün lil havadis" sonradan olanlara benzememek en önemli vasıflarındandır.
 
 
 

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-56

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-56

SEVGİLİ EFKAN HOCAM FAKİRİNİZİN HAKKINDAKİ Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ... 

Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...

Sevgili Efkan hocam kendisinden bahsettiğim bölümleri yazılardan çıkartmış. Kendisi benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın salih bir kuludur.

Benim namaza başlamama vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.

Çok emek harcayıp özet haline  getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi komşu yapana hamdolsun...

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-56/Blog/?BlogNo=478444

Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-56


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-56
 



Celal ÇELİK’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini ,sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını yeniden gözden geçirerek kısa ve öz olarak özet şeklinde sizlere sunmaya devam ediyorum.

Boş durmak:

Ben boş durmayı, televizyona bakıp oturmayı bir türlü sevemedim. Ömür çok kısa. Ben de acizane, Efendimizi SAV örnek alarak, Allah rızası için yazılar ve mailler, facebook, twitter paylaşımlarım ile okyanusta bir damla olmaya çalışıyorum.

Tefekkür etmek:

Dünyayı geniş açıdan tefekkür ettim. Allah, herşeyi biz insanlar için yaratmış. Yılanın zehiri bile faydalı.

Antibiyotiklerde antiseptik olarak bir miktar zehir oldugunu biliyor muydunuz?

Hammaddesi su ve ot olan ineklerin karnındaki fabrikadan, insanın vücudunun ihtiyacı protein kaynağı süt üretiliyor.

Agaçlar çamurlu su içiyor, gübre yiyor, insana çeşit çeşit meyveler veriyor.

Allah denizde balıkları da insan için yaratmış.

Yaşama devam edebilmemiz için tatlı su kaynakları akarsuları akıtmış.

Yağmuru rahmet vesilesi kılmış.

Allah yağmur ve karı insan için tane tane yağdırıyor.

Yoksa, çığ şeklinde de yağdırabilirdi değil mi?

Tüm dünyayı nefes almamız için oksijenle doldurmuş.

Dünyaya ısı ve ışık kaynağı güneşi yaratmış. Milyonlarca yıldır yanmak maddesi bitmiyor

Gece lambası yıldızları ve ayı yaratmış.

Dinlenmemiz için geceyi ve çalışmamız için gündüzü oluşturmak için, dünyayı kendi etrafında basket topu gibi döndürüyor.

Sıkılmayalım diye yazı, kışı, baharı yaratıyor.

Vücudumuzun muhtaç olduğu vitamin, minarel, proteinleri biliyor ki, yerden midemize uygun gıdaları bitiriyor.

Yeryüzünü bir sofra yapmış. Üzüm, kavun, portakal, elma, muz, hurma, şeftali.... Et, balık, tavuk, yumurta ...

Elsiz bir böcekle bize ipek giydiriyor... Zehirli bir böcekle bal sunuyor....

Tavuğun tornası yok, tezgahı yok, trak fabrika gibi fix yumurta çıkarıyor.

Daha bu liste çok uzar. Çünkü Rabbimiz Kuran’da:

“Allah'ın nimetlerini saymaya kalksanız, saymakla bitiremezsiniz. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.”(Nahl suresi, 18. ayet)

Meteorlar bize neyi anlatıyor?
Yalnızca Dünya'ya özgü olan atmosfer tabakası, içerdiği oksijen sayesinde göktaşlarının sürtünmeyle alevlenmesini ve bu şekilde yere çarpıncaya kadar büyük kütle kayıplarına uğramasını sağlamaktadır. Bir başka deyişle atmosferin koruyucu etkisi sayesinde Dünya her gün yaşanması olası laketlerden korunmaktadır.

Atmosferin bu koruyucu özelliği, yeryüzünde insanların ve diğer tüm canlıların yaşamını mümkün kılan çok hassas dengelere sahip yaratılış delillerinden biridir. Ancak bu koruyucu özellik, onu dev göktaşlarına karşı aşılmaz bir engel kılmamaktadır. Bu durum, aslında insanın ne denli aciz olduğunu ve Rabbimiz’in muazzam koruması olmasa Dünya üzerinde her an bir felaket yaşanabileceğini gözler önüne sermektedir.

Bizler farkında olmadığımız halde Dünya atmosferine sık sık göktaşları girer ancak yere ulaşamadan yanar. Allah sonsuz şefkat sahibi olan herşeyden haberdar olandır. Kuran'da Allah'ın insanları koruduğu, Enbiya Suresi'nin 32. ayetinde şöyle haber verilmektedir:

“Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık,....”

Efkan Vural

(Devam edecek)


 

30 Ekim 2014 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Emanete Riayet, Ahde Vefâ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN -  Emanete Riayet, Ahde Vefâ


a
Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm

Emanete Riayet, Ahde Vefâ

Abdullah ibn-i Mes'ud RA dinlemiş, rivayet etmiş, Taberânî'de var. Hadis-i şerif'te de buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

RE. 463/4 (Lâ imâne limen lâ emânete lehû, ve lâ dîne limen lâ ahde lehû, vellezî nefsü muhammedin biyedihî lâ yestakîmü dînü abdin hattâ yestakîme lisânüh, ve lâ yestakîmü lisânühû hattâ yestakîme kalbüh, ve lâ yedhulül-cennete men lâ ye'menü cârühû bevâikahû. Kîle: Yâ Rasûlallah! Mel-bevâiku? Kàle: Gaşmühû ve zulmühû.

Ve eyyü mâ racülin esàbe mâlen min gayri hıllihî ve enfaka minhü lem yübârik lehû fîhi, ve in tesaddaka lem yukbel minhü, ve mâ bakıye fezâdühû ilen-nâr. İnnel-habîse lâ yükeffirul-habîs, velâkinnet-tayyibe yükeffirul-habîs.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Ne buyurdu Efendimiz SAS, bu ifadelerden ne anlıyoruz:

(Lâ imâne limen lâ emânete lehû) "Güvenilirliği, emniyetliliği olmayan bir kişinin imanı yoktur." Neden?.. Kendisine güveniyorlar; hıyanet ediyor. Güvenilir bir insan değil. İmanı olan böyle yapar mı?.. Mahkeme-i kübrâdan korkar, hıyanet etmez. Eğer emaneti yoksa, eminliği, güvenilirliği yoksa bir kimsenin...

"--Yâhu kaypaktır, güvenilmez; sözüne güvenilmez, işine güvenilmez. Yüzüne güler, kuyunu kazar, arkandan kötülük yapar. Parayı verirsen geri vermez, borcunu ödemez."

Hà, güvenilirliği olmayan, eminliği olmayan bir kimsenin imanı yok ki, öyle yapıyor. (Lâ imâne) Hiçbir imanı yok!..

"--E var, camiye gidiyor, icabında bayrama gidiyor... Geçen sene hacca gitti, evvelki sene de umreye gitti..."

Sen onun eminliği olup olmadığına bakacaksın; emanet sıfatı var mı, güvenilirlik sıfatı var mı?..

Peygamber Efendimiz'in vasfı ne idi?.. Muhammed el-Emîn, güvenilir Muhammed... Hicret ederken ne yaptı?.. Kim kendisine emanetler vermişse, bir bir sahiplerine dağıtılmasını tenbihledi, tavsiye etti, öyle gitti. Çünkü güvenilir, hiçbir şey kaybolmaz. Senet sepet olmasa bile, söz senet...

Emin olmak, güvenilir olmak, hıyanet etmemek çok önemli!.. Aksini yapıyorsa, demek ki imanı zayıf... O zayıf imanı da Allah kabul etmiyor. Peygamber Efendimiz saymıyor onu, (lâ imâne) diyor, imanı yok sayıyor. Çünkü o hıyanetinin cezasını çekecek.

(Ve lâ dîne limen lâ ahde lehû) "Ahdine sadakati olmayanın da dini yoktur." Eyvah, din de gitti, iman da gitti şimdi!.. Ahdine hiç uymaz ki şu adam; kendisi hiç güvenilir bir insan değil ki!.. Söz verdi, sözünde durmuyor, ahdine riayet etmiyor. Halbuki ahd etti, peymân etti, yemin etti ama, tutmuyor. O zaman onun dini de yok!..

Şimdi, nerden aklıma geldi; bize geliyorlar:

"--Hocam söz veriyoruz, sana tabiyiz, sözünü dinleyeceğiz. Nasihatler ediyorsun, nasihatlerini tutacağız, iyi insan olacağız. Nefsimize uymayacağız. Şu namazları kılacağız, şu tesbihleri çekeceğiz. Şöyle yaşayacağız... Ahlâkımızı düzelteceğiz, günahlardan kaçınacağız." diyorlar.

Ahd ettik, peyman ettik, yazılı değil ama Allah şahid, Allah biliyor. Ondan sonra da ayet-i kerimeler okuduk. Olmadı mı bir ahidleşme, anlaşma?.. Oldu. Niye tutmuyorsun?.. Niye tutmuyor?.. Söz verdiği halde durmuyor, ahdine vefası yok... O zaman, çok tehlikeli bir duruma düşüyor. Ahdine sadâkati lâzım, yâni bağlı olması gerekiyor bir insanın...

Çok önemli şeyler muhterem kardeşlerim! Millet sanıyor ki, müslümanlık namaz kılmaktan ibaret... Türkiye'de ahlâk kalmadı. Ticârî ahlâk çöktü, siyâsî ahlâk çöktü, her şey çöktü... Neden?.. Bu işlerin önemi artık önemsenmez oldu da ondan.

Ahdine riayet edecek, güvenilir olacak. Devletin teslim edilen parasını harcamayacak, hazineyi hortumlamayacak. Sözünde duracak. Seçmene verdiği sözde duracak meselâ...

Tüccar güvenilir olacak, siyâsetçi güvenilir olacak, idareci güvenilir olacak... Koca güvenilir olacak, karı güvenilir olacak... Herkes güvenilr olacak.

Adam genel müdür oluyor bir fabrikaya... Satın alma müdürüyle ve sâireyle bir takım kuruyor. Hepsi alışverişlerde rüşvet yiyorlar. Teklif ediyorlar:

"--Şunu alacağız ama, fiatını çok yaz! Şu kadarını bize ver, şu kadarı da sana kalsın. Biz buradan istifade etmek istiyoruz." diyorlar, rüşvet alıyorlar.


Yâni ahlâk bozulmuş. Neden?.. Din ahlâkı korur, muhafaza eder. Din gitti mi, kuru kuruya öyle ahlâk olmaz. Olur diyenler, işte olmadığını gelsinler, görsünler.

Yemin ediyor Efendimiz: (Vellezî nefsü muhammedin biyedihî) "Muhammedin canı, hayatı, nefsi elinde olan Allah'a yemin olsun ki..." Alemlerin Rabbinin elinde tabii. Allah dilerse yaşatır, dilerse öldürür. Canını verir, alır. Veren Allah, alan Allah, yaşatan Allah, öldüren Allah...

"Muhammedin canı, nefsi elinde olan Allah'a yemin olsun ki; (lâ yestakîmü dînü abdin hattâ yestakîme lisânüh) kişinin dini doğru düzgün bir din olmaz, dili doğru düzgün olmadıkça..." Doğru sözlü olacak, söyledi mi doğru söyleyecek, sözü senet olacak.


(Ve lâ yestakîmü lisânühû hattâ yestakîme kalbühû) "Bu dilin doğruluğu da, kendi kendine olan bir şey değil. Kalbi, gönlü doğru olacak da, onun için söylediği söze dikkat edecek de, dili o zaman doğru olacak. Temel, gönlün, kalbin temiz olması...

Kalbin temizliği için de çalışmak lâzım! Kalbin temizliği tasavvufla oluyor, mânevî eğitimle oluyor. Onu yapmıyorlar, ona düşman oluyorlar, ona saldırıyorlar. Öyle bir eğitim olmayınca kalbi müstakîm olmuyor. Kalbi müstakîm olmayınca, dili de müstakîm olmuyor. Halbuki dilin müstakîmliği kalbin müstakimliğine bağlı...

Yâni kalb eğitimi yapacağız, gönül eğitimi yapacağız, iç eğitimi yapacağız, vicdan eğitimi yapacağız. Nefsimizi ıslah edeceğiz. Kur'an-ı Kerim'de:

[Kad efleha men zekkâhâ. Ve kad hàbe men dessâhâ] "Nefsini ıslah eden kurtulur ıslah edemeyen dünyada, ahirette helâk olur." buyruluyor. İşte onun bir başka bir şekilde ifadesi bu hadis-i şerif. O ayet-i kerime, bu hadis-i şerif... Nasıl aynı şeyi söylüyor, görüyorsunuz.

(Ve lâ yedhulül-cennete men lâ ye'menü cârühû bevâikahû.) "Komşusunun kendisinin haksızlığından, zulmünden, aldatmasından, belâsından emin olmadığı kimse cennete giremeyecek." Bir tehditli, tehlikeli durum daha...



Komşusuna zulmediyor, aldatıyor, eziyet ediyor. Komşuluğu kötü yapıyor, iyi komşuluk yapmıyor. Komşusu onun o halinden şikâyetçi, yaka silkiyor, emin değil... "Ben yazlığa gittiğim zaman, veya yurtdışına gittiğim zaman, bizim komşunun ne yapacağı belli olmaz. Çalar mı, çırpar mı?.. Ben evde yokken benim namusuma, malıma, mülküme göz diker mi, dikmez mi, emin değilim." diyor.

Hà, komşusunun kendisinden emin olmadığı kimse cennete giremeyecek. Çünkü komşu bir ölçüdür, büyük bir ölçüdür. Adamın yakını olduğundan her şeyini bilirsin, ordan anlaşılır.

Tabii şimdi her şey çoktüğü, değiştiği için, komşuların kötüsü de iyi insana zulmediyor. O komşusuna zulmediyor değil; komşuları bu zavallı, mâsum, sàlih, àbid, zâhid kimseye zulmediyor. Sorsan, bütün mahalleli yaka silkiyor:

"--Falanca adam çok kötü..."

"--Neymiş kötülüğü?.."

Adama bakıyorsun, beş vakit namazında, dürüst, iyi bir insan ama, etraf çok fena olduğundan kimse sevmiyor.

"--Yâhu bırak şu yobazı! Bizimle akşam kafayı çekmez. Toplantı, parti yaparız; dansa gelmez, karısını getirmez..."

Bir sürü şikâyet. Neden?.. Onlar başkalaşmış da onun için. Bu adamcağızın kabahati yok; etraf tamamen değişmiş, başka milletler gibi olmuş. Kendi örfünden, adetinden kopmuş. Şimdi bu adamcağız, kendi vatanında garip kalmış, gurbette gibi kalmış.


Böylesi değil de, aslında ikisi de iyi komşu iken, komşusuna haksızlık ediyorsa, zulmediyorsa; o kimse o zaman cennete girmeyecek demek. Tersini anlamayalım!

Bu devirde, anneye babaya itaat diyorlar. Tamam anaya babaya itaat Kur'an-ı Kerim'de var, hadis-i şerifte var, İslâm'da var. Ama ana baba diyor ki:

"--Gel lan buraya, şu içkiyi iç bakalım! İçmezsen, babalık hakkını sana helâl etmeyeceğim." diyor, oğlunu içkiye zorluyor.

Oğlan içmeyince;

"--Sen ne biçim müslümansın, anana babana itaat etmiyorsun?" diyor.

Sen ne biçim anne babasın ki Allah'ın emrine karşı geliyorsun da, günaha teşvik ediyorsun onu?.. Ne anneler biliyoruz, kızlarını neye teşvik eden... Ne babalar biliyoruz, çocuklarına namaz kılıyor diye kızıyor, dürüst diye kızıyor.

"--Bu kadar dürüst olunmaz bu devirde..."

"--Ne olacak?.."

"--Biraz aldatacaksın müşteriyi..."

"--Olmaz baba, ticareti ben dürüst yapmak istiyorum, helâl kazanmak istiyorum!" diyor.

"--Sen hangi devirde yaşıyorsun evlâdım?" diyor, bir de azarlıyor oğlunu.

Hile yapmağa, ticarette tartıyı, ölçüyü bozuk yapmağa uğraşıyor..

***

Almaya'da cuma hutbesini okuyan hoca anlattı ki: Birisine çağırmışlar. "Bizim efendi ölüyor." demiş kadının birisi, "Hocam gel şunun başında Yâsin oku!" demiş, gitmiş.

Adam hırıl hırıl hırıldıyor, ölmek üzere. Göğsü böyle hırıldıyor, gözleri kaymış, söylenenin farkında değil. Hàlet-i nez' diyorlar, ölüm hali... Hoca da başına geçmiş, yavaş yavaş "Eşhedü en lâ ilâhe illallah... Lâ ilâhe illallah, muhammeder-rasûlüllah..." sözlerini söylüyor ki, ölecek olan kimsenin kulağı duysun, o da "Eşhedü en lâ ilâhe illallah..." desin.

Böyle teşvik ettikçe, kelime-i şehadeti telkin ettikçe, nihayet bir ara ölen adam gözlerini açmış, hocaya sert sert bakmış, hışımla bakmış:

"--Hoca ne söylenip duruyorsun, ne tazyik edip duruyorsun bana?.. Söyleyeceğim ama, şu kantarın topuzunu boğazıma boğazıma nasıl tıkıyorlar, ağzıma nasıl tıkıyorlar; ondan söyleyemiyorum!" demiş, ölmüş.

Hoca bu lafı duyunca;

"--Bacı senin kocan öldü, ama böyle bir şey oldu. Ben kelime-i şehadet getirtmek istedim ama, o da'Söyleyemiyorum işte hoca, görmüyor musun? Ağzıma kantarın topuzunu tıkıyorlar! Konuşamıyorum onun için, kelime-i şehadet getiremiyorum.'dedi. Bu ne haldir hanım?" demiş.

Karısı demiş ki:

"-Ah hocam, ah hocam, derdime parmak bastın! Bu bizim herif bakkaldı, mal alır mal satardı. Mal aldığı kantar hileli kantardı. Malı alırken o kantarla tartardı, bir kiloyu dokuzyüz gram gösterirdi." Yâni daha çok alıyor, kantar az gösteriyor.

"Ama satışta o kantarı kullanmazdı. Satarken öteki kantarı kullanırdı. O da bir kiloyu, bir kilo yüz gram gösteriyordu." Ne oluyor?.. Alırken yüz gram hile yapıyor, satarken yüz gram hile yapıyor; ikiyüz gram sırf tartıdan para kazanıyor. Fiatına ayrıca kâr koyması ayrı... Hile yapıyor.

Yaptı ama ne oldu? Son nefeste kelime-i şehadet getirecek, zebânîler ağzına kantar topuzu sokuyorlar sanıyor. Allah kelime-i şehadeti getirtmiyor.

Neden?.. Güvenilir adam değil. Zalim adam, hırsız adam, arsız adam, hayatında hüsn-ü àkıbetle yaşayacak işler yapmadı ki, Allah hüsn-ü akıbeti ona nasib etsin, kelime-i şehadet getirttirsin... Getirtmiyor.

Çok dikkat etmek lâzım!..

Allah-u Teàlâ Hazretleri, bizi Peygamber Efendimiz'in sevdiği ümmet haline getirsin... Efendimiz'in sünnetine uyan, hadis-i şeriflerdeki güzel bilgileri yakalayıp, alıp, güzel müslüman olmaya muvaffak etsin... Sàlih müslüman, hayırlı müslüman, her yönden faziletli, erdemli, yüksek insan olmayı nasib etsin... Güzel işler yapıp, huzuruna sevdiği kul olarak varmayı nasîb etsin...

Cennetiyle taltif eylesin, "Buyur cennetime!" diye cennetine dahil ettiği kullarından eylesin... Cemâliyle müşerref eylesin... Rıdvân-ı ekberine cümlemizi vâsıl eylesin...

Aziz ve sevgili kardeşlerim! Hatalarımız varsa; hatalar olunca ne yapılır?.. Hatalardan dönülür. Hatalardan dönmeye tevbe deniyor. Hatanız varsa dönün!.. Dünyadayken dönülür, günahlar, hatalar telâfi edilir. Ahirette, öldükten sonra dönüş olmaz.

(Accilû bit-tevbeti kablel-mevt) "Ölüm gelmeden evvel Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönüşü yapın!" İyi müslüman olun, Allah'ın sevgili kulu olun! İş işten geçmesin, tevbe kapısı kapanmasın, fırsat kaçmasın!..

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..


19. 11. 1999 - Avustralya

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

 ************************

 




ŞÜKRET ARKADAŞIM..!

ŞÜKRET ARKADAŞIM..!
 
 

 Yüzünüzü yıkamaya gitmeniz sadece 10 saniye sürerken, yatağa bağlı yaşayanlar var tüm manzarası tavan olan.

Şükret arkadaşım, ayakkabını giyebildiğin bir ayağın var.
...
Senin söverek bindiğin otobüse, uzaktan bakıp iç geçiren tekerlekli sandalyedeki o adam var.

10 saat uyuyup iş yerinde hala esnerken, geceyi çocuğunun başında hiç uyumadan bekleyip, ilaç parası için işe giden babalar var.

Sen annenin önüne koyduğu yemeğe burun kıvırırken, kimi anneler var pazar dağıldığında çürük domatesleri toplayan.

İsyan etme arkadaşım annesiz var babasız var kıymet bil.

Her nefsin tadacağı bir ölüm var.

Şükret haline ki, sen bugün uyanırken nefesini yastığında bırakan var.

Şükret arkadaşım, bir şükrü bile bilmeyenler var..!
 
 
 

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Adl

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Adl



El-Adl: Çok adil olan, asla zulmetmeyen, hak ile hükmeden, adalet sahibi manalarına gelmektedir.

El-Adl ismi hem Hz. Ali’nin hem de İmam-ı Azam Hazretleri’nin İsm-i Azam olarak gördükleri isimler arasındadır.

Allah-u Teâlâ adalet sahibidir. Haksızlık ve zulüm yapmaz. Zaten zulüm başkasının mülküne tecavüzdür. Bütün mülk ise Allah’ındır. Bu cihetle Cenab-ı Hak hakkında -hâşâ- zulüm düşünülemez.

O her işinde adaletle hükmeder. Ne hesabında, ne takdirinde, ne kahrında, ne gazabında ve ne de icraatlarında zerre miskal zulüm yoktur. Her işinde ve her fiilinde mutlak adalet sahibidir.
Şimdi El-Adl isminin âlemdeki tecellilerini tefekkür edelim:

1. Zalimlere gelen bütün semavi tokatlar El-Adl isminin bir tecellisidir.

Zalimlere gelen bütün semavi tokatlar El-Adl isminin bir tecellisidir. Nuh kavminin, Ad kavminin, Semud kavminin, Firavunların, Nemrutların, Karunların helakı hep bu ismin tecellisiyledir. Nerede bir zalim varsa ve ona semavi bir tokat inmişse, onda El-Adl ismi tecelli etmiştir. Şimdi bu ismin tecellisine Kur’an’ın beyanıyla bakalım:

“Karun’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da (helak ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi. Nitekim onlardan her birini günahları sebebiyle suçüstü yakaladık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgârlar gönderdik. Kimini korkunç bir ses yakaladı. Kimini yerin dibine geçirdik. Kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine zulmediyorlar. (Ankebut 39-40)

İşte bu ayetlerle beyan buyrulan bütün azaplar El-Adl isminin tecellisiyle inmiş ve zalimler bu ismin tecellisiyle helak edilmiştir.

Ya Rab! El-Adl isminin bu manasıyla bizlerde tecelli etmesinden sana sığınırız.

Ya Rab! Gazabından rızana, azabından affına, adaletinden rahmetine sığınırız. Affın cömertliğindir, azabın ise adaletindir. Bize adaletinle değil, kereminle muamele eyle. Âmin!

2. Kâinattaki mizan, denge ve ölçü El-Adl isminin bir tecellisidir.

Kâinattaki mizan, denge ve ölçü El-Adl isminin bir tecellisidir. Şimdi El-Adl isminin bu manasını âlem sayfasında tefekkür edelim: Şu âlemdeki her varlık, mikroorganizmalardan bitki ve hayvanlara varıncaya kadar her şey bu dünyayı istila etmek istemektedir. Hâlbuki onların bu istila meyli ve arzusu bir kuvvetin setti ile önlenmekte ve her biri bir limiti geçememektedir.

Mesela bir mikroorganizma uygun şartları bulduğunda 44 saat içinde 5000 dünya ağırlığında bir büyüklüğe ulaşabilme özelliğine sahiptir. Eğer bu mikroorganizma dilediği gibi büyüyebilseydi, tek başına şu âlemi istila edebilirdi. Ancak diğer canlıların hayat haklarının korunması için bu mikroorganizmaya müsaade edilmemiş ve çeşitli düşmanlarla mücadele etmek zorunda bırakılarak dünyayı istilasının önüne geçilmiştir. İşte bu organizmanın büyümesini önleyen El-Adl isminin tecellisidir.

Denizlerde milyonlarca yumurta yumurtlayan balıklara da bir sınır getirilmiştir. Eğer bir sınırlama getirilmeseydi, her bir balık türü denizleri kendi cinsiyle istila ederdi ve denge de yerle bir olurdu.
Mesela ıstakoz bir yılda yedi milyon yumurta yumurtlar. Eğer bunların hepsi ıstakoz olsaydı, birkaç senede denizler ıstakozla dolar taşardı.

Mezgit balığı da senede altı milyon yumurta yumurtlar. Eğer bütün mezgitler yaşasaydı, bir seneye kalmaz denizler mezgitle dolardı. Oysa altı milyon mezgitten ancak bir düzinesi hayatta kalabilmekte ve diğerleri hayvanlara yem olmaktadır.

Eğer balıklar ve diğer deniz canlıları diledikleri gibi çoğalsalardı, bir sene içinde denizlerin dörtte üçünün canlılarla dolup taşacağını, karaları da suların istila edeceğini kestirmek herhâlde güç olmaz. Ancak buna müsaade edilmemekte ve denizlerde muhteşem bir denge hâkim olmaktadır. İşte bu denge El-Adl isminin bir tecellisidir.

Bir cins ev faresinin bir sene içerisinde 400’e, ikinci senede ise 65.000’e ulaşabileceği tespit edilmiştir. Eğer farelerin üremesi ve çoğalmasının önüne geçilmeseydi, iki sene içerisinde yeryüzünü iki karış fare kaplardı. Bu farenin de dilediği gibi çoğalamaması El-Adl isminin bir tecellisidir.

Ya dünya atmosferindeki oksijen dengesine ne demeli? Atmosferde % 21 oksijen, % 77 azot ve %2 oranında da diğer gazlar vardır. Eğer oksijen %21 oranında değil de biraz daha fazla olsaydı, ocağı yakmak için kibriti çaktığınızda dünyayı yakabilirdiniz. Ya da biraz daha az olsaydı, boğazımıza bir ip geçirilmiş gibi nefessiz kalırdık. İşte bu denge ve ölçü de El-Adl isminin bir tecellisidir.

Misalleri çoğaltmak hatta kâinattaki denge ile ilgili bir kitap yazmak mümkündür. Zaten her fennin konusu bu denge olup her fen bu dengenin varlığına sadık bir şahittir. İşte âlemdeki bütün bu dengeler, mizanlar ve ölçüler El-Adl isminin bir tecellisidir. Demek, bu ism-i şerif bir an âlemdeki tecellisini çekse, âlem karmakarışık bir hâl alıp her şey birbirine girecektir. El-Adl isminin bu manadaki tecellisi sebebiyle Rabb’imize sonsuz hamd ve sena olsun.

3. Her şeye hassas ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek ve her azayı yerli yerine koymak El-Adl isminin bir tecellisidir.

Her şeye hassas ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek ve her azayı yerli yerine koymak El-Adl isminin bir tecellisidir. Şimdi El-Adl isminin bu manadaki tecellisini insan aynasında tefekkür edelim:

Vücudumuzda altmışa yakın element bulunmaktadır. Bu elementlerin hepsi bir ölçüye ve dengeye göre vücudumuzda bulunmaktadır. Vücudumuzda belli ölçülerde demir, magnezyum, krom gibi elementler vardır. Bunların azlık veya çokluğu hastalıklara sebep olur. Mesela bakır kan yapıcı özelliğe sahiptir. Eksikliğinde sinir hastalıkları baş gösterir. Mangan beyin fonksiyonlarını işlettirir.

Eksikliği davranış bozukluklarına sebep olur. Kadminyumun görevi ise tansiyonu ayarlayıp düzgün çalışmasını sağlamaktır. Eksiklik veya fazlalığında tansiyon rahatsızlıkları baş gösterir. Vücudun herhangi bir yerine elementlerin yığılması ise hormonal bozuklukları meydana getirir. İnsanın vücudunda böyle son derece hassas bir denge hâkim olduğu gibi, diğer hayat sahipleri olan hayvanların ve bitkilerin vücudunda da aynı denge hâkimdir. İşte bu denge El-Adl isminin bir tecellisidir.

Şimdi de suretlerdeki ve azaların yerleştirilmesindeki dengeye ve ölçüye bakalım:

İşte insanın yüzü… Ne kadar da ölçülü ve dengeli… Her aza birbiriyle ne kadar uyum içinde…

Mesela eğer burnumuz biraz uzun olsaydı, ağzımızı kapatırdı. Kaşlarımız uzasaydı, gözlerimizi kapatırdı. Ya dişlerimiz ya da dilimiz uzun olsaydı, bu durumda ağzımızı nasıl kapatırdık? Gözümüz veya kulağımız büyük veya küçük olsa ne kadar dengesiz ve ölçüsüz olurdu. Ve bunlar gibi… Her aza nasıl da dengeli yaratılmış ve diğer azalarla uyumu ne de mükemmel sağlanmış…
Şimdi diğer mahlûkların suretlerindeki ölçüyü, azalarındaki dengeyi ve azalar arasındaki uyumu insana kıyas edin…

İşte suretlerin böyle dengeli bir şekilde icadı, azaların ölçülü bir şekilde yaratılması ve azalar arasındaki uyum El-Adl isminin bir tecellisidir. El-Adl ismi bu manasıyla her an sayısız varlıkta tecelli etmektedir.

4. Her hak sahibine kabiliyeti nispetinde hakkını vermek El-Adl isminin bir tecellisidir.

Her hak sahibine kabiliyeti nispetinde hakkını vermek yani vücudunun bütün ihtiyaçlarını karşılamak ve hayatına devam edebilmesi için gereken bütün cihazları en münasip bir tarzda ona takmak El-Adl isminin bir tecellisidir. Dilerseniz El-Adl isminin bu manadaki tecellisini bir deve üzerinde tefekkür edelim:

Devenin hörgücü depo gibidir. Günlerce bu depodaki rızık ile idare edebilir. Üç hafta su içmeden yaşayabilir.

Ayakları geniştir. Kumda batmadan koşabilir.

Göz kapaklarındaki kirpikler ağ gibidir. En şiddetli kum fırtınalarında bile gözleri kum ile dolmaz.

Burnu öyle bir şekilde yaratılmıştır ki, en korkunç fırtınalarda bile rahatça nefes alabilir.

Üst dudağı yarıktır. Bu da dikenli çöl bitkilerini kolayca yemesini sağlar.

Uzun boynu yerden üç metre yükseklikteki yaprakları bile yemesine imkân tanır.

Dizler bir boynuz kadar sert ve kalın bir zardan oluşan nasırla kaplıdır. Bu nasırlar hayvan kumlara yattığında onu aşırı sıcak olan zeminden ve yaralanmalardan korur.

Kalın kürkü sayesinde yazın (+) 50 dereceye varan sıcağına, kışın ise (-) 50 dereceye kadar ulaşan soğuğuna dayanabilir. Ve daha bunlar gibi birçok özellik…

Mesela devenin bütün özellikleri olmakla birlikte sadece ayakları atın ayakları gibi olsaydı, çölde 1 km bile gidemezdi.

Ya da gözü ağlı olmasaydı, fırtınalarda tek bir adım bile atamazdı.

Veya dudakları yarık olmasaydı, beslenemezdi. O zaman diğer özelliklerinin bir önemi kalır mıydı?

İşte devenin bu şekilde yaratılması yani hayatının muhafazası için ona en uygun vücudun ve azaların verilmesi ve ihtiyacının karşılanması, başka bir ifadeyle hayat hakkının korunması El-Adl isminin bir tecellisidir.

Şimdi filleri, balıkları, kuşları, böcekleri, bitkileri ve diğer mahlukatı deveye kıyas edin. Onların hayat haklarının korunması için onlara verilen vücuda, onlara takılan cihazlara ve ihtiyaçlarının mükemmelen karşılanmasına bakın ve El-Adl isminin bu tecellisi karşısında hayret secdesine varın!

5. İyiliklere güzel neticeler ve kötülüklere fena neticeler verme El-Adl isminin bir tecellisidir.

İyiliklere güzel neticeler ve kötülüklere fena neticeler vermek El-Adl isminin bir tecellisidir. Demek, mümine cenneti vermek ve kafiri cehenneme sokmak El-Adl isminin bir tecellisidir. Gerçi cennet kazanılmaz, belki bir lutf-u İlahidir. Ancak müminlerle kafirlerin arasını ayırarak müminleri cennete, kafirleri cehenneme sokmak bir adalettir ve ism-i Adlin bir tecellisidir. El-Adl isminin bu ciheti ahirette tam manasıyla tecelli edecektir.

Bu isimden hissemiz şu olmalıdır: İlk önce her işimizde doğru ve adaletli davranmalı ve El-Adl ismine bu cihette parlak bir ayna olmalıyız. Yalan ve hile asla bizden sudur etmemelidir. Daha sonra, bu ismin saydığımız manalarını âlem sayfalarında tefekkür etmeli ve her mahlukun üzerinde El-Adl ismini farklı cihetlerle okuyarak marifetullahta yükselmeliyiz.

Cenab-ı Hak bizleri El-Adl ismine tam bir ayna yapsın. Ve mahluklar üzerinde bu ismin tecellisini okuyarak zatına ulaşan kullar zümresine dâhil eylesin! Âmin!
 
 
 
 

Hak ve Adalet Dini


Hak ve Adalet Dini

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey îman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, anne babanız ve akrabanızın aleyhine bile olsa Allah için şahitlik eden kişiler olun! (Haklarında şahitlik yaptığınız kişilerin) zengin veya fakir olmasına bakmayın, zira Allah onlara (sizden) daha yakındır. Nefsin arzularına tâbî olmayın ki haktan dönmeyesiniz ve adâlet üzere hareket edebilesiniz! (Şahitliği) eğip büker yahut ondan tamamen yüz çevirirseniz, (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdârdır.” (Nisâ, 135)
​​
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Her kim insanlarla muâmelede bulunur haksızlık etmez, onlarla konuşur yalan söylemez, onlara vaatte bulunur sözünden dönmezse işte o, insanlığı kemâle ermiş, âdaleti ortaya çıkmış ve kendisiyle kardeş olunması vâcip olmuş kişidir.” (Deylemî, Hadis No: 5546)

--

29 Ekim 2014 Çarşamba

BU ÜMMET-İ MUHAMMED NE KADAR DA ÇOK DEĞİŞTİ..!

BU ÜMMET-İ MUHAMMED NE KADAR DA ÇOK DEĞİŞTİ..!





Devirler vardı;
Sarayda bir kadının kölesiydi.
...
Kadın bütün kapıları kapatıp onu çirkin bir iş yapmaya çağırmış, arkadan yırtılmış gömleği iffetine şehadet etmişti.

Rabbim; zindan bana bunların beni çağırdığı şeyden hayırlıdır diye niyaz edince, yıllarını zindana vermiş ama iffetinden ve ahlakından ödün vermemişti.

Devirler geldi;
Köleler kendi elleriyle teslim oldu Züleyhalar'a.

Paramparça iffet gömlekleriyle gezilir oldu, sıkılmadan sokaklarda.

Haram kokan eller parçaladı, en kıymetli elbiseleri.

Takva elbisesi yırtılıp, yılanlar döküldü ceplerinden.

Devirler vardı;

Peygamber-i nefesler duyulurdu yüreklerde.

İnsanlar meleklerle yarışırdı, O'na (c.c) kulluk yolunda.

Bir keresinde bir genç kız, Resulullah'a (s.a.v) soru sorarken amcaoğlu Fadl’ın kıza dikkatlice baktığını farkeden, Rasulullah (s.a.v) Fadl’ın başını tutup başka tarafa çevirmişti.

Sahabe de olsa insan hata yapabilirdi.

Bunu Rasulullah (s.a.v) kızmadan, kırmadan göstermişti.

Amcası Abbas (r.a) Resulullah'a (s.a.v) bunu neden yaptığını sorunca;

Bir genç kız ve bir genç erkek aleyhinde şeytana güvenemedim buyurmuştu.

Devirler geldi;

Başımızı tutup başka yöne çevirecek, bir Resul de (s.a.v) yoktu artık aramızda.

Gözlerinizi harama bakmaktan sakındırın diyen ayetlerde unutulunca, gözler alabildiğine açıldı haramlara ve gönül gözden girene meftun olup açtı kapılarını masivaya sonuna kadar.

Devirler vardı;

İslama yeni girmiş olmanın ağırlığını taşıyamayan bir genç, Rasulullah'a (s.a.v) gidip zina için izin istemişti.

Resulullah' da (s.a.v) o kadın senin annen, kız kardeşin, teyzen, halan olsa razı olur musun, diye sorunca genç razı olmazdım demişti.

Rasulullah (s.a.v) mübarek elini gencin kalbine koyunca, silinip gitmişti gencin bütün nefsan-i arzuları.

Bir keresinde de, bir Medine gecesinde gözü bir kadına takılmıştı bir gencin, ismi Salebe idi.

Ya bunu Allah (c.c) Rasulüne (s.a.v) vahiyle bildirirse diye bir düşünce geçince gönlünden, alıp başını gitmiş bir dağ başında günlerce ağlamıştı.

Ashabtan iki kişi onu bulup Rasulullah’a (s.a.v) getirince, utancından O’na (s.a.v) bakamamış, birkaç gün sonra da bunun ağırlığını taşıyamadığından ruhunu Allah'a (c.c) teslim etmişti.

Ama öyle bir tevbe ile yönelmişti ki Rabbine, cenazesine melekler eşlik etmişti.

Rasullah (s.a.v) yere meleklerin kanadını incitirim endişesiyle, parmak uçlarında basmıştı.

Devirler geldi;

Ona ümmet olma şerefine nail olanlar kurtulamadı nefsin tuzaklarından.

Meşru yollar varken gayr-ı meşru yollar süslü gözüktü gözlere, gönüllere.

Her sokak başında bir Züleyha bekler oldu Yusuflar'ı.

Kuyular derin oldu, iplerse Züleyhalar'ın elinde.

Züleyhalar'ın ipleri de, başkalarının elinde.

Çektikçe ipleri haramlara çıktı yollar, nefis pazarlarında yağma edildi gencecik ruhlar.

Bir kere bile pişmanlık gözyaşları akıtmadan, bir kere bile ayetleri muhatap almadan yaşandı gençlikler son sürat.

Cenneti şeytana çaldıranlar, hiç feryat edip ağlayıp inlemedi.

Devirler vardı;

Rasulullah (s.a.v) Huzeyfe'ye (r.a) münafıkların isimlerini söylemişti.

Rasullullah'a (s.a.v) sırdaştı, Ömer (r.a) o isimlerin içinde ben var mıyım, diye sorardı.

Bugün Allah için ne yaptım diye, yüreği erirdi Ömer'in. (r.a)

Devirler geldi;

İnsanlar imanlarını sorgulamadan derin uykulara daldılar.

Göğüslerde imanlar zayıfladı, insanlar ateşe uçan pervaneler gibi gözü kapalı yürüdü ateşlere.

Dindarlık bir etiket oldu kalıplarda.

Kalplere dönüp de nazar eden olmadı.

Ne çıkarsa hacıdan hocadan çıkar, diye kara laflar dolaşır oldu ortalıkta.

Devirler vardı;

Bir çift anne gözü beklediğinden Veysel'in (r.a) yolunu, Rasulullah'ın (s.a.v) seferden dönmesini bile bekleyemeden, O'nu (s.a.v) göremeden ayrılmak zorunda kalmıştı, Resulullah'ın (s.a.v) yurdundan.

Devirler geldi;

Analar bırakıldı huzur evlerine.

Öfff bile denmeyecek yürekler paramparça edildi.

Kadın artık nazarlarda ana değildi.

Ahlak rafa kalkınca, örtüleri çekilip alınınca üzerlerinden, kadın artık bir reklam malzemesi, bir meta oldu hayatlarımızda.

Bu Ümmet-i Muhammed ne kadar da çok değişti.

Ne kadar çok taviz verdi dininden, değerlerinden.

O'nun (s.a.v) ümmeti olmaya bin şahit isteyen haller, tavırlar donattı benliğini.

Rasulullah'ın (s.a.v) ümmetim için en korktuğum şeyler, diye sıraladığı her şey yaşanır oldu bir bir.

Cennet karşılığında Allah'ın (c.c) talip olduğu canlar ve mallar heba edildi.

Kendi nefsimize ne kadar da çok zulmettik ve kimse bize kendimize yaptığımız kadar, zulmetmedi yüreklerimize.


 Bu Ümmet-i Muhammed ne kadar da çok değişti..!


 
 
 

Ahmed Şahin - Tahir’ül-Mevlevi’nin cenazesi mezarlıkta niçin yerlerde sürüklendi?

Ahmed Şahin - Tahir’ül-Mevlevi’nin cenazesi mezarlıkta niçin yerlerde sürüklendi?


Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
 

Tahir’ül-Mevlevi’nin cenazesi mezarlıkta niçin yerlerde sürüklendi?


Hayatımızda bize iyilik yapanları unutmayız. Hatta öyle iyilik yapanlarımız olur ki, onları hayatımız boyunca da ölürken de unutmamız mümkün olmaz.

-Kimler mi ölürken de iyiliklerini unutamayacağımız bu yüce kimseler?

-İslami hayata girmemize vesile olanlar, dini aşk ve şevkimizi kazanmamıza vasıtalık edenler.. Tek cümle ile hidayetimize sebep olanlar!.. Evet, insan istikametini düzeltmesine sebep olan, İslami aşk ve şevkini kazanmasına vasıtalık eden âlimleri, gönül ehli zatları, daha doğrusu kimler nasıl bir şekilde vesile olmuşsa onları asla unutamıyor. Hatta son nefesinde bile kendisine yapılan bu iyiliği düşünüp minnettarlığını sürdürebiliyor hidayetine sebep olanlara karşı.

İsterseniz size yakın tarihimizde yaşanmış büyük bir âlimin ibretli bir saygı, sevgi örneği vasiyetini arz edeyim de hep birlikte düşünelim, yapılan iyiliklerin içinde en başta kimin iyilikleri unutulamıyormuş bir daha hatırlayalım. Tanıyanların “Osmanlı kültürünü cumhuriyet nesline taşımakta köprülük görevi yapan önemli ilim adamı” diye tarif ettikleri son Osmanlı âlimi ve maneviyat büyüğü Tahir-ü’l Mevlevi, 1951’de 73 yaşında ilerlemiş hastalığının son gülerini yaşıyordu. Bu sırada yanına çağırdığı yakınlarına bakın vasiyetini nasıl yaptı:

-Beni dedi, maneviyatımı kazanmama sebep olan üstadımın da bulunduğu Merkez Efendi Mezarlığı’ndaki annemin yanına defnedin. Yalnız şu vasiyetimi de asla ihmal etmeyin. Tabutumu omuzlar üstünde götürürken üstadımın mezarı hizasına varınca hemen omuzlarınızdan indirin, yerlerden sürüyerek çekip götürün, tabutumun içinde de hidayetime ve İslami aşk ve şevkimi kazanmama sebep olan hocama olan hürmetimi ve minnettarlığımı ifade etmek istiyorum! Sakın bu vasiyetimi yersiz bularak ihmal etmeyin, mutlaka yerine getirin!

Bu vasiyetinden sonra çok geçmez, Tahir-ül Mevlevi 1951de 73 yaşında vefat eder, vasiyeti gereği Merkez Efendi Mezarlığı’na götürülür. Kendisinin yetişmesine sebep olan hocasının mezarı hizasına gelince hemen tabut omuzlardan indirilip yerden sürüyerek götürülürken cenaze imamının öfkeli itirazı duyulur:

-Ne yapıyorsunuz siz deli misiniz? Koskoca âlimin tabutu omuzdan indirilip yerde sürüklenir mi? Cevap verirler.

- Biz sadece hocamızın yaptığı vasiyetini yerine getiriyoruz. “Üstadımın huzurunda beni omuzlarınızda tutmayın yerlerden sürüyerek götürün, hocama duyduğum saygı ve sevgimi ölünce de sürdürmek istiyorum” diye vasiyet etti, derler. İmam efendiyi ikna etmek mümkün olmayınca cenazede hazır bulunan Şeyh Hacı Muzaffer Ozak devreye girerek durumu şöyle açıklar:

-Hoca fendi mani olmayın der. Tahir-ül Mevlevi, hidayetine sebep olan hocasının huzurundan geçerken tabutunun yerlerden sürüklenerek geçirilmesini bizzat kendisi istedi, vasiyeti gereğidir bu. Bunda bir yanlışlık da yoktur. Tam aksine isabet vardır, der ve ünlü Cerrahi Şeyhi Muzaffer Efendi sözlerine şu değerlendirmeyi de ilave eder:

-Hiçbir iyilik insanın hidayetine sebep olmak kadar büyük olamaz! İşte yaşadığımız bu olay da bunu ifade etmektedir. Bırakın bu tabut yerden sürünerek gitsin, bu örnek de böyle yaşanarak insanlara örneklik etsin!..

Ve Tahir’ül-Mevlevi’nin tabutu kendisini yetiştiren hocasının mezarı hizasında yerlerden sürüklenerek götürülür. Böylece insanın hidayet ve yetişmesine sebep olanlara karşı nasıl bir hürmet ve saygı içinde olması gerektiği, bu vasiyet uygulaması sebebiyle daha net şekilde anlaşılmış olur.

-Ne dersiniz? Bizim de benzeri şekilde iyiliğini gördüklerimiz var mı yaşadığımız hayatımızda? Onlara karşı bizim hürmet ve saygımız ne durumda acaba şu anda? Düşünmeye değer mi? Değer diyorsanız buyurun:

-Fatebiru ya ülil ebsar! Düşünün ey basiret sahipleri! a.sahin@za­man.com.tr
 
 
 

28 Ekim 2014 Salı

Hikaye: Değil Bizans’ı dünyayı fethederim


Hikaye: Değil Bizans’ı dünyayı fethederim

 

Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethetme plânları yapıyordu. Daha henüz 21 yaşında bulunan hükümdar, İstanbul'un fethine girişmeden önce, halkını imtihan etmek istemişti.

 

Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, Osmanlı'nın başşehri olan Edirne'de çarşıya çıktı. Çarşının bir tarafından girip, alış veriş yapmaya başladı. Birinci dükkâna varıp birşey aldı.

 

İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi. Fatih'i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih Hazretleri mal olduğu halde neden vermediğini sordu. Adam:

 

-Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir, dedi.

 

Fatih memnun olmuştu. Öbürüne vardı, bir miktar mal aldı .. İkincisini istediğinde o da vermeyip komşu dükkâna gönderdi. Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı .. Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı.

 

Aldıkları erzakı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah'a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi:

 

-Ya Rabbi sana hamdolsun .. Bana böyle birbirini düşünen millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans'ı, dünyayı bile fethederim, dedi ve İstanbul'un Fetih planlarını hazırlamaya başladı ..

 

 

Minik Dualar Grubu’nu kuran sanatçımız Ertuğrul Erkişi bey, bu menkıbeyi değerler eğitimi konusundaki bir çalışmasında güzel bir besteyle anlatmış. Dinlemek için tıklayınız=

 


 

 

 

Zengin olmak için hırs göstermeyelim

Zengin olmak için hırs göstermeyelim


ADALET için acele etme ! AHİRETİ UNUTMA



Bu fotoğraf nasıl da içimizi acıttı değil mi !

Ve hemen arkasından "BU NASIL BİR DÜNYA ARKADAŞ, ADALETE BAK " gibisinden sözler sarf ettiniz belki de !?

Bak peygamberimiz (s.a.v ) ne buyurmuş ;

"Fakirler (müminler), cennete zenginlerden (müminlerden) beş yüz sene önce girerler."
(Tirmizi, Zühd 37.)


“Cennetin kapısında durup baktım. Bir de gördüm ki, içeri girenlerin çoğu yoksullardı. Zenginler ise hesap vermek için alıkonulmuştu. Ayrıca onlardan cehennemlik olanların da cehenneme sevkedilmeleri emrolunmuştu.”
( Buhârî, Rikâk, 51, Müslim, Zikir, 93)


 

Ölüm acısına nasıl dayanılır?

Ölüm acısına nasıl dayanılır?
 

 
 
Ölüm Şadıman Teyze’yi etkiledi…
 
(Şadıman Teyze yaşlanmış bir emekli öğretmendir. Doktora gider, sırası gelince içeriye girer, doktorla selamlaşırlar.)
 
-Doktor: Hayrolsun Şadıman teyze çok üzgünsün bugün.
 
-Şadıman Teyze: Sorma kızım. Hem de çok… Hayatımdaki en çok sevdiğim, hayattaki tek dostum diyebileceğim kişiyi kaybettim. Çok ağır geldi bana. Yapayalnız hissettim. Dertleşeceğim tek arkadaşım kalmadı.
 
-Doktor. Allah rahmet eylesin. Demek çok seviyordunuz!
 
(Ertesi ay Şadıman teyze tekrar doktoruna gelir, bu kez yaşadığı şoku atlatmış gibidir, daha sakindir. )
 
-Şadıman Teyze: Ben Kuran’a başladım kızım. Bu yaşta Kuran öğrenmek ve okumak nasip oldu. Çok rahatladım. Başka türlü atlatamadım. Çok ağır geldi bana bu ölüm.
 
-Doktor: Allah imanlı ölüm nasip etsin Şadıman Teyze. Ölenle ölünmez, ne yapalım… Hayatımız devam ediyor.
 
-Şadıman Teyze: Öyle kızım ama insana çok ağır geliyor. Arkadaşım öldü ya, her bir şeyini yok ettiler. O güzelim, dokunmaya kıyamadığı vitrini vardı, avizeleri vardı, çok sevdiği özel eşyalarını bilirim. Her birisini dağıttılar. Mücevherlerini satmışlar. Geride hiçbir şeyciğini bırakmadılar kızım. Demek böyleymiş. Sen gidince arkandan izin de silinip gidiyormuş.
 
Muhammed Bozdağ
 
 

Ahmed Şahin - Bir hicri yılbaşı muhasebesi

Ahmed Şahin - Bir hicri yılbaşı muhasebesi


Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr
 

Bir hicri yılbaşı muhasebesi


İdrak ettiğimiz 1436. hicri yılımızın İslam alemine ve insanlık dünyasına hayırlar getirmesini diliyor, muhasebesini yaparak yaşayacağımız nice hayırlı hicri yıllar niyaz ediyoruz.

İzin verirseniz, yeni hicri yılımızın birinci ayı olan Muharrem’in 4’ünde, bir hicri yıl muhasebesi yaparak girmiş olalım yeni yılımıza. Girilen her yeni hicri yılda Bağdat halkına şöyle uyarılarda bulunuyordu meşhur muhaddis ve mutasavvıf İmam-ı Şibli Hazretleri:

- Ey Müslümanlar! Aylar geçiyor seneler bitiyor derken bir de bakıyoruz ki, daha da yakınlaşmışız önümüzdeki en büyük hesap günümüze. Öyle ise daha da yakınlaştığımız o büyük hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekerek yaşayalım yeni hicri yılımızı!..

İmam-ı Şibli’nin “kendimizi hesaba çekerek yaşamalıyız yeni yıllarımızı” manasındaki ısrarlı uyarılarından etkilenen bir talebesi sorusunu şöyle sorar:

- Yeni yılda, kendimizi hesaba çekerek yaşama konusunda bu kadar ısrar ediyorsunuz. Biz burada kendimizi hesaba çekerek yaşarsak sanki orada hesaba çekilmeyecek miyiz?

Maneviyat büyüğünün bu soruya cevabı şöyle olur:

- Evet, burada kendini hesaba çekerek yaşayan, orada hesaba çekilmeyebilir. Çünkü hadiste “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin!” uyarısı yapılmaktadır. Bu uyarı sebepsiz değildir elbette.

Bu defa soru sahibi talebesi yeni yılda kendini hesaba çekerek yaşamaya yönelir. Yani, ahirette hesabını veremeyeceği işleri dünyada yapmamaya kesin karar verir. Hep yaptığı işlerin hesabını vereceğini düşünerek yapar. İşte kendini hesaba çekerek yaşamaya başladığı bu sıralarda bir gece rüyasında hocası Şibli’yi, beyaz bir ata binmiş bulutlara doğru uçup gidiyor şekilde görünce arkasından seslenir:

- Dur! ne olur birazcık dur da ben de geleyim seninle!. İmamın cevabı manidar:

- Ben bu hapishaneden bir kurtuldum bir daha durur muyum buralarda?.

Sabah ilk işi gördüğü rüyasını sormak için üstadını ziyarete gitmek olur. Bakar ki hocasının kapısında cenaze hazırlığı var. Onun hesabını yaparak yaşadığı dünyadan kurtulup ahiret saraylarına doğru uçtuğunu anlamakta gecikmez.

Ama hocasının bu ani gidişine de çok üzülür, her gece rüyada görmek niyetiyle okuyarak uzanır yatağına. Nihayet arzu ettiği hocasını rüyasında görerek merak ettiği sorusunu da sorar:

- Sen der, dünyada kendini hesaba çekerek yaşar, bize de hesabımızı yaparak yaşama ikazında bulunurdun, hesabın nasıl geçti, rahatça verebildin mi hesabını?

Hazret-i Şibli’nin cevabı sevinçli olur:

- Melekler beni hesaba çekmek üzere karşıma geçtikleri sırada Rabb’imden hitap geldi: “O kuluma hesap sormayın! Çünkü o dünyada kendini hesaba çekerek yaşadı, veremeyeceği hesabı yoktur burada! Şibli Hazretleri:

- Siz de der, hesabınızı yaparak yaşayın hayatınızı, veremeyeceğiniz bir hesapla gelmeyin buraya. Size de: o kulum hesabını yaparak yaşadı, veremeyecek hesabı yoktur burada, densin!

- Ne dersiniz? Biz de Şibli Hazretlerinin ikazlarını hatırlayarak harcadığımız hicri senenin sonunda, harcamaya başladığımız yeni hicri yılımızın da başında kendimizi hesaba çekerek hayatımızı bir gözden geçirsek mi? Geçtiğimiz senelerde hesabını veremeyeceğimiz işlerimiz olduysa, tövbe istiğfarlarla, hak sahipleriyle helalleşerek hesabımızı bir düzeltsek mi? İhmal ettiğimiz ibadetlerimizi, yerine getirmediğimiz hizmetlerimizi yapma azmine girsek, yeni hicri yıla daha derin bir İslami hayat yaşama niyet ve azmiyle girsek mi?.. Yoksa kendini hesaba çekmeden yıllarını tüketenlerin düştükleri gaflete biz de düşerek malum tekerlemeyi biz de mi tekrarlasak:

- Ayağını sıcak tut başını serin, hayatını yaşa düşünme derin mi desek? Fakat unutmamak gerek ki, yıllarını düşünmeden tüketenlerin duydukları son pişmanlık çok acı oluyor, hesabını yapmadan yaşadıkları yılların hesabını çok zor veriyorlar en sonunda!

Öyle ise var mısınız 1436. hicri yılımızın başında kendimizi hesaba çekerek yaşama kararı alma azim ve aşkına? En geriye attığımız bu bir numaralı meselemizi en öne alarak düşünme şuuruna?

Öyle ise var mısınız 1436. hicri yılımızın başında kendimizi hesaba çekerek yaşama kararı alma azim ve aşkına? En geriye attığımız bu bir numaralı meselemizi en öne alarak düşünme şuuruna?
 
 

27 Ekim 2014 Pazartesi

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 18


Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 18


 


1 - Ahkaf sûresi 34. âyet

 

Gün gelecek, kâfirler cehennem ateşine karşı tutulacaklar. İşte o zaman, kendilerine: "Nasıl, bu ateş doğru değil miymiş?" diye sorulunca: "Evet, Rabbimize yemin ederiz ki haktır, gerçektir!" diyecekler. Yüce Allah da şöyle buyuracak: "İnkâr edip durduğunuz için haydi öyleyse tadın bakalım azabı!"

 

***************

 

2 - Cuma sûresi 9. âyet


Ey iman edenler! Cuma namazına ezan ile çağırıldığınız zaman derhal Allahı zikretmeye (hutbe ve namaza) gidin, alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.

 

***************

 

3 - Yunus sûresi 57. âyet


Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir hidâyet ve rahmet geldi.

 

***************

 

4 - Kehf sûresi 2-4. âyet


(Allah onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak, salih ameller işleyen mü’minleri, içlerinde ebedî olarak kalacakları güzel bir mükâfat (cennet) ile müjdelemek ve “Allah, bir çocuk edindi” diyenleri de uyarmak için dosdoğru bir kitap kıldı.

 

*****************

 

5 - Hucurat sûresi 14. âyet

 

Bedeviler "iman ettik!" dediler. De ki: "Siz iman etmediniz, lâkin "İslâm olduk, size inkıyad ettik!" deyiniz. Zira iman henüz kalplerinize girmiş değildir. Eğer Allah’a ve resulüne itaat ederseniz, sizin emeklerinizden hiçbir şeyin mükâfatını eksiltmez. Yaptığınızı zayi etmez. Gerçekten Allah gafûr ve rahîmdir (mağfireti, merhamet ve ihsanı boldur).

 

******************

 

6 - Talak sûresi 7. âyet

 

İmkânı geniş olan, imkânına göre nafakayı bol versin. Nasibi sınırlı olan ise Allahın kendisine verdiği imkân ölçüsünde nafaka versin. Allah, herkesi sadece ona verdiği imkân nisbetinde yükümlü tutar. Allah, sıkıntının ardından kolaylık ihsan eder.

 

********************

 

7 – Beled sûresi 17,18. âyet

 

Sonra da iman edenlerden olup birbirine sabrı tavsiye edenlerden, birbirine merhameti tavsiye edenlerden olanlar var ya, işte onlar Ahiret mutluluğuna erenlerdir.

 

********************

 

8 - Araf sûresi 16,17. âyet

 

"Öyle ise" dedi, (Şeytan) "Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım." "Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın."

 

********************

 

9 - Hucurat sûresi 6. âyet

 

Ey iman edenler, herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.

 

*******************

 

10 - Hucurat sûresi 12. âyet

 

Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın. Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Öyleyse Allahın azabından korkun da bu çirkin işten kendinizi koruyun. Allah tevvabdır, rahîmdir (tövbeleri kabul eder, merhamet ve ihsanı boldur).