30 Mayıs 2015 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Allah’a itaat, ibadette devamlılığı gerektirir…

Hekimoğlu İsmail - Allah’a itaat, ibadette devamlılığı gerektirir…


Hekimoğlu İsmail
 
AİLE-SAĞLIK

 

Allah’a itaat, ibadette devamlılığı gerektirir…


Allah “Hayat” sıfatıyla her şeyi yaratır, “Rezzak” sıfatıyla da yarattıklarının rızkını verir. Bu sıfatlar her şeyi kuşatır çünkü Allah’ın yarattıklarında devamlılık vardır; mesela nefes alıp vermemiz devamlıdır, yememiz içmemiz devamlıdır aynı şekilde güneşin doğup batması, güneş sistemindeki gezegenlerin hareketi devamlıdır…

Nasıl ki tren, sert bir fren yapsa vagonlar raydan çıkar, top mermisi gibi hızla giden gezegenler bir saniye duraklasalar paramparça olurlar ve kıyamet kopar; bunun için yaratılan her şey Allah’ın emrine uyar. Aynen öyle de ibadetini durduran insan manen parçalanır, sırat-ı müstakimden çıkar. Mademki Allah’ın emri devamlı, ibadet de devamlı olmalı.

İbadet, ‘Allah’ın emirlerine boyun eğmek, Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmek’ manasına gelir. Zaten ‘Kulluk’ anlaşılırsa, Allah’a itaat meselesi daha iyi anlaşılır. Çünkü kul, ‘köle olmak’ demektir. Bir köle efendisine nasıl itaat ederse kul da Allah’a öyle itaat etmelidir.

Hayat devam ediyor, kulluk da devam ederse hayat güzelleşir. İbadetine devam eden, dünya hayatını da cennet etmiş demektir. Çünkü Allah neyi emretmiş, neyi yasak etmişse bizim menfaatimiz içindir.

Bazıları, “Sürekli ibadet etmeye ne gerek var?” diyorlar. Allah’ın kanunları umumidir.

İbadet devamlı olmazsa, insanın ibadeti bıraktığı yerde şeytan harekete geçer; nefis şeytanla işbirliği yapar, onu ibadetten geriye çekerken melek karşı koyar; böylece o şahsın manevi âleminde melekle şeytanın mücadelesi başlar. Bir iyi düşünür bir kötü, bir kahveye gider bir camiye gider; kötü arkadaşla gezer, sonra da ondan kaçmanın yollarını arar. İşte ibadete devam eden şahıs, meleğe yardım etmiş olur, şeytanın tuzağına düşmez. Yani, cennete gitmek isteyen süreklilik addetmeli yoksa yolda kalır.

İman, ibadeti davet eder. İbadet imanı korur. “Canım ibadet etmek istemiyor.” diyen şahsın, kötü hallere düşen insanlara bakıp kötü hallerden uzaklaşması aklın gereğidir. “Yapamıyorum” diyor. Peki, yüz binlerce insan bu ibadetleri nasıl yapıyor?

Çok sorulan sorulardan biri de “İbadete devamlılık için şevkimizi nasıl artırabiliriz?” Peygamber Efendimiz (sas) buyurur ki; “Her şeyin bir şevki, her şevkin de bir bitiş zamanı vardır.” Mesela Allah bir şahsa rahmet edecekse ona şevk verir, bir iki sene şevkle namaz kılar. Sanki Allah diyor ki, “Sana şevkle iki sene namaz kıldırdım. Şimdi şevki alıyorum, bundan sonra Allah rızası için namaz kıl.” Zaten sadece şevk için ibadet edenin ibadeti kabul de olmayabilir. Çünkü Allah için ibadet etmemiş. İşte o şevk avama gelir, onu talim ettirir, ibadete alıştırır.

Kulluk sürekli olduğuna göre amel de devamlı olmalıdır. Allah’ın emri ortadadır. Bir tarla dolusu ekine bir bardak su yeterli olmamış yani su sürekli olmalı, verilmezse ekinler kurur. Ekinler kuruduktan sonra verilecek su da işe yaramaz, ancak dikenleri büyütür. İbadet devamlı olmalı ki dikenler büyümesin.

İbadetin devamlı olması için Allah’ı amir kabul etmek lazım. Bu, işi çok kolaylaştıran bir formüldür. Allah emreder, biz itaat ederiz. Yirmi sene askerlik yaptım. Anladım ki kumandana itaat ettiğim kadar Allah’a itaat edersem kurtulurum. Allah’a itaat, ibadette de devamlılık gerektirir, “Allah’ım! Sen amirsin, ben memur.” demektir; Müslüman olmanın alametidir.

Bir mü’min pamuk ipliğiyle İslam’a bağlansa bile o ipliği kuvvetlendirmek lazım; imanı kuvvetlendiren iki faktör, ibadet ve ilimdir. Bunun için de bir cemaate girmek, sohbetlere, derslere devam etmek önemlidir. Çünkü ruh o ortamdan pay alır. En azından haftada bir kere derse gitmek ve televizyonu az izlemek ibadetin devamı açısından önemlidir.

Bir gün Peygamberimiz (sas)’e, “Ey Allah’ın Resulü, hangi ibadet Allah katında daha sevimli ve makbuldür?” diye sorulduğunda O (sas): “Az olsa bile, en devamlı olandır.” diye cevap vermiştir.

Anlıyoruz ki ibâdetin az da olsa devamlı yapılanı, sonradan bırakılan çok ibadetten daha kıymetlidir; Allah’a itaat, ihlasın devam ettiğinin göstergesidir. Bu devam sayesinde az amel, devam etmeyen çok ameli kat kat geçer, kulun Allah katındaki mertebesini de yükseltir.

Unutmamak gerekir, deryâları deryâ yapan yağmur damlalarının sürekliliğidir.
 
 
 
 
 

29 Mayıs 2015 Cuma

İstanbul’un Fethi 29 Mayıs 1453

İstanbul’un Fethi 29 Mayıs 1453

İstanbul ne zaman ve nasıl, kim tarafından feth edilmiştir? İstanbul’un fethi önemi, hakkında bilgi.



İstanbul’un Fethi;
Bizans İmparatorluğu 1000 seneden fazla İstanbul surları içinde yaşıyor, şehir Hristiyanlığın Roma’dan sonra ikinci derecede önemli merkezi sayılıyordu.

Kalın ve aşılmaz surlar içinde Bizans, artık iyice zayıflamış, insanlar dini ve ahlâki bir karanlığın içine düşmüşlerdi. Herkes birbirinin aleyhinde konuşuyor; rüşvet, zina, kumar ve içki Bizansın hayat damarlarını tıkıyordu. Şehirde yaşayanların tek güvenceleri bu güne kadar aşılması mümkün olmayan kalın ve kuvvetli surlardı.

Gerçekten pek çok millet, özellikle Müslümanlar Peygamberimizin “İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” müjdesine kavuşmak için şehri defalarca kuşatmışlar, fakat surları aşamayıp geri dönmek zorunda kalmışlardı.

Bu büyük ve şerefli vazifeyi genç Osmanlı Padişahı Sultan Mehmet gerçekleştirmek istiyordu. Çocukluğundan beri, geceleri rüyalarına, gündüzleri hayallerine giren zafer İstanbul’un fethi idi. Padişah olduktan sonra durmak bilmeyen bir çalışma içine girerek fethin hazırlıklarına başladı. Her şeyi inceden inceye hesap ediyor, surları yıkıp aşmak için büyük toplar döktürüyordu. Daha önce dedesi Yıldırım Bayezid’ın yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın karşısında bizzat kendisi de çalışarak Rumeli Hisarı’nı yaptırdı.

Fetih için kesin kararın ilânından sonra bütün bir Osmanlı ülkesi coşkun bir hazırlığın içine girdi. Genç, ihtiyar herkes gücü yettiği kadar çalışıyor, zafer için Allah’a dualar ediyor, Sultan Mehmet hiç bir şeyi eksik bırakmamak için geceleri uyku bile uyumuyordu.

Nihayet Müslüman Türk ordusu 1453 yılının Şubat ayı başında başkent Edirne’den yola çıktı. Toplar hususi bir şekilde çekiliyor, ordu büyük bir düzen içinde ilerliyordu. İki ay içerisinde İstanbul önüne gelindi, padişah otağını kurdu. Askerler yerlerini aldılar. Toplar ağızlarını yıkılmaz sanılan Bizans surlarına doğru çevirdiler.

Büyük bir korku içinde başlarına geleceği bekleyen Bizanslılar bir gece gemilerin karadan yürütülerek Haliç’e indirildiğini görünce Osmanlı Sultanı’nın dehâ ve kudretini anlayarak titremeye başladılar. Kuşatma 52 gün sürdü. Askerler olağanüstü kahramanlıklar göstererek tarihin altın sayfalarına adlarını yazdırdılar. Nihayet 1453 Mayıs’ının bir Salı sabahı Ulubatlı Hasan İstanbul surlarına İslâm’ın muhteşem sancağını sapladı. Yıkılan surlardan Türk askerleri içeri girdi. Şehir kısa bir sürede fetholundu. Bizans İmparatoru Konstantin Dragazes iki yeniçeri tarafından öldürüldü.

Genç Osmanlı Sultanı Fatih muhteşem bir törenle Topkapı’dan şehre girdi. Ayasofya Kilisesi’ne kadar atınının üzerinde ilerledi. Kiliseyi camiye çevirerek Cuma namazı kıldırdı. Artık şehrin üzerindeki çan sesleri susmuş, Ezân-ı Muhammedi dalga dalga yayılmaya başlamıştı. Osmanlı ülkesi bayram ediyor, bütün bir Hristiyan âlemi keder içinde ağlıyordu. 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu paslı bir çivi gibi sökülüp atılmış, Peygamberimizin ilahi müjdesine Fatih Sultan Mehmet ve kahraman askerleri ulaşmıştı ve artık Orta Çağ kapanmış Yeni Çağ başlamıştı.

http://www.nkfu.com/istanbulun-fethi-ile-ilgili-yazi/


Haftanın Peygamber Kıssası: Hz. Şuayb A.S.

Haftanın Peygamber Kıssası: Hz. Şuayb A.S.

Hz. Şuayb (as):

Kavmini, güzel ve yüksek sözlerle uyarmaya çalıştığı için
ve hitabet yeteneğinden  dolayı ‘Peygamberlerin Hatibi’ olarak anılırdı.
Ölçü ve tartıda hile yapan Medyen ve Eyke halkına gönderildi.
Hz. Şuayb’in kızlarından biriyle Hz. Musa evlenmiştir.


Günün Menkıbesi: Hırkasında oniki yama vardı

Günün Menkıbesi: Hırkasında oniki yama vardı
 

Hazret-i Ömer “radıyallahü teâlâ anh” devrinde, çok memleket fethedilmiş, sayısız ganimetler alınmıştı.

Ama hazret-i Ömer’in yaşayışı hiç değişmemişti.
Eskisi gibi arpa ekmeği yer, yamalı elbise giyerdi.

Peygamber efendimize zevce olmakla şereflenen kızı hazret-i Hafsa validemiz “radıyallahü teâlâ anha”, o haşmetli günlerde babasını ziyarete geldi bir gün.

Ancak babasının hırkası dikkatini çekmişti.

Hayret ve şaşkınlıkla baktı babasına:
- Babacığım!
- Buyur kızım.

- Hırkanız babacığım.
- Ne varmış hırkamda?

- Çok eski, üstelik yamadan görünmüyor.
- Olsun kızım. Ne var bunda?

- Ama babacığım!

Halife hazretleri, sevgiyle baktı ona:
- Bak kızım. Efendimiz aleyhisselam, vefatına yakın çağırdı bir gün beni. Gidip oturdum huzurunda.

Bana bakıp;
- Ya Ömer! Mahşerde benim yanımda olmak ister misin? diye sordu.

- Çok isterim ya Resulallah, dedim.
- Öyleyse şu yaşayışını hiç değiştirme, buyurdu.

Bunu anlatıp, döndü kızına:
- Şimdi söyle bana kızım. Resulullahın bana vasiyeti böyleyken, değiştirebilir miyim o eski yaşayışımı?

Hazret-i Hafsa, mahcuptu.
Sessizce mırıldandı:
- Haklısınız babacığım. Özür dilerim.

Hırkanız çok eskimiş
Yine bir gün Hazret-i Ömer’in sırtında, hurma lifinden, üzerinde on yaması olan bir hırka vardı. Eshab bunu fark ettiyse de bir şey söylemeye çekindiler.

Ama biri cesarete gelip;
- Ya Emir-el müminin! İzninizle bir şey arz etmek istiyorum, dedi.

İzin verdi:
- Buyur kardeşim, söyle.

- Hırkanız çok eskimiş. Hani diyorum ki, bunu çıkarıp, şöyle devlet başkanına yakışan yeni bir hırka alsanız.

Halife hazretleri çok üzüldü bu sözden.
Huzuru kaçtı.
Hatta celallendi.

Dönüp sordu o sahabiye:
- Cenâb-ı Hak bize İslam’ı nasip etmedi mi?
- Etti elhamdülillah.

- İslam’dan daha büyük bir nimet var mı bugün?
- Yok elbette.

- Peki söyle bana, bu büyük nimet yanında, eski hırka giymemizin var mı bir kıymeti?

O sahabi mahcup olmuştu.
Başını yere indirip;
- Çok haklısınız, özür dilerim, dedi.

 

28 Mayıs 2015 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Kulluğu Güzel Yapmak

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Kulluğu Güzel Yapmak

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Cumanız mübarek olsun, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Allah bu mübarek sevaplı, nurlu günün hayrından, bereketinden en güzel tarzda hissemend olmayı cümlenize nasîb eylesin...

(EMEKLİ OLMADAN İŞYERİNDE KULAKLIKLA; ŞİMDİ İSE YATAĞIMDA KÜÇÜK RADYOMDAN HERGÜN SABAH 9:30'DA VE ÖĞLEDEN SONRA 15'DE M. ESAD HOCAEFENDİNİN AKRA FM'DE SOHBETLERİNİ DİNLİYORUM. Ankara Akra FM: 107.4 )

Bismillâhir-rahmânir-rahîm

b. Kulluğu Güzel Yapmak

Bu hadis-i şerifi anlatırken, saatler de ilerlemiş oldu. Yalnız, bir hadis daha okuyacağımı söylediğim için, hiç olmazsa aynı sayfadan ikinci bir hadisi daha eklemiş olayım.

Taberânî ve Hàkim'in Müstedrek'inde Ma'kıl ibn-i Yesâr RA'dan rivayet ettiğine göre, buyuruyor ki Peygamber SAS:

RE. 517/1 (Yeklü rabbüküm: Yebne âdem! Teferrağ liibâdetî emle' kalbeke gınâ, ve emle' yedeyke rizkà. Yebne âdem! Lâ tebâad minnî feemle' kalbeke fakran ve emle' yedeyke şuğlâ.)

Deminki hadis-i şerifin izahında temas ettiğim mânâ var burda. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

(Yeklü rabbüküm) "Ey muhataplarım, ey müslümanlar, sizin Rabbiniz buyuruyor ki:" diyor. Rabbül-àlemîn, Rabbün-nâs, her şeyin sahibi, rabbi olan Mevlâmızın böyle buyurduğunu söylüyor.

Rab ne demek?.. Geliştiren, besleyen, değiştiren, ribâlandıran, arttıran mânâsına geliyor. Niye Allah-u Teàlâ Hazretleri'ne Rab diyoruz?.. Çünkü küçücükken büyütüyor, tohumu ağaç yapıyor. Küçücük bir hücreyi bir insân-ı kâmil yapıyor, geliştiriyor. O gelişme, işte o oluşum, o mükemmelleşme Allah'ın işi, Allah'ın yaratmasıyla oluyor.

Rab deyince,"Ben ne idim, şu hale bak, ne hale getirdi Rabbim lütfuyla, keremiyle!" diye şükür dolmamız lâzım! Rab sözünün lezzeti çok fazladır aziz ve sevgili dinliyiciler ve izleyiciler!..

(Yeklü rabbüküm) "Sizin Rabbiniz diyor ki..." Ey kullar, Rabbinizin nimetlerini hatırlayın, onun sözüne daha çok kulak verin mânâsına böyle bir incelik var. (Yebne àdem) Yâ, nidâ edatı. İbn kelimesinin başındaki elif vasledilen, atlanan elif olduğu için, (Yâ ibni âdem) denmiyor, (yebne àdem) deniliyor. "Ey Ademoğlu!" Hepimiz Hazret-i Adem'in torunları olduğumuz için, insanlara bazan böyle hitab ediliyor.

"Rabbiniz diyor ki: Ey Ademoğlu! (Teferrağ liibâdetî emle' kalbeke gınâ, ve emle' yedeyke rizkà.) Sen benim ibadetime yönel, sarıl, giriş; başka işlerden boşal, sıyrıl, benim ibadetime dal; o zaman ben senin gönlünü zenginlik doldururum! Sen hele bir benim kulluğuma niyet et, bana kulluğu güzel yapmağa bir giriş, öbür işlerden bir sıyrıl; fânî, mâlâyânî, boş, zararlı işlerden bir sıyrıl; o zaman ben senin gönlünü zenginlik doldururum!"

Gönlün zenginlik dolması, çok güzel bir duygu. Bir kere gönül zengin oldu mu, insan tamahkâr ve haris olmadığı zaman çok rahat eder. Bir de zenginliklerin çok çeşitleri var tabii; en büyük zenginlik dindarlıktır, takvâdır, yakîndir, sıdktır. Hep onlar gönülde olan vasıflardır. Böyle güzel vasıflar gönle geldi mi, gönlü zenginleşir; o zaman insan-ı kâmil olur.

"Sen öyle yaparsan, hem kalbini zenginlik doldururum, müstağnî olursun, kimseye eyvallah etmeyen gönüllü insan olursun. (Ve emle' yedeyhi rizkà) Elini de rızık doldururum."

Şimdi bakın burda çok önemli bir nokta var; rızkı da bol oluyor, kazancı da bol oluyor. Allah'a güzel ibadete yöneldiği zaman, dünyalığı da bol oluyor insanın... Millet burayı anlamıyor, dünyalığı bol kazanacağım diye ibadeti ihmal ediyor, yanlış iş yapıyor, eline bir şey geçmiyor. Zâten onu söyleyecek şimdi:

(Yebne âdem!) "Ey Ademoğlu, ey insan! (Lâ tebâad minnî) Benden uzaklaşma!" Allah he yerde hàzır ve nâzır, Allah'tan uzaklaşmak nasıl olur?.. Kul ibadetten uzaklaşır. Allah'a kulluktan, itaatten, güzel müslüman olmaktan uzaklaşır.

"Benden uzaklaşma! (Feemle' kalbeke fakrâ) O zaman senin kalbini fakirlik doldururum." İnsanın gönlünün fakirlik dolması ne demek?.. "Ayy, hiçbir şey yok! Eyvah, ne yapacağım?" diye bir telâş, bir korku... Aç kalacakmış, ölecekmiş gibi bir hal, bir huzursuzluk...

Aman, dur, ne oluyorsun?.. Milyonların var, milyarların var, bu kadar evin var, bu kadar barkın var... Daha şurdaki fakir gibi bir rahat halin yok! Şu haline bak, nedir bu telâş?..

İşte ibadetten uzaklaşınca, bir kere iç huzuru, gönül zenginliği gidiyor, gönül fakirliği geliyor. Gönül tok olmuyor. O da çok büyük huzursuzluğa, içerde fırtınalara sebep oluyor.

(Ve emle' yedeyke şuğlâ.) "Elini de meşguliyet doldururum!" İşleri bitiremezsin; o işten bu işe, bu işten o işe koşar durursun. Neden?.. O bir cezâ... Allah kendisine kulluktan, ibadetten uzaklaştığın için, seni boş şeylerle uğraştırıyor.

Geçen gün bir canım sıkıldı. Sabahleyin bir işe başladım, akşama kadar böyle küçük şeylerle vakit geçti. "Bu aziz ömür böyle küçük şeylerle geçmeli mi?" filân diye çok üzüldüm.

İnsanın yaptığı şey, şöyle Allah'ın beğeneceği, dünyasına ahiretine fayda verecek bir şey olmalı! Faydasız boş şeylerle insanlar meşgul oluyorlar, çok üzülüyorum. Kahvelerde, eğlence yerlerinde, kıpır kıpır, kıvı kıvır insanlar kaynaşıyor; fayda verecek yerlerde kimse yok... Boş boş ömürler geçiyor.

Amerika'da gördüm; adamın birisi üniversitenin bahçesindeki gölette sopalı oltayı atmış, ip suyun içinde, kenarda duruyor. Üniversitede okuyan arkadaşa sordum:

"--Bu göletteki balıkları tutmak yasak değil mi?.. Bu adam gelmiş, böyle sopayı uzatmış, balık tutuyor. Türkiye'de olsa çimene basmayın derler, çiçekleri kopartmayın derler, balıklara dokunmayın, asarız, keseriz derler. Bak bu adama burda bir şey demiyorlar, nasıl duruyor böyle, şaşırdım ben." dedim.

Güldü arkadaş:
"--Hocam, o oltanın ucunda kanca yok, yem yok; boş yere burda duruyor, kendisinin gerilimini attırıyor. Balık tutmayacağını bildiği halde, orda bekliyor."

Şaşırdım, ona daha çok hayret ettim. İnsanlar boş vakti bulmuşlar da, nasıl değerlendireceklerini bilemedikleri için, boş yerlerde vakit geçiriyorlar.

Burda da şimdi yaşlılar için bowling diye bir oyun var. Toplar var, madenden ağır toplar... Uzak bir mesafede de şişe gibi tahtalar var; uzun lobut gibi... Bu taraftan o mâdenî topu yuvarlayacak, o yanyana dizilmiş iki karış boyundaki şişe gibi tahtaları düşürecek. Şimdi o top giderken o şişe gibi tahtalardan birisine çarpıyor. Yirmi metre, otuz metre, kırk metre ötede, neyse onlar... Ona vurduğu zaman, altı tahtadan bir tanesini mi düşürdü, iki tanesini mi düşürdü, beş tanesini mi düşürdü; ona göre bir sayı oluyor. Böyle bir oyun.

Kulübün üyeleri, kadınlar, erkekler beyaz elbiseler giyiyorlar, yassı şapkalar giyiyorlar, uniforma yâni. O topu oraya atıyorlar, onu deviriyorlar; ondan sonra öyle vakit geçiriyorlar. Yâni ihtiyarları oyalamak için, topla tahta şişe devirme oyunu kulübü. Bayağı da masraflı bir şey galiba, öyle ömür geçiyor burda...

Başka bir şey golf kulübü var. Temiz, uzun, geniş alanları düzenliyorlar. Halı gibi çimen... Belli delikler var, ellerinde sopalar var. Topa bir vuruyor; o deliklere sokacak, işte nasıl bir oyunsa, ordan sayı kazanacak, gàlip gelecek. Torbasını yanında taşıyor.

O deliğe o topu soksan ne olacak, sakmasan ne olacak?.. "Yavaş yavaş, yavaşa yavaş yürüyerek temiz havada vakit geçiriyor hocam." diyorlar.

Çok da pahalı bir kulüp. Çok da masraflarla o çimenleri halı gibi yapıyorlar ve koruyorlar. Boş şeylerle vakit geçiyor.

Bizim köyde rahmetli Ramazan Amca vardı. Bizim akrabalardan gençler, İstanbul'da yazın köye, Yalı'ya gelenler, tarlasının önünden sabahleyin geçiyorlar, yedi kilometre mesafedeki kasabaya gidiyorlar; dönüyorlar. Her sabah böyle... Demiş ki:

"--Ülen, siz böyle her sabah nereye gidip geliyorsunuz?"

Tabii çocuklar var, delikanlılar var, kızlar var, erkekler var... Demişler ki:

"--Biz idman yapıyoruz; sıhhat kazanmak için böyle yürüyüyoruz, gidiyoruz, geliyoruz. Vücut çalışıyor."

Amca köylü tabiriyle bir şeyler söylemiş. Ben onların hepsini söyleyemeyeceğim de, yalnız demiş ki:
"--Ülen böyle boş yere yürüyüp duracağınıza, bir fakirin tarlasını çapalasanız da, tarla işlenmiş olsa da, bir fakire faydanız olsa ya!" demiş.

O da bir idman değil mi demek istemiş. Yâni, arif olan köylünün mantığı boş idmana yatmıyor. Yapacaksa, sonucunda fayda olacak bir iş olsun diye düşünüyor.

Çalışkan bir insandı, Allah rahmet eylesin; kanserden vefat etti. Dürüst, namazlı, niyazlı, ahlâklı bir kimse idi. Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin...

Evet, şimdi iş doldurur Allah elini... Bir işten bir işe, sabahtan akşama koşturur, perişan eder; hiçbir şeye de yaramaz. Neden?.. Çünkü Allah'ın ibadetinden uzaklaştı da, Allah ceza olarak gönlüne fakirlik duygusu verdi. Elini, kucağını da bir sürü işle doldurdu. Bitiremez, yorulur, uğraşır, gece uykularına girer...

İşte böyle aziz ve muhterem kardeşlerim!

DEVAMI=

http://esadcosankulliyati.com/arsiv/cuma/c990226.html


HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..


 

Canlılardaki Hikmetler: Köpekbalığının Gözündeki Hikmet

Canlılardaki Hikmetler: Köpekbalığının Gözündeki Hikmet

 
Canlılardaki Hikmetler: Köpekbalığının Gözündeki Hikmet

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
22 Mayıs 2015, 08:00

 

Beyaz köpekbalıkları avlarını gözleri ile takip ederek yakalarlar. Sıcak mercan kayalıklarında gezinirken bu canlılar için hiçbir sorun yoktur. Avlarını kolaylıkla görürler. Ancak serin okyanusların beyaz köpekbalıkları için bir sorun oluşturması gerekmektedir. Çünkü genel olarak soğuk su, kimyasal işlemleri yavaşlatıcı bir etkiye sahiptir. Dolayısıyla köpek balığının gözlerinin de soğuk okyanus sularında, hızla hareket eden avları takip etmede zorlanması gerekir. Oysa beyaz köpekbalıklarının gözleri kendileri gibi soğukkanlı değildir. Bu türde, vücut kaslarının ısısı doğrudan gözlere aktarılır. Bu sayede söz konusu canlılar, en hızlı hareket eden balıkları hatta fok balıklarını bile rahatlıkla yakalayabilirler. Bedeninde ısı tutamayan soğukkanlı bir canlının, kendi gözüne ısı iletmeyi başarmasında düşündürücü hikmetler vardır.
 
Köpekbalığında yaratılan bu sistem, bu canlının bulunduğu ortamı da ona göre özel bir donanımı da yaratan yüce Allah’ın eserlerinin ve kudretinin her yerde hâkim olduğunu bir kez daha göstermektedir. “Göklerde ve yerde İlah O’dur. O, hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü kendisinin olan (Allah) ne Yücedir. Kıyamet saatinin ilmi O’nun katındadır ve O’na döndürüleceksiniz.” (Zuhruf, 43/84-85)

İdareci Nasıl Olmalı?

 
Hz. Ömer (r.a), halife olduğu dönemde mühim bir vazife için bir kişi arıyor fakat bir türlü karar veremiyordu. Yanındakilerle istişare ederek:
 
- “Bana, Müslümanların çok mühim bir işine vazifelendireceğim bir kimse söyleyin” dedi.
Orada bulunanlar bir kişiyi tavsiye ettiler. Ancak o vazife ona göre değildi. Başka birisini tavsiye ettiler. Hz. Ömer (r.a.) onu da bu vazifeye layık görmedi. Hz. Ömer’e:
 
- “Öyle ise nasıl birisini istediğini söyle ki sana ona göre tavsiyede bulunalım” dediler.
O da aradığı şahsın özelliklerini şöyle sıraladı:
 
- “Başa geçtiği zaman Müslümanlardan herhangi biri imiş gibi hareket eden, başta olmadığı zaman da onların başkanları imiş gibi hizmete koşan birisi olmalı.”
 
Bunun üzerine etrafındakiler, “Bu vasıflara uygun bir kimse olarak Rebî’ bin Ziyâd’dan başkasını bilmiyoruz” dediler. Hz. Ömer: “İsabet ettiniz” dedi ve onu bu mühim vazifeye tayin etti.

Alâeddîn Konevî hazretleri, Peygamber Efendimize hürmet adına hangi hususları talebelerine şart koşmuştu?

1. Resûlullah’ın mübarek isimleri geçtikçe salât ve selâm getireceksiniz.
 
2. Resûlullah Efendimiz ziyaret edildiğinde kabr-i şerîfinin yanında sesinizi yükseltmeyeceksiniz
 
3. Resûlullah’ın haremi olan Medîne-i Münevvere’ye hürmette bulunacak, bilhassa orada günah işlemekten sakınacak ve Medîne ehline ikramda bulunacaksınız.
 
4. Resûlullah Efendimizin mübarek sözlerinden ve işlerinden bildirilen bir şeye, O’nun şanını hafife alacak bir şey ile mukabele etmeyeceksiniz. Mesela Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) falanca şeyi severdi denince, ‘ben onu sevmem’ demeyeceksiniz.
 
5. Kur’ân-ı Kerîm veya hadîs-i şerîf kitaplarının üzerine, başka herhangi bir kitap veya ev eşyası koymayacaksınız.
 
6. Allah Teâlâ’nın ism-i şerîfi veya Resûlullah Efendimizin mübarek isimlerinin bulunduğu bir kâğıdı atmayacaksınız. Bunları temiz bir beze sardıktan sonra çiğnenmeyecek yerde toprağa gömeceksiniz veya yakacaksınız.
 
 
 
 

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Rakib

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Rakib


Er-Rakib

İnsanların hallerini, sözleri, yaptıklarını ve davranışlarını bilen, haber alan, murakabe edip koruyan

Allah Teâlâ, bütün varlıkları her lâhza gözetip duran bir şâhid, bir nâzırdır. Hiçbir şey'i kaçırmaz. Her birini görür ve herkesin yaptığına göre karşılığını verir.

“Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir.”

"Allah her şeyi gözetler"

 

 

Günün Menkıbesi: Hayır, satmam bu fiyata!

Günün Menkıbesi: Hayır, satmam bu fiyata!
 

Medine’de müthiş bir kıtlık olmuştu bir sene.
Eshab mutazarrır olmuştu bu kıtlıktan.

Ancak hazret-i Osman “radıyallahü teâlâ anh” büyük kervanlarla buğday ticareti yapıyordu o aralar.

Herkesin açlıktan kırıldığı bir zamanda onun “Buğday kervanı” girdi şehre.
Tam yüz deve vardı kervanda.

Haber alan koştu hemen:
- Sağol ya Osman! Buğday da tam zamanında geldi.
- Evet kardeşlerim, elhamdülillah.

- Ölçeğine yedi dirhem versek, ne dersin?
- Hayır, bu fiyata satamam!

Eshab hiç böyle bir cevap beklemiyorlardı ondan.

Fena halde şaşırdılar:
- Neden ya Osman?
- Daha fazla veren var çünkü.

Ne kadar ısrar ettilerse de bir türlü razı edemediler.
Mahzun halde ayrılıp hazret-i Ebu Bekir’e “radıyallahü teâlâ anh” geldiler.

O, bunları üzgün görünce sordu:
- Siz bir şeye mi üzüldünüz?
- Evet ya Eba Bekir. Osman bin Affan’ın yanından geliyoruz. Ona çok kırıldık.

- Hayrola, ne oldu?
- Biliyorsunuz bugün onun buğday kervanı geldi.

- Evet, biliyorum.
- Buğdayın ölçeğine yedi dirhem verdik, razı olmadı. Ne kadar ısrar ettiysek de “Hayır, olmaz!” diyor.

- Nedenmiş o?
- Bizden fazla veren varmış. Şu kıtlıkta bize böyle davranması yakışır mı ona?

Hazret-i Ebu Bekir nasihat etti onlara:
- Osman’a su-i zan etmeyin. Başka maksadı vardır onun.
- Ne maksadı olacak ya Eba Bekir?

- Pekala, gelin birlikte gidelim. Hakikatı anlarız elbet.

Ve gittiler.

Hazret-i Ebu Bekir girdi söze:
- Ya Osman! Eshab sana kırılmış.
- Neden kırılmışlar?

- Buğdayın ölçeğine yedi dirhem vermişler, satmamışsın.
- Evet satmadım.

- Neden?
- Daha fazla veren var çünkü.

- Kim, ne kadar veriyor?
- Ya Eba Bekir! Onlar “Bire yedi” verdiler. Halbuki Cenâb-ı Hak “Bire yediyüz” veriyor. Nasıl kabul edeyim o fiyatı?

Böyle deyip, çağırdı hizmetçisini.

Ve emretti ona:
- Bu gelen buğdayın tamamını bedava dağıtın eshaba! Develeri de kesip, etlerini taksim edin fukaraya!

Hizmetçi:
- Baş üstüne, deyip çıktı.

Hazret-i Ebu Bekir kalktı, alnından öptü.
Eshab huzur içinde ayrıldılar yanından.

 

27 Mayıs 2015 Çarşamba

Ahmed Şahin - Ölmüşlerimize hediyelerini gönderiyor muyuz?

Ahmed Şahin - Ölmüşlerimize hediyelerini gönderiyor muyuz?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK
 

Ölmüşlerimize hediyelerini gönderiyor muyuz?


Evet, ölmüşlerimizle irtibatımızı kesmemeli, her türlü iyilik ve ibadetleri yaparak, hayır hasenatlar işleyerek sevaplarından onlara da bağışta bulunmayı önemli bir görevimiz olarak görmeliyiz. 

Hayatında hizmet edemediğimiz için üzüntü duyduğumuz ölmüşlerimize tam hizmet etme devresinde olduğumuzu da unutmamalıyız. Çünkü onların bizim bağışlayacağımız sevaplara ihtiyaçları çok fazla.

İsterseniz bu önemli konuda meşhur Ebu’l Leys-i Semerkandi’nin Şeyhi Zahid Mürgi Hazretleri’nin anlattıklarını ‘Bir Oku, Bin Düşün’ kitabından birlikte okuyalım da, görelim ölmüşlerimizin kabir hayatına nasıl aksediyor, gönderdiğimiz sevaplar bir düşünelim. Zahid Mürgi Hazretleri şöyle anlatıyor mezardakilerin sevap bağışlarıyla yaşadıkları hayatlarını.

**********

Bizim zamanımızda (337) bir şehirden diğer şehre gidenler, erkenden o şehre varmaları gerekirdi. Geç kalırlarsa şehre girmeleri zor olurdu. Çünkü şehrin kale kapıları akşam kapanır, tanımadıklarını içeri almazlardı.

Ben de Belh’e misafir gittiğim günü geç kaldığım için şehrin kenarındaki mezarlıkta gecelemek zorunda kaldım. Mezarların arasında boş olan bir yere yattığımda ise ibretli bir rü’ya gördüm. Sanki mezardan kalkanlar bölük bölük cemaatler halinde mezarlığın yeşil ağaçları altına oturup sohbete daldılar. Bunlara gökyüzünden nurdan tabaklar içinde leziz yemekler geliyor, akıllarına gelen her istekleri başları üzerinden hemen önlerine iniyordu. Bu yüzden kabristan ahalisi fevkalade neşe içindeydiler.

Ancak birini görüyordum ki, cemaatin içine karışmıyor, kıyıda iki elini yanaklarına yapıştırmış halde mahzun bekliyordu. Yaklaşıp sordum:

- Sen neden böyle hüzün ve kederli bekliyorsun burada? Bunların içine karışıp yediklerinden yesen, giydiklerinden de giysen olmaz mı? Hüzünlü genç şöyle cevap verdi:

- Onlara inen bu leziz yemekleri, güzel elbiseleri, çeşitli hediyeleri gönderenleri var. Her birinin yaşayan ya oğlu, ya kızı, ya anası, ya babası yahut da akraba ve dostları var. Bu yakınları kendileri namına hayırlar yapıyor, iyiliklerde bulunuyor, yoksullara ikram ve ihsandan geri kalmıyorlar. Böylece kazandıkları sevapları bunlara gönderiyorlar. O bağışlar da gördüğünüz şekilde ikramlar olarak intikal ediyor, sevinip eğleniyorlar. Benim ise böyle sevap gönderen yakınım yok ki, onlara inen hediyelerden bana da insin. Ben de onlarla birlikte sevinip mutlu olayım.

- Hiç mi kimsen yok senin, dedim?

- Bir annem var dedi. O da namazını kılmıyor, sevap kazanıp bana hediye etmeyi bilmiyor.

Eğer Belh’e gider de annemi bulursan banim mâruz kaldığım bu mahrumiyetimi anlat, namazını kılsın. Çünkü namazın her iki rekatında ölmüşler için dualar vardır. Ben namazdaki duadan da mahrumum, başka sevap, bağışlarından da!

Şeyh Zahid, sabahın erken saatinde bulunduğu mezarlıktan hareketle doğruca şehre gidip bildirilen adreste kadını bulur. Namaz-niyaz nedir bilmeyen kadına oğlunun kabir hayatında gördüğü hüzünlü halini anlatır.

Kendini tutamayan anne, ağlamaya başlar. Şeyh ise ona, ağlamanın bir çare olmayacağını, namaza başlayıp ölmüşleri için dualar edip yoksullara yardımda bulunarak sevaplarını bağışlaması icap ettiğini anlatarak ayrılır.

Bir müddet sonra şeyh Mürgi, merak ettiği gencin halini tekrar rüyasında görür. Bu defa topluluğun sevinç ve huzuruna ortak olmuş, o da indirilen tüm nimetlerden istifade ediyor, kabir hayatı mutlu ve huzurlu. Genç, der ki:

- Annemi ikaz edip namaza başlattıktan sonra okuduğu dualardan, yaptığı hayır hasenatlardan hediyeler yağmaya başladı bana. Mahrumiyetten kurtuldum. Dirilere söyle, ölüler tümüyle yaşayanların sevap, bağışlarına muhtaç halde bekliyorlar. Yaşayanlar ölülerin sevap bağışına olan ihtiyaçlarını unutmasınlar, bizleri mahrum halde bırakmasınlar...

- Ne dersiniz bu olaya? Ölmüşlerimize sevap hediyelerimizi gönderiyor muyuz? Yoksa ilgisizliğimize kırgınlıkla bakıyor, vefasızlıkla mı suçluyorlar bizi? Düşünmeli miyiz bu önemli imkân ve ihmalimizi?
 
 
 

Hanımınızın Size Söylemeyip Anlamanızı Beklediği 7 Şey

Hanımınızın Size Söylemeyip Anlamanızı Beklediği 7 Şey

 
Erkeklerden bir çoğu kadınları anlamakta zorlanırlar. Yıllarca evli oldukları eşlerini bile… Bir dakika önce her şey mükemmel iken birden bebek gibi ağlamaya başlamıştır. Bir konu hakkında şikayet ettiğinde ve biz de sorunun çözümüne yönelik tavsiyelerde bulunduğumuzda yine de tatmin olmuyordur. Evli olarak geçirdiğim yıllar boyunca anladım ki eşimin bana dedikleri hakkında pek değilde, daha çok demedikleri hakkında endişe duymalıyım.

 

1. Her Şeyden Önce Sevgi İstiyordur


Kadın eşine artık daha az saygı gösteriyorsa kocada artık daha az sevgi gösterir.
Ve koca eşine daha az sevgi gösteriyorsa, eşi de ona daha az saygı gösterir.
Ve bu yıkıcı döngü devam eder.

Bu döngü tamamlanmadan önce durdurun. Eşinize sevgi gösterin.
Eşiniz bunu istiyor. Onu kusurlarına ve acayipliklerine rağmen sevin.
Ve inşallah, o da sizi kusurlarınıza ve acayipliklerinize rağmen sayacaktır.

Müslüman hanımınızın size söyleyeceği 7 şey-sevgi

 

2. Sıkılmıştır

 
Her gün aynı şey.
Haftalar geliyor, haftalar geçiyor.
Sadece sıkılmamış fakat yorulmuştur da.
Sizinle ilgilenmenin dışında evin ve çocuklarında bakımını üstlenmesi gerekiyor.
Her gün bunları yapacağımı hayal ettiğimde bile kaçıp bir yere saklanasım geliyor. Sıradan müslüman bir ev hanımının nasıl hissettiğini anlıyorum.

Ve çalışan kadınları da unutmayalım. Birçok müslüman kadın evi idare etmenin ötesinde ayrıca tam zamanlı bir işte de çalışmak zorundadırlar.

Dolayısıyla kardeşler, Allah rızası için eşlerimizin kendilerini özel hissetmelerini sağlayalım. Onu rahatlatın.

Onu bazen gezdirin. Sürpriz bir yemek… En sevdiği tatlıdan alın.
O monotonluğu kırmak için arada sırada ne olursa olsun, bir şeyler yapın.

Müslüman hanımınızın size söyleyeceği 7 şey-ilgi

 

3. Övülmek İstiyordur

 

Takdir. Bunu herkes ister. Hiç kimse gösterdiği sıkı bir çalışmanın boşa gittiğini veya daha kötüsüyle; sanki zaten yapması gerekiyormuş gibi algılanmasını istemez.

Eşiniz sizin kirli elbiselerinizi yıkamak zorunda değildir. Yemeklerinizi pişirme mecburiyetinde de değil. Ama yapıyor. Ve bunları öncelik sırasında en ön sıralara koyuyor:
-Çocuklarla ilgileniyor
-Çalışıyor veya okuyor
-Daha iyi bir Müslüman hanım olmak için gayret ediyor

Eşinizin sizi ve aileyi ayakta tutmak için gösterdiği çabayı takdir edin müteşekkir olun. Basit şekliyle“teşekkür ederim” demekle başlangıç yapılabilir.

Müslüman hanımınızın size söyleyeceği 7 şey-övgü

 

4. Aşırı Derecede Kıskançtır

 
Birçok kadının, erkeğin çok eşli olmasını istememesinin bir nedeni var. Eşinize başka kadınlar hakkında konuştuğunuzda çok dikkatli olmalısınız. Eşinizi kesinlikle başka bir kadınla kıyaslamayın! Onu bir film yıldızıyla kıyaslamayın. Onu annenizle kıyaslamayın. Hele kesinlikle onu eski veya diğer eşinizle kıyaslamayın.

Tüm hayatınızın merkezinde olduğunu bilmek ve buna inanmak ister. Ona öyle hissettirin.
Rasulallah’ın (s.a.v) eşleri bile birbirlerini kıskanmışlardır. Aişe (r.anha) vefat etmesine rağmen Hatice’yi (r.anha) kıskanmıştır. Aynı kıskançlığı eşinizden bekleyin ve buna saygı duyun.

Müslüman hanımınızın size söyleyeceği 7 şey-kıskançlık



5. Kendisinin Daha İyi Bir Müslüman Olmasına Yardım Etmenizi İstiyordur


Ailede erkeğin liderlik vasfını üslenmesinin ne kadar önemli olduğunu anlat anlat bitiremem.
Ve müslüman erkekler arasında son zamanlarda böyle bir problem var.

Sadece iyi bir lider olmayı becerememekle kalmıyorlar fakat aynı zamanda eşleri veya anneler, ve hatta başka yabancı kadınlar tarafından yönetiliyorlar.

Eşiniz sizin iyi bir lider olmanızı ister. Ve ona daha iyi bir müslüman olmayı göstermekten daha iyi bir liderlik olabilir mi?

Fakat ona nasıl daha iyi olabileceğini gösteremezsiniz eğer her şeyden önce siz olamıyorsanız. Dolayısıyla ilk önce kendi imanınızı güçlendirmelisiniz. İlk önce kendinizi geliştirmeli ve daha sonra bunu ona en güzel ve saygılı bir şekilde geçirmelisiniz.

Müslüman hanımınızın size söyleyeceği 7 şey-daha iyi bir müslüman

 

6. Dırdır Etmeyi Sevmez. Fakat Onu Bazen Gerçekten Zorluyorsundur


Kadınların dırdır etmeyi sevdikleri gibi bir şehir efsanesi var. Bu tamamiyle yanlış.
Evet erkek olsun kadın olsun bazı insanları hiçbir şekilde memnun edemezsiniz. Ne yaparsanız yapın onlar her şey de bir kusur bulacaktırlar. Gelin şu hadisi hep beraber hatırlayalım:
Ibn-i Abbas’tan (r.anh) rivayet edilir: Rasulallah (s.a.v) buyurdu ki: “Bana cehennem gösterildi ve oranın da ehlinin çoğunun kadınlar olduğunu gördüm.” Ashab “Neden ya Rasulallah?” diye sorduğunda buyurdu ki: “Onlar kocalarına karşı ve onlara iyi davranılmasına karşı nankördürler.

Siz onlara tüm hayatınız boyunca iyi davransanız bile daha sonra sizden hoş olmayan bir şey gördükleri zaman; ‘Ömrüm boyunca senden hiçbir hayır görmedim!’ derler.” (Buhari, 1052)

Yani evet hanım kardeşler, kocanızın sizin için yaptıklarını kötülerken iki defa düşünün.
Ama çoğu zaman kardeşim, sen de onun (hanımının) dilini tutmasını zorlaştırıyorsun.

Belki de sen sürekli onda bir kusur buluyorsun ve artık o da sende kusurlar aramaya ve bulmaya başladı?
Belki de (yeteri kadar) çalışmıyorsun da o çalışmak zorunda kalıyor?
Belki de öyle çok süper bir adam değilsin?

Dolayısıyla kendinizi geliştirmeye ve ona sizi eleştimesi için daha az sebepler vermeye gayret edin.

dırdır-çok-konuşan-kadın

7. Her Şeyden Öte O Sizinle İstikrarlı ve Mutlu Bir İlişki İstiyor


Kadınlar öyle eğlence olsun diye evlenmezler.
Evlenirler çünkü mutlu bir aile hayatı istiyorlardır ve bunu onlara vereceğinize inanırlar.
Dini farzlarının dışında bir Müslüman kadının hayatındaki en önemli şeydir bu. Mutlu ve istikrarlı bir aileye sahip olmak.

Mutlu eden nokta ise, bunu onlara vermeniz çok kolay.

1. Ahmak gibi davranmayı bırakın. Ona iyi bir eş olun. Nazik olun. Ona sevginizi gösterin.

2. Onu boşamakla veya ikinci bir kadınla evlenmekle tehdit etmeyin. Evet bunu yapmaya hakkınız var. Fakat bunu bir tehdit olarak kullanmak uygun değildir ve evliliğinize büyük zarar verir.

3. Allah’a güvenin, şeytanın tuzaklarına düşmeyin ve ona sabırlı olun. Evlilikleri mahvetmekten daha zevkli bir şey yoktur şeytan için.

Müslüman hanımınızın size söyleyeceği 7 şey-mutlu evlilik



O kadar da zor değilmiş, öyle değil mi?


http://suffagah.com/haniminizin-size-soylemeyip-anlamanizi-bekledigi-7-sey


 

Günün Menkıbesi: Hayhay! Emirleri olur

Günün Menkıbesi: Hayhay! Emirleri olur
 

Kutbüddin-i İzniki hazretleri “rahmetullahi aleyh”, İznik toprağını nurlandıran bir büyük Veli.

Türbesi, Yeşil caminin hemen karşısındadır.

Timur Han "rahmetullahi aleyh", ordusuyla Anadoluya geldiğinde, insanlar korkudan koştular bu zata.

Ve yalvardılar:
- Efendim, ne yapalım? Bir kurtuluş yolu gösterin bize.

Mübarek zat, derhal kalem kağıt alıp bir mektup yazdı.

Zarfı mühürleyip verdi onlardan birine:
- Al bunu. Timur Hanın ordusuna git. Şu boyda, şu kıyafette bir kumandan olacak. Ona bizden selam söyleyip ver bunu kendisine.

O kişi;
- Baş üstüne efendim! dedi.

Ve gidip buldu o kumandanı.
Mektubu verdi.

Komutan zarfı açıp da “Kutbüddin İzniki” mührünü görünce irkildi birden.
Mektubu büyük bir edeple okudu.

Öpüp başına koydu.
Ve döndü o gelene:
- Hay hay. Emirleri olur, derhal gideriz!

Ordu aynı gün toplandı.
Ve terk etti Anadolu’yu.

Son nefeste Allah demek

Sevdiği bir gençle sohbet ediyordu bir gün de.

Delikanlı arzetti:
- Efendim, son nefeste “Allah” diyebilmek çok güzel bir şey ama bu, herkese nasip olmuyor değil mi?

Büyük Veli;
- Evet, maalesef öyle, buyurdu.

Arzetti tekrar:
- Ben ölürken Allah demeyi çok istiyorum hocam.
- Ne güzel. Hemen başla öyleyse.

- Neye başlayayım efendim?
- Allah demeye.

- Hocam anlatamadım galiba. Ben, ölürken “Allah” demek istiyorum, şimdi değil.

Mübarek zat güldü:
- Evladım, şimdiden demezsen, o zaman nasıl diyebilirsin ki?
- Diyemem mi efendim?

- Çok zor. Çünkü o anda şuur kalkar. Akıl işlemez. Kalbinde olan gelir diline. Sağlığında ağzın “Allah” demeye alışmışsa, kalbin bu nurla dolmuşsa, kolay dersin o zamanda.

Ne yapayım?

Bir genç de bu zata gelip;
- Efendim dualarım kabul olmuyor. Ne yapayım? diye dert yandı bir gün.

Mübarek zat sordu ona:
- Namazlarını kılıyor musun yavrum?
- Eh işte efendim.

- Ne demek eh işte?
- Yani beş vakti tam kılamıyorum hocam.

- Olmaz. Dualarının kabul olmasını istiyorsan, “beş vakit namaz”ını tam kılacaksın. Hem de özenerek.

Ve ilave etti:
- Namaz kılmayanın duası kabul olmaz evladım.
 
 
 

26 Mayıs 2015 Salı

Haftanın Hikayesi: Büyüyünce Ne Olacağım?

Haftanın Hikayesi: Büyüyünce Ne Olacağım?

 
cocuk
 

Annesi, lösemiyle savaşan altı yaşındaki oğluna bakarken dalıp gitmişti. Kalbi, acı içinde olmasına rağmen, kararlılık duygusunun da etkisini hissediyordu. Her ebeveyn gibi o da oğlunun büyümesini ve umutlarını gerçekleştirmesini istemişti. Ama bu, artık mümkün değildi. Löseminin buna fırsat tanıması olası değildi. Oysa oğlunun hayallerini gerçekleştirmesini istiyordu.

“Bob! Büyüyünce ne olmak istediğini hiç düşündün mü? Hayatında neler olmasını dilediğin ve hayal ettiğin oldu mu?” diye sordu.

Bob beklemeden cevap verdi:

“Anneciğim, ben büyüyünce hep itfaiyeci olmak istedim.” Anne de gülümsedi ve:

“Dilediğini gerçekleştirebilecek miyiz, bir bakalım,” dedi.

Daha sonra, Arizona’daki itfaiye müdürlüğüne gitti ve itfaiyeciler ile tanıştı. Onlara oğlunun son isteğinden söz etti ve oğlunun itfaiye arabasına binip, şehirde küçük bir tur atmasının mümkün olup olmadığını sordu.

“Bundan daha iyisini de yapabiliriz,” dedi itfaiyecilerden biri. “Eğer oğlunuzu çarşamba sabahı saat yedide hazır ederseniz, onu o gün şeref konuğu yapar, itfaiyeci kimliğine büründürürüz. Bizimle itfaiye müdürlüğüne gelir, bizimle yemek yer, yangın söndürmeye gelir. Hatta bize ölçülerini verirsen, ona üzerinde Arizona itfaiyecilerinin sarı renk üzerine işlenmiş ambleminin olduğu gerçek bir itfaiyeci kostümü diktirir, lastik botları ısmarlarız.”

Üç gün sonra, itfaiyeci Bob’u aldı, ona elbiselerini giydirdi ve hasta yatağından itfaiye arabasına kadar eşlik etti. Bob, itfaiye arabasına kuruldu ve müdürlüğe doğru yol almaya başladı. Kendini çok mutlu hissediyordu.

O gün Arizona’da tam üç yangın ihbarı olmuştu. Değişik itfaiye arabalarına, hatta itfaiye müdürünün özel arabasına da binmişti. Yerel televizyonlar da onu izleyip çekmişlerdi. Hayallerinin gerçek olması, gösterilen sevgi ve ilgi, Bob’u o kadar etkilemişti ki, doktorların söylediğinden tam üç ay daha fazla yaşamıştı.
 
Bir gece bütün yaşam belirtileri dramatik bir şekilde yok olmaya başlayınca, hiç kimsenin yalnız ölmemesi gerektiğine inanan başhemşire aile bireylerini hastaneye çağırdı. Daha sonra Bob’un itfaiyede geçirdiği günü hatırladı ve itfaiye müdürlüğüne telefon açıp, Bob’un bu dünyaya veda ederken yanında, özel kıyafetleri içinde bir itfaiyecinin bulundurulmasının mümkün olup olmayacağını sordu, itfaiye müdürü:

“Bundan daha iyisini de yapabiliriz. Beş dakika içinde oradayız. Yalnız, acaba bize bir iyilik yapar mısınız? Sirenlerin çaldığım duyduğunuzda, yangın olmadığı anonsunu yaptırabilir misiniz? Sadece itfaiyecilerin önemli bir meslektaşlarını ziyarete geldiklerini söyleyiniz ve lütfen onun odasının penceresini açınız?” diye yanıtladı.

Yaklaşık beş dakika sonra çengel ve merdiven taşıyan kamyonet ulaştı. Merdiveni açtı ve Bob’un üçüncü kattaki odasına yaklaştı. Tam on dört itfaiyeci Bob’un odasına tırmandılar. Annesinin izniyle onu kucakladılar ve ona, onu ne kadar sevdiklerini söylediler. Ölümle pençeleşen Bob itfaiye müdürüne baktı ve:

“Efendim, ben şimdi gerçekten itfaiyeci miyim?” diye sordu.

“Bundan şüphen mi var Bob?” diye yanıtladı müdür.

Bu kelimelerden sonra Bob gülümsedi ve gözlerini sonsuza dek kapattı.

Belki unuttunuz, belki hatırlayamıyorsunuz, belki de çok duygusuz, çok katı oldunuz; ama bilin ki hayat sevgi ve umut saçmaktadır.
 
Eğer bunu okuyunca gözleriniz dolmuyorsa sizin için yapılacak bir şey kalmamış demektir.
Yok eğer doluyorsa, o zaman sevdiklerinizin kıymetini bilin
ve gerçek sevginizi ortaya koyun, lütfen.



Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-82

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-82

SEVGİLİ EFKAN HOCAM Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ... 

SEVGİLİ EFKAN HOCAM , YAZIDAKİ KONULARI YİNE KISACA MADDELER HALİNDE ÖZETLEMİŞ AŞAĞIDAKİ YAZININ SONUNDA...

Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...

Sevgili Efkan hocam kendisinden bahsettiğim bölümleri yazılardan çıkartmış. Kendisi benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.

Benim namaza başlamama vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.

YALNIZ ŞUNU BELİRMEK İSTİYORUM. BEN BUNLARI YAYINLARKEN EFKAN HOCAMA HEP ŞUNU DEMİŞİMDİR:

HOCAM UTANIYORUM, İNŞALLAH BİRGÜN VUSLAT OLUNCA BUNLARI YAYINLAMAN DAHA GÜZEL OLMAZ MI?
OLSUN CELAL SEN MERAK ETME, SEN ÖLÜRSEN YİNE YAYINLARIM... DİYOR.

Çok emek harcayıp özet haline  getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi komşu yapana hamdolsun...

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-82/Blog/?BlogNo=500236


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-82


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-82

Celal ÇELİK’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini, sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını yeniden gözden geçirerek kısa ve öz olarak özet şeklinde sizlere sunmaya devam ediyorum.

Şeytan-Tevbe-Ölüm

Hiç ölmeyecek gibi yaşıyoruz. Ve ne yazık ki şeytanın hile ve tuzaklarına farkında olmadan düşüyoruz. Ve şükür etmiyor, hiçbir şeyden tatmin olmadan hep fazlasını istiyoruz.

Evet malesef şeytanın hileline kapıldık; şükretmeyi ve ibadeti unuttuk. Hatası yüzünden cennetten çıkarılan Hz Adem’in affedilmesi gibi geç olmadan günahımıza tövbe edelim...

Çünkü ölüm ansızın gelir. Yoksa ayette şeytanın dediği gibi, suçu haşa! Allah’a atıp sen kaderimde bunu yazdın, vs. demeyelim; Hz Adem gibi hatayı nefsimizden bilip, Allah’tan tövbe ve af dileyelim.

Şeytan bize, üf ya hergün hergün beşer defa namaz çok değil mi diye vesveseyle bıkkınlık veriyor. Biz de tembel nefsimize hemen uyup namazı bırakıyoruz.

Bazen arkamızdan sokuluyor, sen, var ya geçmişte şunu şunu yaptın, artık zor affedilirsin, boşver gitsin, eğlenmeye devam edelim, gibi vesveselerle tövbe kapısını kapamaya çalışıyor.

Sağından sokulur, der ki: vay be sen ne dindarsın, keşke herkes senin gibi namazını kılsa, cennete sen gitmeyeceksin de kim gidecek gibi mümini kibire düşürür...

Bunun gibi internet, televizyon, gazete, kitap, şeytanlaşmış insanlar gibi türlü türlü yollarla insanları Allah’tan uzaklaştırmaya ve cehenneme gitmelerini sağlamaya çalışır.

Yalnız size bir ipucu. Şeytanın vesvese (kalbe kuruntu veren fısıltı) dışında maddi hiçbir gücü yoktur.

Ama malesef bu vesveseleri dinleyip uyarak şeytana tapmış oluyoruz...

Lütfen daha ölmedik. Şeytana karşı uyanık olalım. Katrilyonlarca yıllık sonsuz gençlik ve zevk yurdu cennet hayatımızı riske atmayalım.

Allah samimi tövbe ile her günahı affeder. Eğer henüz namaza başlamadıysak haydi namaza başlayalım.

Affet ki afolasın

Allah çok affedicidir. Öyle ki, yıllar boyu günah işliyoruz, ibadet yapmıyoruz. Kuran’da onlarca ayette belirttiği gibi samimi bir tövbe ile bağışlıyor,

Rabbimiz biz kullarınında affedici olmasını istiyor. Peygamber Efendimiz’de (s.a.v): Merhamet etmeyene merhamet edilmez, buyurmuştur.

“O müttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever. “ (Ali İmran suresi, 134.ayet)

Bizler aslında affederek karşımızdakine iyilik yaptığımızı düşünürüz. Aslında affetmek insanın kendine yaptığı bir iyiliktir.

Celal ÇELİK’in yukardaki yazı ve yorumlarından şu sonuçları çıkarabiliriz.

1- Yaşam iyi ile kötünün mücadelesidir. Önemli olan iyinin galip gelmesidir.

2- Hiç ölmeyecek gibi yaşamayı düşünürken; yarın ölecek gibi yaptıklarımıza dikkat etmeliyiz.

3- Günlük hayatımızda şeytan sürekli karşımızda.Her an şeytanın hile ve tuzaklarıyla karşı karşıyayız.

4- Yaptığımız günahlar sonunda kendimizi suçlayarak güzelliklerdan kopmamalıyız. Yaptığımız günahlara tevbe etmeliyiz.Hayata yeniden geçmişi unutarak devam etmeliyiz.

5- Bol bol ibadetler ve iyilikler yaparak Cennete grime ümiti içinde olmalıyız ki yaşamdan zevk alalım.

6- Yaşantımızda her zaman hoşgörülü olmalıyız. Kimsenin ayıbını yüzüne vurmamalıyız. Biz her şeyden önce iyi örnek olmalıyız.
 
Efkan Vural

 (Devam edecek)


 
 

Haftanın meşhur şiiri

Haftanın meşhur şiiri



Değerli arkadaşlarım,

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajlarını yayınlamayı bitiriyoruz.
Çünkü herkes sigaradan ucuz Kuran mealini almalı ve
hiç olmazsa akşamları tefekkür ederek 15 dakika okumalıyız.
Zaten bu yayınlar da bunun içindi.
Düşündük, önce bendeniz, güzel şiirleri ve kimin şiiri olduğunu bilmiyoruz.
Artık her Salı sabahı inşallah güzel ve meşhur bir şiiri paylaşacağız... 

SAKARYA TÜRKÜSÜ


İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için.
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur,
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük?
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! ..

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan.
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân;
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an!
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! ..

(1949)
 
Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)
 
 
 

Ahmed Şahin - Sizin akrabalık, dostluk anlayışınız da böyle mi?

Ahmed Şahin - Sizin akrabalık, dostluk anlayışınız da böyle mi?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK
 

Sizin akrabalık, dostluk anlayışınız da böyle mi?

 
Kelime benzerliklerini kullanarak yapmışlar bu akrabalık tarifini:

- Akrabanın akrabaya akrep etmez ettiğin! demişler.

Son devrelerde ise benzeri bir tarifi de dostluklar için söylemişler.

- Dostun dosta düşman etmez ettiğin! diyorlarmış.

Elbette bu tarifler bizim anladığımız akrabalık ve dostluklar için söylenmiş sözler olamaz. Ya da olmamalıdır. Çünkü bizim akrabalığımız da akrepliğin, dostluğumuzda da düşmanlığın asla yeri olamaz. Kutsal örneklerimiz ölçü verip uyarıda bulunur bizlere, akrabalık ve dostluğun önemi ve özelliği konusunda.

Nitekim akrabaların ihmal edilmemesi konusunda Efendimiz (sas) Hazretleri’nin şu uyarıları unutulacak bir uyarı değildir. Buyuruyor ki:

- Akrabalarıyla ilgisini kesenler meclisimizde oturmasınlar. Çünkü yakınlarıyla ilgisini kesenlerin bulunduğu meclise Rabb’imizden rahmet inmez!

Bu önemli ikaz üzerine bir kişi yavaşça meclisten kalkıp dışarı çıkar, küs durduğu teyzesine gidip hemen onunla barışıp helalleşerek geri gelip sessizce yine meclise oturur. Akrabasıyla helalleşerek gelip mecliste oturması Peygamberimiz’in takdirlerine mazhar olur, akrabalarla irtibatın kesilmemesi yönündeki gayretleri hep tebriklerle, takdirle karşılar...

Akrabaları ihmal etmeme konusunda böyle unutulmayacak uyarılarda bulunan Efendimiz (sas) Hazretleri, dostları arkadaşları ihmal etmeme konusunda da verdiği unutulmayacak örneklerden birini Gazali Hazretleri şöyle anlatır.

- Ziyaret için gittiği bir bağda Resulü Ekrem (sas) Efendimiz’e iki misvak hediye edilmişti. Hediye edilen iki misvakın en iyisini hemen yol arkadaşına hediye etti!.. Hassas arkadaşı ise Efendimiz’e şöyle mukabelede bulundu:

- Ya Resulallah, siz fedakârlık edip iki misvakınızın birini bize veriyorsunuz. Bari misvakın eğrisini verin, doğrusu size kalsın! Siz en iyisini bize veriyor, eğrisini kendinize bırakıyorsunuz?

Müslümanlara dostluk ve arkadaşlık örneği veren Allah Resulü (sas) Hazretleri ise bu teklife nasıl cevap verdi bakın:

- Allah iki dost ve arkadaştan fedakâr olanını daha çok sever. Ben, Allah’ın daha çok sevdiği fedakâr dost ve arkadaş olmayı istiyor, misvakın en iyisini yol arkadaşıma vermeyi bunun için tercih ediyorum.

İşte Müslümanların dost ve arkadaşlarına karşı benimsedikleri fedakârlık örnekleri, anlayışları da böyle...

Kendisine ait iki şeyden hiçbirini de yanındaki dostuna vermeyebilirdi. Ama O, birini mutlaka dostuna, arkadaşına vermeyi sanki dostluğun gereği gibi görüyor, böyle örnek oluyordu.

Ayrıca eğrisini de verebilirdi, ama O, doğrusunu, iyisini veriyor, eğrisini kendine bırakıyordu.

Bunu da Allah için yaptığını ifade ederek, dostunu minnet altına almaktan da kaçınıyordu!..

Bir insanın dostu ve ahbabı bu türlü fedakârlık hissi içinde bulunursa bu dostluluğun düşmanlığa dönüşmesi, ihanete uğraması mümkün mü? Çünkü bu dostlukta her iki tarafa da karşılıklı fedakârlık hissi hakim oluyor. İki tarafta kendisi muhtaç olsa da dostunu kendi nefsine tercih eden isar hasletini benimsiyor...

İşte İslam’ın bize telkin ettiği akrabalık ve dostluk tarif ve tavsiyesi... Böyle bir anlayışta akrabaların birbirlerini akrep gibi sokmaları, dostların birbirine düşman gibi davranmaları mümkün mü?

Bundan dolayı İslam büyükleri dostları üç çeşide ayırmışlar.

Birincisi: Gıda gibidir, her zaman ve her an ihtiyaç var öyle dostlara.

İkincisi: İlaç gibidir, zorda kalınca hemen imdada erişip kurtarıcı olurlar böyle dostlar.

Üçüncüsü ise: Dert gibidir. Yaklaşırsan kötülükler kapar, düşmanlık duygularına maruz kalırsın!..

İsterseniz bu üç çeşit dostluk konusunda bizde kendimizi inceleyip bir nefs muhasebesi yapalım:

- Çevremize karşı hangi cinsten bir dostluk örneği vermekteyiz? Onlara karşı gıda gibi miyiz, ilaç gibi mi? Yoksa sadece zararlı düşünceler telkin eden dert gibi mi oluyoruz etrafımıza?

- Yahut da onlar bize karşı nasıl dostturlar? Gıda gibi her an faydalı olan mı, yoksa ilaç gibi ihtiyaç hissettiğimizde imdadımıza koşan mı? Dert gibi yaklaşınca zarar veren mi?

Ne dersiniz, akrabalık ve dostluğumuzun maruz kaldığı bugünkü durumunu bir gözden geçirsek mi?
 
 
 
 

Çok sevap kazanmak için

Çok sevap kazanmak için

Ahmet Siyahi hazretleri “rahmetullahi aleyh”, Kastamonu Velilerindendir.
1874 de, doksanbeş yaşlarında vefat etti.

Bir gün bir talebesi geldi ve;
- Hocam, bana, çok sevap kazandıracak bir ibadet söyler misiniz, diye rica etti.

Sevgiyle baktı gence:
- Çok sevap kazanmak istiyorsan, insanların sıkıntılarını gider evladım. Rahatlat onları.

Delikanlı arzetti:
- Efendim, ben çok sevap kazandıracak bir ibadet sormuştum. Hani namaz kılmak gibi, oruç veya zikir gibi falan.

Büyük Veli tebessüm etti:
- Sen çok sevap kazanmak istemiyor musun evladım?
- Evet hocam, istiyorum.

- Öyleyse insanların dertlerine deva ol, kalblerine ferahlık ver, ihtiyaçlarını gider, sevindir onları.

Ve izah etti:
- Bak evladım, bir Müslümanın bir ihtiyacını görmen, bir sıkıntısını gidermen veya herhangi bir şekilde onları sevindirmen, “bin sene” nafile ibadet etmenden daha sevaptır. Şimdi anladın mı?

- Anladım efendim.

Günün Menkıbesi: Hayberi fethetmeden geri dönme!

Günün Menkıbesi: Hayberi fethetmeden geri dönme!
 

Hayber gazasında, Resulullah efendimiz aleyhisselam sancağı hazret-i Ali’ye “radıyallahü teâlâ anh” teslim edip;
- Ya Ali! Hayberi fethetmeden dönme geri! buyurdu.

Hazret-i Ali,
- Baş üstüne ya Resulallah! dedi.

Ve yürüyüp, dikti sancağını Hayber kalesi önüne.

Haris
adlı bir bahadır çıktı hisardan.
Er istedi meydana.

Allah’ın Aslanı hazret-i Ali “radıyallahü teâlâ anh”, çıktı karşısına.
Birbirlerine girdiler.

Bir ara Zülfikâr şimşek gibi kalktı ve indi aynı hızla.
Haris, kanlar içinde yere serildi.

Tekbir sedaları yükseldi o anda.

Harisin kardeşi Merhab, bunu görüp dolu dizgin girdi meydana.
İki zırh giymiş, iki kılıç kuşanmıştı.

Kibirle seslendi hazret-i Ali’ye:
- Bana Merhab derler! İntikamım korkunç olacak!

Şah-ı merdan “radıyallahü teâlâ anh” aslan gibi kükredi:
- Bana da Haydar derler. Ölümün benim elimde olacak!

O, “Haydar” lafını duyunca korku girdi kalbine.
Zira Haydar, “Aslan” demekti.

Ve o gece bir aslan görmüştü rüyasında.
Korkunç aslan, saldırıp öldürmüştü kendisini.

“O aslan bu olmasın!”
dedi kendi kendine.
Morali bozuldu.

Kendini toplayıp bir hamle yaptıysa da boşa çıktı.
Sıra hazret-i Ali’ye gelmişti.

Zülfikârı kaldırıp kuvvetli bir nara attı:
- Ya Allah!
Ve kaldırdığı kılıcı şiddetle çaldı kâfire.
Vücudu yukardan aşağı ikiye bölünmüştü Merhabın.

Kağıt gibi yırtılmıştı kalkanı.
Tekbir sedaları sardı dört bir yanı.


Kalkanı yere düştü

Düşman askeri kaçıyor, mücahitler kovalıyordu.
O arada kalkanı düştü hazret-i Ali’nin.

Dönüp almaya vakti yoktu.
Hayber kalesinin “koca demir kapı”sı ilişti gözüne.
Halkalarından tutup kuvvetle sarstı tonlarca ağırlıktaki kapıyı.

O artık kapı değil, bir “Kalkan”dı hazret-i Ali’nin elinde.
Bir eliyle onu tutuyor, öbürüyle kılıç çalıyordu düşmana.

Bu manzara dehşete düşürdü kâfirleri.
Mecburen “Eman” dileyip teslim oldular.

Hayber fethedilmişti.

Efendimiz aleyhisselam gözlerinden öpüp;
- Ya Ali, Allah ve Peygamberi senden razı oldu, buyurdular.

Allah’ın Aslanı “radıyallahü teâlâ anh” ağlıyordu.

Sordu Efendimiz aleyhisselam:
- Ya Ali! Niçin ağlıyorsun?- Sevincimden ya Resulallah.

Buyurdular ki:
- Ne kadar sevinsen azdır ya Ali. Zira cümle melekler de razıdır senden.

 

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)

Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)

VEFATININ 32. YILDÖNÜMÜNDE RAHMET VE SEVGİYLE ANIYORUZ.

26 mayıs 1904 yılında İstanbul’da doğdu. Çeşitli okullarda, bu arada Amerikan Koleji'nde okudu. Orta öğrenimini Bahriye Mektebi'nde yaptı(1922). Bu askeri okulda, din derslerini, Aksekili Ahmed Hamdi, tarih derslerini Yahya Kemal'den gördü. Ama asıl anlamda onu etkileyen öğetmen İbrahim Aşkî oldu. İbrahim Aşkî verdiği kitaplarla, onun tasavvufla ilk temasını sağladı.

Necip Fazıl, 21 yaşında yayımladığı Örümcek Ağı adlı şiir kitabının ardından, 24 yaşındayken yayımladığı Kaldırımlar adlı şiir kitabıyla tanınmıştır. 1934 yılına kadar sadece şair olarak tanınmış ve meşhur Bâb-ı Âli'nin önde gelen isimleri arasında yer almıştır. 1934 yılında Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştıktan sonra büyük bir değişim yaşamış ve bu değişimi kendisi "...içimi öylesine bir sosyal mücadele ve cemiyeti yorma hamlesi kapladı ki, artık çalışamaz oldum." şeklinde tanımlar.

Bu tarihten sonra Türkiye'nin bir çok şehrinde konferanslar düzenlemiş, düzenlemiş olduğu konferanslarda ki sözlerinden dolayı hakkında dâvâlar açılmış ve bu dâvâlar neticesinde öncülük ettiği Büyük Doğu Hareketi'ne dair yayın yapan Büyük Doğu Dergisi yayın hayatı boyunca 16 kez kapatılmış, Necip Fazıl'ın eserleri toplanmış ve basımı yasaklanmıştır.

25 Mayıs 1983'te İstanbul'da vefat etmiştir.
 
Necip Fazıl Kısakürek
 
ESERLERİ 
 
ŞİİR: 
Örümcek Ağı (1925)
Kaldırımlar (1928)
Ben ve Ötesi (1932)
Sonsuzluk Kervanı (1955)
Çile (1962)
Şiirlerim (1969)
 
ÖYKÜ VE ROMAN: 
Ruh Burkuntularından Hikayeler (1965)
Aynadaki Yalan (1980)
Kafa Kağıdı (1984)
 
Tohum (1935)
Bir Adam Yaratmak (1938)
Künye (1940)
Para (1942)
Namı Diğer Parmaksız Salih (1949)
Reis Bey (1964)
Abdülhamit Han (1969)

MONOGRAFİ-MAKALE-FIKRA-ANI:

Birkaç Hikaye Birkaç Tahlil (1933)
Namık Kemal (1940)
Çerçeve (1940)
Son Devrin Din Mazlumları (1969)
Hitabe (1975)
İhtilal (1975)
Yılanlı Kuyudan (1970)
Hac (1973)
Babıali (1975)
İman ve İslam Atlası (1981

ÖDÜLLERİ: 
1947 CHP Piyes Yarışması birinciliği Sabırtaşı ile
1980 Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü
1981 Türkiye Milli Kültür Vakfı Kültür Armağanı İman ve İslam Atlası ile


NEREDEN DÜŞTÜN AKLIMA SABAHAT TEYZE?

NEREDEN DÜŞTÜN AKLIMA SABAHAT TEYZE?

 
NEREDEN DÜŞTÜN AKLIMA SABAHAT TEYZE?

a.erkisi@meydangazetesi.com.tr
23 Mayıs 2015, 08:00
                          
 
Bursa’dan Gemlik’e doğru inerken sizi Orhan Veli’nin güzel bir sözü karşılar:  “Gemlik’e doğru denizi göreceksin sakın şaşırma.” Tam, “Şair burada ne demek istemiş” derken karşınıza o muazzam körfez çıkıverir. Sıradağlardan aşağı nazlı nazlı süzülen Gemlik Körfezi…
 
​Güzel olan sadece Gemlik Körfezi değildir; zeytin ağaçları, çeşmelerinden buz gibi akan suları, her sokak arasının adeta sevgiliye koşar gibi denize ulaşan yolları, havası, arnavut kaldırımları, eski nostaljik sokakları, el emeği göz nuru dantel perdeleri, pencere önlerinde Emek marka margarin tenekelerinde rengârenk ortancaları… Bir yanda kan ter içinde top koşturan erkek çocukları, bir yanda beştaş oynayan, ip atlayan kız çocukları, kapı önlerinde kanaviçe işleyen genç kızları, her biri anne şefkatinde mahallenin güler yüzlü gül teyzeleri. Elinde ekmeğiyle mahallenin köşesinden dönen evin fedakâr babaları.

Hiç zeytin ve zeytinyağı aldığını hatırlamam babamın. Zeytin zamanı gelince komşularımız kavanozla zeytin, tenekeyle zeytinyağı getirirlerdi. O en güzelin ‘hediyeleşin’ tavsiyesiyle hediyeleşirdi Gemlik. Hele Sabahat Teyzemiz bir kırma zeytin yapardı ki sormayın! Fındık fıstık niyetine katıksız ye!
 
​Nereden düştün şimdi aklıma Sabahat Teyze? Ne güzel konuşurdun sen? Ne güzel gülerdin?
 
Kumlalıydı Sabahat Teyze. Hani şu Gemlik’in fedakâr, saf, temiz, güzel gönüllü insanlarının yaşadığı şirin yazlık beldesi.
 
Çok hoş bir anımız var Sabahat Teyze’yle. Anlatmadan geçmeyeyim istedim. Bu kadar özlem kokan cümlelerden sonra gönlümüz gülsün.
 
​Bir sabah, annemle kahvaltımızı bitirdik televizyon izliyoruz. Kapı çalıyor ama kırılırcasına telaşla. Koşar adım açtım kapıyı. Her zaman olduğu gibi Sabahat Teyze, ben HOŞ-GEL-D.. diyene kadar kapıyla kolum arasından süzülüp oturma odasına geçmişti bile : )
 
Telaşla, biraz da sitemle anneme gece başlarından geçeni anlatıyor:
 
- Gı Nuusen! Gece başımıza nellee geldi duymadın mıı?
 
- Hayırdır inşallah Sabahat Abla? Akşam evde değildik, misafirliğe gitmiştik. Sahi bir şey mi oldu?
 
- Memedi ambalaja kodulaa gottülee, ketçap yaptılaa. Çoğşükün paspasa gereğ yoğmuş streç yapmayıveceğmiş.
 
ANNEM:
 
- Çok şükür Sabahat Abla bak korkulacak bir şey yokmuş. Gel sana kahve yapayım.
 
BEN:
- Nasıl?????
 
Ben, sizin şimdi yaptığınız gibi tekrar dönüp okuyacak kadar şanslı değildim çünkü Sabahat Teyze konuştu ve bitti. Ne dediğini anlayabilmem için sabretmem gerekiyordu. Sabahat Teyze gider gitmez anneme ne anlattığını sordum.
 
Buyurun tercümesi:
 
- Mehmet’i (Sabahat Teyze’nin kocası) ambulansa koyup götürdüler. Check Up (çekap) yaptılar. Bypass’a ( bay-pas’a) gerek yokmuş ama doktor stresten uzak dursun demiş.
 
(ŞİMDİ TEKRAR YUKARIYI OKUYACAKSINIZ BİLİYORUM : ) )
 
Ah Sabahat Teyze… Hayırlı, sağlıklı, huzurlu ömrün olsun inşallah sevdiklerinle.
 
Peki soruyorum:
Burnunuza geldi mi toprak kokusu? Şen kahkahalarını işittiniz mi çocukluğunuzun? Zeytin ağaçları gölgesinde piknikleriniz, kuzinede patatesler, soba üzerinde kaynayan bakır çaydanlıklar?
 
Var mı Sabahat Teyze gibi bizi güldüren, hastalıkta-sağlıkta, düğünde-cenazede eli daima omzumuzda olan komşularımız? Ya sokağında top koştuğumuz mahallemiz?

Eski fotoğraflarda çocukluk anılarımızda kalsa da mahallelerimiz, gökyüzünü bile izleyemediğimiz, kafamızı kaldırıp tek hamlede maviyi, birbirine arkadaş bulutları, gülümseyen güneşi bile göremediğimiz yüksek binalar almış olsa da yerini, ‘beraber yaşamak’, şehre ruh üfleyen dedelerimiz gibi, bu mahzun şehri yeniden uyandırmak bizim elimizde.

FARKINDA OLMAK ÜMİDİYLE
GÖNÜLDEN MUHABBETLE…