Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
Ya Rab, aciziz!
İnsan, hayatı boyunca pek çok şeye muhtaçtır; beslenecek, barınacak, çoluk çocuk sahibi olacak... Bunlar bazen insana dünyadaki küçüklüğünü unutturur, insan büyüdüm sanır. Hâlbuki insan acizdir; çabuk üzülür, çabuk sarsılır.
Kolaylık ve zorluk da insan için geçerlidir. İnsana bir işi yapmak kolay gelirken, bir başka işi yapmak zor gelir.
Tefekkür edince anlıyoruz ki Allah kâinatı idare ediyor, insan kendini idare edemiyor. İşte bunun için de Allah, insana akıl vermiştir. İnsan bu akılla acizliğini idrak eder.
Bazıları diyor ki; “Niye aciz olacakmışım! Ben gayet iyiyim!” Fakat kendini çok kuvvetli zanneden insan, küçük bir kazada ömür boyu sakat kalabilir; küçük bir hayvan, küçük bir cam parçası, bir hapşırma yahut bir üzüntü, insanın sakatlanmasına hatta ölmesine neden olabilir.
İnsan eğer Allah'a sığınmazsa, Allah onun acizliğini ona daha şiddetli hadiselerle de bildirir. Bazen, birkaç saniye içinde gerçekleşen bir deprem, bazen beklenmedik bir yangın, küçük bir elektrik çarpması hayatımızı altüst eder.
Firavun'un ülkesi, serveti, ordusu, hazinesi vardı. Hz. Musa'nın ise hiçbir şeyi yoktu. Fakat Musa (as) Firavun'u mağlup etti. Çünkü Musa (as) bir peygamberdi. Allah'a dayanmıştı. Allah da O'nu güçlendirmişti. O'nu hiç kimse durduramazdı. Musa (as) denizi geçti, ancak Firavun aynı denizde boğuldu. Krallığı, varlığı, askerleri onu kurtaramadı.
Aynı şekilde Kâbe'yi yıkmak niyetiyle yola çıkan Ebrehe, ordusuna güveniyordu. O zamanın şartlarında fillerin varlığı ordusunu daha güçlü kılıyordu. Ama Ebrehe Kâbe'ye yaklaştığı vakit, ne yaptı ne ettiyse de en büyük filini yürütemedi. Bu sırada, bulut gibi ordunun üzerine yaklaşan ebabil kuşları ve bunların attığı küçücük taşlar, Ebrehe'nin o güçlü ordusunu paramparça etti.
İslâm tarihinde misalleri çoktur; Allah'a karşı aczini bilen insan yüksek bir ahlaka sahip olur, rahat eder, huzur bulur; manen tekâmül eder, velayet makamına kadar ulaşabilir; nice mübarek kimseler, aciz olduklarını bilip Allah'a dayanmışlardır. Allah'a dayandıkları oranda da güçlenmişlerdir. “Ben yaparım, ben başarırım, ben üstesinden gelirim…” deselerdi, bir süre yürüseler bile, tıpkı Firavun ve Ebrehe gibi bir gün yolda kalırlardı.
Diğer yandan gençlik, ana, baba, yakınlar gidiyor. Gideni durduramayan, bunlardan elem çeken insan aciz değil mi? Ne zaman bu konu aklıma gelse hemen 20. Mektup'u açar okurum;
“Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp, levâzımatını yerine getiremezsin. Öyle ise beyhude ızdıraba düşüp azap çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr'dir, hem Rahîm'dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.”
Kâinatta olup biten her şey Allah'ın iradesindedir; Allah, tüm varlıklar arasından insanı seçmiş ve kendine muhatap etmiş. “Ey İnsan! Sen hayatına lazım olan şeyleri tedarik edemezsin. Ne gücün yeter buna ne de servetin. Gücü sonsuz olan Benden iste ne isteyeceksen.” buyurmuş.
Öyleyse acziyetini itiraf edip “Allah'ım sen yaratansın, ben yaratığım; Sen her şeyin sahibisin ben hiçbir şeyin sahibi değilim.” deyip, Allah'a sığınmak kul olmanın gereğidir.
Ya Rab, aciziz! Bazen, Senden gelene razı olmamanın tenakuzuna ve azabına düşüyoruz, şefkatli tokatlardan ağlıyoruz. Bizleri affet! Bizleri rızana muvafık noktada bulundur; bizleri İslâm'a hizmetkâr eyle; Resul-ü Ekrem (sas)'in Ümmeti olmamızı müyesser kıl...
Amin, amin, amin!