29 Şubat 2016 Pazartesi

Senin hazinen hiç bitmez

Senin hazinen hiç bitmez


Annesiyle beraber bir bakkaldan alış veriş yapan küçük çocuğa dükkân sahibi şeker kutusunu açıp,

“İstediğin kadar al yavrum” der. Çocuk el uzatıp almaz, çekingen davranır. Bakkal, bir avuç şekeri kendi uzatır, verir. Dışarı çıktıklarında annesi;

“Yavrum, bakkal amca al dediğinde niye almadın?” der.

 Çocuk:
“Anneciğim, benim ellerim ufak, bakkal amcamınkiler daha büyüktü. Onun vermesini bekledim,” der.

İşte biz de bu çocuk gibiyiz.
Allah'ım, bizim küçücük ellerimizle istemelerimize, o sonsuz büyük kerem elinle ve o sonsuz büyük rahmet elinle ihsan et.

Senin hazinen hiç bitmez... Küçük büyük verdiğin her nimete hamd olsun.
Gönderdiğin Sevgili Peygamberimize (Sallallahü aleyhi ve sellem) salât ve selâm olsun . . .



Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin

Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
26 Şubat 2016, 08:00


Bir Müslüman, her zaman, her yerde, her durumda Allah’tan yardım istemesi, dilek ve ihtiyaçlarını O'na arz etmesi gerektiğini bilir. Şartlarına riayet edilmeden yapılacak müracaatların karşılık bulmayacağının, taleplerin tahakkuk etmeyeceğinin de farkındadır.

Cenab-ı Hak, Bakara sûresi 153. ayette şöyle buyuruyor: “Ey İman edenler! Sabır ve namaz ile (Allah’tan) yardım isteyin! Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” 

Hz. Ömer (r.a.) anlatıyor: İslâm’ın ilk harbi olan Bedir’de Allah’ın Resulü şöyle bir müşriklere baktı, bir de kendi ordusuna... Onlar 1.000 kişi, kendi ordusu ise 300 kişiydiler.
 
Onların birçoğu binekli iken kendi ordusunda sadece 3 kişinin bineği vardı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kıbleye yöneldi ve ellerini açarak şöyle duada bulundu:

“Ey Allah’ım! Bana olan vaadini bugün yerine getir. Ey Allah’ım! Bana vaat ettiğini ver. Ey Allah’ım! Şu bir avuç Müslüman topluluğu bugün mağlup ve helâk olursa, yeryüzünde Sana hakkıyla ibadet edecek kimse kalmayacak.”

Hz. Ömer devamla şöyle anlatıyor: Resûlullah, duasına gözyaşları içinde dakikalarca devam etti. O kadar ki: Cübbesi omuzlarından düşmüş bunun farkında bile değildi. Hz. Ebu Bekir geldi, cübbesini omuzlarına yerleştirdi. Sonra sırtını kendi göğsüne dayadı ve ona “Ey Allah’ın Nebisi! Bu kadar iltica yeter, sen Rabbine yalvardın. O sana vaadini bugün –inşallah- yerine getirecektir” dedi.

Bunun üzerine Cenab-ı Hak; “Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz da size: Ben, işte ardı ardına 1000 melek ile yardım ediyorum!” ayetini inzal buyurdu.

Dinimizin biyoenerjiye bakışı nasıldır?

Biyoenerji konusu, dini bir konu olmadığı için dini kaynaklarda böyle bir şey aramak doğru olmaz. Bu bir sağlık konusudur. Yakın zamanlarda keşfedilmiş bir şeydir ve tedavi usulü olarak kullanılmaktadır. Böyle yeni keşfedilen bir şey olduğunda dine aykırı olup olmadığına bakılır.

Biyoenerjinin insanda varlığı bir vakıadır ve bu enerjiyi kullanarak insanları tedavi etmenin dine ters bir tarafı yoktur. Yeter ki tedavi olmak isteyenler işin uzmanını bulsun, uzmanlar da bu işi suiistimal etmesinler.

Bişr-i Hâfî’nin tövbesi

Dönemin büyük velilerinden Bişr-i Hâfî, gençlik yıllarını gaflet içerisinde geçirmektedir. Bir gece evine dönerken yerde bir kâğıt parçası bulur. Alıp baktığı zaman üzerinde besmele yazılı olduğunu görür. Allah’ın adının geçtiği bu kâğıdın yerde çamur içinde kalmasına gönlü razı olmaz. Üzerindeki çamurları temizleyerek güzel kokular sürer ve evinin en mutena yerine asar.

Aynı gece âlim bir zâta rüyasında şöyle denir: “Git, Bişr’e söyle! Dün yaptığı işten dolayı Ben ondan razı oldum. O, Benim ismimin yazılı olduğu kâğıdı nasıl temizlediyse Ben de onu hatalarından temizledim!”

Âlim zat, sabah olunca hemen Bişr’i bulur gece gördüğü rüyasını anlatır. Bişr-i Hâfî bu habere çok sevinir, arkadaşlarına “Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra beni buralarda göremeyeceksiniz!” dedikten sonra günahlarına tövbe eder. Cenab-ı Hakk’ın ismine gösterdiği hürmet karşılıksız kalmaz.

Üç şeyi unutmayın!

Efendimiz, şu üç şey üzerine yemin ediyor:

Sadakadan dolayı asla mal eksilmez.

Affedeni Allah aziz kılar.

Dilenen kimseye Allah, fakirlik kapısını açar.

28 Şubat 2016 Pazar

Sabır ve Önemi

Sabır ve Önemi
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey îmân edenler! Sabredin, sebat gösterin, hazırlıklı ve uyanık olun. Allâh’tan korkun ki başarıya erişesiniz.” (Âl-i İmrân, 200)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Sabır üçtür: Musîbetlere karşı sabır, kullukta sabır ve günah işlememekte sabır…” (Süyûtî, II, 42; Deylemî, II, 416)
Sabır; değişen maddî ve mânevî durumlar karşısında dengeyi bozmamak, îtidâli muhâfaza etmek, iptilâlara tahammül göstermek, acılara katlanmak, sıkıntı ve meşakkatlere karşı soğukkanlılıkla mukâvemet etmek, beşerî hisleri aklın ve dînin sınırları dâhilinde sâbit tutmak mânâlarına gelir.
Metânet de başa gelen her türlü iptilâya karşı metinlik, muhkemlik, dayanıklılık ve sağlamlık demektir.

Sabır, güzel ahlâkın ağırlık merkezi, îmânın yarısı, ferah ve saâdetin anahtarıdır. Cennet nîmetlerine kavuşturan büyük bir fazîlettir. Sabır, hoşa gitmeyen ve ıztırap veren hâdiseler karşısında muvâzeneyi bozmadan sükûnete bürünmek, Hakk’a teslîm olmaktır.

Enbiyâ ve evliyâ, sabır husûsunda da zirve örnekler sergilemiş ve Allâh’ın yardımına nâil olmuşlardır. Bu sebeple onlar, sabır husûsunda da bizim örneklerimiz olmalıdır.

Sabrın dünyevî tarafı acı, âhiret tarafı çok parlaktır. Sabrın acılarını sîneye çekenler, ebediyet devleti olan cennete ve Allâh’ın rızâsına kavuşurlar.

Her hâlükârda Allâh’ın emir ve yasaklarındaki nîmet, hikmet ve ilâhî mükâfâtları düşünmek, sabrı kolaylaştırır.

Sabrın ilk şartı, onu gerektiren hâdiseyle ilk karşılaşıldığında gösterilmesidir. Vaktinde gösterilmeyen bir sabrın, fazla bir mükâfâtı yoktur. (Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti-1, Erkam Yay.)
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

es-Semî’: Kâinattaki her sesi; içte saklansın yahut açıkça söylensin duyan, gizliyi, fısıltıyı bile işiten demektir.
Kısa Günün Kârı

Sözün özü, sabır insanın derûnundaki kıymetli bir hazinedir. Belâ ve musîbetler karşısında en sağlam kalkandır. Allâh Teâlâ’nın râzı olduğu ve büyük mükâfatlar va’dettiği ulvî bir haslettir. Allâh Rasûlü’nün ifâdesiyle:

“Sabır ziyâdır.” (Müslim, Tahâret, 1) Nihâyetinde insanın dünyâ ve ukbâsını aydınlatır.
Lügatçe
ziyâ: Işık, aydınlık.
musîbet: Bela.
îtidal: 1.Aşırı olmama durumu, ılımlılık, ölçülülük. 2. Soğukkanlılık.
mukâvemet:
Karşı durmak, dayanmak. Karşı koymak.
muvâzene:
1. Denge. 2. Dengeleme


  

Fatiha suresinin önemi

Fatiha suresinin önemi


– Ebu Said b. Mualla anlatıyor:

– “Ben bir kere mescidde Namaz kılarken Resulüllah beni çağırmıştı. Namaz kıldığım için icabet edememiştim. Namazı kılıp yanına vardığımda:

– Ya Resulüllah, Namaz kılıyordum, diye özür beyan ettim. Bunun üzerine O:

– Allah Kur’an’da “Ey Mü’minler! Sizi Resulüllah kendinize hayat verecek şeylere davet ettiği zaman icabet ediniz” buyurmadı mı? Dedi. (Enfal: 24) Sonra bana:

– Ey Said, sen bu mescidden çıkmazdan önce sana bir sure öğreteceğim k...i, o, Kur’an’daki surelerin sevab bakımından en büyüğüdür, dedi. Sonra elimi tuttu, mescidden çıkmak istediği sırada ben:

– Ey Allah’ın Elçisi! Sana bir sure öğreteceğim ki, o, Kur’an’daki surelerin en büyüğüdür, demiştin, diye hatırlattım. Resulüllah:

– O sure, “Elhamdü lillahi Rabbi’l – alemin…” dir ki, Namazlarda tekrar olunan yedi ayet ve bana ihsan olunan Kur’an’dır” buyurdu

– Fatiha suresinin değerini anlatmak elbette mümkün değildir; ancak şu kudsi hadis bize bu konuda ışık tutmaktadır:

– “Fatiha’yı kendimle kulum arasında ikiye böldüm: Yarısı benim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır; kendisine verilecektir.”

– Hz. Peygamber devamla diyor ki:
– Bir kul “El – hamdu lillhi rabbi’l – alemin” dediği zaman Allah:
– “Kulum bana hamdetti,” der. Kul:
– “Er – Rahmeni’r – Rahim” dediğinde, Allah:
– “Kulum beni umumi ve hususi manada olan merhametle andı, beni övdü,” der. Kul:
– “Maliki yevmi’d – din” dediğinde, Allah:
– “Kulum beni büyük tanıdı, bana saygı gösterdi,” der. Kul:
– “İyyake… nestein” dediği zaman, Allah:
– “Bu benimle kulum arasındadır. (İbadet kuluma, yardım ise bana aittir). Kulumun istediği verilecektir”, der. Kul:
– “İhdina’s – sirata’l – müstakim… vele’d – dallin” dediğinde ise, Allah:
– “Bu dilek kula aittir, istediği verilecektir,” buyurur.”


– FATİHA suresinin fazileti hakkında rivayet edilen bir hadis de şöyledir:
– İbn Abbas (r.a.) demiştir ki:

– “Cebrail, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanında otururken, üstünden kapı açılmasına benzer bir ses duydu. Başını yukarı kaldırdı. İşte şu, bu günden başka hiç açılmamış bir kapıdır, dedi. O’ndan bir melek indi ve: Bu yeryüzüne inen bir melektir ki, bu günden başka asla inmiş değildir, dedi.

Selam verdikten sonra: Ancak sana verilen ve senden önce hiçbir Peygamber’e verilmeyen iki nur ile müjde sana. Bu iki nur “FATİHATÜ’L – KİTAB” ile BAKARA SURESİNİN sonlarıdır. Bunlardan okuyacağın her bir harfe karşılık, istediğin mutlaka sana verilecektir, dedi.”

– FATİHA SURESİ, ŞİFA niyetiyle de okunur. Buhari’nin Ebu Said El – Hudri tarikiyle rivayet ettiği bir hadiste:

– Arap kabilelerinden birinde bir şahsı akreb’in soktuğu, her çareye başvurulmalarına rağmen tedavi edemedikleri anlatılır.

– Neticede Ebu Sid El – Hudri FATİHA SURESİNİ okur ve hasta iyileşir.


27 Şubat 2016 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Hayatın gayesi...

Hekimoğlu İsmail - Hayatın gayesi...


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

Hayatın gayesi...


Nasıl ki taşı anlatmak kolaydır; ama elması anlatmak zordur. Aynen öyle de gayesizlik taş gibidir ve çoktur. Nitelik ve ideal ise elmasa benzer, bulmak yeterli değil, bir de kuyumcu olmak gerekir ki onu anlayalım ve anlatalım.

İde, fikir manasına gelir. İdeal, maksattır, gayedir. Her insanın kendine göre fikri vardır. Ayrıca bir insandan sonsuz sayıda fikirler çıkar. Bunların hangisi doğrudur bilinmez. Çünkü herkes, benim fikrim doğrudur, der. Bu fikirler ve idealler İslam'ın mihengine vurulur, İslam'a uygun olan doğrudur. İşte bunun için idealler hem akla hem İslam'a uygun olmalıdır.

Allah, her şeyi bir sebep için yaratmıştır. Yollardaki on binlerce araba bir hedefe gidiyorlar, bir gayeyi tahakkuk ettirmek için. Mesela bir çocuğa sorarız. “Sen büyüdüğün vakit ne olacaksın?” “Hiç” diye cevap verir. Diğer bir çocuğa sorarız, “Ne olacaksın?” O da der ki, “Avukat olacağım.” “Öyleyse sınıfı geçmek lazım.” deriz, “Biliyorum” diye cevap verir. Hâlbuki bu ilkokul çocuğu avukatlık nedir bilmez amma geleceğine bir hedef dikti: Avukat olacağım! Sınıf geçtikçe, iyi not aldıkça heyecanlanır, avukatlığa biraz daha yaklaşır, böylece koşar, sınıfları tek tek geçer, liseyi bitirince hukuk fakültesine gider. Çünkü o hâlâ koşuyor ve avukat olur. Belki binlerce lise mezunu içinde yalnızca hedefi olanlar o hedefe ulaşmıştır.

Diğer taraftan insan büyüdükçe, nefsinin arzu ve istekleri de büyür. Menfaatleri, ulaşılması gereken en büyük idealler gibi önüne dikilir. Nefsinin her arzusunu yerine getirmeye kalkan insan, çıkmaz sokağa saplanıverir. Hâlbuki hayatın gayesi, Allah rızasını kazanmaktır.

Ekseriyetle her insanın kendine göre bir ideali vardır. İdeal denilen bu kelime, dünyayı şekilden şekle soktu. Halen bu hal devam etmektedir. Şimdi anlaşıldı ki, ideolojilerle gerçeği bulmak mümkün değil. Çünkü İslamiyet gerçeğin ta kendisidir. Dünya, İslam medeniyetini bekliyor. Mesela bir Müslüman, ilmi, tekniği bilir, bu dallarda başarılı olur, İslam ahlâkına da tâbi olursa, fert planında İslam medeniyetine ayna tutabilir.

İslamiyet, anbean yaşanır. Çünkü bir dakika sonra ne olacağımız belli değil. Öyleyse “Ben şu anda İslam'a uygun halde miyim, İslam'a uygun bir işle meşgul müyüm?” sorularına doğru cevap veremeyen bedavadan yaşar ve ölür. Hayatı ona Cennet'i kazandıramamıştır. İyilik yapar, iyilik görür. Hal ve hareketlerini Allah rızasına göre düzenlemek, “Hayatın gayesi rıza-yı İlahi'dir” diyebilmek için daha birkaç fırın ekmek yemek gerekir. Kafa yormak, tefekkür iklimlerinde yol almak lazım.

Her insan, istediği yerlerin çoğuna varmıştır. Öyleyse cennete giden yolda da yürüyebilir. Allah, bizi kendisini tanıyalım ve gerektiği gibi kulluk edelim diye yaratmış. Asıl maksada ulaşabilmek için en önemli idealimiz, İslâmiyet'i öğrenip yaşayarak kuvvetimizi muhafaza etmektir.

İnsanın çok büyük idealleri olabilir. Fakat bu büyük ideallerin hiçbirisi Saadet-i Ebediye'ye ulaşmaktan daha önemli değildir. Ve mademki ideal fikre bağlıdır, fikirlerimiz de Kur'an'a bağlanırsa çok iyi neticeler alırız.

Saatler, saniye saniye ömrümüzü bitiriyor. Bunun için biz de saniye saniye İslamiyet'i yaşayalım. Öleceğimiz saniyenin Müslüman'ca olmasına çalışmak; işte en büyük ideal budur!

İdealin kudretini bir damla suda seyrettim. O, koştu, denize ulaştı. Onun ideali deniz olmaktı, bir damla su deniz kadar güçlü olmak istedi ve oldu. Damlanın, denize koşmasını, denizin damlayı kucaklamasını seyrettim, bir damla gözyaşı ile ben de bu ideale katıldım...
 
 
 
 

26 Şubat 2016 Cuma

Cemil Tokpınar - Allah’ın seçtiğinde hayır vardır

Cemil Tokpınar - Allah’ın seçtiğinde hayır vardır

 
Cemil Tokpınar

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
19 Şubat 2016, 08:00


İSTİHARE NAMAZI

Evlilik, yeni bir iş kurma, meslek seçimi gibi durumlarda tereddüde düştüğünüzde sizi sıkıntıdan kurtaracak, kararınızı netleştirecek, içinize huzur ve ferahlık verecek, tevekkül ve rızanın rahatlığında sükûna erdirecek bir ibadet vardır: İstihare namazı ve duası.

İstiharenin anlamı, kendisi hakkında hayırlı olanı Allah’tan istemektir. İstihare namazı ve duası, bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından öğretilip tavsiye edildiği için sünnet-i seniyyedir.

Câbir bin Abdullah’ın (r.a.) rivayetine göre, istihareyi Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi büyük küçük işlerin hepsinde tavsiye eden Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Biriniz bir iş yapmaya niyetlenince farzın dışında iki rekât namaz kılsın” buyurmuş ve istihare duasını zikretmiştir.

Buna göre, meşru bir işe niyet eden bir kimse, farklı şıklar arasında bir tercih yapıp bunun kendisi hakkında hayırlı olup olmadığını düşündüğü zaman iki rekât namaz kılar. Namazda dilediği sûreyi okuyabileceği gibi, birinci rekâtta Kâfirun, ikinci rekâtta İhlâs sûresini okuması tavsiye edilmiştir.

İSTİHARE DUASI


Namazdan sonra hadis-i şerifte belirtilen şu duayı okur:

“Allâhümme innî estehîruke bi ılmike ve estakdiruke bi kudretike ve es’elüke min fadlike’l-azîm. Fe inneke takdiru ve lâ akdiru ve ta’lemu ve lâ a’lemu ve ente allâmü’l-ğuyûb.
 
Allâhümme inkünte ta’lemu enne hâza’l-emre hayrun lî fî dînî ve meâşî ve âkıbeti emrî fekdurhü lî ve yessirhü lî sümme bârik lî fîh. Ve in künte ta’lemu enne hâza’l-emre şerrun lî fî dînî ve maâşî ve âkıbeti emrî f’asrifhü annî va’srifnî anhü ve’kdur li’l-hayra haysü kâne. Sümme ardınî bih.”


İnsanın içinde bulunduğu kararsızlığı ve problemi ortaya koyarken, her şeyi bilen ve takdir eden Cenab-ı Hakk’a sığınıp güvenmeyi bir çözüm olarak gösteren bu duanın meali şu şekildedir:

“Ey Allah’ım, ilmine güvenerek senden hakkımda hayırlısını istiyorum, gücüme güç katmanı istiyorum. Sınırsız lütfundan bana ihsan etmeni istiyorum. 

Ben bilmiyorum, ama sen biliyorsun; ben güç yettiremem, ama sen güç yetirirsin. Ey Allah’ım! Yapmayı düşündüğüm bu iş, benim dinim, dünyam ve geleceğim açısından hayırlı olacaksa, bu işi benim hakkımda takdir buyur, onu bana kolaylaştır, uğurlu ve bereketli eyle. Eğer benim dinim, dünyam ve geleceğim için kötü ise, onu benden, beni ondan uzaklaştır. Ve hayırlı olan her ne ise sen onu takdir et ve beni hoşnut ve mutlu eyle!” (Buhârî, Teheccüd: 25; Tirmizî, Vitr: 15)
 
7 DEFA YAPILABİLİR

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadisin devamında, “Bunu dedikten sonra istediği, dileği ne ise onu ifade etsin ve sonra ilk aklına geleni ve gönlünde yatanı yapsın” buyurmuştur.

Hadislerde geçmemekle birlikte büyük fıkıhçı İbn-i Âbidîn, istihare eden kimsenin dileğinin uygun olup olmadığına işaret olarak şöyle bir tavsiyede bulunur:

“Yatmadan önce dua okunur ve abdestli olarak kıbleye yönelinerek yatılır. Rüyada beyaz veya yeşil görülürse o işin hayır olduğuna, siyah ve kırmızı görülürse de şer olduğuna işaret eder. Şerli olandan kaçınmak icap eder.” (İbn-i Âbidin, 1: 461)

Eğer bir kere yapıldığında tatmin edici bir işaret ortaya çıkmamışsa birden fazla istihare yapmak sünnettir. Bununla alakalı olarak Enes bin Mâlik’in (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

“Ey Enes, bir işi yapmaya niyet ettiğin zaman o iş hakkında yeniden yedi defa istihare et. Sonra kalbinden geçen temayüle bak. Çünkü hayır kalbinde doğan manadadır.” (Tecrid Tercemesi, 4: 143)

İstihareyi başkasına yaptırma konusunda hadislerde açıklama olmadığı için bazı âlimler çekimser kalmışlar, çoğunluk ise başkasına da yaptırılabileceğini belirtmiştir.


 
 
 
 

25 Şubat 2016 Perşembe

Burcu Ercivan - Evlilik Tabi ki Kaderdir! Nasıl mı?

Burcu Ercivan - Evlilik Tabi ki Kaderdir! Nasıl mı?
 



Burcu Ercivan
Evlilik Tabi ki Kaderdir! Nasıl mı? Oku Bakalım...
Burcu Ercivan
 
 
Sayın değerli sağlam ciğerli kardeşlerim. Bildiğiniz üzere ''kader''  insanların en çok kafasını karıştıran konulardan birisi . Bende acizane bahsetmek istiyorum..
 
Öncelikle kader; ezelden ebede kadar hayır ve şer (iyi ve kötü) meydana gelecek bütün hadiselerin (olaylar) Allah katında malum olmasıdır (bilinmesi) ve yazmasıdır. Şimdi bu tanım akıllara şu soruyu getirebiliyor ;
 
- Madem Allah kaderimizi önceden bilmiş ve yazmış peki bizim bu kadere etkimiz ne? 
 
Buradan hemen bir cümleyi daha tanımlamam icap ediyor o da ''cüz-i irade''. Cüz-i İrade; Allah'ın insanlara vermiş olduğu iradeye deniyor. Buradan nereye bağlıyorum, yani ; Bizler kendi kaderimizi Allah'ın bize vermiş olduğu cüz-i irade ile seçiyoruz ve belirliyoruz. Cenab-ı Allah ise ezeli ve ebedi ilmiyle geçmişi , şimdiyi ve geleceği biliyor ve ona  göre kaderimize yazıyor.Örnek verelim;
 
Kader araba olsun cüz-i irademiz de direksiyon.Direksiyonu sağa kırarsan sağa sola kırarsan araba sol tarafa gider. Kaderimizde öyle.. Cüz-i iradenle neyi tercih ediyorsan kaderine  Allah onu yazıyor. Sen arabayı hızlı sürdün ve kaza yaptın diyelim. Allah da bunu biliyordu ve kaderine yazdı.Sen dikkatsizlik ve ihmalkarlıkla kaza yapmanı Allah'a isnad edemezsin.  Çünkü unutulmaması gereken en önemli konu ; Allah yazdığı için sen kaza yapmadın , sen kaza yapacağın için  Allah yazdı.  Allah'ın bilmesi onu Cenab-ı Allah'ın yapması anlamına gelmiyor.
 
Bunu ayetle pekiştirirsek;
 
''Ve biz, her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık... ''İsra / 13
 
Bu ayet-i kerime aynı zamanda ''Ben kader mahkumuyum , kaderim böyleymiş..'' gibi kadere karşı sözler söyleyen iddia sahiplerinin iftiralarını çürütüyor.
 
''Bize gelen bir hayır varsa Allah'tan , bir kötülük varsa nefisimizdendir..'' sözünü de tam yeri gelmişken söyleyeyim dedim kardeşlerim.Allah kullarına zulmetmez biz kendimize zulmediyoruz.. Başımıza gelen kötü olayların mesuliyeti bizim nefsimize ve şeytana uymamız ya da yanlış seçim yapmamızdan kaynaklanıyor. Mesela ; 
 
1400 yıl öncesine gidelim ve birbirinden iki ayrı kutup olan Hz. Ebubekir efendimiz (r.a) ve Ebu cehili ele alalım. Hz. Ebubekir efendimiz Allah'ın ona vermiş olduğu cüz-i irade ile  Allah'a iman etmeyi hatta Peygamberimizin (sav) en yakın dostu olma şerefine nail olmuştur. Ebu Cehil ise yeğeni (s.a.v) alemlere rahmet olmasına rağmen , defalarca Efendimizin (sav) kapısına gidip onu din'e davet etmesine rağmen cüz-i iradesi ile iman etmemeyi tercih etmiş ve kendisini cehennemin top 10 listesine yazdırmayı başarmıştır. 
 
Hatta Katolik bir papazın iman etmesini sağlayacak bir mucizeyi de şuraya iliştirmek istiyorum. Tebbet Suresin de Cenabı Allah Ebu Leheb ve karısından bahseder.
 
''...Ebu Lehebin elleri kurusun! Karısı da ona cehenneme odun taşıyanlardan olacak''
 
buyuran yüce Rabbimiz bu sureyi indirirken Ebu Lehebin iman etmeyeceğini ve imasız biçimde ölüp cehenneme gideceğini bildiriyor. Ve Ebu Leheb iman etmeden ölüyor. Bura da mucize olan konu ise; Eğer Ebu Leheb iman edip ölseydi Kur'anın bu suresi geçersiz kalacaktı.(haşa) Ama Allah ezeli ve ebedi ilmiyle Ebu Lehebin iman etmeyeceğini biliyor ve bu sureyi kesin olarak indiriyor. Papaz bundan etkileniyor ve Müslüman oluyor. SubhanAllah!..
 
Bu da Allah'ın yüce Kur'anın ve kadere karşı iradesinin büyük bir göstergesidir.
 
Umarım buraya kadar bir sorun yoktur.. 
 
Şimdi gelelim derin mevzuya. Hanım kardeşlerimizin çok merak ettiği bir husus da evlilik kader mi? mevzusu.
 
İnanın bu soru bile insanı şirke götürür ki haşa! Kader değildir deseniz dinden çıkarsınız o kadar önemli. Bu şu demek oluyor; Allah'ın benim evleneceğim insandan haberi yok demekle aynıdır ki bu hiç bir şekilde mümkün değildir. Yüce Allah ilmiyle her zerreyi bilir. O yüzden EVLİLİK TABİ Kİ KADERDİR. 
 
Ama kader iki çeşide ayrılıyor. Biri ihtiyari kader (yani çok ders çalışıp karşılığında üniversite kazanmak gibi) ikincisi ise ızdırari kaderdir (ne zaman doğacağınız ,boyunuz , cinsiyetiniz vs.) yani seçme şansınızın bulunmadığı kaderdir.
 
Evlilik çoğunlukla ihtiyari kader yani seçimlerinize bağlı olan kaderdir. Ama Allah bazen ızdırari kader yaşatır ki bu da imtihandır. İyi bir eş verir şükür ister , kötü bir eş verir sabır ister..
 
SONUÇTA İKİSİ DE KADERDİR..Hatta;
 
Kiminle evleneceğimiz ezelden muayyen olup, hiçbir surette değişmeyeceğini, hatta Ashab-ı Kiram'dan bir zatın Peygamberimize ;
 
"Falan kadınla evlenmek istiyorum, dua buyurun."demesi üzerine ;
 
"Eğer sana İsrafil, Mikail ve... Hamele-i Arş [a.s] dua etse, araların da Bende bulunsam, gene sen ancak senin için yazılan kadınla evlenirdin."
[Ramuz:357/9]
 
buyurmuşlar.Burada bize düşen dua ederek bize yazılan kişinin hayırlı bir insan olmasını istemektir. Dua evleneceğiniz insanı değiştirmez ama onun daha hayırlı bir insan olmasını sağlayabilir.Tabi yaşantınız ve seçimleriniz de çok önemli. Kimi malı olsun der kimi mülkü.. Kimi yakışıklı olsun der kimi uzun boylu.. Eğer dindar olsun diye dua ederseniz sizin için daha hayırlı olur kardeşim..
 
Bu arada kaderle kısmet bile evlendi bi biz evlenemedik diyen kardeşlerimiz var , Canımsınız:)  emin olun siz iğne ucunda dahi olsanız kaderinizde ki insanla karşılaşırsınız. Fizan da , Mekke de , Mısır da .. nerede olursa olsun. Dert etmeyin ,dua edin:)
 
Ve Allah kulunun DUASINA üç şekilde cevap verir;
  • Evet , der istediğini verir.
  • Hayır, der hiç vermez (yine bizim iyiliğimiz için)
  • Bekle , der en hayırlısını verir.
Umarım mesaj alınmıştır :) sevgilerimle..
 
 
 
 

24 Şubat 2016 Çarşamba

Fatma (r.a.) son anlarındaydı..

Fatma (r.a.) son anlarındaydı..




Yaşı yirminin biraz üzerindeydi.. Çileli bir hayatın sonuna doğru gelmişti.. Özlüyordu 6 ay önce gidiveren Babasını, özlemişti aşkın bir muhabbeti vardı.. Onulmaz bir yaraydı sanki içi yakan, yıkan, tarumar eden.. Hz Ali (r.a.)'ın yanında son nefesini veriyordu..

Yıkadılar Fatıma'yı, kefenlediler sonra... Hz. Ali’ye (r.a.) diyorlardı ki:

Fatımanın cenazesi hazırdır. ... Bütün Medine yollarda Medine Baki mezarlığında...

- Sevgililer Sevgilisini...n Kızını defnedecekler..

- Mezara giriyor, mezara oturuyor Hz. Ali (r.a.) ve 'Uzatır mısınız bana Fatımayı' diyordu, uzatıyorlardı..
- . Fatıma’yı (r.a.)... Zaten nahifti, zaten inceydi, zaten zayıftı Fatıma (r.a.)... Ve O’nu mezara doğru uzatırken

Hz. Ali (r.a.) öyle ağlıyordu ki gözlerinden akan sicim gibi yaşlar Fatıma (r.a.)'nın yeni kefenini ıslatıyordu.. Hz. Ali (r.a.) şöyle söyleniyordu;

"Habibun leyse ya’diluhu habibun.. Vema lisivahu fikalbi nasibun.. Habîbun rabâ ayni ayni vecismî vean kalbi la yağibu"

"Sevgilim" diyordu Fatma’sına.. 'Sevgilim..!

Senin sevgini karşılayacak bir sevgi daha yoktur..

Doğrusu Senden gayrısı için şu yürekte bir nasip de olmayacaktır, her ne kadar gözlerimden ve vücudumdan uzaklaşsan da kalbimdesin sürekli ve her dem……
Sonra toprağı atacaklardı Fatma’nın üstüne.. Toprağa bulaşmış ellerini çırparken Hz. Ali (r.a.) şöyle diyecekti

"Doğrusu dünyada tek bir isteğim kaldı Fatıma...
Babana ve Sana ulaşacağım günü bekliyorum...


23 Şubat 2016 Salı

Ahmet Türk - HAYALLER KURMAK İSTİYORUM...

Ahmet Türk - HAYALLER KURMAK İSTİYORUM...


Konya Ereğli'li Hemşehrim genç yazar Ahmet Türk'ün Facebook sayfasında yayınladığı yazı:


 Nice analar her yıldız kayışında ne dilekler tuttu, her dilek ağacına çaputlar bağladı, nice türbeler gezdi, nice dualar etti, nice doktorlar gezdi.
Canından bir can evlada sahip olmak için…
Kimileri sahip oldu belki de… Kucağına aldı yavrusunu gözlerine inanamadı öyle güzel öyle masumdu ki…

Onu yıkayacaktı… Onu giydirecekti… Onun saçlarını tarayacaktı… Her gittiği yere götürecekti… Canından can parçayı gözünün önünden ayırmayacaktı…
Dahası da var tabi;
Hastalandığında sabahlara kadar başında bekleyecek.
Mezuniyetlerinde en önde alkışlayacak, ağlayarak gururla…
Damat olduğunu görüp babaanne olmayı bekleyecek sonrasında da…

Er Mustafa’nın da annesi bu hayalleri kuruyordu eminim, Ömer Çavuşun da, Kınalı Ali’nin de…
Onların da dilekleri gerçekleşmişti, belki kayan bir yıldızla, belki bir adakla, bir duayla; anne olmuşlardı biricik oğullarına…
Büyütmüşler bin bir emek, bin bir zorlukla…
Biri işe gitmiş aklı yavrusunda, biri tarlada çalışmış sırtında çocuğuyla, diğeri evinde, aşıyla, ayranıyla…
Sabahlar uzakmış onlar hastalanınca, beklemişler başuçlarında…
Kurban olmuşlar ana yürekleriyle, gözlerinden akan bir damla gözyaşına…

Sonra büyümüş oğulları, asker olmuşlar; anlı, şanlı…
Sıra onlardaymış; vatan borcunu ifa zamanıymış…
Toplanmış kalabalık, tüm sevenleri ordaymış.
Dualarla, akan yaşlarla herkes onları uğurlamış…

Bir gün karakol baskını olmuş, Ömer Çavuş, hayata gözlerini yummuş…
Dağdaki operasyonda, Kınalı Ali haince vurulmuş…
Kahpe mayına basan Er Mustafa, oracıkta şehit olmuş…
İşte yine toplanmış kalabalık, tüm sevenleri orada…
Yan yana dizili ay yıldızlı bayraklara bürünmüş, hayatının baharında soldurulmuş, kefenlerine kan bulaştırılmış cennet bekçileri, uğurlanıyor analarının feryatlarıyla mekânların en yücesine…
Devlet erkânı, tam kadro orada, dimdik ayakta, şehit anaları da ayakta ama yürekleri hiç bitmeyecek bir yasta…

Biz de televizyonların başında lanet okuyoruz bu dayanılmaz acıya, yıllardır bitmeyen bu anlamsız harbe ve bekliyoruz şimdi sıra kimde, bize ne zaman sıra gelecek diye…
Hain pusularla söndürülen yaşamlara, her geçen gün yenileri ekleniyor.
Acımadan, namertçe arkadan uzanıyor katillerin eli, gencecik delikanlılara…
Kundaktaki bebeklere kurşun sıkıp adına özgürlük mücadelesi diyen hasta bir zihniyetle bu memleket karşı karşıya…

Ama onlar unutmasınlar ki; kıydıkları canların hesabı bu dünyada sorulmasa bile, mahşer de yakalarına yapışacak koskoca bir millet yaşıyor, bu topraklarda…
Hangi emelin, hangi hedefin anlamı olabilir ki uğruna gencecik fidanlar, masum insanlar yok olacaksa

Ve bir evlatla birlikte koca bir ailenin de öldüğünü lütfen herkes anlasa…

Gazi onurlanmış, şehit ise nurlanmış askerdir.

Göklerde dalgalandıkça sancak, bilinsin ki Mehmetçik Allah’ın huzurunda eğilir ancak.

Vatan için ölen askerin rütbesi, peygamberlikten sonra gelen mertebe, mahşerde…
Can yoldaşı olurlarmış cennette, peygamberler meclisinde…

Ve öldükten sonra, bir tek şehitler inebilirmiş cennetten gökyüzüne, görünebilmek için sevdiklerine, onların düşlerinde…

Şehit anası…
Kahpe kurşun değmişken evladına, o uzaklarda pencereden bakıyor dışarıya ve süt kokusu geliyor burnuna…
Hastalanıp ateşlendiğinde başucunda beklediği evladı, ateş altında kalmış yatıyor toprakta…
Kıyamadığı göz nuru, sakındığı oğlu, can veriyor bir başına…

İşte o an bir yıldız kayıyor semada ve bir ana yüreği onunla birlikte ölüp gidiyor, bedeni kalıp dünyada yaşıyor olsa da…

Şehitler, toprağa düşen yıldızlar ve toprağa değil kalplere gömülürler...

Karanlık gecede, gökyüzünde kayan yıldız gördüğünüzde, bilin ki bir yerlerde, çok uzak köşelerin birinde bir asker yapayalnız, şehit olmuş siz rahatça uyuyun diye…

Artık dilek tutmuyorum kayan bir yıldız gördüğümde…

Sessizce dua edebiliyorum sadece…

Gözyaşlarım, usulca damlıyor yüreğime, kalıyorum öylece…

Hayal kurmak istiyorum ve şehit askeri düşünüyorum cennette;

Yeniden küçük bir çocuk olmuş koşuyor çimlerde, bu sefer elinde oyuncak bir tüfekle…

Ve annesi de bakmaya kıyamadığını seyrediyor, yüzünde mutlu bir gülümsemeyle…

21.02.2016

https://www.facebook.com/ahmet.turk.trk/posts/1266150280080479?comment_id=1266195513409289&notif_t=like


Burcu Ercivan - Ah Hatice'm.. Yaktın Beni can evimden

Burcu Ercivan - Ah Hatice'm.. Yaktın Beni can evimden
 
Burcu Ercivan                
Ah Hatice'm.. Yaktın Beni can evimden
Burcu Ercivan
 
 
Kardeşlerim bildiğiniz üzere Hz. Hatice (r.a.) Peygamber efendimizin ilk eşi , ilk kucağı , 6  gül yavrunun annesi , ilk Müslüman kadın , Resulullah'ın ilk namazında ki cemaati , gönül ışığı , can yoldaşı..
 
Ama bizler bu mukaddes kadın hakkında ne biliyoruz? Bir dizinin başrol oyuncusunu , bir futbol takımının ilk on bir kadrosunu , bir şarkının bestesini , güftesini bildiğimiz kadar biliyor muyuz bu sahabe hanımefendilerinin hayatlarını..
 
İnanın bana Hz. Hatice'nin hayatını okuduğumda hayran oldum.. Hiç bir şey bilmediğimi fark ettim ve kendimi çok aciz hissettim.. Halbuki O Cebrail'in hatta Cenab-ı Hakkın dünya da iken selam verdiği sayılı insanlardan birisi.. Allah'ın selam verdiği kaç kadın tanıyorsunuz? Ne yapmış ta böyle kutlu bir selama varmış? Nasıl bir kalbi varmış ki ölmeden cennetle müjdelenmiş?..
 
Ah Hatice'm ah.. Mekkenin  gül goncası..  Yetimlerin umut ışığı , yoksulların doyuran eli..
 
Hz. Hatice annemiz Efendimizden(sav)önce de hiç bir zaman putlara tapmamış ve her zaman Hz. İbrahim'in dinine inanmıştır. Herkes Kabe'nin etrafında puttan sözde tanrılarına ibadet ederken O  Kabeyi tavaf eder , Kabe'nin sahibine dua eder , Hacer annemizin çektiği sıkıntılara tefekkür eder , Rabbine dua ederdi..
 
Kervanların yöneticisi Hatice.. Mekke'nin ticaretinde nam salmış Hatice.. İffet timsali , güzellik abidesi.. O zamanın kadınları  gösteriş ve şatafatı severken onca varlığı içinde sade ve nazenin bir duruş Hatice.. 
 
Sarı konağında verdiği ziyafetler , yardımcılarına olan hoşgörüsü , cömertliği ve dürüstlüğü , kadın olmasına rağmen Rabbinden başka kimseye boyun eğmemesi dillerde bu mübarek insanın..
 
Mekke'nin ileri gelenleri Hz. Hatice ile evlenmek için sıraya girse de O hiç kimseyi kabul etmemekte kararlı..
 
Öyle ya ileride Kainatın en şereflisi olan Peygambere (sav) eş olacaktı.. Kaç kişinin alnına böyle kutlu bir talih yazılmıştır?.. Yakını olan bilge kişi Varaka bin Nevfel, annemizin gördüğü rüyanın müjdesini verdiğinde  içinde bir kuş çırpındı Hatice'nin.. ''Umuyorum ki dedi Varaka umuyorum ki sen çok şerefli bir insanın Eşi olacaksın..''
 
Öyle de oldu.. Kalbine gelmiş geçmiş milyarlarca ümmetini sığdıran , adı cennetin kapılarına yazılan , alemlerin O'nun hürmetine yaratıldığı Efendisinin (sav) biricik eşi olma şerefine nail oldu..
 
Zengindi Hatice çok zengindi.. Öyle ki Ebu Talibin yetimine (sav) ; Eş , ev, ocak , sıcak kucak , merhametli el , koruyan iki göz olacak ve malını , varını , güzelliğini , ömrünü adayacaktı.. Kasım, Zeyneb,Ümmü Gülsüm,Rukiye ,Fatıma ve Abdullah'ın bir tanecik annesi olma güzelliğine erecekti..
 
Biliyor musunuz? Umre ziyaretimde nur dağına çıkma şerefine nail oldum. O dağ çok dik ve engebeli. Yani çıkmak için yürek gerekiyor. Ama O, Efendimiz dağda aylarca inzivaya çekildiğinde her gün o dağa çıkıp gönlünün Efendisine yemek ve su götürür ,o canlar  feda olan nur yüzünü bir kere daha görmek için can atarmış.. Ne yürek, hay maşAllah..
 
Efendimize (sav) ilk vahiy indiğinde sorgusuz sualsiz ''Sen Allah'ın Resulüsün..'' diyen bir eş düşünün.İki cihan selveli dağa gittiğinde eli kalbinde sarı konağın terasından dağa bakar O'na bir şey olmasın diye dualar ederdi Hatice.. Dönüşünü dört 
gözle bekler , kapıda gül yüzünü gördüğünde mutluluktan yerine sığamazdı Hatice..
 
Can Efendisi , nur kasidesi , cennet bahçesi ,yürek yoldaşı , kalp sırdaşı , hayat arkadaşı..
 
Onların evliliklerinde hiç bir zaman kavgaya yer olmaz , her zaman saygılı , sevgili , edepli , ölçülü konuşurlurdu.. Hatice bütün sevgisini , içten gülümsemesini , candan duruşunu , merhametli kucağını açtı Efendisine.. O'nun kılına zara gelse Hatice'nin yüreği yangın , kalbi kanadı kırık bir kuş olurdu.. Ömrünü adadı Can'ına Cananına..
 
Kervanları yöneten ,ipekli libaslar , kadifeden elbiseler bin bir türlü mücevherlerin elinden geçtiği bu mübarek kadın yoksulluk için de kızı Fatıma'ya babasını emanet edip göçecekti saadetli yurda.. Öyle kıymetli bir can ki canını teslim eyleyecekken cennetle müjdelenenler refakat edecekti O'na.. Bir yanında Hz. Meryem bir yanında Hz. Asiye..
 
Hatice hasretle bakacaktı uğruna ömrünü adadığı Aşkının  yüzüne, yanında Ona en çok benzeyen kızı Fatıma ile birlikte..
Ve kimse Hatice gibi olamayacaktı çünkü Haticesi bir tane olacaktı Allah Resulünün..Yıllar geçse de onu özlem ve hasretle anacak kimseyi Onun yerine koymayacaktı.. ''Allah beni Hatice'ninsevgisiyle rızıklandırdı..'' diyecekti. Hz. Aişe annemizin en çok kıskandığı kadın , insanlığın anası , ilk iman eden, Efendisinin bir tanesi olarak kıyamete kadar dilden dile yaşayacaktı..
 
 Hz. Hatice annemizi tanımadan ölmeyin..
 Aşk'a adanmış bir ömürü onun hayatından öğrenin..
 
 Bu güzel yazının çıkmasına vesile olan kardeşim Fikriye Urtanur'a ve Aşk'a adanmış bir ömür isimli romanı ile Nurdan Damla hocama çok teşekkür ediyorum..
Selam ve Dua ile..
 
 
 
 

22 Şubat 2016 Pazartesi

Münafık kâfirden daha aşağıdadır

Münafık kâfirden daha aşağıdadır

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
19 Şubat 2016, 08:00


Cenab-ı Hak, kendisine iman etmeleri bakımından insanları üç gruba ayırmıştır: Müslüman, kâfir ve münafık.
 
Müslüman; iman esaslarına can-ı gönülden inanmış insandır.

Kâfir; iman esaslarını kesin bir dille yalanlayandır.

Münafık ise Müslüman ve kâfir arasında, diliyle inandığını söyleyip gönülden inanmayandır.

Bakara suresinde bu insanlar şu ifadelerle anlatılır:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki: ‘Biz Allah’a ve ahiret gününe iman ettik’ derler; oysa inanmış değillerdir. (Sözde) Allah’ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar, yalnızca kendilerini aldatıyorlar ve şuurunda değiller.”

“Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır.”

Münafığı nasıl tanırız?
Münafıkları tanıyabilmemiz için Peygamber Efendimiz bize bazı özelliklerini söylemiştir; sözlerinde sık sık yalana başvuran, verdiği sözü yerine getirmekten kaçınan, kendisine bir şeyler emanet edildiğinde buna ihanet edenler münafık tipli insanlardır. Bunlara karşı her ne kadar hüsnü zan esas olsa da tam olarak itimat etmemek, her zaman bir yanılma payı koymak gerekir.

Mü’min, günahını, üzerine düşüverecek bir dağ gibi görüp, günahtan böylece sakınırken münâfık ise günahını, burnunun üzerine konup uçan bir sinek gibi görür. Münâfıklara en ağır geleni, sabah ile yatsı namazlarında cemaatte hazır bulunmaktır. Bu sebeple; dinin, esaslı bir şekilde yaşandığı bir toplulukta münafıklar barınma imkânı bulamazlar.

Allah, hepimizi nifaktan korusun. Farkına varmadan içine düşeceğimiz, münafıkları çağrıştıran hareketlerden sakındırsın. Öyle bir hayat yaşayalım ki, nifak düşüncesinde olanlar içimizde barınamasınlar…

Saç ektirmek caiz midir?


Gençken saçı dökülenlerin, kendi saçlarından olmak üzere, saç ektirmeleri tedavi mahiyetinde olduğundan caizdir. Çünkü genç bir insanda asıl olan saçlı olmaktır. Yaşlıların saçlarının dökülmesi tabii olduğu için onların saç ektirmeleri haram olmasa da bazı mahzurları vardır. Çünkü yaşlıların, ektirdikleri saçla, kendilerini etrafa farklı gösterme hissine kapılmaları kuvvetle muhtemeldir.

Yaşlı olduğu halde genç gibi görünmeye çalışmak bir nevi riya ve aldatma olur. Böyle bir şey olmasa bile, yaşlıyken saç ektirmenin insandan götürdüğü bir şeyler mutlaka vardır diye düşünüyoruz.

Bununla beraber diyebiliriz ki, insan psikolojik bir sıkıntıya girmiyorsa, aşamayacağı bir durum yoksa saç ektirmek gibi pahalı bir harcamaya sırf güzel görünmek için girmesini tavsiye etmeyiz. Oraya vereceği parayı hayra versin, öteye bir yatırım yapmış olur.

Gösteriş yapmak, farklı görünmek, yaşı konusunda insanları aldatmak vs. niyetlerle yapılan hiçbir saç ekimi caiz değildir.


 
 
 
 
 

21 Şubat 2016 Pazar

BANKA HESABI

BANKA HESABI

Her sabah 86.400 doların yatırıldığı bir banka hesabınız olduğunu düşünün.

 Ama bu, bir sonraki güne aktarılmıyor olsun. Bir başka deyişle, her akşam hesabınız sıfırlansın.
Ne yapardınız? Her gün, hesabınızdaki parayı son kuruşuna kadar çekerdiniz değil mi?

İşte her birimiz "zaman" isimli böyle bir banka hesabına sahibiz. Her sabah bize 86.400 saniye verilir. Her gece bize verilen bu zamanın iyiye kullanmadığımız kısmı hesabımızdan silinir.


Dünden kalan, kullanılmamış zamanı yarına aktarmaz. Yarınınkinden kullanmamıza da bugünden izin vermez. Her gün yeni bir hesap açar bizim için, her gece tekrar siler boşa geçen saniyelerimizi.

Günlük hakkın kullanımında başarısız olunursa, "kayıp" sadece o başarısız kişiye/kişilere aittir.

Bu işin ne geriye dönüşü vardır, ne de ileriden ödünç alması. Bugün sahip olduğumuzla yaşayabiliriz ancak.

Öyleyse iyi işler, başarı, mutluluk ve sağlık için kullanalım bu hesabı. Zaman akıp gidiyor.
Saatimiz sürekli çalışıyor.

Sahip olduğumuz "bugünü" değerlendirelim o zaman. Geçmişin elemleri ile elemlenmenin, gelecek endişesi ile hayatı zehir etmenin anlamı ne?

Bir yılın değerini anlamak istersen, sınıfta kalan bir öğrenciye sor.

Bir ayın değerini ise, erken doğum yapmış bir anneden öğren.

Bir haftanın önemini, haftalık bir gazetenin editörüne sor.

'Bir saat nedir ki?' dersen, buluşmayı bekleyen aşıklara sor.

Bir dakikayı, treni kaçırmış birinden öğren.

Bir saniyeyi küçümsüyorsan, bir kazadan kıl payı kurtulmuş birine sor.

Bir milisaniyenin değerini ise, olimpiyatlarda gümüş madalya kazanmış bir sporcudan sor.

Madem zaman bu kadar önemli, onun her saniyesini bitmez hazinelere çevirelim...

Zamanımızı çok "özel" şeyler için harcayalım. Zamanın hiç kimseyi beklemeyeceğini hatırımızdan çıkarmayalım.

Dün mazide kaldı, yarın ise bilinmezlerle dolu. Bugün ise hesabımızda 86.400 saniyemiz var.

Gücümüzü, sabrımızı onu kullanmaya harcayalım, mutlu "yarınlar" için.


20 Şubat 2016 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - İslamiyet, ölçü ve ahenk dinidir

Hekimoğlu İsmail - İslamiyet, ölçü ve ahenk dinidir


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

İslamiyet, ölçü ve ahenk dinidir


Allah'ın ‘Hayat' sıfatı cansız cisimlerde enerji, insanlarda şuurlu ruh olarak kendini gösterir.

Hayatsız cisim yoktur. Hayat, Allah'ın sıfatıdır ve her şeyi kuşatmıştır. Ancak insan, diğer yaratıklardan akıl ve şuurla farklılık kazanır, ölçülü ve ahenkli olur. Aklı veren Allah, İslâmiyet'i de göndermiş. Madem ikisini de gönderen Allah'tır, öyleyse akıl, İslâmiyet'i anlamaya elverişlidir. Aklın vazifesi Kur'an-ı Kerim'i, hadisleri, ilmihali anlamaktır yani İslamiyet'i anlamaktır. Şuurun vazifesi de İslamiyet'i ölçülü yaşamaktır.

Dikkat edilirse kâinatta her şey ölçülüdür; burnumuz, dilimiz, kollarımız boyumuz gibi uzasaydı felaket olurdu. Dikkat edersek rüzgârlarda, depremlerde dahi bir ölçü var. Rüzgâr kırk kilometre esiyor, kırk bin kilometre hızla esmiyor; on şiddetinde deprem oluyor, yüz şiddetinde deprem olsa kıtalar yürür giderdi. Bu ölçüyü koyan Allah'tır. İnsan eğer şahsi menfaatlerini her şeyin üzerinde görürse ölçüyü kaçırır. Yani ifrat ve tefride girer ki bu, en tehlikeli haldir.

Hedefi aşan okla hedefe varmayan ok aynı değerdedir. Yani ikisi de işe yaramaz. İfrat, hedefi aşmaktır. Tefrit hedefe yetişememektir. Nihayetinde her ikisi de olumsuz sonuç verir. Çünkü önemli olan, hedefe ulaşmaktır. İnsan hangi konuda ifrada veya tefride giderse çok büyük zararlar görür. İslâm tarihinde yer alan birçok bâtıl mezhep ifrat ve tefritten doğmuştur.

Bunun için, insan ölçüyü kaçırmamalıdır. Ölçü, Kur'an'dır, sünnettir, İslâmiyet'tir. Allah ve Resulü (sav) ne diyorsa doğrudur, onun dışına çıkmak ifrattır. Mesela bir mü'min durmadan namaz kılarsa bu ibadet de ifrattır. İbadet sadece namazdan ibaret değil ki! Daha çok farzlar, vacipler, sünnetler var. Hatta öyle insanlar var ki abdestim olmadı diye on defa abdest alır da bu arada farz namazı kaçırır. Aynı şekilde bir pire için yorgan yakanlar tefrittedir; bunların hayatı perişan olur.

İslamiyet, ölçü ve ahenk dinidir; ifrat ve tefritten uzak bir dindir, Müslümanlara da böyle olmayı tavsiye etmektedir. Mesela zehir tehlikelidir. Amma eczacılar ilaç yaparken zehir kullanır; ölçü dâhilindeki zehir şifadır. Dolayısıyla mü'min, her şey­de­ki öl­çü ve ahen­gi bi­lir, ölçülü hareket etmeye ça­lı­şır. Böy­le­ce ha­ya­tı bir ni­zam içi­ne gi­rer.

Sırat-ı müstakim, istikamet çizgisi demektir. Yolda giden araba dereye düşmeden nasıl bir istikamet takip ederse, sırat-ı müstakim de mü'mini bulunduğu noktadan cennete öyle götürür. Bir tarafta ifrat tepeleri, diğer tarafta tefrit çukurları vardır.

Müslüman, her şe­yin if­ra­tın­dan kaçındığı gibi, faz­la se­vin­mek­ten, faz­la üzül­mek­ten de ka­çı­nırsa ha­di­se­le­rin elin­de oyun­cak ol­mak­tan kur­tu­lur, ken­di­ni ida­re et­me­ye baş­lar.

İman çizgisi, sınır çizgisine benzer. Yanlış adım attığında ecnebi ülkesine geçersin. İbadette de durum aynıdır. Müslüman kendisini yanlış adımlardan korumalı, ölçülü, ahenkli hareket etmeli, ifrat ve tefritten kaçınmalı, sırat-ı müstakimde yani orta yolda yürümelidir.

Mademki aklın vazifesi iyi ile kötüyü ayırt etmektir, öyleyse şuurlu Müslüman, her hareketine ibadetin mührünü basandır. İslamiyeti öğrenen ve yaşayandır. İfrattan ve tefritten kaçandır; Allaha asker olup, yeryüzünü bir talimgâh bilendir, dünya işini ibadete çevirendir...
 
 
 
 

19 Şubat 2016 Cuma

Cemil Tokpınar - Kaza namazları nasıl biter?

Cemil Tokpınar - Kaza namazları nasıl biter?

 
Cemil Tokpınar

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
12 Şubat 2016, 08:00

Aslında namazın kazasından çok edasıyla meşgul olmak gerekir. “Namazımızı her yerde, her zaman, tüm engelleri aşarak, hakkıyla nasıl kılabiliriz?” sorusuna cevap vermek için seferber olmalıyız.

Ancak geçmiş namazların kazasının kılınması iki açıdan çok önemli:

Birincisi, henüz namaz kılmayanlar, “Zaten birçok kazam var. Namaza başlasam bile onları bitirmem çok zor” düşüncesiyle bir türlü beş vakit namaza başlayamıyor.

İkincisi, namaz kılanların geçmiş kaza borçları yıllardır bitmeyince şevkleri kırılıyor, namazdaki huşu ve zevki hissedemiyorlar.

Oysa her şeyin bir çözümü var. Kaza namazları kılarken şu hususlara dikkat ederseniz, inşallah daha kısa zamanda bitirebilirsiniz:
 
1 Öncelikle Rabbinize olan namaz borcunu bitirmek için şevkli ve gayretli olun. Kaza namazı borcunuz yüz yıl bile olsa ümidinizi kırmayın. Yeter ki, tövbe edip bundan sonraki namazlarınızı hassasiyetle kılın, kazalara başlayın ve zamanınızı iyi değerlendirip borçlu gitmemek için çırpının. Böylesi bir ihlâs ve gayret olursa, inşallah Rabbimizin rahmet ve mağfireti sizi kuşatacaktır. Söz gelimi, yüz yaşında namaza başlayan ve geçmişi için usûlünce tövbe ederek bir vakit eda ve bir vakit kaza kıldıktan sonra vefat eden birisi bile Rabbimizin af ve mağfiretine uğrayabilir.
 
2 Namazları eda ederken zaman ve imkân müsaitse uzun sureler okumak daha faziletlidir. Ancak kaza namazlarında esas olan borcumuzu en kısa zamanda ödemek olduğu için hep kısa sureler okuyabilirsiniz.

3 Kaza namazlarında büyük bir hassasiyetle ve ısrarla üzerinde duracağımız husus, namazın öncelikle farzlarını ve vaciplerini yerine getirmektir. Bunun dışında, meselâ Tahiyyattan sonra Allahümme Salli ve Barik, Rabbenâ Âtina ve benzer duaları okumadan selam verebilirsiniz. Böylece kazandığınız zamanı, daha fazla kaza namazı kılmaya harcayabilirsiniz.

4 Namazın kazası kılınırken de ezan okuyup kaamet getirilebilir. Fakat siz yıllarca sürecek kaza namazlarını daha kısa sürede kılabilmek için ezan ve kaameti de terk edebilirsiniz.
 
5 Bilhassa namazlardan sonraki dualarınızda, “Allah’ım, ölmeden önce kaza namazlarımı tamamlamayı nasip et” diye dua edin. İnşallah Rabbim bu duayı kabul eder, Allah’a ve kullara ait hakları yerine getirme fırsatı verir. Dua tamamen kabul olmasa bile, sizin samimiyetinizi gösteren bir belgedir. İnşallah Rabbimiz hesap gününde, “Bu kulumun ömrü olsaydı kılıp bitirecekti” diyerek rahmet ve mağfiretle muamele eder.

6 Yıllardır namaz kılmadığınız için hem namazın sevabından mahrum oldunuz hem de günah kazandınız. Peygamberimiz (a.s.m.), günahlardan kurtulmanın çaresini gösterirken, salih amelleri arttırma tavsiyesinde bulunmuştur. Siz de, mademki geçmişi kazaya, bugünü edaya başladınız; namazlarınızı hakkıyla ve huşu içinde kılmaya, namazı başkalarına anlatıp teşvik etmeye çalışın. Bir iyiliğe vesile olan onu yapmış gibi sevap aldığına göre, namaza başlamasına vesile olduğunuz kişilerden dolayı siz de namaz sevabı alacaksınız.

7 Geçmiş günahlarınıza kefaret olması için namazla birlikte diğer salih amellere de büyük özen gösterin. Meselâ, yerine getirme şartlarını taşıyorsanız, oruç, zekât, hac gibi farzlara sarılın, dinî hizmetlere omuz verin, sadaka ve benzeri hayır hizmetlerine koşun. Ta ki, bu iyilikler geçmişteki ihmalinizi telâfi etsin.

Bu tavsiyelerimize uyarak, kaza namazlarınızı daha kısa zamanda bitirmeniz ve şevkle kılmanız mümkündür. Söz gelimi, her namazdan sonra aynı vaktin bir kazasını kılıyorsanız, iki veya üç kılabilirsiniz. Maksadımız, kaza namazlarını baştan savma kılmak değildir. Namaz için gerekli olan bütün şartları ve huşuu elbette ihmal etmeyeceksiniz; sadece en kısa zamanda farz borcundan kurtulmak için zaman kazanmış olacaksınız.


 
 
 

18 Şubat 2016 Perşembe

🌿PEYGAMBERİMİZE ÖVGÜ🌿

🌿PEYGAMBERİMİZE ÖVGÜ🌿

Şefik Can, Dîvân-ı Kebîr, C.3,1218



*Ey ebediyyetin, sonsuzluğun padişahı! Ey gökyüzünün ay'ı! Sen yaşayışın kaynağısın, sen mekânsız alemin gül bahçesisin.

*Senin tatlı, berrak suyunu görünce can hikayesini duydum, can gibi mana aleminin derinliklerine daldım, görünmez oldum.

* Hoş kokulu misk aşığı olan kişi, misk ahularını avlamak için onları kovalarken, ahular sarhoşlar gibi koşarak göbeklerindeki misk kokusunu etrafa yayarlar.

*Senin insana canlar bağışlayan, şeker gibi gülüşün yüzünden şeker bile sana kul köle olmuş. Diri olan can senin aşkınla dirilik denizine batmış, kaybolmuş.

*Ey dünya sevgisine kapılmış, gaflet sarhoşları! Peygamber mübarek yüzü ile bilgisizlik karanlıklarını aydınlattı. Gündüz oldu, uyanın, kalkın, Hak bülbüllerinin gül bahçelerinden gelen gönül alıcı seslerini işitin, mest olun!

*Yaseminler gibi cilvelen, manevî neşe ile başını oynat, salla! Etrafa şekerler dağıtmak, ağızları manen tatlandırmak istiyorsan, evini ballarla doldur!

*Nergis gözlerin mest oldu. Sen perî misin, yoksa melek misin? şekerlerle yoğrulmuşsun, sen gül bahçesinin goncası mısın?

* Kardeşim, gece gündüz mest olmak, kendinde olmamak çok hoş bir şeydir. Aklını başına al da büyükler büyüğü Allah'ın aşkıyla mest ol, bu halden daha iyi hal düşünülemez. Bir ikincisi yoktur.

*Onun mübarek adı, canlara candır. Onu anmak, zikr etmek, madenlere la'ldir, yakuttur. Onun aşkı ruhlara hem güvenlik, hem de emellerin özüdür.

*Adını andığım zaman bahtım yeşerir, kutlu bahta kavuşurum. İsminin anlamını yaşamış olurum.

*Bu kadehteki şarap, sizi bulmak, ağızsız bir yoldan size ulaşıp gönülde, canda parlamak, sizi sizden alıp götürmek için acele ediyor, çırpınıyor duruyor.

*Ey anlayışı olan akıllı kişi! Manen kör olmuş kişinin körlüğünü gider! Bundan başka yapacak bir şey yok. İmtihana kalkışma!

* Bundan başka bir yol yoktur. Bundan başka bir padişah yoktur. Bundan başka bir ay da yoktur. Bundan başka ne varsa hepsi fânidir, gelip geçicidir.

*Hayır sus, artık sus! Yalancıktan yüzünü ekşit, akıllı kişileri bırak da gizlice mansur şarabı iç!

Şefik Can, Dîvân-ı Kebîr, C.3,1218



ESKİ BİR LETONYA HİKAYESİ

ESKİ BİR LETONYA HİKAYESİ

"Çok eski zamanlardan birinde kötü bir âdet varmış. Yaşlılar artık iyice ihtiyarlayıp iş yapamaz duruma geldiklerinde ormana götürülür, orada yırtıcı hayvanlara bırakılırmış.Böylece zaten az olan yiyeceklerin, çalışan gençlere yetmesi sağlanmaya çalışılırmış.İhtiyarları belli bir yaştan sonra evde tutmak yasak olduğundan kimse yaşlı anne babasını evde gizleyemez, komşusu... görüp ihbar edecek diye korkarmış.

İşte bir gün yaşlılardan birini oğlu ormana götürüp bırakmak istemiş. Kış mevsimiymiş. İhtiyar, oğul ve küçük torun beraberce ormana gitmişler. İhtiyarı bırakmış dönüyorlarmış ki, küçük torun oyuncak kızağını dedesinin yanında unuttuğunu fark etmiş. Babasına dönüp almalarını söylemiş. Babası umursamayınca da : "Kızağımı almalıyım, yoksa sen yaşlandığında seni neyle ormana götürüp bırakacağım" demiş. Oğul o an anlamış ki, ihtiyar babasının kaderi, yaşlandığında kendi kaderi de olacak. Dönüp babasının ellerini çözmüş. Alıp eve geri getirmiş. Samanlıkta saklayıp her gün ona gizlice yemek vermeye başlamış.

Bir süre sonra köyde hayvanlar arasında bir hastalık yayılmış. Hayvanlar birbiri arkasından ölüyormuş. İhtiyar oğluna şöyle demiş: "Hastaları iyilerden ayır. Onlara şu, şu otlardan ilaç hazırla. Sağlıklılara da şöyle şöyle yap.'' Oğlan ihtiyar babasının dediklerini yapmış. Gerçekten de onun hayvanları arasında ölüm azalmış. Çoğu kurtulmuş.

Bayram geldiğinde her sene olduğu gibi, o sene de köy halkı kurbanlar kesmeye başlamış. İhtiyar oğluna şu öğüdü vermiş: "Köyde hayvan çok azaldı. Senin de fazla hayvanın yok. Bu sene kurban kesme." Gerçekten de bir iki ay içinde bütün köy tarlalarda çalıştırılacak hayvan sıkıntısı çekmeye başlamış. Ama ihtiyarın öğüdünü dinleyen gencin hayvanı varmış.

İlkbahara doğru köyde artık ekmek yapacak tahıl bile kalmamış.Ama asıl sorun, tohumluk olarak kullanabilecek kadar bile tahıl olmamasıymış. Tarlaya ne serpeceklerini, gelecek senenin mahsülünü nasıl hazırlayacaklarını bilemiyorlarmış. İhtiyar bu konuda da oğluna öğüt vermiş:

"Yavrum, ahırın çatısı samanla doldurulmuştur. Onları çıkar, yeniden döv. Oradan tohumluk buğday çıkarabilirsin." Oğlan, ihtiyar babasının dediği gibi yapmış. Köyde tohumluğu olan tek aile onlar olmuş. Bütün köy halkı bu gencin büyücü olduğunu düşünmeye başlamış. Öyle ya, herkesin işi kötü giderken, bu evde garip bir şekilde kötülüklere bir çare bulunuyormuş. Evi gözlemeye başlamışlar.

Sonunda da gerçek anlaşılmış, ihtiyar babanın hala yaşadığı ortaya çıkmış. Köylüler genci krala şikayet etmiş. Kral önce yasalarını hiçe sayan gence kızmış. Ama olup bitenleri dinledikten sonra iyi ve yerinde bir öğüdün çok şeyi değiştirebileceğini kabul edip, ihtiyarlarla ilgili yeni bir kanun çıkarmış.

"Bundan böyle çocuklar, anne ve babalarına yaşlılıklarında bakacaklar. Onların gönlünü hoş tutacaklar. Çünkü onların hayat deneyimlerinden her zaman için öğrenebilecekleri şeyler var."


17 Şubat 2016 Çarşamba

BEN SENİN YANINDAYIM, BENİ UZAKTA SANMA!

BEN SENİN YANINDAYIM, BENİ UZAKTA SANMA!



504. HAKK'IN SEVDİĞİ KULUNA HİTABI:

"BEN SENİN YANINDAYIM, BENİ UZAKTA SANMA!"

• Senin yanındayım, beni uzak görme! Benim yanımdasın, benden ayrılma!

• Mimardan, yani kendini yaratandan uzak düşen kisinin işi yolunda, uygun olur mu?

• Benim gözümle neselenen göz parlar, keskinleşir, öteleri, gaybı görür. Duyduğu manevî zevkden ötürü mahmurlaşır.

• İçinde benim rüzgarımın estiği, sevgimin dolaştığı gönülde, manevî güller açar, nurlarla dolu gül bahçesi olur.

• Bensiz sana bir parmak bal verseler, o bir parmak baldır ama yüzlerce arısı vardır.

• Bensiz seni bir işe, bir yere amir tayin etseler, binlerce memurdan beter hale gelirsin. Bir emir kulu olursun.

• Halk, insanlar karınca gibidirler. Biz ise Süleyman'ız. Sus, sırlı ol, gizlen.

Şefik Can, Dîvân-I Kebîr’den Seçmeler, c.2, 504



İNSANLARIN ELİNE BAKMA Kİ…

İNSANLARIN ELİNE BAKMA Kİ…

Sehl ibni Sa'd (radıyallahü anh) rivayet ediyor:

Sevgili Peygamberimize biri geldi ve “Yâ Resulallah! Allahü teâlânın ve insanların, beni sevecekleri bir işi bana öğretir misiniz” dedi....

 Resul aleyhisselâm;

“Dünyadan yüz çevir ki Allah seni sevsin. İnsanların eline bakma ki insanlar seni sevsin” buyurdu.

● ● ●

Resul aleyhisselâm zamanında “Kuzman” isminde biri, Hayber Savaşı’na iştirak etmişti ve iyi dövüşüp yararlılıklar gösteriyordu.

Mücahitler onu gördüler.
Ve kendisini takdir ettiler.

Onun bu hâlini Resûlullaha da sitayişle anlatıp;
“Onun yaptığı bu hizmeti biz yapamadık" dediler.

Efendimiz dinleyip;
"Fakat o adam cehennemliktir” buyurdular.

Bu sözü işittiler.
Çok hayret edip;
"Yâ Resulallah! Bir kişi Hazret-i Peygamberin safında, Onunla omuz omuza, canla başla çarpışır da nasıl cehennemlik olur?" dediler.

Efendimiz sükût etti.

Kuzman yaralandı.
Ve acısına dayanamayıp intihar etti.

Eshab-ı kiram, Kuzman'ın intihar ettiğini Peygamberimize haber verince, Efendimiz;

"İnsanlar içinde öyleleri vardır ki, cennetlik gibi görünürler fakat cehennemliktirler. Öyle insanlar da vardır ki, cehennemlik gibi görünürler fakat cennetliktirler" buyurdu.


16 Şubat 2016 Salı

Kavanozdaki pirinçler: Bu deneyi evde yapabilirsiniz!

Kavanozdaki pirinçler: Bu deneyi evde yapabilirsiniz!


Feb9



Pozitif iletişimin ve sevginin gücünün deneyi! Dr. Masaru Emoto’dan esinlenen, Uzman Hipnoterapist Psikolog Gani Eser, sevginin ve pozitif enerjinin ne denli güçlü olduğunu herkesin rahatlıkla deneyebileceği bir deney ile açıkladı.

Bu deney sözcüklerin suya ve hücrelere etkisini gösteren çok ama çok önemli sonuçlar içeriyor. Kanseri belki de bu deneyin açtığı yolla, farklı varyasyonlarının sonuçlarıyla yeneceğiz. Belki bu yolla yaralarımız daha çabuk iyileşecek, organlar kendilerini yenileyecek.


Bir çocuk sizi yanağınızdan öptüğünde hiç nedensiz; sadece siz olduğunuz için, hiç çıkar gözetmeden… Ne olur bilir misiniz? Milyarlarca hücreniz titreşir. Sevginin iyileştirici gücüyle değişime uğrarsınız.

Çünkü çocuk bilir bunu, düştüğü zaman incinen dizinin ağrısının annesinin öpücüğü ile geçtiğini deneyimlemiş ve inanmıştır. Şifayı bilinçsizce sunar size. Bedenimizin yüzde yetmişi su. Hücrelerimizin de taşıdığı su miktarı aynı oranda. Ve su bulunduğu ortama, maruz kaldığı etkiye göre farklılaşıyor. Nefretin yol açtığı değişim ile sevginin etkisi farklı, tek başınalıkla yalnızınki farklı.


Kavanozdaki pirinçler

Sizin de evde yapabileceğiniz basit bir deney bu tezi doğruluyor. Üç kavanoza eşit miktarda pirinç koyup üzerini su ile doldurup ilk kavanoza “seni seviyorum, çok güzelsin,” ikinci kavanoza “senden nefret ediyorum, iğrençsin,” yazılı birer etiket yapıştırılır. Sonuncusuna etiket yapıştırılmaz. İlk iki kavanoza bir ay boyunca her gün sabah akşam üzerilerinde yazılı olan sözcükler söylenir. Üçüncü kavanoza dokunulmaz, ilgisiz bırakılır.

Bir ay sonra; ilk kavanozdaki pirinçler söylenen sevgi sözcüklerinin etkisiyle bembeyaz ve sağlıklı bir biçimde büyür. İkinci kavanozdaki pirinçler nefret söyleminin etkisiyle küçülür ve simsiyah olur. Son kavanozdaki pirinçler beyazlıklarını kaybetmezler ama yer yer küflü, yer yer yosun tutmuş bir hal alırlar. Bu deney sözcüklerin suya ve hücrelere etkisini gösteren çok ama çok önemli sonuçlar içeriyor. Kanseri belki de bu deneyin açtığı yolla, farklı varyasyonlarının sonuçlarıyla yeneceğiz. Belki bu yolla yaralarımız daha çabuk iyileşecek, organlar kendilerini yenileyecek. İkinci kavanozdaki pirinçler kanserli hücrelerle aynı yapıya sahip. Onları yeniden sağlıklı beyaz yapıya dönüştürmek mümkün mü? Üçüncü kavanozdaki küf ya da yosunun bu dönüşüme bir katkısı olabilir mi? İkinci kavanozdaki bir pirinç tanesi ilk kavanoza atılırsa nasıl bir sonuç doğar?

İşte bu soruların cevapları ilaç firmalarının sonunu getirebilecek kadar önemli. Pirincin etkilendiğini gördüğümüz deney bir ay kadar beklemeyi gerektiriyor. Oysa su anında etkilenir ve etkiler. Her su damlasının bir hafızası vardır ve bunu kullanmayı öğrendiğimizde hastalık kavramı dünyayı terk edebilecek.

Çocuğunuz sizi öptüğünde bütün hücreleriniz sevgi enerjisi ile titreşir. “Baba seni çok seviyorum,” dediğinde, “canım annem,” dediğinde hiçbir hücreniz buna kayıtsız kalamaz.

Siz bir bardak suyu avuçlarınızın arasına alıp, çocuğunuzun yanağınıza öpücük kondurduğu ya da sizi sevdiğini söylediği o anı hatırlarsanız, su sevgi ile dolar. Hafızasında sevgi olan su içine aktığı bedene şifa verir. Yakın gelecekte sadece sudan daha farklı biçimlerde yararlanmayı öğrenecek olan insanoğlu basit ama sağlıklı yaşamanın da sırrına erişecek.

kaynak: indigo dergisi

 
 
 

DÜNYANIN EN DÜRÜST VE EN MEDENÎ MİLLETİ...

DÜNYANIN EN DÜRÜST VE EN MEDENÎ MİLLETİ...



Ecdâdımız Osmanlılar her sâhada olduğu gibi, ahlâken de bütün milletlerden medenî idiler. Bu, Avrupalı yazarlar taraf...ından da kabul edilmektedir. Meselâ A. L. Castella’nın Osmanlı ahlâkı hususunda enteresan tesbitleri vardır.


Yazarın arkadaşlarından biri, içinde bin kuruş bulunan bir torba ile İstanbul yakasından Beyoğlu’na gidiyordu. Tophane iskelesine çıkarken torbanın ağzı çözülüp paralar rıhtıma dağıldı. Bazıları da denize yuvarlandı. Çevreden bunu görenler, adamın yardımına koştular. Herkes bulabildiği kadarını topladı ve adamın torbasına doldurdu. Paranın sahibi şaşkınlık içindeydi. Hatta endişeliydi. Paralarının bir kısmının çalınabileceğinden korkmaktaydı. Fakat denize düşen paraların bile çıkartılıp kendisine teslim edilmekte olduğunu görünce, içi ferahladı.

Nihayet bütün paralar toplandığında adam, “Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum! Bana büyük bir iyilikte bulundunuz. Bu soğukta denize dalıp paralarımı çıkardınız. Bir sürü zahmete katlandınız. Bu iyilikleriniz karşılıksız kalmamalı. Size borcumu ödemem lâzım, dedi ve elini torbasına attı.

Ancak orada bulunanlar, buna itiraz ettiler. İçlerinden biri “Bize hiçbir borcun yoktur, dedi, biz sadece vazifemizi yaptık. Bu durumda kim olsa, aynı şeyi yapardı. Adam hayretler içindeydi. Ama nasıl olur? dedi, bunca iyilik karşılıksız yapılır mı?
Yardımseverlerden bir diğeri, “Neden olmasın? İnsanlık yardımlaşmayı gerektirir. Hem ne yaptık ki?” dedi.

Adam defalarca teşekkür ederek oradan ayrıldı ve evine döndü. İçinde hâlâ bir şüphe vardı. Aceleyle torbasını boşalttı. İçindeki paraları teker teker saydı. Paraları tamamdı. Bir kuruş bile eksik değildi. Bu asîl davranış karşısında şunları düşünmekten kendini alamadı: “Acaba, diyordu, halkın en fakir tabakasında bile incelik ve zarafetin bu derecesi yalnız Türkler’e mi mahsustu? Hakikaten bütün bu ulvî karakterler onlara ancak şeref verirdi.

Hiç şüphesiz ki, ahlâk bakımından Türk siyâsetiyle medenî hayatı bütün cihana örnek olabilecek vaziyetteydi.”

Vehbi Tülek – 1001 Osmanlı Hikayesi


15 Şubat 2016 Pazartesi

ANAM BANA HAYDAR ADINI VERDİ!

ANAM BANA HAYDAR ADINI VERDİ!

Hazret-i Ali (radıyallahü teâlâ anh), Resulullahın damadı, Hazret-i Ömer'in kayınpederidir.
Resulullahın amcası Ebu Talib'in oğludur. İslam halifelerinin ve ismen Cennetle müjdelenen on kişinin dördüncüsüdür....

 Ehl-i beytin birincisidir... Hazret-i Ali, Hazret-i Fatıma ve çocuklarının, herkesin üzerinde hakları vardır. İnsanların en şereflileri onlardır. Onlara tazim, dinimizin emridir.

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Ali'yi ancak mümin olan sever ve ona ancak münafık olan buğzeder.) [Nesai]

 Hazret-i Ali'nin menkıbeleri çoktur...

Onun, Hayber'in fethindeki kahramanlığı; kalenin kapısını söküp, kalkan olarak kullanması meşhurdur.

 Bu savaşta, Yahudilerin meşhur pehlivanı Merhab;

-Hayber halkı iyi bilir ki, ben, gelip çatan harplerin tutuştuğu, kızıştığı zamanlarda, tepeden tırnağa kadar silahlanmış, cesaret ve kahramanlığı denenmiş Merhab'ımdır.

 Ben, kükreyerek geldikleri zaman aslanları bile kâh mızrakla, kâh kılıçla vurup yere sermişimdir, diyerek Müslümanlardan er istedi.

Bunun üzerine Hazret-i Ali;

-Ben oyum ki, anam bana Haydar [Aslan] adını vermiştir! Ben, ormanların heybetli görünüşlü aslanı gibiyimdir. Sizi, geniş ölçüde ve çarçabuk tepeleyici bir er kişiyimdir, diye şiir söyleyerek Merhab'ın karşısına dikildi.

Bu şiir Merhab'a o gece gördüğü rüyayı hatırlattı. Çünkü rüyasında kendisini bir aslanın parçaladığını görmüştü.

Hazret-i Ali, Merhab'la karşı karşıya geldiğinde, onun tepesine öyle bir kılıç indirdi ki, kılıç, siperlendiği kalkanını ve miğferini biçti. Başını, ikiye ayırdı.
Merhab'ın başına inen kılıç o kadar ses çıkardı ki, Hayber karargâhında bulunan Ümmi Seleme, "Merhab'ın dişlerine kadar oturan kılıcın sesini ben de işittim" dedi...

Hayber gazasından dönen Hazret-i Ali'ye Peygamber efendimiz buyurdu ki:
-Ya Ali! Eğer halk, hazreti İsa'ya söylediklerini söylemeyecek olsalardı, senin hakkında çok sözler söylerdim. O zaman herkes, bereketlenmek için, ayağının tozunu alır, abdest suyunu şifa için hastalarına verirlerdi. Seni şehid ederler.

Ahirette havzımın üzerinde halifemsin. Cennete en önce sen girersin. Seni sevenler nurdan minberler üzerinde olur!

Hazret-i Ali Resulullah efendimizden bu sözleri işitince şükür secdesi yaptı...

Ahmet Demirbaş


Bu beş kişiden sakının

Bu beş kişiden sakının

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
12 Şubat 2016, 08:00

İmâm Muhammed Bâkır’ın rivayet ettiğine göre babası Zeynelâbidîn Hazretleri kendisine şu tavsiyede bulunmuştur: “Beş sınıf insanla arkadaşlık yapmaktan sakın:

1 Fâsık (Allah Teâlâ’nın emirlerine karşı gelen) kimse ile arkadaş olma! Çünkü o, seni bir lokma ekmeğe, belki de bundan daha azına satar.
 
2 Cimri ile arkadaş olma! Çünkü o, çok muhtaç olduğun bir zamanda, malını korumak için seninle alâkasını keser.

3 Yalancı ile arkadaş olma! Çünkü o, serap gibidir; yakın olanı sana uzak gösterir.
 
4 Ahmak kişiyle arkadaş olma! Çünkü o, sana faydalı olmak isterken zarar verir.
 
5 Sıla-ı rahmi terk eden (yakın akrabalarıyla münasebeti kesen) kimse ile arkadaş olma!

Çünkü ben, Kur’ân-ı Kerim’de tam üç yerde böyle kimsenin mel’ûn olduğunu gördüm.”
 
Saç boyamanın dinimizde hükmü nedir?

Dinimizde saç boyamanın veya kına yakmak suretiyle saç rengini değiştirmenin sakıncası yoktur. Ancak saçı siyaha boyamak aldatmaca olduğu için mekruh görülmüştür. Zira yaşlı bir insan bu sayede kendini daha genç gösterebilir. Ayrıca kullanılan boya malzemelerinin deride tabaka oluşturup gusle mani olacak kimyasal içermediğinden emin olmak lazımdır.

Yahudi ve Hristiyan âdetlerine muhalefeti emreden Peygamberimiz (s.a.v.), onların, kulluğa aykırı olarak nitelendirdikleri saçları boyamayı teşvik etmiştir. Efendimiz bir hadis-i şerifte: "Yahudi ve Hıristiyanlar (saçlarını) boyamaz. Siz onların aksini yapınız (saçlarınızı boyayınız)." buyurarak bunu ifade etmiştir.

Netice olarak; ağaran saçın durumu önemlidir. Şöyle ki; bir kimsenin ağaran saçı güzel bir hal arz ediyor, boyanma halinden daha nezih görünüyorsa boyamamak evladır, aksine akları çirkin bir manzara arzediyorsa boyanması evlâdır.

Kalp ve dil
 
Lokman Hekim, bir gün yanında yardımcısı olduğu halde ava çıkmıştı. Akşam olup avdan dönerlerken bir kabile reisi Lokman Hekim’e, kendisinde bir gece misafir kalması için ısrar etti. O da ısrarlara dayanamayarak o gece misafir olmaya razı oldu. Kabile reisi Hazreti Lokman için bir koyun kestirdi. Hazreti Lokman, yardımcısına: “Şu kesilen hayvanın en temiz iki azasını kesip bana getirir misin?” dedi. Yardımcısı gidip koyunun kalbini ve dilini kesti getirdi. Hazreti Lokman: “Aferin bildin,” dedi. İkinci gün başka bir kabile reisi, Hazreti Lokman’a, bir gece de kendisinde misafir kalması ve evini şereflendirmesi için ısrar edince Lokman Hazretleri onu da kırmayıp bir gece de onun evinde kaldı. Orada da ziyafet olarak bir koyun kestiler. Hazreti Lokman, yardımcısına bu sefer: “Hayvanın bana en pis yerinden ikisini kesip getirir misin?” dedi. Yardımcısı yine hayvanın dilini ve kalbini kesip önüne koydu. Lokman Hazretleri bu sefer: “Aferin, bunu da bildin. Hakikaten insanın ve hayvanın(manen) en pis ve en temiz yeri, kalbi ve lisanıdır” buyurdu.


 
 
 

14 Şubat 2016 Pazar

Abdurrahim Karakoç - Doğmadan Önce


Abdurrahim Karakoç - Doğmadan Önce



Sormuşlar “ezelde aşk var mı? ” diye
Ben kalpten vuruldum doğmadan önce.
İster azap deyin ister hediye
Meçhule sürüldüm doğmadan önce.

Yılmadan ben bana beni anlattım
Günahı tövbeyle yıkayıp attım
Ebed kapısında ölümü tatdım
Kefene sarıldım doğmadan önce.

Gönlüme sevdanın güneşi doğdu
Şüphe iklimimi ışığa boğdu
İlk yağmurum Kâlûbelâ’da yağdı
Bulandım duruldum doğmadan önce.

Sevdim, sevgiliye giden yol uzun
Şerbetini içtim ateşin, buzun
Bazen girdabına düştüm sonsuzun
Çok öldüm-dirildim doğmadan önce.

Duydum ki var varmış, yok yokmuş güya
Gerçeği alt etti gördüğüm rüya
Kendi kopyam imiş meğer şu dünya
Düşündüm, yoruldum doğmadan önce.

Ezelde, ebedde aşkı gördüm ben
Mezarda, mabette aşkı gördüm ben
Gazapta, rahmette aşkı gördüm ben
Aşk ile karıldım doğmadan önce.

Yasaklı Rüyalar(sh.100)

 
 
 
 

13 Şubat 2016 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - İnsanlar da nehirler gibidir…

Hekimoğlu İsmail - İnsanlar da nehirler gibidir…


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

İnsanlar da nehirler gibidir…


Nasıl ki, jeolojik devirlerde çökmelerin olmasıyla petrol yatakları, kömür yatakları meydana gelmiş, çıkmalarla dağlar teşekkül etmiş.

Nasıl ki, ilk atomu yaratan Allah, hidrojen ve oksijen gibi iki gazdan suyu yaratmış, su gibi bir şeyden her şeyi yaratmış. Yani Allah kendine göre bir âlem kurmuş; bu âlemde dağları, denizleri, nehirleri yaratmış. İşte sebepleri yaratan Allah, tabiatı da yaratmış. Tabiatın içinde insanları, hayvanları, diğer canlıları yaratmış.

İnsanla hayvan arasında iki fark vardır: İlim ve iman. Eğer insanlık âleminden ilim ve iman çekilip alınsa, dünya hayvanat bahçesi olur.

Bütün nehirler dağlardan çıkar, ovaları sular. Yakın zamanda yapılan barajlarla, nehirler kontrol altına alındı, insanlara daha faydalı hale geldiler. Bazı insanlar da yerden fışkıran kaynaklar gibidir. Tıpkı nehirler gibi kendilerine bir yön çizerler. Bütün canlılara faydalı hale gelirler.

Gerçekten insanlar iki nehir gibi akıyor; iyiler bir nehir, kötüler de ötekisi. İnsanları kötü eden zevkleri ve menfaatleridir, cehalettir.

Her iki nehir çıkarken tertemizdi. Mesela Fırat, çıkarken tertemizdir. Kanalizasyonları Fırat'a bağladılar, Fırat kirlendi. Rahman ve Rahim olan Allah, topraktaki klor ile Fırat'ı temizliyor fakat bütün kanalizasyonlar Fırat'a bağlanırsa o sudan bitkiler bile istifade edemez.

Yani su, su olduğu müddetçe akacaktır. Nasıl ki kırları Allah temizler, insanlar şehirleri kirletirse; yaratıklar içinde insandan başkası kendi kendini kirletemez amma kendi kendini en iyi duruma getirecek de yine insandır. Dünya üzerinde öğretim kadar eğitim de olsaydı, insanlar bu kadar kirlenmezdi.

Mesela fizik dersinde elektrik bahsi vardır. Öğretmen anlatıyor; Elektrik nedir, volt nedir, amper nedir, dinamo nedir, transistor nedir, kondansatör nedir? Bunları anlatırlar hâlbuki uygulamada bu bilgilerin hiç faydası yok.

Eğitimin olmadığı yerde öğretim de insanı kurtaramaz.

Biz bu dünyaya isteyerek gelmedik yani dünyayı bilmeden dünyaya geldik. Bizi bu dünyaya getiren, aynı şekilde bu dünyadan götürüyor. Yani ahireti de bilmiyoruz ama oraya doğru götürülüyoruz. İnsan ister inansın ister inanmasın, ahireti de görüp yaşayacak, tıpkı bu dünya gibi. Ahireti inkâr edene hep güldüm; hem ahirete gidiyor, hem inkâr ediyor...

Gözü yaratanın, gözün gördüğünü görmediği zannedilirse...

“Ellerimizi yaratan, tuttuğumuz şeyleri bilmez” denilirse...

Ağzımızı tanzim ve tertip edenin ne yiyip, ne içtiğimizden haberdar olmadığı farz edilirse...

Kulağımızı yaratanın, söylediklerimizi duymadığı düşünülürse...

Kısacası yaratıklara bakıp yaratan anlaşılmazsa; orada eğitim yoktur, demektir.

Evet, insanlar birbirine zıt iki nehir halinde akıyor, bu akışı hiç kimse inkâr edemez; dünyaya geldik, gidiyoruz. Her nehrin varacağı bir yer vardır, çünkü nehirler durdurulamaz, her nehir kendi menziline dökülecektir.

Mademki dünyada birbirine zıt iki nehir var; bunlar, birbirine zıt iki menzile dökülecek.

Ey insan, hangi menzile doğru yol almaktasın?