31 Mayıs 2014 Cumartesi

Çalışmak da İbadettir Bahanesine Sığınan Nefsim!

Çalışmak da İbadettir Bahanesine Sığınan Nefsim!
        
Halil Dülgar
 
Çalışmak da İbadettir Bahanesine Sığınan Nefsim!
 
Halil Dülgar
 
 
Ey hakikati bilmediği halde, kendini bilir zanneden cahil nefsim! Evet, çalışmak da ibadettir lakin bir şartla; eğer sen namazını kılarsan. Hatta yalnız çalışman, maişetini temin etmek için çabalaman değil, bütün dünyevi amellerin dahi ibadet hükmünü alır.
Helal hududunu ihlal etmemen kaydıyla yemen, içmen gibi zaruri işlerin dahi ibadetten sayılır. Bu surette fani ömrünü sonsuz bir ömre çevirmiş olursun. Bu azim kazanç için, olmazsa olmaz şart namazdır. Zira namaz bu yönüyle adeta ibadet mayasıdır ki, kılanın bütün ömrünü ahirete mal eder; semeredar, sevapdar yapar.
 
Namazı terk edenin çalışmasının neticesi yalnız dünyevi, ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakadan ibarettir. Sen bütün vaktini çalışarak geçirmiyorsun; buna vücudun takati dayanamaz. Elbette bir mola, kısa da olsa bir istirahat zamanın mutlaka vardır. İşte bu fırsatı ele geçirdiğinde ruhunun rahatına, kalbinin teneffüsüne vasıta olan namazı kılsan bereketli nafaka kazanman ile beraber, mesain dahilinde çektiğin bütün zahmetler, meşakkatler hep ibadet olarak amel defterine kaydedilir ve ancak namaza devam ederek çalışmaların ibadet olur.
 
Ey nefsim sen rızka çok müptela olman sebebiyle, ibadeti, rızka çalışmana mani olarak görüyor ve aldanıyorsun. Zira sen de bilmektesin ki, beş vakit namaz senin gününden ancak bir saatini eksiltir; geriye yirmi üç saat kalıyor. Bu uzun vakitte dilediğin kadar dünyaya çalış, meşru dairede istediğin kadar rızık peşinde koş ama bir saatini ibadete ayır; namazını asla terk etme. Yirmi üç saat dünyanın ihtiyacını temin etmek için yeterli bir süre değil mi, Allah insaf versin.
 
Hem şu hakikati çivi çakar gibi kafana çak: İnsan Allah’a ibadet için yaratılmıştır. İnsanın yaradılışından gaye yalnız ibadettir; başka bir şey değil. Senin çalışman, senin ve ailen için Rezzak-ı Rahim’in hazır ettiği rızkın gelmesi namına fiili bir duadır. Başkasına yük olmamak için helal kazancı takip etmen sebebiyle ayrıca sevap kazanıyorsun; yoksa rızkı sen elde ediyor değilsin. Senin de, ailenin de, bütün canlıların da, hatta rızkını taşıyamayan aciz mahlukların da rızkını ancak Allah veriyor. Bunu bahane ederek hakiki yaradılış gayen olan ibadeti terk edemezsin!
 
Ey nefis gel ibret al! Üç günlük dünya hayatını tamir ederken, ebedi ahiret yurdunu yıkmak akıl karı mıdır? Öyleyse çalışarak dünyanı kazandığın gibi, ibadetini de terk etme ki ahiretini kaybetmeyesin.
 
 
Tarih : 17.05.2014 Kaynak : Risale Ajans
 
 
 

30 Mayıs 2014 Cuma

Seni seven bir Rabbin var !

Seni seven bir Rabbin var !

İmanlı gençler çoğalsın diye salih dostlarıyla beraber
İstanbul Ümraniye'de Nur Mektebi adında bir dernek kuran
gençleri akşamları sokaktan, boş işlerden, kötü alışkanlıklardan kurtarmak amacıyla
Risale-i Nur ekzenli iman sohbetleri yapan, namazlarımda da duamda olan
sevgili Uğur Akkafa kardeşim Facebook'tan şunu paylaşmış....


 Uğur Akkafa Allah'ı Sevdiğini hissediyor
 
ÖLÜMDEN korkuyorsun değil mi?
Aklına geldikçe sıkıntı basıyor,
Bir an evvel ÖLÜM düşüncesinden kurtulmak istiyorsun,
Sevdiklerinden ayrılacak olman, seni huzursuz ediyor,
Çok değer verdiğin vücudunun toprak altında çürüyeceği gerçeği seni derinden etkiliyor,
 
Bu güzel dünyadan ayrılmak sana zor geliyor,
Neden diyorsun, neden Ölüm var ki !
Ve ölüm korkusu bütün benliğini sarıyor.
KORKMA kardeşim !
Sonsuz merhamet sahibi bir Rabbin var.

Hatırlasana ! Senin şu anki vücudunun bu şekle gelmesine kadar ne kadar garip ve ürkütücü hallerden geçtin.
Ne kadar inanılmaz mekanlara uğradın.
Hatırlamadın mı bir SU DAMLASIYDIN !
Şimdi ise göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahipsin.
Sana zerre miktar bir SIKINTI hissettirdi mi ?
HAYIR...
Seni SEVİNÇ içinde bekleyen şefkatli ellere emanet etti.
Hatırladın mı?

Öyle ise Ölümden de KORKMA !
Bir SU DAMLASINDAN seni bu hale getiren ALLAH'a güven.
ÖLÜM bir yok oluş değil !
ÖLÜM sevdiklerimizden bir ayrılık değil !
ÖLÜM vücudumuzun çürümesi değil !
ÖLÜM daha güzel bir aleme geçişin adıdır.
Tıpkı DOĞUMUN, Dünya hayatına geçişin adı olduğu gibi...

Seni seven bir Rabbin var !
Sende onu sevdiğini İMAN ve İTAATİN ile göster...
Allah'ım Seni Seviyorum ve Ölümden Korkmuyorum de...
Çünkü ÖLÜM, seni görebilmemin kapısını açıyor bana


NİHAT HATİPOĞLU - Rabbimiz bizi uyarıyor

NİHAT HATİPOĞLU - Rabbimiz bizi uyarıyor


NİHAT HATİPOĞLU
 
   

Rabbimiz bizi uyarıyor

Yüce Rabbimiz bize şah damarımızdan daha yakındır. İyiliğimizi ister. Cennete girmemizi arzu eder. Bu konuda bizi seçenek sahibi kılar. Zorlamaz. Ama akıl verir. Kitap gönderir. Bununla beraber dileğe bırakır işi. Kötülük eden kötülük bulur, iyilik eden de iyilik bulur.
 
Hayrı ve şerri yaratır. Hayrı murad eder, ama şerri murad etmez. Yalnız şerre yönelene kapıyı açık tutar. Çünkü neticede insan imtihan âlemindedir. İyiliğe yönelene de kapıyı açık tutar.
 
İyiliğin kendinedir, kötülüğün de...
 
'İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz.' (İsra, 7) Ayet açık. Yoruma gerek duyurmayacak kadar açık. Eden bulur!
 
Ne de çok acelecisiniz!
 
"İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir." (İsra, 11) Bazen bize zarar verecek şeyleri isteriz. Allah bizi uyarıyor.
 
Hesabınızı yapın, acele etmeyin.
 
Rabbinden şüphe etme:
 
'Allah ile birlikte başka bir tanrı edinme, yoksa kınanmış ve yalnızlığa itilmiş olursun.' (İsra, 22) Yüce Rabbin sana o kadar yakınken daha neyin peşindesin? Onunla ünsiyet edinemeyen ne ile ünsiyet edinebilir ki.
 
Gerekene yardım et. Ama savurma:
 
'Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver. Fakat saçıp savurma.' (İsra, 26)
 
Eli sıkı olma, eli büsbütün dağıtma:
 
"Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın. (İsra, 29) Hz. Peygamber (s.a.v.) bütün malını Allah yolunda verecek olan Hz. Sabit bin Kays'a müsaade etmiyor. En çok üçte birini ver, buyuruyor.
 
Çocuklarınızı öldürmeyin:
 
" Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günah (azgınlık)tır. (İsra, 31) Bu, maddi anlamda öldürme. Ama manevi alanda çoğumuz çocuklarımızı ihmal ediyoruz. Kalpleri ölüyor. Yanlış yollara savruluyorlar. Bizlerden uzaklaşıyorlar.
 
Zinaya yaklaşmayın:
 
' Zinaya yaklaşmayın. Çünkü O, son derece çirkin bir iştir. Ve çok kötü bir yoldur. (İsra, 32) Zina kolay görülür ve hatta kabullenilir hale geldi. Evliliği veya belki boşanmayı zorlaştırma bazen zina sebebi olur. Zinanın kötülüğünden bahsetmek kadar zinaya götüren sebepleri azaltmalıyız. Sorgulamalıyız.
 
Cana kıymayın:
 
Haklı bir sebep olmadıkça, Allah'ın öldürmesini haram kıldığı cana kıymayın. (İsra, 33) Haklı sebep, savaş gibi hallerde zorunlu öldürme halidir.
 
Yetimin malına dokunmayın:
 
Rüştüne erişinceye kadar, yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın. Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur. (İsra, 34) Kul hakkı, yetim hakkı, mazlumun hakkı elbette savunulmalı ve yerine getirilmelidir.
 
Teraziyi doğru tartın:
 
Ölçtüğünüzde ölçmeyi tam yapın. Doğru terazi ile tartın. (İsra, 35) Sadece ticaretteki terazi değil bu terazi. Çünkü en büyük terazi adalet terazisidir. Adilce karar verin diyor bu ayet. Aleyhinize de olsa adilce karar veriniz.
 
Her şeyin peşine düşme:
 
' Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsra, 36) Bol bol konuşma. Söz taşıma. Her duyduğunu başka yere taşıma. Dedikodu yapma. Az konuş. Bilmediğin konularda karar verme. İnsanların gizlisini arama. Gizliyi ortaya yayma. Gizlisini ortaya yaydığın insan 3.5 yıl sonra unutulur, ama senin yaptığın bin yıl sonra, belki on bin yıl sonra kıyamette sırtına yükletilir. İnsan için şer olarak her duyduğunu sağa sola taşımasıdır der efendimiz.
 
Yeryüzünde böbürlenip yürüme:
 
Yeryüzünde böbürlenip yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın. Boyca da dağlara asla erişemezsin. (İsra, 37) Bunları bile yapmaktan acizsin de kendini ne sanıyorsun?
 
En güzel sözü söylesinler:
 
Kullarıma söyle. İnsanlara karşı en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık düşmanıdır. (İsra, 53) Kuran-ı Kerim insanoğluna sonsuz imkân tanır. İnsanı ciddiye alır. Onunla ilgilenir. Onu muhatap alır. Şöyle yap veya yapma der. İnsanı konuşulmaya değer görür. Ama sınırı da çizer. Sana itibar ediyor ve değer veriyorum ama sen de haddini bil, der. Mesele ve mesaj açık değil mi?
 
Ehl-i Kitabı Peygamberimize davet eden ayetler
 
Kuran-ı Kerim, müminlerin yanı başında, imansızları ve diğer din mensupları ile kitap ehlini muhatap alır. Bunu yaparken yeni bir mümin kitle oluşturur. İmanı tanımlar. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) gayesi de hem müşrik ve putperestleri ve hem de kitap ehlini İslam'a çağırmak değil miydi?
 
Kuran-ı Kerim kendinden önce inmiş dinlerin getirdiği ama zamanla yozlaşmış kavramların tümünü ele alır. Düzeltir. Vahiy diliyle tanımlar.
 
Eksik ve doğru yönlerini söyler. Ve Yüce Rabbin istediği müminin krokisini çizer.
 
Bu bağlamda Kuran-ı Kerim'de Hz. Peygamber'in (s.a.v.) konumu son derece önemlidir. Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) uymayı ve iman etmeyi olmazsa olmaz bir iman şartı haline getirir. Bu hususta bir seçenek söz konusu değildir. Konuyla ilgili bazı ayetleri ele alalım:
 
1- Kim İslam'dan başka bir din ararsa ondan (o din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Ali İmran, 85)
 
2- Bugün sizin dininizi ikmal ettim (hükümlerini büyük çoğunlukla koydum), size nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslam'ı beğendim." (Maide, 3)
 
3- Ey kitap ehli! Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor. Birçoğunu da affediyor. İşte size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kuran) gelmiştir. (Maide, 15)
 
4- Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bilmezler. (Sebe, 28)
 
5- De ki ey insanlar, ben tümünüze Allah tarafından gönderilmiş Peygamberim. (A'raf, 158)
 
6- (Ey Yahudiler) Elinizdeki Tevrat'ı tasdik edici olarak indirdiğimiz (Kuran'a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın. Ayetlerimizi az bir karşılığa değişmeyin. Ve bana karşı gelmekten sakının (Bakara, 41) Burada, Tevrat'ı doğrulayıcı derken, Tevrat'ta Hz. Peygamber'in adı geçmesine rağmen bunu inkâr eden Tevrat ehli kastediliyor. Ayetleri az bir karşılık ile değiştirenler, Tevrat'ı değiştirenlerdir.
 
7- Âlemlere uyarıcı olması için kuluna (Hz. Peygamber'e (s.a.v.) Furkan'ı (Kuran'ı) indiren Allah mübarektir. (Furkan, 1)
 
8- Ey kitap ehli! (Gerçeğe) Şahit olduğunuz halde niçin Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz. (Ali İmran,70)
 
9- Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada, bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı demeyesiniz diye, işte size (hakikati) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. Size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. (Maide, 19)
 
Bu konuda birçok ayet verilebilir. Ama hepsinin temel hedefi aynıdır. Son kitap Kuran-ı Kerim ve son peygamber Hz. Muhammed'dir (s.a.v.). Her yaşayan buna iman etmek zorundadır. Mesele bu kadar açıktır.
 
 
 
 

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-23

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-23

SEVGİLİ EFKAN HOCAM NAÇİZANE FAKİRİNİZ HAKKINDAKİ Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...  Allah razı olsun hocam...
Sizi çok seviyorum canım hocam


http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-23/Blog/?BlogNo=462712

Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-23


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-23
 


Celal ÇELİK’in  hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi düşünce ve yorumlarını kendi diliyle  beğeniyle  sunmaya devam ediyorum.

Hayatın emeklilik primi...

Sigortalı bir işte çalışan her insanın maaşından sigorta primleri adı altında paralar kesilir bilirsiniz. Bizim maaşımızdan kesilen bu paralar ile emekli olmuş insanların emekli maaşları ödenir.

Aslında yıllarca maaşımızdan belli miktar kesilen bu paralar, kendi emekliliğimize bir yatırımdır.

Allah insanları dünyaya gönderirken herkese bir sermaye vermiştir. Bu sermaye ömür dakikalarıdır.
Namaz bir yatırımdır. Beş vakit namaz, abdestle birlikte günde yaklaşık sadece bir saatimizi alır. 
Kalan 23 saat vaktimizi dünya işlerine harcayabiliriz. Yani günlük ömür sermayemizin sadece 24'te birini ahirete prim olarak yatırıyoruz.
 
Ahiret hayatında ise, dünya hayatında yatırdığımız primlere göre sonsuz emeklilik hayatı var. Katrilyonlarca yıl cennet hayatı... 
 
Dünyada, otuz yıl prim ödeyerek en fazla 15-20 yıl emeklilik... 
 
Ahirette ise, dünyada yaşarken yapılan ibadetler ile sonsuz (katrilyon sayısı bile az) bir emeklilik.
 
 
   Bildiğiniz gibi bende dengesizlik hastalığı var.Tekerlekli sandalyedeyim. 2009 dan beri  Sürekli oturuyorum.
 
Gece yatarken bile sağdan sola dönemiyorum. Buna rağmen ben sürekli halime şükrediyorum. "Elhamdülillah Allah'ım bugünüme çok şükür"diyorum.
 
   Bunun nedeni her zaman çevremdeki birçok hasta ve engellileri kendimle karşılaştırmamdır. 
 
   Görme özürlü birisi renkleri, ırmakları, denizi, doğa manaralarını, insanları, kuzuları, kedileri (vs.) göremez.
 
   Sağır ve dilsiz birisi annesinin sesini duyamaz ve ona anne diyemez. Ayrıca müzik dinleyemez. Ona şimdi uzaklardasın şarkısını işaretle anlatabilir miyiz ?
 
   Kendi başına tuvalete gidememeyi felçli birine sorun. (Bunu bende yapamıyorum.)
 
   Dondurmalı baklava yiyememeyi şeker hastası bir çocuğa sorun.
 
   Halı sahada top oynayamamanın ne olduğunu bacağı olmayan bir güneydoğu gazisine sorun.
 
   Konuşma zorluğu çeken bir öğrenci derste tahtaya kalkınca yaşadığı psikoloji anlatılmaz. 
 
   Özgürce yemek yiyebilmeyi, bisiklete binmeyi, resim çizmeyi, bilgisayar kullanmayı eli ve kolu olmayan bir gence sorun...
 
   Bu maddeleri sayfalarca yazmak mümkün. Allah eğer dileseydi herkesi mükemmel bir sağlıkla yaratabilirdi. O zaman sağlığın kıymeti anlaşılmayacaktı.
 
   Nasıl ki gece gündüzün, kış yazın, siyah beyazın kıymetini anlatıyorsa hastalıklar da sağlığımıza şükretmemiz gerektiğini hatırlatır.
 
   Bu dünya bir imtihan dünyası olduğundan engellileri yaratmasında aslında siz sağlıklılara da biz engellilere de ibretler vardır.
 
 (Devamı 02/06/2014 Pazartesi)


29 Mayıs 2014 Perşembe

Tefekkür - Hayırlı cumalar


Tefekkür

 

HAYIRLI CUMALAR

 
tfkr

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyor ki: Ve lâ ibâdete ket-tefekkür. “Tefekkür etmek kadar kıymetli ibadet olmaz.”

Lâ ibâdete. Hiç bir ibâdet yoktur, ket-tefekkür tefekkür etmek gibi. Yani, “Onun gibi hiç bir ibâdet yoktur!” ne demek?.. Onun kadar sevabı çok olan hiçbir ibadet yok demek. Çünkü namaz mı daha kıymetli, tefekkür mü?.. Kur’ân okumak mı daha sevaplı, tefekkür mü?.. Zikir yapmak mı daha sevaplı, tefekkür mü?.. Cihad etmek mi daha sevap, tefekkür mü?

Tefekkürlü olursa, ötekilerin bir kıymeti oluyor. Tefekkürsüz bir namaz, güzel namaz olmuyor.

Tefekkürsüz bir oruç, güzel bir oruç olmuyor. Tefekkürsüz bir cihad; yani bozuk niyetli, düşünmeden veya nefse uyarak, şehvâni, şeytâni maksatlarla yapılan bir cihadın hiçbir kıymeti olmuyor. Karşı tarafa zulmetmek için yapılan bir şeyin, hiçbir kıymeti olmuyor.

Hz. Ali Efendimiz radıyallâhu anh, nasıl öldüreceği insanı öldürmekten vazgeçivermiş.. Çünkü, savaşı bile Allah rızası için yapıyor. Allah rızası gittiği zaman, öyle bir şeyi yapmaktan kendisini alıkoyuyor. Onun için, en kıymetli şey tefekkürdür. Yani en sevaplı iş tefekkürdür.

Niye tefekkür bu kadar kıymetli?

Bu bir çalışmadır. İnsanın zihnini bir konu üzerinde çalıştırmasına, derin derin düşünmesine tefekkür etmek diyoruz.

İnsan düşüne düşüne doğruyu bulur. Yani doğruyu bulmanın başka yolu yok! Düşünmeden bulunmaz. Yani tesâdüfen, gözü kapalı körebe oynar gibi, yoklamayla hakikatler bulunmaz; derin derin düşünülerek bulunur. Hatta çok çok tecrübe yaparak bulunur. Tecrübeler üzerinde, tecrübelerin sonuçları üzerinde de düşünülerek bulunur. Bütün delilleri toplayarak, onların üzerinde tefekkür ederek gerçekler bulunur. Öyle, gerçek hemen meydanda değildir.

Altın madeni, hemen böyle toprağın üstünde pırıl pırıl parlamıyor. Elmas pırıl pırıl parlamıyor. Onu kaç metreler kazıyorlar, bin bir türlü zorluklarla çıkartıyorlar, öyle elde ediyorlar. Yani çalışma gerekiyor. Doğruyu bulmak için tefekkür de, böyle yerin altından elması bulmak gibi, altını bulmak gibi, kıymetli madeni bulmak gibi bir şey.

Hatta erbabı olmazsa, eline aldığı taşın elmas olduğunu bile, işlenmemiş olduğu için anlamayabiliyor. Erbabı biliyor. Siz bir eski kilim parçası diye bir kenara atıyorsunuz. Ama halıcı onu gördüğü zaman aklı başında gidiyor; “Aman, 14. yüzyıldan kalma şu cins, şu kadar kıymetli halıyı kenara atmış bu câhil!” diyor. Alıyor onu, turistlere ne kadar pahalı satıyor. Yüzbinlerce dolara satıyor.

Onun için, tefekkür ibâdette de çok önemli!.. Allahu Teâlâ hazretlerinin nimetlerini tefekkür edecek, kudretini tefekkür edecek, sanatını tefekkür edecek, mahlukatı üzerinde, masnûàtı üzerinde tefekkür edecek… Sanatı üzerinde, kudreti üzerinde, ibreti üzerinde tefekkür edecek… Dînî konuların güzelliğini anlamak için derinlemesine tefekkür edecek: “Şu oruç ne kadar güzel bir ibâdet!.. Şu hac ne kadar hikmetli bir ibâdet!.. Şu zekât ne kadar yerli yerinde bir emir!.. Şu namaz ne kadar güzel, abdest ne kadar güzel, gusl ne kadar güzel!..” Bunları anlayacak.

Onun için tefekkür, her ibâdeti de ayrıca kıymetlendiren, çok kıymetli bir ibâdettir. Kendisi de bir ibâdettir. Yani bir insan otursa, gözünü yumsa, tefekküre dalsa, çok sevap kazanır. Neden? Tefekkür ediyor. Tefekkür başlı başına bir sevap. Namazı tefekkürle kılarsa, namazı cevher oluyor. Orucu tefekkürle tutarsa, orucu mücevher oluyor. Haccı mütefekkirâne yaparsa, o kıymetli oluyor.
Cenâb-ı Hak bize şu tefekkür nimetini ihsan eylesin. Tefekkürün zevkine âşinâ eylesin. Hepimizi mütefekkirâne yaşamaya muvaffak eylesin.

Prof. Dr. M. Es’ad Coşan

2 Haziran 2000 – Avustralya


 

Çanakkale'yi geçselerdi İstanbul'u kaybederdik

Çanakkale'yi geçselerdi İstanbul'u kaybederdik
ve denilen gibi böyle olurdu !!!
inşallah bugün 29 Mayıs 2014 Fethin yıldönümünde
İstanbul'un manevi fethine başlangıç olsun...
Bir vakit namazı kazaya kalmamış atamız

Fatih Sultan Muhammed Hana
layık bir torun olmak için

NAMAZA başlamaya var mıyız???

 




​İnsan nimetlere şükretmeyişi yüzünden kahra düşüyor.

​İnsan nimetlere şükretmeyişi yüzünden kahra düşüyor.





“Aradığımıza ulaşıncaya kadar yakarışlar dilimizden düşmüyor; ama istediğimiz verilince de şükrü unutuveriyoruz. Oysa mahrumken nasıl da dua ediyorduk.

Kazanmak zorunda olduğumuz bir sınavın öncesinde nasıl da yalvarırdık! 
Sevdiğimize kavuşmak için nasıl da ağlayışlarla geçirdiğimiz uykusuz geceler yaşardık! 
Nice isteğimiz bize sunuluyor yıllardır… İşte şuyumuz veya buyumuz…
 
Peki yıllardır nerede memnuniyetimiz? 
Nerede bunları bağışlayana sevgimiz ve bağlılığımız? 
Nerede bu ilahi lütuflara ilahi emanet gözüyle bakıp özenli ve sorumlu davranışımız?
Ne oldu o eski isteklerimize? Artık istemiyor muyuz? Artık beğenmiyor muyuz o yıllardır uğrunda ağladığımız bakışları?
 
İnsan nimetlere şükretmeyişi yüzünden kahra düşüyor.
Nankörlüğü arşın öfkesini çekiyor.
Nice kimseler çıkarıldıkları yerden şükürsüzlükleri yüzünden düşürülüyorlar.”
 
İstemenin Esrarı - Muhammed Bozdağ
 
 



 
 
 

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Aziz


Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Aziz


 

Yüksek bir dağa baktığınızda,.. Helak olan bir kavmin kalıntılarının yanından geçtiğinizde,.. Yıldızların, ayların, güneşlerin ve diğer mahlukların itaatini gördüğünüzde Allah'ı hangi ismiyle hatırlıyorsunuz?

Aziz: Aziz isminin üç manası vardır:

1. Allah'ın izzet sahibi ve yüceler yücesi olması.

2. Allah'ın mağlup olmayan galip olması.

3. Yarattıklarının onun emrine itaat etmesidir.

Şimdi
Aziz isminin bu üç tecellisini alem aynalarında görmeye çalışalım:

Allah azizdir. Yani azamet, büyüklük ve kuvvet sahibidir. Şanı pek yücedir. Şu alemde kendine büyüklük verilen mahluklar Allah'ın Aziz ismine aynadırlar. O yüksek dağlara, engin denizlere, denizlerdeki fırtınalara, uçsuz bucaksız çöllere, aylara, güneşlere, yıldızlara kulak verseniz hep bir ağızdan "Yâ Aziz, Yâ Aziz, Yâ Aziz" diyerek tesbih ettiklerini işitirsiniz.

Aziz ismi alemde böyle gözüktüğü gibi insan da, hatta devletlerde bile gözükür. Aziz isminin tecelli ettiği insanlar şu ayetin ifadesiyle وَلِلَّهِ الْعِزَّةُ وَلِرَسُولِهِ وَلِلْمُؤْمِنِين (Ve lillâhi-l izzetü ve liresûlihî ve li-l mü’minîn) ”Üstünlük, ancak Allah'a, O'nun elçisine ve müminlere mahsustur.” Yani aziz olan yalnız Allah, O’nun Resulü ve müminlerdir. Yine bu isim tarihe adını altın harflerle yazdıran Osmanlı İmparatorluğunda ve Kur'an'ı kendilerine rehber yapan tüm devletlerde tecelli etmiştir.

Şimdi bize düşen: Allah'ın aziz ismini alem sayfalarında okumak, lisan-ı halleriyle
"Yâ Aziz, Yâ Aziz, Yâ Aziz" diye zikir eden mahlukatın tesbihatını işitmek ve Kur'an'ı kendimize rehber yaparak hem dünyada hem ahirette aziz olmaktır.

Allah azizdir. Yarattıkları üzerine galiptir. Yer yüzü Allah'a asi olup da böyle mağlup olmuş nice kavimlerin kalıntıları ile doludur.

Bakın Allah, o asi ve inatçı kavimleri helak ettiğini kitabında nasıl anlatıyor:

“Elçilerimiz Lut'a gelince, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar(ı düşünmesi) sebebiyle takatten düştü. O'na: "Korkma, tasalanma! Çünkü biz seni de, aileni de kurtaracağız. Yalnız (azabta) kalacaklar arasında bulunan karın müstesna" dediler."

"Biz şüphesiz bu memleket halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık (feci) bir azap indireceğiz."(dediler)."

"Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır."

"Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe ümit bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!" dedi."

"Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar."

"Ad ve Semud'u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar."

"Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da (helak ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp geçebilecek değillerdi."

"Nitekim onlardan her birini günahları sebebiyle suç üstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı."(Ankebut, 29/33-40)

İşte helak olan bütün bu kavimlerde Allah'ın aziz ismi haşmetiyle gözüküyor.

Nasihat: Biz hiç bu kavimlerin yıkıntılarının arasından geçerken, onların yerle bir olmuş kabirlerini gördüğümüzde Allah'ı Aziz ismiyle yad ettik mi? O kalıntıların ve harabelerin üzerinde Allah'ın Aziz ismini okuduk mu? Ya da biz de Allah'a asi olursak, Allah'ın bizi de onları yakaladığı gibi yakalayacağını hiç düşündük mü?..

Mahlukatının Allah'ın emrine itaat etmesi ve ona karşı gelememesi de Aziz isminin bir tecellisidir. Evet, insan ve bazı canavarlardan başka, güneş, ay, yeryüzünden tutun da tâ, en küçük mahluka kadar her şeyin dikkatle vazifesinde çalışması, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, büyük bir heybet altında umumi bir itaatin bulunması gösterir ki, büyük bir celal ve izzet sahibi bir zatın emriyle hareket ediyorlar. İşte, vazifesini yapmakla ona itaat eden her bir mahluk bu itaatiyle Allah'ın Aziz ismine aynadır.

Nasihat: Bütün mahlukat ona böyle itaat ederken, biz nasıl cesaret ederiz ki, isyanımızla öyle bir Sultan'ın emirlerine karşı geliyoruz ki, yıldızlar, aylar, güneşler itaatkar askerler gibi emirlerine itaat ederler.

Hem isyanımızla öyle bir
Aziz'e karşı geliyoruz ki, öyle azametli ve itaatli askerleri var ki, farzımuhal şeytanlar dayanabilselerdi, onları dağ gibi güllelerle taşlayabilirlerdi.

Hem öyle bir Sultan'ın memleketinde isyan ediyoruz ki, kullarından ve askerlerinden öyleleri var ki, değil bizim gibi küçük, aciz mahlukları, belki farzımuhal dağ ve yer büyüklüğünde asi bir mahluk olsaydık, dünya büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri, bize atıp dağıtabilirlerdi...

 

 

İstanbul'un Fethinin 561. yıldönümü - 29 Mayıs (1453-2014)

İstanbul'un Fethinin 561. yıldönümü - 29 Mayıs (1453-2014)

Milliyet Blog'dan ilginç bir yazı...

İstanbul’un fethinde Hz. Hızır Fatih Sultan Mehmet’e nasıl yardımcı oldu?


İstanbul’un fethinde Hz. Hızır Fatih Sultan Mehmet’e nasıl yardımcı oldu?
 
Fatih Sultan Mehmet Hz. Hızır'ın yardımıyla İstanbul'u fethetti.

 “Tüm dünya olayların arkasında gözüken Hz. Hızır’ı konuşuyor” başlıklı yazımda Hz. Hızır’ın Japonya’daki depremde ve Mısır’daki olayların içinde gözüktüğünü yazmıştım ve ilgili videoların linklerini size bildirmiştim. Peki kim bu Hz. Hızır diye araştırdığınızda Hz. Hızır’ın Allah tarafından savaşlarda görevlendirildiğini görüyoruz. Savaşlar onun izniyle gerçekleşiyor. İstanbul’da Hz. Mehdi’nin çıkacağı kutsal şehir olarak biliniyor. Bu yüzden bu şehrin fethedilmesi de çok önemliydi. Hz. Mehdi hadislerde bildirildiği gibi bu çok güzel şehirden kutsal emanetlerle çıkacağı için Hz. Hızır Fatih Sultan Mehmet’e İstanbul’u fethetmesinde yardımcı olmuş ve İstanbul büyük bir zaferle fethedildikten sonra da surlara oturup seyretmiştir. İşte Hz. Hızır’ın Fatih Sultan Mehmet’e nasıl yardım ettiği şöyle anlatılıyor:

Sultan Fatih, İstanbul’un Fethi hakkında Akşemseddin Hz. İle sohbet ederken, “Bana öyle bir dua öğret ki, fetih için bana yardımı olsun” der. Akşemseddin Hz. De, “Zirin, ‘Destur Yâ Şeyh Ahmed’ demek olsun. Şeyh Ahmed’den himmet (yardım) taleb et” der.

Bu zikre devam eden Fatih sorar: “Şeyh Ahmed kimdir ki, tazarru ve niyaz eyledim?

Akşemseddin Hz. nin cevabı: “Şeyh Ahmed, bu zamanın tasarruf sahibi ve kutbudur.”Şeyh Ahmed, Özbekistan’da / Semerkand’da bulunan Ubeydullah Ahrar Hazretleridir.

Fatih, bu zikrini fetih esnasında devamlı surette tekrarladı ve fetih müyesser oldu. (Enîsî, Menâkıb-ı Akşemseddin. Süleym. Kütüb. Hacı Mahm. Kısım. No: 4666, v. 10a-10b)

İsmi geçen Ubeydullah Ahrar Hz. nin torunu Hâce Muhammed Kasım şunları anlatıyor:

“Ubeydullah Ahrar Hz. bir gün, öğleden sonra aniden atının hazırlanmasını istedi. Atı hazırlanınca, binip Semerkand’dan sür’atle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da arkasından gittiler. Biraz yol aldıktan sonra, Semerkand’ın dışında bir yerde talabelerine, “Siz burada durunuz” dedi. Kendisi, Abbas Sahrası’na doğru hızlıca sürdü. Onu bir müddet daha takip eden Mevlâna Şeyh ismindeki meşhur talebesi diyor ki, “Sahraya vardığında, atını sağa-sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu.”

Hazret daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye/niçin gittiğini sordular. O da, “Türk Sultanı Muhammed Han (Fatih) kâfirlerle harb ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardıma gittim. Allahü Teâlâ’nın izniyle gâlib geldi, zafer kazanıldı” buyurdu.

Ubeydullah Ahrar Hz. nin, bu hadiseyi nakleden torunu Muhammed Kasım, babası Hâce Abdülhâdî’nin de şunları anlattığını naklediyor:

“Bilâd-ı Rûm’a (Anadolu’ya) gittiğimde, Fatih Sultan Mehmed Han’ı oğlu Sultan Bâyezid Han, bana babam Ubeydullah Ahrar’ın şeklini tarif etti ve ‘O mübarek zatın beyaz bir atı var mıydı?’ diye sordu. Ben de, beyaz bir atının olduğunu ve bazen ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine Sultan Bâyezid bana şunları anlattı:

“Babam Fatih Sultan Mehmed Han bana şunları anlattı: İstanbul’u fethetmek üzere harb ettiğim sırada, harbin en şiddetli bir anında, Şeyh Ubeydullah Ahrar Semerkandî Hazretleri’nin imdadıma yetişmesini istedim. Bir zat, beyaz bir atın üstünde hemen yanıma geldi ve bana ‘Korkma’ buyurdu. Ben de ‘Nasıl korkmayayım, bir türlü kale düşmüyor’ dedim. Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm. ‘İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık. Üç defa kös vurdur ve orduna hücum emri ver’ buyurdu. Emirlerini aynen yerine getirdim. O da, bana gösterdiği ordusuyla hücuma geçti. Böylece düşman hezimete uğradı ve İstanbul’un Fethi müyesser oldu.” (Hoca Sadedin Efendi, Tâcü’t Tevârih, 1, s. 437; Nişancızâde Mehmed bin Ahmed Muhammed b. Ramazan, Mir’ât- Kâinat, İstanbul, 1290, 1-11, s. 58-59)

Sultan Fatih, kuşatma günleri uzayıp fetih gerçekleşmeyince, vezir Ahmed Paşa’yı Akşemseddin Hz. ne gönderip fethin kesin zamanını sormuş, O da, “Cemâziyel evvel ayının yirminci günü seher vakti” demişti. (Solakzâde, Tarih, s. 200; Enîsî, 4666, v. 9b)

Aynen dediği gibi olunca, Akşemseddin Hz. ne fethin zamanını nasıl bildiğini sordular. Cevap verdi: “Kardeşim Hızır (aleyhisselâm) ile ilm-i ledünnîde Kostantiniyye’nin fethini vaktiyle (daha önce) keşfetmiştik. Fetih gerçekleştiği gün Hızır’ı gördüm. Birçok veliler ile askerin önünde kaleye girdiler. Kale fetholunduktan sonra Hızır kardeşimi gördüm ki kale duvarı üzerine çıkmış oturmuştu…

Bakalım Hz. Hızır’ı başka hangi tarihi olaylarda göreceğiz. Mısır’daki ve Japonya’daki olaylarda nasıl gözüktüğünü tekrar görmeniz için linkleri bildiriyorum. Hızır yeşil anlamına geliyor ve Hz. Hızır atına binmiş şekilde gözüküyor.

Mısır’da insanların ortasından süzülen yeşil atlı 1:21. saniyede gözüküyor, bu linkten seyredebilirsiniz:

http://www.youtube.com/watch?v=gWQKOj9Sxkg&feature=related


Aynı görüntü şimdi de Japonya’daki depremde ortaya çıktı! Videoda 00:26.’ıncı saniyede kilisenin sol tarafında Hz. Hızır tekrar görülüyor. Bu videoyu da bu linkten seyredebilirsiniz:

http://www.youtube.com/watch?v=S8I9rD_idZ4


http://blog.milliyet.com.tr/istanbul-un-fethinde-hz--hizir-fatih-sultan-mehmet-e-nasil-yardimci-oldu-/Blog/?BlogNo=297156



 

28 Mayıs 2014 Çarşamba

Allah'ım SÜBHANALLAH deyip sana secde edilir...

Allah'ım SÜBHANALLAH deyip sana secde edilir...




Ben bu Rabbimizin eserlerine şaşırıyorum.
Toprağa küçücük bir fidan ekiyorsunuz.
Üzerine de hayvan pisliği gübre atıyorsunuz...
Ortaya harikulade renklerde güller ve enfes bir koku çıkıyor.
 
Herşeye madde gözüyle bakanlar şöyle demesi gerekmez mi?...
Acaba bu renkler ve kokular topraktan mı, gübreden mi?
 
Bilim adamları koku hakkında yeni keşfededursunlar, biz Evliya Çelebi’ye kulak verelim.
 
Meşhur seyyahımızın seyahat macerasına nasıl başladığını bilmeyenimiz yoktur.
“Seyahatname” adlı eserinde, o meşhur rüyasını naklederken anlattıkları ise oldukça ilginç.
 
Rüyasında Eminönü, Zindankapı’daki Ahi Çelebi Camii’ndedir. Reisi, Rasulullah s.a.v. olan ruhani bir meclistedir.
 
“Hz. Peygamber aleyhissalatu vesse-lam’ın eli zağferen ve gül gibi kokardı. Fakat diğer peygamberlerin elleri ayva gibi kokardı. Hz. Ebubekir’in elleri kavun gibi kokardı. Hz. Ömer’in elleri amber kokusu gibiydi. Hz. Osman’ın menekşe gibi kokusu vardı. Hz. Ali’nin kokusu yasemin gibiydi. İmam Hasan, karanfil gibi; İmam Hüseyin, beyaz gül yaprağı gibi kokardı. Allah onların hepsinden razı olsun. Bu hal üzere mecliste bulunanların hepsinin mübarek ellerini öptüm.”
 
Ne zaman ne de mekan uzaklığı manidir sevilenlerin kendilerine has kokularını duymaya. Rasulullah s.a.v.’in, Yemen’de olan Veysel Karanî’nin kokusunu duyduğunu haber verdiğini biliriz. Kur’an-ı Kerim’de ifade edildiği üzere Hz. Yakub’un, oğlu Hz. Yusuf’un gömleğini getiren kafile henüz Mısır’dan ayrılmaya başlar başlamaz Hz. Yusuf’un kokusunu 80 fersah uzaklıktan duyduğunu da...
 
Terlese, güller olurdu terleri
 
Süleyman Çelebi, Mevlid’inde böyle tavsif ediyor Nebiy-yi Zişan Efendimiz’i ve hakikat de öyle idi. Hiçbir güzel koku sürmese dahi kâinatın en güzel kokusu yayılırdı O’ndan. Medine sokaklarından geçtiğinde halk O’nun güzel kokusundan oradan Peygamber s.a.v.’in geçtiğini anlardı.
 
Hz. Enes b. Malik r.a., Rasulullah s.a.v.’in mübarek kokusu hakkında; “Rasulullah aleyhissalatu vesselam‘ın güzel kokusundan daha güzel ne misk ne de amber kokladım.” demiştir.
 
Bugün Medine-i Münevvere’de, Ravza-i Mutahhara’da Efendimiz’i ziyaret edenler de aynı şeyleri söylemiyorlar mı? “Biz orada duyduğumuz kokudan daha güzelini bugüne kadar hiç koklamadık.”
 
Fahr-i Kâinat s.a.v., bir çocuğun başını okşadığında o çocuk diğerleri arasında hemen fark edilirdi. Ashap’tan bu şerefe mazhar olup da o mübarek kokunun bir ömür kendilerinden gitmediğini bildirenler olmuştur.

 
 
Allah'ım SÜBHANALLAH deyip sana secde edilir...
 
 
 

Kapıldık gidiyoruz

Kapıldık gidiyoruz

Birgün elbet senin de başın yanacak.

"Her canlı birgün ölümü tadacaktır." (Ankebut suresi,57. ayet) 
 
Bu ayeti sıkça hatırlasaydık dünya bizi bu denli yanıltır mıydı?






*************

Soma'da bir madencinin, arkadaşının mezarına bıraktığı not...




YÛSUF PEYGAMBER’İN HAYATINDAN ALINACAK DERSLER

YÛSUF PEYGAMBER’İN HAYATINDAN ALINACAK DERSLER
  



Yûsuf Peygamber’in AS hayatından alınacak pek çok dersler vardır. Burada bazılarına kısaca işaret edelim:


1. İffet dersi: Yûsuf Peygamber’de iffet duygusu, zirve noktadaydı. Bu yüzden Züleyha’nın en çekici tekliflerini şiddetle reddetmişti. Hattâ iffetini korumak uğrunda zindana girmeye, eziyet çekmeye bile râzı olmuştu.

2. Vefâ ve sadakat dersi: Yûsuf Peygamber’in, Züleyha’nın isteklerini reddetmesi, onun vefâsını ve sadakatini de ortaya koymaktadır. O, yanında kaldığı, ekmeğini yediği, iyiliğini gördüğü Mısır Azizi’ne hıyâneti asla düşünmemiş, daima vefâlı ve sâdık kalmıştır.

3. Sabır dersi: Yûsuf Peygamber’in hayatı, bütünüyle sabrın yüceliğini gösteren bir ibret dersidir. Hazret-i Yûsuf, yaşamında karşılaştığı sıkıntı engellerini sabırla aşmış neticede zindandan saraya çıkmış, başarıya ve mutluluğa ulaşmıştır.

4. İyiliğe teşvik dersi: Yûsuf Peygamber’in hayatında iyiliğe teşvik, dünya ve âhiret mutluluğuna ulaşmak konusunda iyiliğin etkilerini dile getirme de vardır.

5. Af dersi: Yûsuf’un hayatından alınacak büyük bir ders de: Kötülük yapanı af ve hoşgörü ile karşılayıp, iyilikle karşılık vermektir.


Ahmed Şahin - Soframızda ‘zikir, fikir, şükür’ alışkanlığı var mı?

Ahmed Şahin - Soframızda ‘zikir, fikir, şükür’ alışkanlığı var mı?



AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Soframızda ‘zikir, fikir, şükür’ alışkanlığı var mı?

 
 
Önce meşhur sözü bir daha hatırlayalım: “Düşünen insan, sahip olduğu nimetin farkına varır; düşünmeyen insan da kendini o nimetlerden mahrum sanır!” Öyle ise biz de oturduğumuz sofranın başında önce bir düşünelim ve diyelim ki:
 
 
- İnsanın yiyecek kadar midesinde iştiha duyması, bu iştihasını karşılayacak kadar da sofrasında nimet bulması, Allah’ın büyük bir lütuf ve ikramıdır. Nice insanlar vardır ki, ya sofrasında yiyeceği yoktur ya da midesinde iştihası...
 
 
Evet, sofraya her oturuşta insan en başta bu iki İlahi nimeti düşünmeli, bu düşünmenin gereğini de arkasından yerine getirmelidir. Ne midir bu düşünmenin gereği?
 
 
- Yemek boyunca zikir, fikir ve şükür değerlendirmesi içinde olmak.
 
 
Bu zikir, fikir, şükür değerlendirmesini de Hazreti Bediüzzaman şöyle açıklamaktadır.
 
 
- Yemeğe Besmele ile başlamak zikirdir! Yemek boyunca bu nimetleri vereni düşünmek fikirdir! Yemekten sonra ‘Elhamdülillah!’ diyerek kalkmak da  şükürdür!..
 
 
İşte size zikir, fikir ve şükür duyguları içinde tamamlayacağımız sofra adabı örneği.
 
 
Sofraya böyle zikirle başlayan, fikirle devam eden, şükürle de tamamlayıp kalkan kimse, elbette ruhen huzur bulur, bedenen sıhhate kavuşur, sofrasında da berekete nail olur. Çünkü Rabb’imiz, verdiğim nimetlere şükrederseniz bereketini artırır, huzurunuzu çoğaltırım, buyuruyor.   
 
 
Ancak sofrada böyle zikir, fikir ve şükür duyguları içinde olan insan, baştan kendine tembihte de bulunmalı, bu nimetleri bulamayan nice yoksulların bulunduğunu da hatırlayarak tıka basa midesini doldurmanın yanlışlığından kaçınmalıdır.
 
 
Çünkü ihtiyaçtan fazla tıka basa yemek, zikrin zevkini azaltır, fikrin derinliğini yok eder, israfın da kapısını açar. İsraf ise ayetlerle yasaklanmış, Rabb’imiz; “Yeyiniz, içiniz, fakat israf etmeyiniz.” uyarısında bulunmuştur. Nitekim meşhur bir tıp ilim adamına:
 
 
- “Araştırdığınız Kur’an-ı Kerim’de insan sağlığı ile ilgili bir ayet buldunuz mu?” diye sorduklarında: “Bir değil birçok ayet buldum. En başta geleni ise: “Yeyiniz içiniz ama israf etmeyiniz.” ayetidir, cevabını vermiştir.
 
 
Anlaşılıyor ki, ihtiyaç kadar yemek helaldir. Ama tıka basa yiyerek israf etmek ise hem helal değil hem de tıbben vücuda zarardır. Bu sebeple sofrada en sağlam ölçüyü veren Efendimiz (sas)
Hazretleri, şöyle hatırlatmada bulunmuştur:
 
 
- Midenin üçte birini yemeğe, üçte birini suya, kalan üçte birini de rahat nefes almaya ayırın!
 
 
Demek ki, sofraya iştiha ile oturmalı, yine iştiha varken kalkmalı, midede suya, nefes almaya da yer bırakmalı, tıka basa yemek gibi bir kötü alışkanlığa mağlup düşmemelidir.
 
 
Bu konuda asıl düşünülmesi gereken önemli bir uyarı da Hz. Ömer Efendimiz’den şöyle gelmiştir:
 
 
- Gücünüz yeten her nimet çeşidini alıp da sofranıza koymayın. Unutmayın ki, sofradaki nimetler sorgusuz değildir. Helal ise hesabı, haram ise azabı vardır!
 
 
Evet, kitaplık çapta bir uyarıdır bu da. Hep hatırlanmalı, hiç de unutulmamalıdır.
 
 
- Sofradaki nimetler helal ise hesabı, haram ise azabı vardır!..
 
 
Maneviyat büyükleri, sofrada şu 4 şeyin de düşünülmesi gerektiğini ifade etmişler:  
 
 
1- Yemeğimize haram karışmış mıdır?
2- Bu yemeği Allah’ın ihsan ettiği iştiha ile yediğimizin farkında mıyız?
3- Bize takdir edilen nimetin yediğimiz kadarı olduğunu kabul ediyor muyuz?
4- Yediğimiz nimetin verdiği güçle Allah’a ibadet ve itaatte mi bulunuyoruz, yoksa ihmal ve isyanda mı?    
 
 
İşte size zikir, fikir, şükür duyguları içinde oturduğunuz sofrada tam bir tefekkür şuuru. Bilmem siz nasıl bakarsınız böylesine derin bir tefekkür şuuruna?
 
 
 

27 Mayıs 2014 Salı

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf Kıssası

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Yusuf Kıssası



Kuran'ın 12. suresi - YÛSUF suresi

Yusuf suresi, 111 (yüzonbir) âyet olup 1,2 ve 3. âyetler Medine'de, diğerleri Mekke'de inmiştir. Sûrenin başından sonuna kadar Yusuf Peygamber'den bahsedildiği için bu adı almıştır.

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.

1. Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.
2. Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.
3. (Ey Muhammed!) Biz, sana bu Kur'an'ı vahyetmekle geçmiş milletlerin haberlerini sana en güzel bir şekilde anlatıyoruz. Gerçek şu ki, sen bundan önce (bu haberleri) elbette bilmeyenlerden idin.


Hz. Yusuf’un Rüya Görmesi

4. Bir zamanlar Yusuf, babasına (Ya’kub’a) demişti ki: Babacığım! Ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı gördüm; onları bana secde ederlerken gördüm.
5. (Babası:) Yavrucuğum! dedi, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma; sonra sana bir tuzak kurarlar! Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.
6. İşte böylece Rabbin seni seçecek, sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Ya’kub soyuna da nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Yusuf, 12/4-6)
 
Kardeşlerinin Hz. Yusuf’u Kıskanmaları ve Onu Kuyuya Atmaları
 
7. Andolsun ki Yusuf ve kardeşlerinde, (almak) isteyenler için ibretler vardır.
8. (Kardeşleri) dediler ki: Yusufla kardeşi (Bünyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki biz kalabalık bir cemaatiz. Şüphesiz ki babamız apaçık bir yanlışlık içindedir.
9. (Aralarında dediler ki:) Yusufu öldürün veya onu (uzak) bir yere atın ki babanızın teveccühü yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sâlih kimseler olursunuz!
10. Onlardan biri: Yusufu öldürmeyin, eğer mutlaka yapacaksanız onu kuyunun dibine atın da geçen kervanlardan biri onu alsın (götürsün), dedi.
11. Dediler ki: “Ey babamız! Sana ne oluyor da Yusuf hakkında bize güvenmiyorsun! Oysa ki biz onun iyiliğini istemekteyiz.
12. Yarın onu bizimle beraber (kıra) gönder de bol bol yesin (içsin), oynasın. Biz onu mutlaka koruruz.”
13. (Babaları) dedi ki: Onu götürmeniz beni mutlaka üzer. Siz ondan habersizken onu bir kurdun yemesinden korkarım.
14. Dediler ki: Hakikaten biz (kuvvetli) bir topluluk olduğumuz halde, eğer onu kurt yerse, o zaman biz gerçekten âciz kimseler sayılırız.
15. Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, biz Yusufa: Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar (işin) farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin, diye vahyettik.
16. Akşamleyin ağlayarak babalarına geldiler.
17. Ey babamız! dediler, biz yarışmak üzere uzaklaştık; Yusufu eşyamızın yanında bırakmıştık. (Ne yazık ki) onu kurt yemiş! Fakat biz doğru söyleyenler olsak da sen bize inanmazsın.
18. Gömleğinin üstünde sahte bir kan ile geldiler. (Yakub) dedi ki: Bilakis nefisleriniz size (kötü) bir işi güzel gösterdi. Artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir. Anlattığınız karşısında (bana) yardım edecek olan, ancak Allah’tır.
 
Kervanın Hz. Yusuf’u Bulup Mısır’da Satması
 
19. Bir kervan geldi ve sucularını (kuyuya) gönderdiler, o da (gidip) kovasını saldı, (Yusufu görünce) “Müjde! İşte bir oğlan!” dedi. Onu bir ticaret malı olarak sakladılar. Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir.
20. (Kafile Mısır’a vardığında) onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirheme sattılar. Onlar zaten ona değer vermemişlerdi.
21. Mısır’da onu satın alan adam, karısına dedi ki: “Ona değer ver ve güzel bak! Umulur ki bize faydası olur. Veya onu evlât ediniriz.” İşte böylece (Mısır da adaletle hükmetmesi) ve kendisine (rüyadaki) olayların yorumunu öğretmemiz için Yusufu o yere yerleştirdik. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu (bunu) bilmezler.
22. (Yusuf) erginlik çağına erişince, ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle mükâfatlandırırız.
 
Ev Sahibi Kadının Hz. Yusufla Beraber Olmayı İstemesi ve İftiraya Uğraması
 
23. Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve “Haydi gel!” dedi. O da” (Hâşâ), Allah’a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!” dedi.
24. Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin işaret ve ikazını görmeseydi o da kadına meyletmişti. İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o ihlâslı kullarımızdandı.
25. İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın onun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında onun kocasına rastladılar. Kadın dedi ki: Senin ailene kötülük etmek isteyenin cezası, zindana atılmaktan veya elem verici bir işkenceden başka ne olabilir!
26. Yusuf: “Asıl kendisi benim nefsimden murat almak istedi” dedi. Kadının akrabasından biri şöyle şahitlik etti: “Eğer gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, bu ise yalancılardandır.”
27. “Eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir. Bu ise doğru söyleyenlerdendir.”
28. (Kocası, Yusuf’un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce, (kadına): “Şüphesiz, dedi; bu, sizin tuzağınızdır. Sizin tuzağınız gerçekten büyüktür.”
29. “Ey Yusuf! Sen bundan (olanları söylemekten) vazgeç! (Ey kadın!) Sen de günahının affını dile! Çünkü sen günahkârlardan oldun”
 
Dedikodunun Şehirde Yayılması ve Kadınların Ellerini Kesmeleri
 
30. Şehirdeki bazı kadınlar dediler ki: Azizin karısı, delikanlısının nefsinden murat almak istiyormuş; Yusufun sevdası onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.
31. Kadın, onların dedikodusunu duyunca, onlara dâvetçi gönderdi; onlar için dayanacak yastıklar hazırladı. Herbirine bir bıçak verdi. (Kadınlar meyveleri soyarken Yusufa): “Çık karşılarına!” dedi. Kadınlar onu görünce, onun büyüklüğünü anladılar. (Şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve dediler ki: Hâşâ Rabbimiz! Bu bir beşer değil… Bu ancak üstün bir melektir!
32. Kadın dedi ki: İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun, eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!
 
Ve Hz. Yusuf Zindanda!..
 
33. (Yusuf:) Rabbim! Bana zindan, bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi.
34. Rabbi onun duasını kabul etti ve onların hilesini uzaklaştırdı. Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.
35. Sonunda (aziz ve arkadaşları) kesin delilleri görmelerine rağmen (halkın dedikodusunu kesmek için yine de) onu bir zamana kadar mutlaka zindana atmaları kendilerine uygun göründü.
36. Onunla birlikte zindana iki delikanlı daha girdi. Onlardan biri dedi ki: Ben (rüyada) şarap sıktığımı gördüm. Diğeri de: Ben de başımın üstünde kuşların yemekte olduğu bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel davrananlardan görüyoruz, dedi.
37. (Yusuf) dedi ki: Size yedirilecek yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin dininden uzaklaştım. Onlar ahireti inkâr edenlerin kendileridir.
38. Atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yaraşmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.
39. Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?
40. Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
41. Ey zindan arkadaşlarım ! (Rüyalarınıza gelince), biriniz (daha önce olduğu gibi) efendisine şarap içirecek; diğeri ise asılacak ve kuşlar onun başından (beynini) yiyecekler. Yorumunu sorduğunuz iş (bu şekilde) kesinleşmiştir.
42. Onlardan, kurtulacağını bildiği kimseye dedi ki: Beni efendinin yanında an, (umulur ki beni çıkarır). Fakat şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Dolayısıyla (Yusuf), birkaç sene daha zindanda kaldı.
 
Hz. Yusuf Kralın Rüyasını Yorumluyor
 
43. Kral dedi ki: Ben (rüyada) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek gördüm. Ayrıca, yedi yeşil başak ve diğerlerini de kuru gördüm. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, benim rüyamı da bana yorumlayınız.
44. (Yorumcular) dediler ki: Bunlar karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenlerden değiliz.
45. (Zindandaki) iki kişiden kurtulmuş olan, uzun bir zaman sonra (Yusufu) hatırlayarak dedi ki: Ben size onun yorumunu haber veririm, beni hemen (zindana) gönderin.
46. (Yusufun yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Rüyada görülen) yedi arık ineğin yediği yedi semiz inek ile yedi yeşil başak ve diğerleri de kuru olan (başaklar) hakkında bize yorum yap. Ümit ederim ki, insanlara (isabetli yorumunla) dönerim de belki onlar da doğruyu öğrenirler.
47. Yusuf dedi ki: Yedi sene âdetiniz üzere ekin ekersiniz. Sonra da yiyeceklerinizden az bir miktar hariç, biçtiklerinizi başağında (stok edip) bırakınız.
48. Sonra bunun ardından, saklayacaklarınızdan az bir miktar (tohumluk) hariç, o yıllar için biriktirdiklerinizi yeyip bitirecek yedi kıtlık yılı gelecektir.
49. Sonra bunun ardından da bir yıl gelecek ki, o yılda insanlara (Allah tarafından) yardım olunacak ve o yılda (meyvesuyu ve yağ) sıkacaklar.
50. (Adam bu yorumu getirince) kral dedi ki: “Onu bana getirin!” Elçi, Yusufa geldiği zaman, (Yusuf) dedi ki: “Efendine dön de ona: Ellerini kesen o kadınların zoru neydi? diye sor. Şüphesiz benim Rabbim onların hilesini çok iyi bilir.”
 
Hz. Yusuf’un Suçsuzluğu Ortaya Çıkıyor!..
 
51. (Kral kadınlara) dedi ki: Yusufun nefsinden murat almak istediğiniz zaman durumunuz neydi? Kadınlar, Hâşâ! Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı da dedi ki: “Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir.”
52. (Yusuf dedi ki): Bu, azizin yokluğunda ona hainlik etmediğimi ve Allah’ın hainlerin hilesini başarıya ulaştırmayacağını (herkesin) bilmesi içindir.
53. (Bununla beraber) nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis aşırı şekilde kötülüğü emreder; Rabbim acıyıp korumuş başka. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.
 
Hz. Yusuf Ülkenin Hazinelerinin Başına Geçiyor
 
54. Kral dedi ki: Onu bana getirin, onu kendime özel danışman edineyim. Onunla konuşunca: Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin, dedi.
55. “Beni ülkenin hazinelerine tayin et! Çünkü ben (onları) çok iyi korurum ve bu işi bilirim” dedi.
56. Ve böylece Yusuf’a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve güzel davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.
57. İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır.
 
Hz. Yusuf’un Kardeşleri Onun Yusuf Olduğunu Bilmeden Huzuruna Giriyorlar
 
58. Yusufun kardeşleri gelip onun huzuruna girdiler, (Yusuf) onları tanıdı, onlar onu tanımıyorlardı.
59. (Yusuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: “Sizin bababir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafirperverlerin en iyisiyim.
60. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek bir ölçek (erzak) yoktur, bana hiç yaklaşmayın!”
61. Dediler ki: Onu babasından istemeye çalışacağız, kuşkusuz bunu yapacağız.
62. (Yusuf) emrindeki gençlere dedi ki: Sermayelerini yüklerinin içine koyun. Olur ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri gelirler.
63. Babalarına döndüklerinde dediler ki: Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimizi (Bünyamin’i) bizimle beraber gönder de (onun sayesinde) ölçüp alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız.
64. Ya’kub dedi ki: Daha önce kardeşi (Yusuf) hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sadece Allah’a emanet ediyorum); Allah en hayırlı koruyucudur. O, acıyanların en merhametlisidir.
 
Yusuf’un Kardeşleri Paralarını Eşyalarının İçinde buluyor!
 
65. Eşyalarını açtıklarında sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de bize geri verilmiş. (Onunla yine) ailemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız. Çünkü bu (seferki aldığımız) az bir miktardır.
66. (Ya’kub) dedi ki: Kuşatılmanız (ve çaresiz kalma durumunuz) hariç, onu bana mutlaka getireceğinize dair Allah adına bana sağlam bir söz vermediğiniz takdirde onu sizinle beraber göndermem!” Ona (istediği şekilde) teminatlarını verdiklerinde dedi ki: Söylediklerimize Allah şahittir.
67. Sonra şöyle dedi: Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. (Onun için) ben yalnız O’na dayandım. Tevekkül edenler yalnız O’na dayansınlar.
68. Babalarının kendilerine emrettiği yerden (çeşitli kapılardan) girdiklerinde (onun emrini yerine getirdiler. Fakat bu tedbir) Allah’tan gelecek hiçbir şeyi onlardan savamazdı; ancak Ya’kub içindeki bir dileği açığa vurmuş oldu. Şüphesiz o, ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanların çoğu bilmezler.
 
Kardeşleri Tekrar Hz. Yusuf’un Yanında
 
69. Yusuf’un yanına girdiklerinde öz kardeşini yanına aldı ve “Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların yaptıklarına üzülme” dedi.
70. (Yusuf) onların yükünü hazırladığı zaman maşrabayı kardeşinin yükü içine koydu! (Kafile hareket ettikten) sonra bir tellal: Ey kafile! Siz hırsızsınız! diye seslendi.
71. (Yusuf’un kardeşleri) onlara dönerek: Ne arıyorsunuz? dediler.
72. Kralın su kabını arıyoruz; onu getirene bir deve yükü (bahşiş) var dediler. (İçlerinden biri:) Ben buna kefilim, dedi.
73. Allah’a andolsun ki, bizim yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmediğimizi siz de biliyorsunuz. Biz hırsız da değiliz, dediler.
 
Hz. Yusuf Öz Kardeşini Yanında Alıkoyuyor
 
74. (Yusuf’un adamları) dediler ki: Peki, siz yalancıysanız bunun cezası nedir?
75. “Onun cezası, kayıp eşya, kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız” dediler.
76. Bunun üzerine Yusuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini (aramaya) başladı. Sonra da onu, kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte biz Yusufa böyle bir tedbir öğrettik, yoksa kralın kanununa göre kardeşini tutamayacaktı. Ancak Allah’ın dilemesi hariç. Biz kimi dilersek onu derecelerle yükseltiriz. Zira her ilim sahibinin üstünde daha iyi bilen birisi vardır.
77. (Kardeşleri) dediler ki: “Eğer o çaldıysa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı.” Yusuf bunu içinde sakladı, onlara açmadı. (Kendi kendine) dedi ki: Siz daha kötü durumdasınız! Allah, sizin anlattığınızı çok iyi bilir.
78. Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.
79. Dedi ki: Eşyamızı yanında bulduğumuz kimseden başkasını yakalamaktan Allah’a sığınırız, o takdirde biz gerçekten zalimler oluruz!
80. Ondan ümitlerini kesince, (meseleyi) gizli görüşmek üzere ayrılıp (bir kenara) çekildiler. Büyükleri dedi ki: “Babanızın sizden Allah adına söz aldığını, daha önce de Yusuf hakkında işlediğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya benim için Allah hükmedinceye kadar bu yerden asla ayrılmayacağım. O hükmedenlerin en hayırlısıdır.
 
Kardeşlerinin Alıkonduğu Haberini Babalarına Ulaştırıyorlar
 
81. Babanıza dönün ve deyin ki: “Ey babamız! Şüphesiz oğlun hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın bekçileri değiliz.
82. (İstersen) içinde bulunduğumuz şehire (Mısır halkına) ve aralarında geldiğimiz kafileye de sor. Biz gerçekten doğru söylüyoruz.”
83. (Babaları) dedi ki: “Hayır, nefisleriniz sizi (böyle) bir işe sürükledi. (Bana düşen) artık, güzel bir sabırdır. Umulur ki, Allah onların hepsini bana getirir. Çünkü O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.”
84. Onlardan yüz çevirdi, “Ah Yusuf’um ah!” diye sızlandı ve kederini içine gömmesi yüzünden gözlerine boz geldi.
85. (Oğulları:) “Allah’a andolsun ki sen hâla Yusuf’u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da büsbütün helâk olacaksın!” dediler.
86. (Ya’kub:) Ben sadece gam ve kederimi Allah’a arzediyorum. Ve ben sizin bilemiyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.
 
Gidin, Yusuf’u ve Kardeşini Arayın!..
 
87. Ey oğullarım! Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.
88. Yusuf’un yanına girdiklerinde dediler ki: Ey aziz! Bizi ve ailemizi kıtlık bastı ve biz değersiz bir sermaye ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz Allah sadaka verenleri mükâfatlandırır.
 
Ve Hz. Yusuf Kimliğini Kardeşlerine Açıklıyor
 
89. Yusuf dedi ki: Siz, cahilliğiniz yüzünden Yusuf ve kardeşine yaptıklarınızı biliyor musunuz?
90. Yoksa sen, gerçekten Yusuf musun? dediler. O da: (Evet) ben Yusufum, bu da kardeşim. (Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah’tan) korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını zayi etmez, dedi.
91. (Kardeşleri) dediler ki: Allah’a andolsun, hakikaten Allah seni bize üstün kılmış. Gerçekten biz hataya düşmüşüz.
92. (Yusuf) dedi ki: “Bugün sizi kınamak yok, Allah sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.”
93. “Şu benim gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne koyun, (gözleri) görecek duruma gelir. Ve bütün ailenizi bana getirin.”
 
Hz. Yakup, Hz. Yusuf’un Kokusunu Alıyor
 
94. Kafile (Mısır’dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere): Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf’un kokusunu alıyorum! dedi.
95. (Onlar da:) Vallahi sen hâla eski şaşkınlığındasın, dediler.
96. Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya’kub) görür oldu. Ben size: “Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim” demedim mi! dedi.
97. (Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah’tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.
98. (Ya’kub:) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi.
 
Ve Rüya Gerçekleşiyor, Hepsi de Hz.Yusuf’un Yanındalar!..
 
99. (Hep beraber Mısır’a gidip) Yusufun yanına girdikleri zaman, ana-babasını kucakladı, “Güven içinde Allah’ın iradesiyle Mısır’a girin!” dedi.
100. Ana ve babasını tahtının üstüne çıkartıp oturttu ve hepsi onun için (ona kavuştukları için) secdeye kapandılar. (Yusuf) dedi ki: “Ey babacığım! İşte bu, daha önce (gördüğüm) rüyanın yorumudur. Rabbim onu gerçekleştirdi. Doğrusu Rabbim bana (çok şey) lütfetti. Çünkü beni zindandan çıkardı ve şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden getirdi. Şüphesiz ki Rabbim dilediğine lütfedicidir. Kuşkusuz O çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.”
 
101. “Ey Rabbim! Mülkten bana (nasibimi) verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Sen dünyada da ahirette de benim sahibimsin. Beni müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat!”
 
 
102. İşte bu (Yusuf kıssası) gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin (ki bunları bilesin).
 
103. Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir.
 
104. Halbuki sen bunun için (peygamberlik görevini îfa için) onlardan bir ücret istemiyorsun. Kur'an, âlemler için ancak bir öğüttür.
 
105. Göklerde ve yerde nice deliller vardır ki, onlar bu delillerden yüzlerini çevirip geçerler.
 
106. Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler.
 
107. Allah tarafından kuşatıcı bir felâket gelmesi veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopması karşısında kendilerini emîn mi gördüler?
 
108. (Resûlüm!) De ki: "İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah'a çağırıyorum, ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz. Allah'ı (ortaklardan) tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim."
 
109. Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha iyidir. Hâla aklınızı kullanmıyor musunuz?
 
110. Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalana çıkarıldıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız gelir ve dilediğimiz kimse kurtuluşa erdirilir. (Fakat) suçlular topluluğundan azabımız asla geri çevrilmez.
 
111. Andolsun onların (geçmiş peygamberler ve ümmetlerinin) kıssalarında akıl sahipleri için pek çok ibretler vardır. (Bu Kur'an) uydurulabilecek bir söz değildir. Fakat o, kendinden öncekileri tasdik eden, her şeyi açıklayan (bir kitaptır); iman eden toplum için bir rahmet ve bir hidayettir.

***