31 Temmuz 2013 Çarşamba

Allah Sevgisi ve Oruç

Sevgili Efkan Vural hocam siz benim ilham aldığım örnek bir müminsiniz...

Yine okurken ruhumun lezzet aldığı harika bir yazı yazmışsınız. Allah razı olsun. Yüreğinize sağlık.

Ben sizi seviyorum, inşallah Rabbimizin birbirini sevenler nerede sorusuna melekler işte Celal ve Efkan burada! derler... inşallah


Allah Sevgisi ve Oruç

Allah Sevgisi ve Oruç
 


Sevgi insanlara doğuştan verilmiş bir duygudur. Sevgi toplumda huzur ve güveni sağlar. Bütün sevgilerin kaynağı Allah sevgisidir. Allah sevgisine ulaşabilmek için, onun emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmak gerekir. Müslüman sevdiğini Allah için sevmeli; sevmediğini de yine Allah için sevmemelidir.

Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

“Allah Teala kıyamet gününde: Benim için birbirini sevenler nerede? Onları gölgemden başka gölge bulunmayan bir günde Arş’ın gölgesinde gölgelendireceğim, buyurmuştur.” (Müslim, birr ve sıla, 161)

Yüce Allah’ı seven bir kimse, Onun Peygamberine tabi olmalı, Peygamberin yaptıklarını yapmalıdır.

Allah şöyle buyurmaktadır:

“(Rasulüm) deki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah’ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Al-i  İmran suresi, 31. ayet )

Bir Mü’min öncelikle Allah’a inanmalı ve Onu sevmelidir. Kişi sevdiği bir kimsenin her istediğini türlü zorluklara rağmen yerine getirir. Ona karşı olan sevgisini hiçbir zaman yitirmek istemez.

O halde bizler Allah’ın sevgisini kazanmak için Onun bize emrettiği ibadetleri yapmalıyız. Namaz, oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerimizi aksatmamalıyız.

Mübarek Ramazan ayında özrümüz yoksa oruç tutmalıyız. Orucu sırf Allah rızası için tutmalıyız. Allah bize bunca nimet verdi. Bizde ona  Oruç tutarak, şükrümüzü göstermeliyiz.

İnsan oğlu sevdiği bir kimse çin neler yapmaz ki, tıpkı çok değerli Konyalı komşum Celal Çelik ‘in gençliğinde sevgilisine kasabadan sıcak yaz gününde yürüyerek çikolata getirmesi gibi. Dilerseniz bunu Celal Çelik’in bana gönderdiği  e-posta mail’i ile  ifade edelim.

Ben 24 yıl önce sevdiğim kız, çikolatayı sevdiği için 40 derece sıcakta 3 km yürüyerek kasabadan köye çikolata götürmüştüm. Aşk fedakarlıkmış. O seviyor diye kırk derece sıcak bir yaz günü üç km yürüyüp kasabadan köye çikolata getirmiştim. Hatta erimesin diye çok uğraşmıştım. Ve kestirmeden tarlalardan hızlıca köye yürümüştüm. Sezen Aksu’nun şarkısında söylediği gibi: “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk”

Bakın Sevgili Celal Çelik bundan 24 yıl önce sevdiği kimse için yapmış olduğu davranışı hatırlayarak, engelli ve şeker hastası olmasına rağmen Çok sevdiği Rabbine sevgisini oruç tutarak göstermek istiyor.

Bana gönderdiği mailin devamında Celal Çelik şu can alıcı yorumu yapmaktadır.

“ Beşeri aşk için bu fedekarlığı yaptım da, ya benim aşkım ilahi aşk deyip bu hastalıkla ve şekerimde varken haftada iki gün orucu bana çok görmeyin. Zorlanırsan bırak demeyin. Oruç; sevdiğin için neler yaparsın sorusuna Mü’minin verdiği en samimi cevaptır.”

Sağlıklı insanlar olarak, Friedreich Ataksisi ve şeker hastası bir kardeşimizin bu inanç ve düşüncesi hepimize örnek olmalı.

Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v) oruçla ilgili şöyle buyurmaktadır:

“Aziz ve Celil olan Allah: “Adem oğlunun her işi kendisi içindir. Oruç müstesna, O doğrudan doğruya bana edilen (gösterişten uzak) bir ibadettir. Onun mükafatını da doğrudan doğruya ben veririm.”  buyurdu “ (Buhari, savm, 9)

“Bir kimse Ramazanın faziletine inanarak ve sevabını Allahtan umarak oruç tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhari, savm, 6.)

Evet Yüce Allahın sevgisini kazanmak için bol bol ibadet  ederek, güzel davranışlar sergilemeliyiz…

EFKAN VURAL

http://blog.milliyet.com.tr/allah-sevgisi-ve-oruc/Blog/?BlogNo=424299



 
 
 

Bediüzzaman'ın Rusya Müjdesi Gerçekleşti mi?

 
ANKARA KIZILAYDA ÇINARALTI DİYE BİR DERNEK KURUP GENÇLERE İMAN HAKİKATLERİNİ DERS VEREN OSMAN KARDEŞİME NAMAZLARIMDA DUA EDİYORUM. İNŞALLAH BİR GÜN TANIŞIRIZ.. YOUTUBA DA SOHBETLERİ BULABİLİRSİNİZ...
 
ANKARADA YAŞAYANLAR BURAYI ZİYARET EDEBİLİR BİR ÇAYINI İÇİP SOHBET EDEBİLİRLER...
 

 


Bediüzzaman'ın Rusya Müjdesi Gerçekleşti mi?

Osman Sungur Yeken
Osman Sungur Yeken
Facebook    Twitter
Birkaç gün önce Çınaraltı’na Rusya’dan misafirler geldi. Bir grup Rus kahraman binlerce kilometre uzaktan Risale-i Nur’un Barla’dan yükselen sesini işitmişler ve hayatları değişmiş...
 
Andrey ler Adem olmuş, kimisi Bilal adını seçmiş yüreği Hz.Bilal’in teni gibi yanınca
 
Simaları dupduru bu gençlerin.. Bu vatanda Nur talebesi gençler nasıl ruh-u canlarıyla sarılıyorlarsa Kur’an hakikatlerine aynı öyle belki daha şiddetle sarılmışlar Risalelere..
 
Öyle ya Bediüzzaman demişti “Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’an ile bir musalaha veya tabi olabilir.” Ve karadeniz üzerine göndermişti dualarını…
 
Bugün o tohumlar filizleniyor, şahitiz. 30 Rus kahraman Risale-i Nur okumak için İstanbul’a gelmişler. kimi Türkçe konuşuyor kimi Rusça ama çakmak çakmak gözlerinde aynı şevk var. Gençlerin imanı kurtulsun diye Risale-i Nur medreseleri açmış hem de hayatlarını adamış rus vakıf kardeşler…
 
Çınaraltı’nı görünce çok sevindiler özellikle sohbetlerde salonu dolduranların hep genç olduğunu anlatınca. Pekçok ateistin Müslüman olmasına vesile olduğumuzu duyunca ruhlarıyla Elhamdülillah dediler. Arka odaları gezdirdiğimizde Çınaraltı’nın nezih ortamından çok etkilenen gençler, duvarımızdaki Bediüzzaman silüetini görünce Türkçe “Üstadım” dediler; bizim gözlerimiz doldu…
 
Bu inci-mercandan gençleri Çınaraltı’na ziyarete getiren ve Rusya hizmetleriyle ilgilenen Erzurum vakıflarından Muhammed Said abi tüm neşesi ve coşkusu ve şevkiyle anlatmaya başladı “Üstad’ı 40 kişilik koğuşa ölsün diye tek başına attıklarında bugünün müjdesini vermiş Üstad. Camlar kırık, yerlere su dökmüşler ki buz tutsun. Ateş yakmasına izin verilmiyor. Üstad yeni abdest almış, bıyıkları donmuş.
 
70 küsür yaşında bir beden buna nasıl dayanıyordu? İçinde nasıl bir ateş yanıyordu ki soğuğu hissetmiyordu? Zübeyir abi kendini birşekilde attırmış koğuşa paltosunu çıkarıp üstada sarılmış “Üstadım!” diye. Üstad aciziyet göstermemiş : “Korkma Zübeyir! Beni öldüremeyecekler. Bu hizmeti dünyanın her tarafına yayacağım!” demiş. Bugün heryere yayılmış durumda..
 
Kaliningrad’da Rus muallim ve felsefeci- eski milletvekili Yojikov Nurlarla tanıştığı günden beri talebelerine derslerde Tabiat Risalesini okutuyor, ihtidalara vesile oluyor. Türkiye’yi ziyaret ettiğinde Barla’da toprağı öpüyor ve bu toprakların aziz olduğunu, dünyayı hak yola sevkedecek sesin buradan gürlediğini söylüyor. Muhammed Said abi pekçok hatıra anlattı ve şevke geldik Elhamdülillah.
 
Az biraz türkçe bilen Bilal, sokakları göstererek ‘islamdan çok uzaklar durum çok kötü görünüyor işiniz zor’ manasında dert yanınca yüreğim kabardı.. nasip dedim.. Sibirya’da karanlığın içinden gelen nura kavuşuyor da yanıbaşında olan nasıl göremiyor? Şimdi onlarca genç her sene Rusya’da bu daireye dahil oluyor ve binlerce rusun Müslüman olmasına vesile oluyorlar. Peki ya bizim sokaklarımızdaki islamdan uzaklık? Yardım et ya Rabb…
 
Allah bu hizmeti oraya götüren Üstad’dan ve Mustafa Sungur abi gibi kahraman Nur talebelerinden razı olsun.. darısı nicelerine
 
 
Kaynak : Risale Ajans
 

İyiliği Emret ve Kötülükten Men Et

İyiliği Emret ve Kötülükten Men Et

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ey îman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olduğunuz taktirde sapan kimse size zarar vermez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.”(Mâide, 105)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Sizden kim bir kötülük görürse gücü yetiyorsa onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da güç yetiremezse kalbiyle buğzetsin.” (Müslim, Îman, 78)

Hz. Ebû Bekir Sıddîk (ra) bir gün minberde şöyle söylemiştir: “Ey insanlar, siz bu âyeti okuyorsunuz fakat yanlış anlayıp esas maksadının ne olduğunu bilmiyorsunuz. Ben ise Rasûlullah (sav)’in şöyle buyurduğunu işittim: “Eğer insanlar, bir kötülüğü görür de onu düzeltmezlerse Allah onları toptan cezâlandırır.” (İbn Mâce, Fiten, 20; Müsned, I,2)

Bu nedenle iyiliği emredin, kötülükten nehyedin ve bu âyeti yanlış anlayıp aldanmayın. Sonra içinizden bazıları kalkıp “Ben kendime bakarım (başkaları neme lazım)” demesin! Vallahi, ya iyiliği emredip kötülükten sakındırırsınız ya da Allah başınıza en şerlilerinizi musallat eder. Onlar da size en acı eziyet ve azâbı tattırırlar. O zaman en hayırlılarınız bile dua etse duaları kabul olunmaz.”

Eğer bir adama, “neden iyiliği emretmiyorsun?” diye sorulduğunda “Bana ne!” veya bir adama “Filana emr-i bi’l ma’ruf yap.” denilse de o: “O bana ne yapmış ki? Benim onunla işim olmaz,” ya da “Benim o lüzumsuzla ne işim olur?” dese o kişinin küfre girmiş olmasından korkulur.

--
 

30 Temmuz 2013 Salı

HİKAYE HABİB BABA


HİKAYE   HABİB BABA

 




    Habib Baba,  4.Murad devrinin gizli, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır, fakirdir, gariptir. Fakat -inşallah- Rabbinin katında da alemlere denk bir değerin sahibidir.


    Yaşlı Habib Baba, uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider...  Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak... Bedenini de ruhuna denk kılmaktır.
 




   Fakat hamamcı Habib babayı içeri sokmak istemez. :


   -- “Bugün” der,  “Sultan Murad'ın vezirleri hamamı kapattılar, dışarıdan müşteri alamıyoruz.”
  

 
    Habib baba üzülür... Rica, minnet eder, yalvarır... :
  -- “Ne olursun” der,  “kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır çıkarım. Bu tozlu bedenle Rabbime ibadet ederken utanıyorum.”  Binbir dil döker.  :

 

   Hamamcı ehl-i insaftır... Dayanamaz... Kabul eder... Hamamın en sonundaki odayı göstererek :


  -- “Baba şu odada hızla yıkanıp çık, parada istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.”


    Habib baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... 

   Ve bu arada hamamcının karşısında yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir bu gelen.  Onunda görünümü fakirdir... Ama sadece görünümü... İkinci müşteri kılık değiştirmiş, 4.Murad'dır. O gün vezirlerinin topluca hamam alemi yapacaklarından haberdar olan padişah merak etmiştir. “Hele bir bakalım” demiştir, “bizim vezirler, hamamda benden uzakta, kendi başlarına ne yaparlar, nasıl eğlenirler?”


   Ve bu merak padişahı, tebdil-i kıyafet ettirerek, hamama getirmiştir. Az önce yaşananlar bir kez daha tekrarlanır. Hamamcı vezirler der almak istemez... Padişah ise, ne olursun der, bastırır ve padişah galip gelir...

 

    Habib babanın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldar:


  -- “Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sende sar peştemali beline gir yanına... Beraber sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın... Ve ekler: “Aman ha! Vezirler varlığınızı bilmesinler. “




   Sonra 4.Murad da Habib babanın yanına süzülür. Beraber sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen tef, dümbelek, şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır. ..


   Habib babanın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılır. Biraz kirlenmiş gibi gelir ona... Allah hikmeti gereği dostuna, o yanındakinin tedbil-i kıyafet etmiş padişah olduğunu ilham etmemiştir...


   Ve yanındakini, görüntüsüne uygun, kendi gibi fakir bir delikanlı zanneden Habib baba yumuşak bir sesle konuşur:


  -- “Evladım” der,   “Sırtın fazlaca kirlenmiş, müsade edersen bir keseleyivereyim. “


   Padişah aldığı bu teklif karşısında şaşkınlaşır ve büyük bir haz duyar... Haz duyar, çünkü ömründe ilk defa biri ona, padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olarak, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir.


    Memnuniyetle Habib babanın önünde diz çökerken: “Buyur baba” der, “ellerin dert görmesin”

 

    Bu arada içerideki alemin sesleri hamamı çınlatmaya devam etmektedir. Habib baba, 4.Murad'ın sırtını bir güzel keseler... Fakat padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez.. Ne de olsa insandır ve o da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.

 

  -- “Baba” der, “gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.”

    Habib baba, teklifin kimden geldiğinden habersiz, tebessümle;

  -- “Olur evlad” deyip, sultanın önünde diz çöker.

 

   Bu arada, Sultan Murad kese yaparken bir yandan da Habib babayı yoklar, ağzını arar...


  -- “Baba” der, “görüyormusun şu dünyayı... Sultan Murad'a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde tef,dümbelek hamamı inletiyorlar, sen ve ben ise burada iki hırsız gibi...”

 

   Habib baba Sultan Murad'ın cümlesini tamamlamasına fırsat bile bırakmaz,  kendi hükmünü söyler... 

  

    Sultan Murad'ın Habib babadan duydukları, ağzı açık bırakıp, keseyi elden düşürten cinstendir:

 

  --  “Be evladım”  der, Habib baba,  “Sultan Murad dediğin kimdir?  Sen asıl Alemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki,  O seni sevince sırtını Sultan Murad'a bile keselettirir. .. "



İŞTE Topluma Örnek GERCEK SANATÇI


İŞTE Topluma Örnek GERCEK SANATÇI
 

Murat Kekilli bir yardım derneğinde gönüllü çalışırken...

Fakirlikten, yoksulluktan gelen yüreği altın insan, sesi bülbül insan..
Bir zamanlar Türkiye'de müzik piyasasını sallayan insan..

 
TV'lerde ensest ilişki içeren, tarihimizi saptıran ve insanların ahlakını bozan dizileri, ahlaksız şarkıları müzikleri görmeyen ya da görmek istemeyen dönemin Rtük yetkilileri, onun şarkılarına yayın yasağı koyduğu için bazı önemli şarkılarının telif haklarından da faydalanamadı..
Konserlerinde giydiği kostümlerini bit pazarından aldıgını söylemekten çekinmedi..

Ona haksızlık yapıldı, itildi ve susturuldu...
 





Zekat kaç liradan başlar?

Ramazan2013 Yazarlar Ahmed Şahin

Zekat kaç liradan başlar? Akhisar Kur’an Kursu Külliyesi’ne çağrı...



Son Ramazan soruları:1. soru: Ben mütevazı kazancıyla yaşamaya çalışan bir işçiyim. Bana zekât düşüp düşmediğini bilmiyorum. Kaç bin liram olursa zekât vermem gerekir acaba diye düşünüyorum? Bu konuda kısa da olsa bilgi verebilir misiniz?

Cevap:- Zekâtın hesabı kolay. Yeter ki zekât verme arzusunu gönlünüzün derinliğinde hissedin ve ‘Rabb’ime şükürler olsun, bana da zekât verme duygusu nasip etti.’ diyerek para durumunuzu şöyle bir gözden geçirin.


     Önce bir senedir bekleyen ihtiyaç fazlası paranız var mı, varsa miktarı ne kadardır onu bir tespit edin.. Diyelim ki, zenginlik ölçüsü olan 80 gram altını satın alacak miktara ulaşan yaklaşık 7 bin lira civarında (veya daha fazla miktarda) bir senedir bekleyen paranız var. İhtiyaç fazlası bu paranın her bin lirası için 25’er lira zekât parası ayırıp yoksula verin. Sonra da size zekât verme mutluluğu nasip ettiği için bir şükür secdesine kapanın, “Sana sayısız şükürler olsun Rabb’im, bana da zekât verme bahtiyarlığı nasip ettiğin için.” diyerek huzur duyun, mutluluk hissedin.


   Zekâtın alt sınırını bu miktardan ya da daha aşağıdan başlatarak zekât veren kimse isabet eder. Çünkü bu miktar, altının değişen fiyatına göre artabilir de azalabilir de. Fakat sonuç pek değişmez. Zekât düşmese bile verdiğiniz size sevap getirir, boşa gitmez. Bana zekât düşer mi düşmez mi diye şüpheye girmeye gerek kalmaz. Çünkü düşerse verdiniz, düşmezse sadaka sevabı aldınız demektir.


2. soru: Zekât verirken (temlik) şartını ileriye sürenler, alacaktaki para zekâta sayılmaz, önce borçlu adam para bulup borcunu ödeyecek, sonra siz de ödediği borcundan zekâtınızı ona vereceksiniz, diyorlar. Bunun bir kolayı yok mu? Borçluyu zora sokmadan alacağımızı zekâta sayamaz mıyız? “Sen önce para bul borcunu öde, sonra ben de sana ödediğin paradan zekâtımı vereyim.” gibi borçluyu zorlayan incitici teklifler uygun olur mu?


Cevap: -Diyanet ilmihalinde bu gibi konularda borçlunun lehine olan bir tutumu tercih etmenin uygun olacağı ifade edilerek, borçluya: ‘Sendeki alacağımı zekâta sayarak borcunu sildim, rahat et, kendini borç yükü altında hissetme.’ demenin yeterli olacağı ifade edilmiştir. (S.440)


‘Temlik’i geniş manada anlayan bu görüşü ben de uygun bulmaktayım. Zekât vermek isteyen alacaklı, borçluya telefonla kısaca, ‘Sendeki alacağımı zekâta saydım, artık bana borcun yoktur, kendini borç yükü altında hissetme.’ diyerek borçluyu incitmeden alacağını zekâta saydığını bildirmesinin yeterli olacağı anlaşılmaktadır.


 3. soru: - Ticaret için değil de kullanma ihtiyacım için aldığım arabam var. Ayrıca oturduğum evim, kirada olan mülküm de mevcut. Bunlara zekât vermem gerekir mi?


 Cevap: - Kullandığınız arabaya, oturduğunuz evinize, kirası için beklettiğiniz mülkünüze, işyerinize zekât vermeniz gerekmez. Bunlar ticaret malı değil, gelirinden geçinmek istediğiniz sabit mülklerinizdir.

            ******  

Uzun ömürlü bir hayra ortak olma fırsatı!

Merhum Şahin Yılmaz Hocaefendi’nin kurduğu ‘Akhisar Hilaliye Kur’an Kursları, ‘başlattığı yeni külliye için büyük bir ümitle yardımlarınızı beklemektedir. Kur’an eğitiminde 50. yılını dolduran Akhisar Hilaliye Eğitim Vakfı Kur’an Kursları, bugüne kadar yaklaşık 3 bin hafız yetiştirmiş ve 10 binden fazla kişiye de Kur’an-ı Kerim öğretmiştir. Artan talebi karşılamak için ise 26 Mayıs 2013’te temeli, Başbakan Yard. Sn. Bülent Arınç’ın katılımlarıyla atılan Yeni Eğitim Külliyesi inşaatına başlanmıştır. Büyük harcama gerektiren bu külliye maddi manevi yardımlarınızı beklemektedir. Ayrıca cep telefonlarıyla “Bağış” yazıp 3395’e göndererek, 5 TL bağışlarla da bu büyük hizmete ortak olabilir, başkalarını da haberdar ederek ortakları çoğaltabilirsiniz.    Böylesine önemli ve uzun ömürlü bir Kur’an hizmetine ortak olma fırsatı kaçırılmamalıdır, demek istiyorum.
 
 
 

Aklını Ortaya Koyan Şey

Aklını Ortaya Koyan Şey

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.” (Mü’minûn, 3)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Âdemoğluna şaşarım. İki melek iki azı dişi üzerinde, dili o meleklerin kalemi ve tükrüğü onların mürekkebi olduğu halde nasıl oluyor da faydasız şeyler konuşabiliyor!” (Aclûnî, II, 314, 337)

Ebû Yusuf’un ders halkasında çokça iştirak eden fakat her zaman sessiz duran bir kişi vardı. Bir gün Ebû Yusuf: “Senin neyin var, ne konuşuyorsun, ne de bir şey soruyorsun?!” deyince o kişi: “Ey Kadı! Öyleyse bana oruçlunun ne zaman iftar edeceğini söyle.” dedi. Ebû Yusuf: “Güneş battığında.” deyince, “Eğer gece yarısına kadar güneş batmazsa?” diye sordu. Bunun üzerine Ebû Yusuf tebessüm etti ve Cerîr’in şu beyti ile cevap verdi:

“Sükût boş adam için bir süsdür, ancak;
Kişinin aklını ortaya koyan şey onun konuşmasıdır.”
(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân 5.Cilt, Erkam Yay.)

 

--

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Bu Ramazan, Başka Ramazan!

Bu Ramazan, Başka Ramazan!

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“...Hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir...” (Sebe, 39)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Cömertlik, dalları dünyâya uzanan cennet ağaçlarından bir ağaçtır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete götürür…” (Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VII, 435)

Hazret-i Âişe vâlidemizin oruçlu olduğu bir gün, yoksulun biri gelerek kendisinden yiyecek bir şeyler istemişti. Âişe vâlidemizin evinde, akşam iftar edeceği bir somundan başka bir şey yoktu. Hizmetkârına, o ekmeği vermesini söyledi. Hizmetkârı îtiraz edecek olduysa da Âişe vâlidemiz ısrar edip o ekmeği verdirdi. Akşam olunca birisi Âişe vâlidemizin evine bir parça pişmiş koyun eti gönderdi. Âişe vâlidemiz hizmetkârını çağırarak:

“–Buyur ye, bu, senin (vermeye kıyamadığın) ekmeğinden daha lezzetlidir!” buyurdu. (Muvatta, Sadaka, 5)

 

28 Temmuz 2013 Pazar

Oruç tutanlara saygı gösteren kişi

Oruç tutanlara saygı gösteren kişi
 
 
Bir mübarek Ramazan günü, Mecusinin birinin çocuğu, elinde ekmekle sokağa çıkar. Bu hali gören çocuğun babası, kolundan tuttuğu çocuğuna, eve girmesini ihtar eder ve der ki :
 
 
 
- Oğlum, ayıptır! Müslümanlar bugün oruçludur. Biz Mecusiyiz, ama oruçlu Müslümanlar karşısında böyle aşikare yiyip içmek doğru değil. Terbiye ve edep kaidelerine aykırıdır. Bundan sonra yemeklerini, Ramazan ayı çıkıncaya kadar, evin içinde kimse görmeyecek şekilde ye....
 
 
Aradan zaman geçer. Her fani gibi bir gün gelir, ateşe tapan Mecusi ölür. O şehrin abid ve zahidleri, bu Mecusi'yi rüyalarında Cennette görürler.
 
Kendisine:
 
- Sen bir Mecusi idin. Allah'a şirk koşar, ateşe tapardın. Nasıl oldu da Cennet'e kabul edildin? derler. Adam şöyle cevap verir :




- Doğru söylüyorsunuz. Ben bir Mecusi idim. Fakat ölüm bana erişip Azrail ruhumu kabzetmeye geldiğinde, Allahü Teala Hazretleri, Azrail'e: «Kulumun ruhunu küfür üzere iken alma, ona hidayetim erişsin, ondan sonra iman üzere kabzeyle!» diye Emretmiş. Ben de tam o sırada «La ilahe illallah Muhammedün Resulullah» diyerek iman ettim. Sonra da ruhumu Azrail'e teslim eyledim.


 
- Benim bu iltifata ermemin, son anda hidayete girmemin sebebine gelince: Bir Ramazan günü, ben, çocuğumu Müslümanlar arasında alenen yiyip içmekten menetmiştim. Allahü Azimüşşan benim bu hareketimden son derece razı olmuş ve: «Madem o benim oruçlu kullarıma ve Ramazanıma saygı gösterdi, ateşperest olmasına rağmen alenen yemedi ve yedirmedi; ben de bu hürmetine karşılık, onun imanla ölmesini mukadder kılıyorum...» buyurmuş. İşte gördüğünüz gibi, Müslümanların orucuna gösterdiğim saygıdan dolayı Allah son anda bana iman nasip etti ve öldükten sonra da Cennetine koydu...

 
 
Kendini Müslüman bilen ve fakat orucunu alenen yiyen kimselerin bu kıssadan alacakları büyük bir ders vardır.

 
Çocukların bile oruçlu olduğu mübarek Ramazan günlerinde, o masum yavrular kadar irade kuvveti gösteremeyenler, hiç olmazsa alenen oruç yemekten utanmalı; bu Mecusi kadarcık olsun edep ve haya göstermelidirler...
 
 

Namaz İbadeti

SEVGİLİ İLAHİYATÇI DOSTUM EFKAN VURAL HOCAM İNE ÇOK BİLGİLENDİRİCİ BİR YAZI KALEME ALMIŞ.
 
EFKAN BU AYET VE HADİSLERİ İNTERNETTEN KOPYALAMIŞ SANMAYIN.
HOCAM BUNLARI KAYNAK KİTAPLARDAN DERLEYİP YAZMIŞTIR.
EMEĞİNE SAĞLIK. ALLAH RAZI OLSUN HOCAM.
 
Namaz İbadeti
 
Namaz İbadeti
 

İslam dininin  beş temel esasından biri Namazdır.Yüce Allah inananlardan namaz kılmalarını istemiştir.Kur’anıkerim’in bir çok ayetinde namazdan bahsedilir.

            Namazın sözlük anlamı: Dua ve Yakarış tır.

            Namazın Tanımı: Belli vakitlerde yapılan ,özel birtakım şartları olan her müslümanın yerine getirmesi gereken, kişi ile Allah arasında kurulan bir iletişimtir.

                                             Namazla ilgili ayetler

1- Onlar gaybe  inanırlar,namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. (Bakara, 2/3)

2- Namazı kılın, zekatı verin. Rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin. (Bakara, 2/43)

3- Sabrederek ve namaz kılarak  (Allah’tan)  yardım dileyin. Şüphesiz namaz,  Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir.. (Bakara,2/45)

4- Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz. (Bakara,2/83)

5- Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin. Kendiniz için her ne iyilik işlemiş olursanız, Allah katında onu bulursunuz. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür. (Bakara,2/83)

6- Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara,2/153)

7- Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekatı verenlerin mükafatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. (Bakara,2/83)

8- Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır. (Nisa,4/103)

9- Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve mü’minler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler. Onamazı kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar var ya, işte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz.(Nisa,4/162)

 
Namazla İlgili Bazı Hadisler

1. Peygamber (sav)'in şöyle söylediğini işittim: "Sizden birinizin kapısının önünden bir nehir aksa ve bu nehirde hergün beş kere yıkansa, acaba üzerinde hiç kir kalır mi, ne dersiniz?" "Bu hal," dediler, "onun kirlerinden hiçbir şey bırakmaz!" Aleyhissalatu vesselam: "İşte bu, beş vakit namazın misalidir. Allah onlar sayesinde bütün hataları siler" buyurdu.
 
(Buhari, Mevakit 6; Müslim, Mesacid 282, (666); Tirmizi, Emsal 5, (2872); Nesai, Salat 7, (1, 231); Muvatta, Sefer 91, (1, 174))

2. Birisi Peygamberimize gelerek:

   --Ey Allah’ın Rasulu bana bir amel göster ki,onu yaptığım zaman cennete gireyim,dedi.Peygamber efendimiz de:
   --Allah’a ibadet eder; ona hiçbir şeyi ortak koşmazsın. Farz olan namazı kılar, zekatı verir, Ramazan orucunu da tutarsın,buyurdu.
      (Sahih-i Müslim,İman,4.)

3. Ukbe İbnu Amir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle söylediğini işittim: "Rabbin, koyun güden bir çobanın, bir dağın zirvesine çıkıp namaz için ezan okuyup sonra da namaz kılmasından hoşlanır ve AIIah Teâlâ hazretleri şöyle der:

"Benim şu kuluma bakın! Ezan okuyor, namaz kılıyor, yani benden korkuyor. Kasem olsun, kulumu affettim ve onu cennetime dahil ettim."
Ebü Dâvud, Salât 272, (1203); Nesâî, Ezân 26, (2, 20).

4. Hz. Huzeyfe (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı herhangi bir şey üzecek olursa namaz kılardı."
Ebü Dâvud, Salât 312, (1319); Nesâî, Mevâkît 46, (1, 289).

5. Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim bir namaz unutacak olursa hatırlayınca derhal kılsın. Unutulan namazın bundan başka kefareti yoktur."

Buhârî, Mevakîtu's-Salât 37; Müslim, Mesâcid 314, (684); Tirmizî, Salât 131, (178); Ebü Dâvud, Salât 11, (442); Nesâî, Mevâkît 52, 53, (2, 293, 294).

EFKAN VURAL

http://blog.milliyet.com.tr/namaz-ibadeti/Blog/?BlogNo=423848



Zulümden Sakın!

Zulümden Sakın!

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“(Resûlüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrâhim, 42)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Zulümden sakınınız! Çünkü zulüm, kıyamet gününde zâlime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden önceki ümmetleri helâk etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helâl saymaya sevketmiştir.” (Müslim, Birr, 56; Buhârî, el-Edebü’l-müfred, no: 483. Ayrıca bkz. Ahmed, II, 92, 136; Hâkim, I, 55/26)

Zâlimlerin asıl acı âkıbetleri ise âhirettedir. Âyet-i kerimede zulmedenlerin cehennemde bırakılacağı haber verilerek şöyle buyrulur:

“Sonra biz, Allah’tan sakınanları kurtarırız; zâlimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız.” (Meryem, 72)

Öyleyse derhâl zulümden tevbe edip haksızlık yaptığımız insanlara haklarını iâde etmeli ve helâllik dilemeliyiz. Bundan başka kurtuluş imkânı yoktur. Rasûlullah (sav) ümmetini, adâletin tam olarak tecellî edeceği gün gelmeden evvel uyarmış ve şöyle buyurmuştur:

“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm mikdarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şayet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir.” (Buhârî, Mezâlim, 10; Rikâk, 48)

İşte bu tam bir iflâstır. Bu durumdaki bir insan için ebedî karanlıklar başlamış demektir.

--

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Ahde Vefâ

Ahde Vefâ

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“…Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsrâ, 34)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
 “Allâh Teâlâ şöyle buyurduBen kıyâmet günü şu üç (grup) insanın düşmanıyım: Ben’im adıma yemin ettikten sonra sözünden dönen kişi, hür bir insanı köle diye satıp parasını yiyen kişi, ücretle bir işçi tutup işini gördüren ve işçinin ücretini vermeyen kişi.” (Buhârî, Büyû 106, İcâre 10)

Abdullah el-Kalânsî başından geçen bir olayı şöyle anlatır:

Bir sefer sırasında şiddetli bir rüzgâr çıktı, deniz azgınlaştı. Gemidekiler duâ ediyor, adaklar adıyorlardı. Benden de adak adamamı istediler. Ben dünyâdan vazgeçmiş biri olduğumu söyledimse de dinletemedim. Bunun üzerine “Eğer Allah beni bu musibetten kurtarırsa asla fil eti yemeyeceğim.” diye adak adadım. Onlar: “Kim fil eti yiyor ki, sen onu kendine haram kılıyorsun?” dediler. Ben: “Aklıma böyle geldi.” dedim.

Gemiden bir grup insanla kurtulduk. Bilmediğimiz bir sâhile çıkmıştık. Ne yapacağımızı, nereye gideceğimizi bilemez bir haldeydik. Yiyeceğimiz de yoktu. Açlıktan bîtap bir haldeyken bir de baktık ki bir fil yavrusu yakınımıza kadar gelmiş. Arkadaşlarım hemen onu kesip etini yediler. Israr ettilerse de ben yine yemedim. Bilâhare arkadaşlarım uykuya daldılar.

Bu arada anne fil bizim bulunduğumuz yere geldi. Yavrusunun kemiklerini görünce bizi teker teker koklayıp kimde yavrusunun kokusunu aldıysa onu ezip geçmeye başladı. Beni de kokladı. Etten yemediğim için bana bir zarar vermedi. Hattâ koca fil âdetâ bana sırtıma bin der gibi önümde eğildi. Ben sırtına binince de hızla yürümeye başladı. Gece boyunca gittik. Sabaha yakın beni bir yere indirdi. Seher vakti olduğum yerde dururken bir grup insana rastladım. Beni evlerine götürdüler, ağırladılar. Bir tercüman vasıtasıyla başımıza gelenleri anlattım. Bizim çıktığımız sahil ile onların bulundukları yerin sekiz günlük mesafe olduğunu söylediler. Hâlbuki ben o mesâfeyi bir gecede katetmiştim.

Bu hikâyeden de açıkça anlaşılacağı gibi takvâ ve ahde vefâ kişinin hem dünyâsını, hem dînini mâmur eder.(İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 5.Cilt, Erkam Yay.)
 

--

25 Temmuz 2013 Perşembe

Bir Salkım Üzüm

Bir Salkım Üzüm

Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“…Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” (Kasas, 77)

Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Allah’a sığınan kimseyi koruyup himaye ediniz. Allah için isteyene veriniz. Size iyilik yapana siz de iyilik yapınız. Şayet verecek bir şey bulamazsanız karşılık vermek istediğinizi göstermek üzere kendisine dua ediniz.” (Ebû Dâvûd, Zekât 38; Nesâî, Zekât 72)

Hz. Osman, bir salkım üzüm veya bir salkım hurma alarak Hz. Peygamber’e hediye etmişti. O esnâda bir dilenci gelip bu üzümü Allah Rasûlü’nden istedi. Efendimiz (sav) de verdi. Hz. Osman dilenciye yetişip salkımı ondan satın aldı ve tekrar Hz. Peygamber’e hediye etti. Aynı dilenci gelip o salkımı yine istedi ve Allah Rasûlü (sav) de verdi. Hz. Osman da gidip dilenciden o salkımı tekrar satın aldı ve getirip Hz. Peygamber’e bir daha hediye etti. Dilenci yine gelip isteyince Fahr-i Kâinât Efendimiz latife yaparak:

“–Sen dilenci misin, yoksa tüccar mısın?” buyurdu.

Bundan sonra bir kaç gün vahy gelmedi. Hz. Peygamber bir yalnızlık hissetti, o esnada müşrikler de Peygamber Efendimiz’in Rabbı tarafından terkedildiğini söylediler. Bu hâdiseler üzerine Duhâ sûresi nazil oldu. (Alûsî, XXX, 157)

“Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin Sen’i bırakmadı ve Sana darılmadı.
Gerçekten Sen’in için âhiret dünyadan daha hayırlıdır. Pek yakında Rabbin Sana verecek, Sen de hoşnut olacaksın.
O, Sen’i yetim bulup barındırmadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? Sen’i fakir bulup zengin etmedi mi?
Öyleyse sakın yetime kötü muâmele edip üzme!
El açıp isteyeni de sakın azarlama!
Fakat Rabbinin nimetlerinden minnet ve şükranla bahset!” (Duhâ, 1-11)
 

--

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Ezân Okumanın Fazileti

Ezân Okumanın Fazileti
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır.” (Mâide, 58)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Cennete ilk olarak peygamberler, sonra şehidler, sonra da Bilal girecektir.” (Kenzü’l-ummâl, VII, 689)
Bir yerde iki müezzin bulunsa bunlardan birinin sesi çok güzel olsa, fakat ezân okumak için ücret talep etse; diğeri ise bu işi ücret istemeden yapsa, fakat sesi arkadaşı kadar güzel olmasa bu durumda hangisinin tercih edileceği hususunda iki görüş vardır. Daha doğru olan görüşe göre sesi güzel olana istediği ücret verilir. Çünkü güzel sesle okunan bir ezânın gönüllere büyük tesiri vardır. Çirkin sesle ise usandırıcı ve ürkütücü bir etkisi vardır.

Mesnevî’de şöyle denilmiştir:

Bir müezzin vardı, sesi pek çirkin. Kâfir ülkesinde ezan okudu. “Ezan okuma, savaş çıkar. Düşmanlık uzar”, dedilerse de inat etti, umursamadı. Kâfir ülkesinde ezan okumaya devam etti.

Halk, umumi bir kargaşadan korkarken, elinde bir elbise bir kâfir çıkageldi. Dostlar gibi eline mum ve helva almış öyle bir latif elbiseyi hediye getirdi. Söyleyin, o müezzin nerede? diye soruyordu. Onun salâsı ve ezanı bana rahatlık verdi. Benim pek güzel, pek yüce bir kızım var çoktandır müslüman olmak isterdi. Bu sevda kafasından bir türlü çıkmıyordu. Bunca kâfir ona öğüt veriyordu. Bu hususta elimden hiçbir çare yoktu.

Nihayet bu müezzin o ezanı okudu. Kızım dedi: Bu çirkin ses nedir? Kulağıma geldi de beni berbat etti. Bütün ömrüm boyunca, bu çirkin sesi işitmedim bu kilisede şu manastırda.. Kız kardeşi cevap verdi: Bu ezandır. Müslümanlar okur, Müslümanları ibadete çağırır. İnanmadı, bir başkasına sordu. O da evet dedi, tasdik etti. İnandı, yüzü sapsarı kesildi.

Müslümanlık hevesi kalmadı. Ben de sıkıntı ve azaptan kurtuldum. Dün gece korkusuz, rahat bir uyku uyudum. Onun sesinden bundan dolayı rahatlamıştım. Buna teşekkür için hediye getirdim, nerede o adam? Müezzini görünce, bu hediyeyi kabul et, dedi. Çünkü beni dertten kurtardın, elimi tuttun. Malda, mülkte, zenginlikte tek bir kişi olsaydım ben senin ağzını altınla doldururdum, dedi. (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân, 5.Cilt, Erkam Yay.)
 

--

23 Temmuz 2013 Salı

HİKAYE ÇİNLİ MUHAMMED


HİKAYE   ÇİNLİ MUHAMMED

 
     Hani hep söylenir;  insan Müslüman doğar, imansız gidebilir... Ya da inkârcı olarak yaşar. Allah öyle bir hidayet verir ki, doğruyu bulur ve iyi bir mü'min olarak ölür... O bakımdan, kimin mertebesinin ne olacağını ancak Alemlerin Rabbi olan Halik-iZülcelal bilir...

 

     Çin'in değişik bölgelerinden on kişilik bir grup İstanbul'a gelir... Umre için İstanbul üzerinden kutsal topraklara gideceklerdir..

   Hepsi de yeni Müslüman olmuşlar.. İslâmi bilgileri yok denecek kadar az.. Umrede ne yapacaklar, onu bile bilmiyorlar.. Yanlarına, kendilerine yardımcı olacak, hem Çince'yi ve Arapça'yı iyi bilen, hem de İslâmi bilgisi olan birini rehber olarak alırlar.. Takdire bakın ki, Türkistan'daki Çin zulmünden kaçıp İstanbul'a yerleşmiş bir Uygur, bu Çinlilere rehber olur.. Ve birlikte yola çıkarlar..

 

    Kısa zamanda aralarında iyi de bir dostluk kurulur.. Seyahat esnasında yeni mü'min olmuş bu insanlar, büyük heyecan yaşarlar.. Fakat namazda okuyacakları Fatiha sûresi dahil hiçbir şey bilmiyorlardır.. Rehber bunlara bazı duaları öğretmeye çalışır, ancak Çince telâffuz zor olduğu için okuyamazlar.. Rehbere, "Namazlarda ne okuyacağız" diye her sorduklarında, "Elhamdülillah, La ilâhe illallah, Allahu Ekber"i öğretmeye çalışır Uygur asıllı rehber!. Onlar da namazlarda bunları söylerler..

 

   Önce Mekke'ye giderler.. Kâbe'yi görür görmez adeta kendilerinden geçerler.. Yeni doğmuş çocuklar misali heyecan ve neşe içinde, kâh ağlarlar, kâh gülerler!. İsimlerini değiştirirler.. Çan Çing, Muhammed olur, Çun Fang da Hasan!. Ötekiler de diğer Allah dostlarının isimlerini alırlar.. Fakat en farklıları ismini Muhammed olarak değiştiren Çan Çing'dir.. Kıldığı her namazı gözleri yaşlı olarak bitirir Muhammed.. Ve sürekli de rehbere sorular sorup İslâmiyet hakkında daha da bilgi öğrenmek ister.. Rehber de bildiklerini aktarır Muhammed'e!. Muhammed aynı zamanda zengin bir işadamıdır.. Çin'de fabrikaları ve işyerleri vardır..


    Bir gün Muhammed sorar ;

  --  “ içki nedir, içkiye dinimiz nasıl bakar? “    Cevap verir rehber:

 

  --  " Rabbimiz içkiyi kesin olarak yasaklamıştır, içilmesi, yapılması ve satılması yasaktır!."       Bunun üzerine otele gelirler; Muhammed telefonla Çin'deki kardeşini arar ve şöyle der:

 

  -- "İçki fabrikamızı kapat!.. Allah'ımız öyle emretmiş, bize de bu emre uymak düşer!."  Kardeşi bunu yapamayacağını,  eğer kapatırlarsa,  yüz binlerce dolar zarar edeceklerini söylerse de Muhammed kapatılması için kararlıdır. :





  -- "Fabrikayı hemen kapat, ben gelince borçları hallederim" der ve fabrikayı kapattırır..

 

    Yine bir gün başka bir soru gelir rehbere Muhammed'den ;

 

  -- "Kadın modası, kadınları yarı çıplak resmetmek gibi faaliyetler de dinimizde yasak mıdır?."        El cevap;  --  "Evet yasaktır!."   Yine hemen otele gider Muhammed ve Çin'i arar..  Bu sefer de kardeşine moda evinin kapatılması emrini verir.. Kardeşinden yine itiraz gelir, ama dinleyen kim?.  Muhammed artık iman lezzetini tatmıştır.. Ne itiraz dinler, ne de kararından vazgeçer ve her seferinde de aynı kelimeler çıkar ağzından;

 

  -- "Rabbimiz emretti ise, bize uymak düşer!."

 

     Grubun, Mekke'deki ziyaretleri biter ve Medine'ye geçilir.. Muhammed ve diğer arkadaşları bir sabah Medine'de, Efendimiz (sav)'in "cennet bahçesi" diye işaret ettiği yerde sabah namazının farzına dururlar.. Muhammed rehberin yanında, diğerleri de onun yanında.. İlk secdeye varılır , secdeden kalkılır ve ikinci secdeye varılır, ardından kıyama kalkılır!. Fakat o da ne?..

 

   Muhammed hâlâ secdededir.. Arkadaşları selâm verir, ama Muhammed hâlâ secde vaziyetindedir.. Rehber o an; herhalde yorgunluktan olsa gerek, Muhammed secdede uyudu, diye düşünür.. Elini uzatır, omzundan hafifçe çeker ki, sağ tarafının üzerine yuvarlanır Muhammed!. Evet, Muhammed secdede terk-i hayat etmiştir!.


    Muhammed'i, ambulansa koyarak hastanenin morguna kaldırırlar.. Rehber ve Çinli Müslümanlar hastanenin önünde üzüntü içinde dönüp dururlar.. O sırada lüks bir araba durur önlerinde, arabanın içinden kılığı kıyafeti düzgün bir kişi çıkar.. Herkes onu hürmetle karşılar, bu zat Medine'nin ileri gelen yöneticilerinden biridir..

 

      Hastane yetkililerine sorar:  -- "Bugün burada ölen bir Çinli var mı?."

Evet, cevabını alınca şu açıklamada bulunur:

 

  -- "Dün gece Efendimiz (sav) rüyamda bana göründü ve buyurdular ki; yarın burada bir Çinli kardeşim vefat edecek, onun cenazesi ile sen  ilgilen!."

 

   Bir anda her şey değişir.. Muhammed'i morgdan alırlar ve Cennetü'l Bakî'ye defnederler.


...

 

      Evet değerli okuyucularım, gördünüz mü teslimiyeti?. Ne diyordu Çinli Muhammed?.    "Rabbim emrettiyse, bize uygulamak düşer!." 

 

     Zararın, ziyanın, hiç önemi yok!. İmana bakın!. Muhammed'in inancı tam bir sahabe inancı..


   Ne mutlu ona ki, âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz (sav)'in ilgisine mazhar oldu.. Ruhu için El Fatiha!..