30 Eylül 2017 Cumartesi

Milli Birlik Ve Bütünlüğümüzün Sağlanmasında Camilerin Rolü Ve Önemi-2

Milli Birlik Ve Bütünlüğümüzün Sağlanmasında Camilerin Rolü Ve Önemi-2
 
 
İSLÂMDA CAMİ VE MESCİTLER
 
Burada cami ve mescitlerin İslâmdaki kısa tarihçesi üzerinde durmak istiyorum.
 
a) Mekke  Döneminde Mescid:
 
Şüphesiz ki Hz.Peygamber, daha ilk zamanlardan beri bir ibadet yeri ve bir müessese olarak mescidin İslamda oynayacağı rolün önemini çok iyi biliyordu. Fakat gerek Müslümanların Mekke döneminde sayıca az olmaları, gerekse Mekkeli müşrikler tarafından Müslümanlara karşı uygulanan siyasî baskı sebebiyle Mekke’de mutlak manada bir mescit yapma imkanına sahip olamamıştır. Aslında Kabe’nin varlığı da bunu gerekli kılmıyordu. Bilindiği gibi, Mekke döneminde Hz. Peygamber İslâmiyeti tebliğ etmeye başladığı zaman Mekke Müşriklerinin büyük tepkisi ve işkencelerine maruz kalmıştır. Hz. Peygamber kendisine yapılan baskı ve hakaretlere rağmen, zaman zaman Mescid-i Haram’da, Kabe’de, Hacerü’l-Esved ile Rüknü Yemânî arasında namaz kılardı. İlk Müslümanlar ise, Dûrul-Erkam’ı bir mescit haline getirmişlerdi. Ayrıca evlerinde ve vadilerde gizli olarak ta ibadet ediyorlardı.
 
b) Medine Döneminde Mescid:
 
Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicreti sırasında Medine’ye 5 kilometre mesafede Kuba mevkiinde 4 gün kalmış ve orada kendine bir namazgah yeri çevirmişti. Daha sonra Kuba halkı, Hz. Peygamber (s.a.v)’in  namaz kıldığı yerde bir mescit yapmışlardır. İslâmda ilk mescit, Kuba mescididir. Yüce Allah, Tevbe suresinde bu mescitle ilgili şöyle buyurmaktadır:
لاَ تَقُمْ فِيهِ اَبَدًا لَمَسْجِدٌ اُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ اَوَّلِ يَوْمٍ اَحَقُّ اَنْ تَقُومَ فِيهِ فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ اَنْ يَتَطَهَّرُوا وَاللهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ
 
 “.....İlk günden takva üzerine kurulan mescit, elbette içinde namaza durma durumuna daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever.”[1][4]
 
Hz. Peygamber ara sıra Medine’den Kuba’ya bazen yürüyerek, bazen de binek üzerinde gidip bu mescitte namaz kılardı. Hz. Peygamber (s.a.v) bu mescitte namaz kılmanın fazileti hakkında şöyle buyurmaktadır: “Kim evinde güzelce temizlenir, sonra Kuba mescidine gelir ve orada iki rekat namaz kılarsa, kendisine umre sevabı verilir.”[2][5]
 
Hz. Peygamber, hicret esnasında cuma günü Kuba’dan Medine’ye doğru hareket etmiş ve yolda Salim b. Avf b.Amr b. el-Hazrec oğullarının yaptırdığı mescitte ranunâ vadisinde ilk cuma namazını kıldırmıştır. Hz. Peygamber, Kuba’dan Medine’ye doğru giderken yanlarından geçtiği kişiler kendisini davet etmişler. Ancak Resul-i Ekrem devesinin serbest bırakılmasını istemiş ve mescidin yapılacağı yerin tespitini kast ederek, devenin görevli olduğunu söylemiştir. Deve, Mâlik b. Neccar oğullarının evlerinin önündeki boş bir arazide durmuştur. Hz. Peygamber, bu yeri, Sehl ve Süheyl ismindeki iki yetimden satın alarak Mescid-i Nebevi’yi buraya yaptırmış ve bu mescidin inşası sırasında kerpiç taşıyarak bizzat çalışmıştır.
 
Hz.Peygamber’in aile fertleriyle rahatça kalabileceği bir evi bile yokken, Medine’ye varır varmaz ilk iş olarak bir mescit yapmaya teşebbüs etmiş olması, bize mescidin toplum hayatındaki yeri ve önemini çok iyi bir şekilde anlatmaktadır.
 
ASR-I SAADETTE CAMİNİN FONKSİYONLARI:
 
Asr-ı Saadette mescit çok farklı amaçlar için kullanılmıştır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:
 
1.Mabed Olarak, İbadet Yeri Olarak Kullanılması:
 
İslâmiyette bütün yeryüzü mescit kabul edilmekle beraber, farz namazlarının cemaatle camide kılınması, gerek sevap bakımından gerekse sosyal yönden büyük bir önem taşır. Nitekim Ashaptan bazıları farz namazları evlerde kılıp, camiye gitmemeyi Hz. Peygamber’in sünnetini terk etme olarak yorumlamışlardır.
 
Mescitler, içinde Allah’ın anıldığı ve Allah’a kulluk görevinin yerine getirildiği mekanlar olarak, Allah’a en sevimli yerlerdir. Nitekim Yüce Allah, Nur suresi 35-36. ayetlerinde mescitleri nurunun aydınlattığı yerler olarak zikreder. Bu bakımdan orada edeple hareket edilmesi emredilir. Hz. Peygamber (s.a.v) mescitler içerisinde Mescid-i Haram (Ka’be), Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa’ya özel bir değer atfetmiş, buralarda yapılan ibadetin dünya üzerindeki diğer mescitlerde yapılan ibadetlerden daha faziletli olduğunu söylemiştir:
 
Mesela Mescid-i Haram'da kılınan namaz yüz bin, Mescid-i Nebevî’de kılınan namaz bin, Mescid-i Aksa’da kılınan namaz ise, beş yüz defa daha faziletlidir.
 
Hz.Peygamber (s.a.v) bir hadislerinde; “Dünya üzerinde sadece üç mescide hususi ziyaret için sefer düzenlenip yolculuk edilir. Bu mescitler ise, Mescid-i Haram (Ka’be), Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa’dır.” buyurmaktadır.
 
Hz.Peygamber (s.a.v), şeytandan Allah’a sığınarak ve rahmet kapılarının açılmasını dileyerek mescide sağ ayağıyla girer ve Allah’ın lütfunu temenni ederek mescitten çıkardı. Mescide girdiğinde ise, iki rekat "tahiyyatü’l-mescit" namazı kılardı.
 
2.Mescidin Eğitim-Öğretim ve Kültür Merkezi Olarak Kullanılması:
 
Hz.Peygamber’in, bir gün mescide girdiğinde cemaatin bir kısmını dua ve zikirle, diğer bir kısmını ilimle meşgul halde görüp, “Ben muallim olarak gönderildim” diyerek, ilimle meşgul olanların yanına oturması, Asr-ı Saadette mescidin eğitim ve öğretim alanındaki fonksiyonunu göstermeye yeterlidir.
 
İslâmda ilk eğitim ve öğretim faaliyetleri Mekke döneminde Daru’l-Erkam’da başlamış, Hz.Peygamber’in Medine’de Mescid-i Nebevî’deki derslerine “meclisü’l-ilm” denilmiştir ki bu ilk asırda hadis derslerini ifade ediyordu. Hz.Peygamber’in etrafında iç içe daire şeklinde oturan dinleyici grubuna “halka” denilmiştir. Halkalara ders verme hususunda bazı Sahabîler de Peygamber Efendimize yardımcı olmuşlardır. Nitekim bazıları mescitte Müslümanlara Kur’an ve okuma yazma öğretiyorlardı.
 
Mescitte barınan ve sayıları zaman zaman 400’e kadar çıkan Ashab-ı Suffe, vakitlerinin büyük bir kısmını öğrenimle geçiriyorlardı.
 
Ayrıca Asr-ı Saadette mescitte eğitim ve öğretim sadece erkeklere has değildi. Kadınlar için de Mescid-i Nebevî’de ayrı bir gün tahsis edilmiş ve onların da dinî konularda geniş bilgi ve kültür sahibi olmaları temin edilmiştir. İslamda en büyük mezhep imamları camide yetişmişler ve buralarda ders okutmuşlardır. İmam-ı Şâfii küçük yaşlarda mescitlerdeki ders halkalarına katılmış ve daha sonra buralarda ders vermiştir. Yine İmam-ı Azam Ebu Hanife kendi mescidinde ders okutur ve talebelerini mescitte yetiştirirdi.
 
(Devam edecek)
 
Profesör.Dr.Mehmet SOYSALDI
 
 
 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:


 
 
 
 

KERBELÂ ACISI DİNMEYECEK!

KERBELÂ ACISI DİNMEYECEK!   
     
Kerbelâ olayı nedir? Kerbelâ’da neler oldu? İşte Ahmet Taşgetiren’in kaleminden acısı dinmeyecek Kerbelâ hadisesi…

Muharrem’in şu günleri… İslâm tarihinin en acı sayfalarına tanıklık etti. Ve Aşure Günü, bütün İslâm tarihine yetecek bir acı yaşandı.

KERBELÂ OLAYI

Dün Kerbelâ’yı okudum. İçim yandı, kavruldu. Nasıl, nasıl, nasıl olur bütün bu işler? İnsanlık nasıl böyle insanlığından soyunur da, canavarları aratacak bir vahşetin içine düşer? İslâm dünyasında nasıl, Peygamber’in torunu, torununun çocukları, aç kurtlardan daha vahşi bir topluluğun ok, mızrak, kılıç darbeleri altında can verirler?

Koca Fırat’tan bir damla su içmelerine müsade edilmeden hem de… Hem de kesilmiş başları mızrak uçlarına takılıp dolaştırılarak… Bu insan denen varlık nerelere sürükleniyor böyle?
 
HZ. HÜSEYİN’İN KERBELÂ’DA KONUŞMASI

Diyor ki, Allah Resulünün reyhan kokulu torunu, karşısındaki, peygamber hukukundan azıcık nasibi olabileceğini düşündüğü, Peygamber hatırasına azıcık hürmet edebileceğini umud ettiği, içlerinde yürek taşıdığını sandığı canavar gürühuna:

“Ey insanlar! Soyumu söyleyin, ben kimim? Sonra kendinize gelin, nefsinizi kınayın. Bakın, beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz size caiz midir? Ben, Peygamberinizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamberinizin vasisi ve amcası oğlunun oğlu değil miyim? Ben, herkesten önce Allah’a iman eden ve Peygamber’in risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyid-uş Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Tayyar amcam değil midir? Peygamber’in benim ve kardeşim hakkındaki: “Bu ikisi cennet gençlerinin efendileridir” sözünü duymamış mısınız?

“Eğer sözümü tasdik ederseniz, bu söylediğim sözler bir gerçektir. Allah’a andolsun ki, Allah Teala’nın yalancıya gazab ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylemiş değilim. Eğer beni yalanlarsanız şimdi müslümanların arasında Peygamber’in ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan soracak olursanız size söylerler. Cabir b. Abdullah-i Ensari, Ebu Said-i Hudri, Sehl b. Sa’d-is Saidi, Zeyd b. Erkam ve Enes b. Malik’ten sorun, öğrenin; şüphesiz onların hepsi, Resulullah’ın benim ve kardeşimin (Hasan’ın) hakkında buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alıkoymuyor mu?”

“Ben ve kardeşim hakkında Peygamber’in buyurduğu bu sözde şüpheniz varsa benim Peygamberinizin kızının oğlu olduğumda da mı şüphe ediyorsunuz? Allah’a andolsun ki, doğu ve batı arasında (bütün dünyada), sizin ve dışınızdakiler arasında da Resulullah’ın benden başka torunu yoktur. Yazıklar olsun size! Acaba öldürdüğüm bir kimse veya zayi ettiğim bir mal ya da (size vurduğum) bir yara karşılığında mı beni cezalandırmak istiyorsunuz?

“Ey insanlar! Allah’a andolsun bundan sonra süvarinin bineğe binerek meydanda gezdiği süre miktarınca dünyada kalırsınız. Bu sözü babam, ceddim Resulullah’tan bana nakletti. Bilin ki Hüseyin’in ümidi ancak yüce Allah’adır. Çünkü hayatı Allah’ın kudreti elinde olmayan kimse yoktur. “Yok, yok, yok!

KERBELÂ’DA NELER OLDU?

Yürekler harekete geçmez. Yüreklerin içi boşalmıştır sanki… Orada, göğüslerin içinde yürek yerine bir kaya parçası vardır sanki… Oklar, kılıçlar ve mızraklar konuşur yürekler yerine… kan konuşur. Söz, vahşetindir.

Hazreti Hüseyin’le birlikte Medine’den gelenler birer birer şehit olurlar. Herbirinin şehadeti ayrı bir destandır. Onlardan biri Ebuzer-i Giffari’nin kölesi Cevn’dir. İşte onun can pazarına yansıyan pırıltısı:

“Cevn, İmam Hüseyin’in huzuruna çıkarak meydana gitmek için izin istiyor.

Hazreti Hüseyin: “Ey Cevn, diyor, sen afiyet ve asayiş ümidiyle bizimle buraya kadar geldin; şimdi kendi yoluna gidebilirsin.”

Cevn Hazreti Hüseyin’in (a.s) ayaklarına kapanarak şöyle diyor: Ey benim imamım! Ben kötü kokulu, hasebi düşük ve rengi siyah bir köleyim. Güzel kokulu, şerif hasebli ve beyaz renkli olmam için cennete girmeme müsade edin. Allah’a andolsun ki, benim siyah kanım siz Resulullah’ın (s.a.) Ehl-i Beyt’inin pak kanlarına karışıncaya kadar sizi bırakmam.

Bunun üzerine Hazreti Hüseyin Cevn’a izin veriyor. Cevn meydana gidiyor, vuruşuyor ve şehit oluyor. Hazreti Hüseyin onun başı ucuna gelerek buyurdu ki: “Allah’ım! Onun yüzünü ak et, kokusunu güzelleştir, onu salih kişilerle haşret ve onu Muhammed ve Ehl-i Beyt’iyle haşret.”

Artık sıra Ehl-i Beyttedir. Ehl-i Beyt’ten savaş meydanına ilk çıkan Hazreti Hüseyin’in büyük oğlu Ali Ekber olur. Ali Akber, torunlar içinde Resulullah Efendimize en çok benzeyendir. O savaşa giderken Hazreti Hüseyin “Allah’ım! Şahid ol ki, halk içinde Peygamber’in Muhammed’e en çok benzeyeni bu kavmin üzerine gidiyor. Biz Peygamber’i görmek istediğimizde ona bakıyorduk. Allah’ım!” diyerek uğurlar. Ali Ekber parça parça edilir vahşet güruhu tarafından.

Hazreti Hasan’ın oğlu Kasım, girer savaşa ve şehit olur. Henüz 13 yaşındadır. Hiçbir şey, hiçbir şey yüreklerinde bir kıvılcım oluşturmaz vahşet güruhunun. Sonra… sonra… Hiç anlatılamayacak şeyler oldu. Savruldu göklere Şehit Hüseyin’in ve Ehl-i Beyt’in muazzez kanları… Ondan beri dinmeyen bir ağıt vardır mü’minlerin gönlünde… Bir yara… Bir sancı… Bir fay hattı, bir uçurum…

Bir de ders olsa keşke…

İKTİDAR HIRSI

Neleri nasıl unutuyor insanlar, gözleri ve gönülleri kararınca… Neleri nasıl çiğniyor… Peygamber emanetine kılıç çekmek… Bu nasıl bir şeydir! Ve Peygamber (s.a.)’in ahirete irtihalinden sadece yarım asır sonra… Peygamber neslinin henüz yeryüzünden çekilmediği bir zamanda! Nasıl bir şey!
Bir ders! İktidar hırsını, kabile-kavim asabiyyetini Müslümanlığının, mukaddes değerlerinin, Peygamber hatırasının önüne geçirmemek için iz’an…

Kaynak: Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, Sayı: 251,Ocak 2007


http://www.islamveihsan.com/kerbela-acisi-dinmeyecek.html


 

29 Eylül 2017 Cuma

Milli Birlik Ve Bütünlüğümüzün Sağlanmasında Camilerin Rolü Ve Önemi-1

Milli Birlik Ve Bütünlüğümüzün Sağlanmasında Camilerin Rolü Ve Önemi-1 

 Değerli Dinleyenler!


Din deyince, akla o dine inanan insanların yerine getireceği görevler ve bu görevlerin ifa edileceği mekanlar gelmektedir.


Her din, insanların bir araya gelip, ibadet edecekleri, kendi aralarında toplanabilecekleri yer ihtiyacını ortaya çıkartmıştır. İşte dinlerde içerisinde ibadet edilen bu mekanları ifade etmek için mabed kelimesinin karşılığı olarak çeşitli isimler kullanılmıştır.


 Mabed, Arapça’da; “a-be-de” fiil kökünden gelmekte olup, “ibadet edilen yer, mekan” anlamında kullanılmaktadır. Yani mabed kelimesini daha açık bir ifadeyle; “Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirmek için insanların bir araya geldikleri yer” diye tarif edebiliriz.


 Yeryüzünde ilk “mabed”in Hz. Adem ile başladığı ileri sürülmektedir. Kur’an’da bildirildiğine göre insanlar için inşa edilen ilk mabed, Kâbe’dir.


 Nitekim Yüce Allah, bu konuyla ilgili olarak Al-i İmran Suresinde şöyle buyurmaktadır:
اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذِى بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمِينَ


 “Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev Mekke’deki Kâbe’dir.”   [1]


 Rivayete göre Kabe’yi ilk inşa eden Hz. Adem’dir. Hz. Peygamber bir hadis-i şeriflerinde: Yeryüzünde ilk mescidin Mescid-i Haram, ikincisinin ise, Mescid-i Aksa olduğunu belirtmektedir.
Her dinin kendine mahsus ibadet yerleri, mabetleri vardır.


* Yahudilikte ibadet yerine sinagog, havra denir. Sinagoglar, Yahudilerin toplanma yeridir. Buralarda ruhbanlar tarafından idare edilen ibadetler, dualar yerine getirilir ve kutsal kitap Tevrat okunur.


* Hıristiyanlıktaki ibadet yerlerine, mabetlere ise, kilise denir. Kilise ise, Tanrı’nın evi olarak kabul edilir. Kiliselerde sabah, akşam ve pazar günleri ibadet yapılır.


* İslâmda ibadet yeri ise, cami veya mescittir.


Câmi Arapça’da “bir yere toplayıcı ve bir araya getirici” anlamında  “ce-me-a” fiilinden türetilmiş bir ism-i faildir.


 Mescid ise, Arapça’da “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” manasına gelen sücûd kökünden “secde edilen yer” anlamında bir mekan ismidir.


 Kur’an-ı Kerim, hadisler ve ilk İslâm kaynaklarında cami karşılığında mescid kelimesi kullanılmıştır. Cami ve mescid arasındaki farkı ise şu şekilde açıklayabiliriz:


 Cami; içerisinde beş vakit namazla birlikte cuma ve bayram namazlarının kılındığı yerlerdir.


 Mescid ise, içerisinde cuma ve bayram namazları kılınmayan sadece beş vakit farz namazlarının kılındığı ibadet yerleridir. Asr-ı Saadette “namaz kılınan yer, (namazgah)” anlamında “musalla” kelimesi de kullanılmaktaydı.


 Camiler, dua ve ibadetlerimizin, niyazlarımızın Yüce Allah’a topluca arz edildiği, gönüllerin birleştiği, temizlendiği şifa ve huzur evleridir. Gerçek mutluluğun bulunduğu sevgi odağı, temizlik mekanlarıdır.


 Camiler, bilmediklerimizi öğrendiğimiz, irfanımızı yükselttiğimiz ilim ve hikmet yuvalarımız, halk mekteplerimiz ve sosyal yaralarımızın çareleridir. Şifa ve huzur evlerimiz, gerçek mutluluğu bulabildiğimiz manevî sığınaklardır.


 Camiler, dargınların barıştığı, kan davalarının unutulduğu, kibrin, riyanın terk edildiği, öksüz ve yetimlerin sevindirildiği, çıplakların giydirildiği, iyilik meskenleridir.


 Camiler, vatan bütünlüğünün temel taşı, varlığımızın teminatı, dinî-millî birlik ve beraberliğimizin ilham kaynağı, feyz odaklarıdır. Bu nedenle camilerin önemi ve fonksiyonları sayılamayacak kadar çoktur.

Şu ayet-i kerimeler caminin önemini ve camiye karşı takınılacak tavra ve gösterilecek ilgiye göre insanların değerini ortaya koymaktadır:
 اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللهِ مَنْ اَمَنَ بِاللهِ وَالْيَوْمِ اْلاَخِرِ وَاَقَامَ الصَّلَوةَ وَاَتَى الزَّكَوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلاَّ اللهَ فَعَسَى اُولَئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَدِينَ


 “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namaz kılan, zekat veren ve yalnız Allah’tan korkan kimseler onarır. İşte onlar doğru yolda olanlardır”[2]
 وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللهِ اَنْ يُذْكَرَ فِيهَا اسْمُهُ وَسَعَى فِى خَرَابِهَا اُولَئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَآ اِلاَّ خَائِفِينَ لَهُمْ فِى الدُّنْيَا خِزْىٌ وَلَهُمْ فِى اْلاَخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ


  “Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve oraların yıkılmasına çalışan kimselerden daha zalim kim vardır? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları yoktur) Bunlar için dünyada bir rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.”[3]


 Burada camilerle ilgili birkaç ta hadis zikretmek istiyorum:


 Hz.Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:


 “Allah’ın yeryüzünde evleri, mescitlerdir. Mescitleri ziyaret eden, oralarda ibadette bulunanlara, Allah Teala ikramda bulunur.”


“Kim Allah için, Allah Tealanın rızasını isteyerek bir mescit bina ederse, Allah da ona cennette bir köşk ihsan eder.” (Buharî, Salat, 65; Müslim, Mesâcid, 4; Nesâi, Mesâcid, 1; İbn Mace, Mesâcid, 1)

 Profesör.Dr.Mehmet SOYSALDI


    [1] Âl-i İmran, 3/96


   [2] Tevbe, 9/18
 
 
BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:

http://www.islamdahayat.com/news.php?readmore=300

  

FATİHA SÜRESİNİN SIRRI

FATİHA SÜRESİNİN SIRRI

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular:

“Cebrâil (a.s) bana dedi ki: Allâhü Teâlâ sana selâm söylüyor ve buyuruyor ki:

Kul benim huzurumda namaza durup “Allâhu Ekber” dediğinde onunla aramızda bulunan perdeyi kaldırırım.

Kul “elhamdü” dediğinde Allâhü Teâlâ, “Hamd kime mahsustur?” diye sorar, o da “lillâhi” diye cevap verir.

Allâhü Teâlâ, “Allah kimdir?” diye sorunca “Rabbilâlemîn” der.

“Alemlerin Rabb’i kimdir?” buyurunca “Errahmânirrahîm” der.

“Rahman ve Rahim kimdir?” diye sorunca “Mâlikiyevmiddîn” der.

Bunun üzerine Allâhü Teâlâ,

“Ey kulum, din gününün sahibi benim” der. Kul, “İyyâke na’budu ve iyyâke nesteîn; Yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım isteriz” deyince Allâhü Teâlâ, “Ey kulum, mademki yalnız bana kulluk edip yalnız benden yardım istiyorsun, o halde istediğini dile ki sana verilsin” buyurur.

Kul “İhdinâ; bize hidayet et” deyince Allâhü Teâlâ,

“Hangi hidayeti istiyorsun?” buyurur. Kul “Essırâta’l-müstakîm;

“Sırât-ı müstekîmi, doğru yolu” deyince Allâhü Teâlâ,

“Hangi yolu istiyorsun?” diye sorar. Kul “Sırâtallezîne en’amte aleyhim” “Kendilerine in’âm ettiğin bahtiyarların yoluna” deyince Allahü Teâlâ:

“Ey meleklerim, siz de şahit olun ki ben bu kulumu, kendilerine nimet verdiğim peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle beraber kıldım” buyurur. Kul,

“Ğayri’l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn; Ne o gadap olunanların, ne de sapkınların” deyince Allâhü Teâlâ tekrar meleklere, “Şahit olun ki ben bu kulumu nimet verdiğim kimselerden kıldım, gazaba uğramışlardan ve sapkınlardan eylemedim” buyurur.

Kul “Amin” deyince onunla beraber bütün melekler de “Amin” derler..

Kaynak; Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İftihah 25.

***

Bu güzel yazıyı gönderen sevgili hemşehrim arkarabamız görme engelli avukat Burhanettin Başlamışlı beye çok teşekkür ederiz.

Hayırlı Cumalar

Celal


 

Korkunç tehlikeler

Korkunç tehlikeler
 

Bir gün Hasan-ı Basri “rahmetullahi aleyh” hazretlerine bir genç gelip;
- Bana nasihat eder misiniz, diye rica etti.

Cevabında;
- Sen Rabbinin emrini aziz tut ki, Allah da seni aziz tutsun, buyurdu. Önünde çok korkunç tehlikeler var evladım.

Delikanlı merak etti:
- Ne gibi tehlikeler efendim?

- Ölüm, kabir ve mahşer, sonra mizan, sırat ve Cehennem. Bu tehlikeli geçitlerden geçeceksin. Ya kurtulur, Cennete girersin, ya da düşersin Cehennem ateşine.

Ve ekledi:
- Akıllı insan, hesap günü gelmeden, hesabını gören ve cevaplarını hazırlayandır.

Niçin gülüyorsun?

Bir gün de bir grup genci gördü ki, içlerinden biri kahkahayla pek fazla gülüyordu.

Böyle aşırı gülen genci yanına çağırarak;
- Hayırdır evladım, buyurdu. Bu kadar çok güldüğünü görünce merak ettim. Yoksa ahirete imanla gittin de ona mı seviniyorsun böyle?

Genç büktü boynunu:
- Hayır efendim.

- Kabir azabından mı kurtuldun?
- Hayır.

- Yoksa Mizanda amellerin tartıldı da sevapların ağır mı geldi?
- O da değil efendim.

- Sırat köprüsünü mü selametle geçtin yoksa?
- Hayır efendim.

Buyurdu ki:
- Öyleyse bu kadar kahkaha nedir evladım? Bir insanın önünde bu kadar tehlikeler varken nasıl böyle sevinir, nasıl böyle çok güler?

Genç almıştı alacağını.
Ondan sonra hiç gülmedi artık.

Tövbe edip yöneldi Allah'a.
 
 

 
 

28 Eylül 2017 Perşembe

Şirk, Ve Şirkten Korunma Yolları-2

Şirk, Ve Şirkten Korunma Yolları-2
 
Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde buyuruyor ki:
اِنَّ اللهَ لاَ يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَنْ يَشَآءُ وَمَنْ يُشْرِكْ بِاللهِ فَقَدِ افْتَرَى اِثْمًا عَظِيمًا
 
“Muhakkak ki, Allahü teâlâ kendisine şirk koşanı mağfiret etmez. Şirkten başka her günâhı dilediği kulundan affeder”.[10]
اِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلاَ لِيَهْدِيَهُمْ طَرِيقًا
 
“Allah kafirleri ve zalimleri ne bağışlayacak ne de doğru yola iletecektir.”[11]
يَابُنَىَّ لاَ تُشْرِكْ بِاللهِ اِنَّ الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ
 
“Ey oğlum! Allah'a şirk koşma! Zîrâ şirk büyük günâhtır.” [12]
 
İslâm âlimleri Şirki  Ayrıca Büyük ve Küçük Şirk; Açık Şirk ve Gizli Şirk olarakta sınıflandırmışlardır.
 
1) BÜYÜK ŞİRK: Allah’ın ortağı olduğunu iddia etmektir ki bu, en büyük inkâr ve küfürdür.
 
2) KÜÇÜK ŞİRK: Bazı amelleri yaparken Allah’ın dışında başkalarının da rızâsını hesaba katmaktır. Böyle bir tavır riyâ ve amelî münafıklıktır. Şirkle ilgili yukarıdaki tasniflerin yanında, şirk; açık şirk ve gizli şirk olmak üzere de ikiye ayrılmıştır.
 
Şirk-i Hafî
 
Şirk: Kâinatın ve mevcûdatın sahibi Allah'a ortak koşmak en büyük zulümdür, onu inkâr etmektir. Allâh'ın zatında, sıfatında, rububiyetinde ve icraatında, ortağı, benzeri yoktur ve olamaz. Kâinattaki nizam ve intizam şirke yer olmadığına en büyük delildir. Amellerde, Allah'ın rızasından başka bir niyet ve maksat taşımak gizli şirk (şirk-i hafî)dir. Gizli şirkin menşei enâniyettir. Eğer gizli şirk katılaşır ve artarsa, esbâb şirkine, oradan da küfre, en nihayet tatil'e yani Hâlıksızlığa ulaşır. Kelime-i tevhidin tekrar ile zikrine devâm etmek, kalbi pek çok şeyler ile bağlayan bağları koparmak ve insanda bulunan özelliklerin kendilerine uygun ortaklarıyla olan alakalarını kesmek içindir.
وَاَنْ اَقِمْ وَجْهَكَ لِلدِّينِ حَنِيفًا وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
 
            "Doğruya yönelmiş (hanif) olarak yüzünü dine çevir (taatini yap), sakın müşriklerden (puta tapanlardan) olma!"[13]
ثُمَّ اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ اَنِ اتَّبِعْ مِلَّةَ اِبْرَهِيمَ حَنِيفًا وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
 
"Sonra sana, doğruya yönelen (hanif) İbrahim'in dinine uy!" diye vahyettik. Çünkü O, müşriklerden değildi."[14]
وَلاَ يَصُدُّنَّكَ عَنْ اَيَاتِ اللهِ بَعْدَ اِذْ اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ وَادْعُ اِلَى رَبِّكَ وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
 
"Sana indirildikten sonra Allah'ın ayetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Rabbine dâvet et, sakın müşriklerden olma!"[15] 
 
  Hz. Peygambere ve müslümanlara hitap:
مُنِيبِينَ اِلَيْهِ وَاتَّقُوهُ وَاَقِيمُوا الصَّلَوةَ وَلاَ تَكُونُوا مِنَ الْمُشْرِكِينَ
مِنَ الَّذِينَ فَرَّقُوا دِينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا كُلُّ حِزْبٍ بِمَا لَدَيْهِمْ فَرِحُونَ
 
"Allah'a yöneldiğiniz halde, O'na karşı gelmekten sakınınız, namaz kılınız, fırka fırka olup dinlerinde ayrılığa düşen, her fırkasının da kendisinde bulunanla sevindiği müşriklerden olmayınız."[16]
 
Hadiste:      اِنَّ اَدْنَى الرِّيَاءِ شِرْكٌ "Riyanın en azı da şirktir" buyurulmuştur. Bir başka hadis de şöyledir: "Kıyamet günü riyâkar adama: "Ey fâcir, ey gaddâr, nefsine gadreden, ey gösterişci mürâî, amelin mahvoldu, mükâafatın kayboldu. Amelini kime gösteriş için yaptınsa, git ondan mükâfâtını al!" denir." Resûlullah'ın riyaya karşı uyarısı çoktur. Bunlardan biri de şöyle: “Ümmetimin şirke düşmesinden korkuyorum. Gerçi onlar puta tapacak değiller; güneşe, aya, taşa da tapacak değiller. Fakat amellerinde riyâkarlık yaparlar, Allah için işlemezler."
 
Resûlullah'ın riya ile ilgili bazı hadislerine geçmeden önce, Gazâlî Hazretleri'nin riyanın dereceleri ile alâkalı açıklamasını da kaydetmede fayda görüyoruz: Ona göre riya'nın çeşitli dereceleri vardır. Bazısı bazısından daha ağırdır:
 
Birinci Derece: En ağır olanıdır. Riya ile yaptığı ibâdette hiç sevap niyeti yoktur. İcabında insanların yanında abdestsiz bile namaz kıldığı halde, yalnız kaldığı zaman hiç kılmayan gibi. Bu namaz sırf insanlara gösteriş içindir, hiçbir hayrı yoktur.
 
İkinci Derece: İbâdeti gösteriş için yapar, fakat Allah'ın rızasını da niyet eder. Ancak bu niyet zayıftır, yalnızlıkta bu ibâdeti yapmayacaktı. Sevâba niyet etmese de gösteriş için bunu yapacaktır.
 
Üçüncü Derece: Gösteriş ve sevap tarafları müsâvî olmaktır. Eğer riyânın yanında bir de sevap veya sevabın yanında bir de riya niyeti olmasa bu ameli yapmayacaktı. İkisinin müsâvî olarak bulunmasıyla bu ameli yapmıştır.  Bu amelinden zarar görmese de fayda da görmez, başa baş kurtarır.
 
Dördüncü Derece: İbâdetini, insanların duymuş olmasından dolayı daha da gayrete gelip takviye etmesi, artırmasıdır. Böyle birisi, kimse duymasa da  ibâdetini yapacaktır. Böyle birisi sırf riya maksadıyla yapmadığı için ibâdetinden fayda görebilir.[17]
وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: قال رسولُ اللّه ،ص، تَعَوَّذُوا بِاللّهِ مِنْ جُبِّ الحَزَنِ. فقَالَُوا يَارسولَ اللّهِ: وَمَا جُبُّ الحَزَنِ؟ قالَ: وَادٍ في جَهَنَّمَ تَتَعَوَّذُ مِنْهُ جَهَنَّمُ كُلَّ يَوْمٍ مِائَةَ مَرَّةٍ. قِيلَ يَا رسُولَ اللّهِ: وَمَنْ يَدْخُله؟ قال: الْقُرَّاءُ المُرَاءُونَ بِأعْمَالِهِمْ
 
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün: "Hüzün kuyusundan Allah'a sığının!" buyurdular. Oradakiler:
 
"Ey Allah'ın Resûlü! Hüzün kuyusu da nedir?" diye sordular.
 
"O, dedi, cehennemde bir vâdidir; cehennem, o vâdiden her gün yüz kere Allah (c.c)'a sığınma taleb eder."
 
"Ey Allah'ın Resûlü! denildi, oraya kimler girecek?"
 
"Oraya dedi, amellerinde riya yapan kurrâlar girecektir!..."[18]
وعن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْهُ قال: قال رسولُ اللّه ،ص،: يَقُولُ اللّهُ تَعالى: أنَا أغْنَى الشُّرَكَاء عَنِ الشِّرْكِ. مَنْ عَمِلَ أشْركَ مَعِى فيهِ غَيْرِى تَرَكْتُهُ وَشِرْكَهُ
 
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Teâlâ Hazretleri diyor ki: "Ben ortakların şirkten en müstağnî olanıyım. Kim bir amel yapar, buna benden başkasını da ortak kılarsa, onu ortağıyla başbaşa bırakırım."[19]
 
Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları
 
Şirk, Küfür ve İrtidaddan Korunma Yolları Muvahhid bir mü’min olabilmek, öyle yaşayabilmek ve Allah’ın râzı olacağını ve kulları için seçip beğendiğini belirttiği İslâm dini üzere ölmek, bir müslümanın, bir mü’minin en büyük emelidir. Yüce Allah’ın da emri budur, bütün peygamberlerin ümmetlerine tavsiye ettikleri de budur.
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا اتَّقُوا اللهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ اِلاَّ وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
 
            “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa öylece, hakkıyla korkun ve ancak müslümanlar olarak ölün.” [20] Kişinin âhiret hayatında Yüce Rabbimizin azâbından kurtulup ebedî mükâfatlarına nâil olabilmesi, günahlarının bağışlanabilmesi, ancak mü’min olarak, muvahhid olarak Yüce Allah’a herhangi bir şeklide herhangi bir şeyi, bir kimseyi, kurum ve nesneyi, madde ya da mânâyı, ideoloji ve putu şirk/eş koşmayarak Rabbine kavuşmasına bağlıdır. Çünkü kim Allah’a şirk koşarak ölürse cehhenneme girecektir.[21]
مَنْ مَات لاَ يُشرِكُ بِاللَّه شَيْئاً دخَلَ الجَنَّةَ ، وَمَنْ ماتَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئاً ، دَخَلَ النَّارَ
 
“Allah’a ortak koşmadan ölen cennete girer; Allah’a şirk koşarak ölen de cehennemi boylar .” [22]   
يَا ابْنَ آدَم ، إِنَّكَ لَو أَتَيْتَني بِقُرابٍ الأَرْضِ خطايا ، ثُمَّ لَقِيْتَني لا تُشْرِكُ بِي شَيْئاً ، لأَتَيْتُكَ بِقُرَابِهَا مَغْفِرَةً
 
Enes radıyallahu anh, ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:
 
“Allah Teâlâ:
 
“Ey âdemoğlu!  Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat bana hiçbir şeyi ortak tutmamış, şirke bulaşmamış olsan, ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım” buyurmuştur.”[23]
 
Bu büyük gerçeği Kur’ân-ı Kerim’in hemen hemen her sayfasında çeşitli şekilde dile getirilmiş olarak görebilmekteyiz. O halde müslümanın iman ve tevhid konularında gereken hassâsiyeti göstererek imanını her nefes, her an ve her durumda korumaya, ona herhangi bir zarar getirmemeye çalışması, bunun için âzamî gayretini harcaması gerekmektedir. Bunun için, yani imanı korumak ve şirk ve irtidaddan korunmak ve küfre yaklaşmamak için gerekli olan bazı önemli hususları kısaca sayalım:
 
Sahih bir iman, akaid bilgisi ve güçlü bir inanma/yakîn, Kur’ân-ı Kerim’in ve sahih sünnetin emir ve teşvik ettiği amel ve ibâdetlere önem vermek, bunları yerine getirmek için âzamî gayret harcamak, Allah’ın ve Peygamberinin uyarılarına dikkat ederek, sakındırdıklarından kesinlikle uzak kalmak, hatta o yasaklara yaklaşmamak, Akîdemiz uğrunda gereken mücâdeleyi vermekten hiçbir şekilde geri kalmamak; inancımızla taban tabana zıt bir ortam içerisinde yaşamanın ıstırabını kalbimizin derinliklerinde duymak, Akîdemizi hâkim kılmak azmi ve emelini daima canlı tutmak, bu uğurda aynı hedefi paylaşanlarla bir ve beraber olmak, Allah’ı ve Rasûlünü yakından tanımak ve herşeyden çok sevmek, onların emir ve buyruklarını bütün emir ve direktiflerden üstün tutmak, onlara bağlanmayı her şeyin önünde bilmek, onların rızâlarını esas almak, Yüce Peygamberimizin yolundan ayrılmayan, onun sünnetini baştacı bilen, onun dışında izlenmeye, yolundan gidilmeye değer hiçbir kimsenin varlığını kabul etmeyenleri, başta sahâbeleri, güzel bir şekilde onların izinden gidenleri mümkün mertebe yakından tanımak, onların bu akîde uğrunda verdikleri mücâdele ve cihadı, kendi mücâdele ve cihadımız için yol azığı edinmek, İslâm’a, Kur’an ve Sünnet esaslarına kesin ve tâvizsiz bir şekilde bağlı kalmak, dinî vecîbeleri ihlâsla yerine getirmek, Yüce Peygamberin dahi küfürden, şirkten, riyâkârlıklardan ve benzeri kalbî/imanî hastalıklardan Allah’a sığındığını bilerek, hatırlayarak, imanımızı son nefesimize kadar muhâfaza edebilmek için Rabbimize daima duâ etmek, yalvarmak, fiilî olarak duâ bâbından elimizden gelen tüm gayreti göstermek. Rasûlullah (s.a.s.) duâlarında: “Sonrası küfür olmayan bir iman” ister[24]; her namazın akabinde “küfürden, fakirlikten ve kabir azâbından”[25], “küfürden ve borçlanmaktan” Allah’a sığınırdı.[26] Hz. Ebû Bekir’e ve onun şahsında bütün mü’minlere sabah akşam yapmasını tavsiye ettiği duâda, “şirkten” Allah’a sığınmak yer almaktadır: “Bile bile şirk koşmaktan Allah’a sığınırım, bilmediklerimden de Senden af dilerim”[27] [28]
 
[10] Nisâ sûresi 48
[11] Nisâ sûresi 168
[12] Lokman, 31/13
[13] Yunus: 10/105
[14] en-Nahl: 16/123
[15] el-Kasas: 28/87
[16] er-Rûm: 30/31-32
[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/305-306.
[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/310-311.
[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/312-313.
[20] Âl-i İmrân, 3/ 102
[21] Buhârî, Tefsîr 2, Sûre 22, Eymân 19, Cenâiz 19; Müslim, İman 150, 151 ve 4/Nisâ, 48, 116
[22] Müslim, Îmân 151
[23] Tirmizî, Daavât
[24] Tirmizî, Deavât 30
[25] Nesâî, İstiâre 16, 29
[26] Nesâî, İstiâze, 16, 29
[27] Ebû Dâvud, Edeb 102
[28] M. Beşir Eryarsoy, İman ve Tavır, s. 351-354.
 
 YAZAR: Kadir Hatipoglu
 

BU YAZI AŞAĞIDAKİ SİTEDEN ALINMIŞTIR:

http://www.islamdahayat.com/news.php?readmore=175
 
 
 
 
 

EZANLA GELEN HİDAYET

EZANLA GELEN HİDAYET   
     
Türk arkadaşı ile geldiği Kayseri’de duyduğu ezan sesinden etkilenen Hollanda vatandaşı Reneangelo Gianmarco Pinedo, Müslümanlığı seçip, Muhammed Mustafa ismini aldı..



Türk arkadaşı ile geldiği Kayseri’de duyduğu ezan sesinden etkilenen Hollanda vatandaşı Reneangelo Gianmarco Pinedo, Müslümanlığı seçip, Muhammed Mustafa ismini aldı.

Hollanda vatandaşı Reneangelo Gianmarco Pinedo, Kayseri Müftülüğünde düzenlenen ihtida merasimi ile Müslüman olup, Muhammed Mustafa adını aldı.

Yozgatlı arkadaşı İlker Nur Doğan ile Kayseri’de gezerken duyduğu ezan sesinden etkilenen Reneangelo, Doğan’ın İslamiyeti anlatmasıyla Müslüman olmaya karar verdi.

Müslüman olmak için Kayseri Müftülüğüne gelen Reneangelo Gianmarco Pinedo’ya, İl Müftüsü Şahin Güven tarafından İslamiyet kuralları hakkında bilgi verildi. Reneangelo, daha sonra şahitlerin huzurunda kelimeişehadet getirerek müslüman oldu.

Müftü Güven, ihtida belgesi verdiği ve “Muhammed Mustafa” ismini alan Reneangelo’ya İngilizce Kur’an-ı Kerim ve peygamberlerin hayatını anlatan kitap hediye etti.

Güney Amerika doğumlu Hollanda vatandaşı Muhammed Mustafa’nın, Hollanda’da ticaretle uğraştığı öğrenildi.

Kaynak: AA

http://www.islamveihsan.com/ezanla-gelen-hidayet.html

***
Gaflet pamuğu kulaklarımızı öyle tıkamış ki
günde beş kez ezanı dinliyoruz ve etkilenmiyoruz
vah bizim halimize !



 

GÜNLÜK HAYATTA YAPILACAK SÜNNETLER

GÜNLÜK HAYATTA YAPILACAK SÜNNETLER   
     
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) 104 maddede günlük hayatta yaptığı sünnetler…
 
1- Teheccüd namazı kılmak, sünnet-i müekkededir.
Allah Rasûlü (s.a.v) hayatları boyunca bu namazı devamlı kılmışlardır. Bu sebeple Sünnetlerin en faziletlisi, Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in bu sünnetidir.
 
2- Uykudan uyanınca şu duayı okumak sünnettir:
“Öldürdükten sonra bizi dirilten Allâh’a hamd olsun. Dönüş ancak O’nadır.”
 
3- Tuvalete girerken şu dua okumak sünnettir.
“Allah’ım, şeytanların erkeklerinden ve dişilerinden sana sığınırım!” duası, çıkınca da; “Allah’ım, affını isterim, beni mağfiret eyle!”
«Benden bana eziyet veren şeyleri gideren ve bana âfiyet veren Allah’a hamd olsun!» duaları okunur.
 
4- Bütün şartlarına ve edeplerine riayet ederek abdest aldıktan sonra kelime-i şehâdet getirilmesi sünnettir.

 
5- Kur’an’ı tegannî ile yani güzel sesle, kaide ve kurallarına ve tecvidine uygun olarak okumak Peygamber Efendimiz’in yolu ve sünnetine uymak demektir.

 
6- Sabahleyin erkenden işe başlamak fiilî sünnettir.

 
7- Elinin emeğiyle geçinmek peygamberler sünnetidir.

 
8- Günde en az yüz defa, hatta daha fazla tevbe ve istiğfar etmek sünnettir.

 
9- Felak ve Nâs Sûreleri’ni okuyarak insanların ve cinlerin şerrinden ve nazardan Allah’a sığınmak fiilî bir sünnettir.

 
10- Yemekten önce ve sonra elleri güzelce yıkamak sünnettir.

 
11- Yemeye ve içmeye besmeleyle başlamak, sağ elle ve önünden yemek sünnettir.

 
12- Peygamber Efendimiz (s.a.v) yemekten sonra tabağı bir ekmek parçasıyla iyice sıyırır, böylece besin değeri olan şeyleri israf etmezdi.

 
13- Suyu tek nefeste içmeyip, üç defada içmek sünnettir.

 
14- Bir şey yiyip içtikten sonra “Elhamdülillah” demek sünnettir.

 
15- Vedalaşırken “Allah’a ısmarladık” demek veya “Tevekkeltü alellah işlerimi Allah’a ısmarladım” demek sünnettir.
İnsanlarımızın birbirlerinden ayrılırken “Allah’a ısmarladık” diyerek vedâlaşmaları, herhalde buradan kaynaklanmakta ve sünnet-i seniyyenin kültürümüzdeki müsbet izlerinden biri olmaktadır. Bu âdet, şuurlu bir şekilde ve ısrarla sürdürülmeli, “çav” veya “bay bay” gibi yabancı kelime ve ifadelerle asla değiştirilmemelidir.
 
PEYGAMBERİMİZ’İN GÜNLÜK HAYATTAKİ YAŞAYIŞI

16- Ayakkabı ve elbise giyerken sağdan başlamak, bir yere sağ ayağını atarak girmek, bir yere girerken çıkarken sağda bulunanlara öncelik hakkı tanımak sünnettir.

 
17- Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz’e su veya süt gibi bir şey ikram edildiği zaman, hepsini içmez bir miktar bırakır, onu da sağ tarafında bulunana ikram ederlerdi.
Sağ yanındaki yaşça küçük biri ise, ondan izin almak sûretiyle sol yanındakilere ikram ederlerdi. O’nun sünneti böyle idi.
 
18- Selâm vermek sünnet, almak ise farzdır.
Birlikte oturulan bir cemaatin yanından kalkılacağı zaman da, gelindiğinde olduğu gibi selâm verilmesi gerekir.
 
19- Binitli olan yürüyene, yürüyen oturana, sayıca az olan çok olana selâm verir.

 
20- Çocuklara selâm vermesi  Peygamber Efendimiz’in sünnetlerinden biridir.

 
21- İşrak namazı kılmak sünnettir.

 
22- Esneme anında el ile ağzı kapatmak sünnettir.

 
23- Hasta ziyareti sünnettir.
Ziyarette edebe riâyet etmek gerekir. Hasta ziyaretini tekrarlamak da sünnettir.
 
24- Hastaya Kur’an âyetleriyle bilinen bazı zikirleri okumak demek olan rukye câizdir. Hatta sünnettir.

 
25- Hasta ziyaretine giden kimsenin hasta için sade ve özlü dua yapması, şifa dilemesi sünnettir.
EFENDİMİZ’İN KILDIĞI NAFİLE NAMAZLAR
 26- Ölen birinin gözlerini kapatmak sünnettir.Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) vefat etmiş olan Ebû Seleme’nin yanına girdi. Gözleri açık kalmıştı, onları kapattı. Efendimiz’in bu işlemi bizzat yapmış olması, ümmet için fiilî bir sünnet olmuştur.
 
27- Fazilet ve hayır sahipleriyle beraber olmayı istemek ve buna gayret göstermek sünnet-i seniyye gereğidir.

 
28- İzin isteyene “kim o?” denildiğinde, bilinen adı veya künyesi ile ben filanım demesi sünnettir.

 
29- Kim olduğu sorulan kimse, adını, soyadını, gerekirse babasının adını, memleketini ve mesleğini de söyleyerek kendini tanıtmalıdır. Sünnete uygun olan tanıtma şekli budur.

 
30- Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) yola çıkarken dua eder, dönerken de şöyle hamdederlerdi:
“Yolculuktan dönüyor, tevbe ediyor, kulluk yapıyor ve Rabbimiz’e hamdediyoruz.”
 
31- Cihaddan veya yolculuktan dönen orduyu ve misafirleri karşılamak edepten olup, Peygamberimiz’in sünnetine uygundur.
 
 
32- Hediyeleşmek sünnettir.
 
 
33- Herkesin imkânı nisbetinde Allah yolunda infakta bulunması, Kur’an ve sünnette sıkça tavsiye edilmiş olan büyük sevaplardandır.

 
34- Müslüman bir kimsenin, dünyalık işler, mal, mülk ve zenginlik gibi konularda kendisinden aşağı derecede olanlara, din işlerinde ve manevî faziletler konusunda daha üstün olanlara bakması sünnete uygundur.

 
35- Köleye, hizmetçiye, çırağa kendi yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek, onlara iyi muamelede bulunmak, yapabilecekleri işleri teklif etmek, gönüllerini hoş tutmak ve insanca muamele etmek gerekir.

 
36- Müslümanlar iyiliğe en güzel şekilde teşekkür etme sünnetini daima canlı tutmalı ve birbirlerine “cezâkellâhü hayran: Allah seni hayırla mükâfatlandırsın!” diye dua etmelidir.

 
37- Yeni doğan bir çocuğa tatlı bir şey çiğneyerek yalatmak sünnettir.
38- Faziletli yerleri ziyâret etmek sünnettir.
39- Kubâ mescidini cumartesi günleri ziyaret edip orada iki rek’at namaz kılmak sünnettir.
40- Sevdiği insana “Ben seni seviyorum” diye sevgisini bildirmek sünnettir.
41- Dua ederken elleri kaldırmak sünnettir.
42- Kur’an kıraatına önem veren hâfızlara Kur’an okuyup dinletmek sünnettir.
43- Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) selâm verip namazdan çıkınca üç defa “Estağfirullah”diye istiğfâr eder ve “Allâhümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm tebârekte yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm: Allahım selâm sensin. Selâmet ve esenlik sendendir. Ey azamet ve kerem sahibi Allahım, sen hayır ve bereketi çok olansın” derdi.
44- İhtiyaç sahibi olan başka fakirlere bakmak bazı kere farz-ı kifâye, genel olarak da sünnettir.
45- Konuların açıklanmasında herkesin dikkatini çekecek misaller vermek eğitim ve öğretimde tesirli bir yoldur ve sünnettir.
46- Açık alanlarda namaz kılınırken, namaz kılanın önüne sütre dikmesi sünnettir.
47- Ezan okumak İslâm’ın vazgeçilmez esaslarından ve sünnetlerinden biridir.
48- Ezan okurken müezzinin “hayye ‘ale’s-salâh ve hayye ‘ale’l-felâh”larda sağa sola dönmesi sünnettir.
49- Ezanı, müezzinin söylediklerini tekrar ederek sonuna kadar dinlemek, bitince de dua etmek faziletli sünnetlerdendir.
50- Camiye ve cemaate erken gelmek ve ilk saflarda yer almak sünnette teşvik edilmiştir.
51- Seferî de olsalar mü’minlerin namazı cemaatle kılmaları sünnettir.
52- Cemaatle namazı kısa tutmak ve hutbeyi uzatmamak, Peygamber Efendimiz’in sünnetindendir.
53- Cemaatle namaz kılarken safları sık ve düz tutmak sünnettir.
54- Dağınık bir vaziyette olan saçını ve sakalını düzeltmek de sünnettir.
55- Güzel koku sürmek sünnettir. Kadınların dışarı çıkarken koku sürünmeleri ise yasaklanmıştır.
56- Cenazenin arkasından kabre kadar gitmek sünnettir.
57- Cenaze namazı kılındığı zaman, hiçbir ayırım yapmadan ölen için içtenlikle dua edilmesi sünnettir.
58- Cenazeyi teşyîde, namazını kılmak ve kabre defnetmek farz-ı kifâye, bunun dışındaki hizmetler sünnet ve müstehabdır.
59- Meşru ölçüler dâhilindeki dâvetlere icabet sünnettir.
60- Dertlilere derman olmaya çalışmak, Efendimiz’in sünnetidir.
61- Aksıran “el-hamdülillah” dediğinde, “yerhamükellah” diye ona hayır dilemek sünnettir.
Bizim toplumumuzda çok kere karşılaştığımız aksırana“çok yaşa” demenin ve bunun karşılığında “sen de gör” gibi karşılık vermenin sünnetle ve İslâmî muâşeretle bir alâkası yoktur.
 
62- Aksıranın ağzını eliyle veya mendille kapatması sünnete uygun bir davranıştır.

 
63- Yemin edenin yeminini yerine getirmesine yardımcı olmak sünnettir.

 
64- Musâfaha yapmak sünnettir.

 
65- Yola çıkarken dua etmek ve zorluklarından Allah’a sığınmak sünnettir.

 
66- Herhangi bir topluluktan korkan ve kendisine zarar vermelerinden kuşkulanan kimsenin dua edip Allah’a sığınması sünnettir.
 
 
67- Cuma günü gusül abdesti almak, vücudun temizlenmesi gereken yerlerini temizlemek sünnettir.
 
68- Cumanın farzından sonra câmide iki rekât, oradan ayrılıp evine gidince, evinde de ayrıca iki rekât namaz kılmak sünnettir. Herkes durumuna uygun olanı yapabilir.

 
69- Sahura kalkmak sünnettir.

 
70- Oruç açmakta acele etmek sünnettir.

 
71- Taze hurma, yoksa kuru hurma o da yoksa su ile iftar etmek sünnettir.

 
72- İftar edilince Allah’a kısa ve özlü şekilde dua etmek sünnettir.

 
73- Kadir gecesi gibi müstesna fırsatları kaçırmamak için dikkatli davranmak, hatta ev halkını da bu konuda uyarmak sünnettir.

 
74- Kadir gecesinde namaz kılmak, Kur’an okumak, “Allah’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni affeyle!” diye dua etmek ve tefekkürde bulunmak sünnettir.

 
75- Ramazan ayında her zamankinden daha fazla ibadet etmek, son on gününde de diğer Ramazan günlerinden fazla ibadete gayret etmek Peygamber Efendimiz’in sünnetidir.

 
76- Ramazanın son on gününde, mescidde itikâfa girmek sünnettir. Her yerleşim biriminde en az bir camide itikâf sünnetinin yaşatılması uygun olur. Hanımlar evlerinde itikâfa çekilebilirler.

 
77- Peygamber Efendimiz Pazartesi ve Perşembe günlerini oruçlu geçirmeye îtinâ gösterirlerdi.

 
78- Eyyâm-ı bîz denilen her kamerî ayın 13, 14 ve 15. günleri oruç tutmak sünnettir.
 
79- Umreye gitmek sünnettir.

 
80- Bayram namazlarına ve seferlere giderken ve dönerken farklı yollardan gidip gelmek Peygamber Efendimiz’in sünnetidir.

 
81- Kamerî aylardan muharremin onuncu günü aşûre günüdür. Bu gün oruç tutmak sünnettir.

 
82- Konuşmanın veya susmanın hangisi hayırlı ise, onu yapmak gerekir. Eşitlik halinde susmak sünnettir.

 
83- Yeni bir elbise giydikten sonra Allah’a hamdetmek, şükretmek sünnete uygun bir davranıştır.

 
84- Bıyıkları kırpmak,

 
85- Sakal bırakmak,

 
86- Misvak kullanmak,

 
87- Buruna su çekmek,

 
88- Tırnakları kesmek,

 
89- Parmak boğumlarını temizlemek,

 
90- Koltuk altı kıllarını gidermek,

 
91- Edep yerlerini temizlemek,

 
92- İstinca yapmak (taharetlenmek),

 
93- Mazmaza (ağıza su vermek) fıtrî sünnetlerdendir.

 
94- Misafire ikram etmek sünnettir.

 
95- Erkeğin, ev işlerinde âilesine yardımcı olması sünnettir.

 
96- Çocuk sevgisi insanda fıtrî bir duygu ve Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in sünnetlerinden biridir.
 
 
97- Zaruri bir sebep olmadıkça Yatsı Namazı’nda Şemş, İnşikâk ve Leyl gibi orta uzunluktaki sûreleri okumanın sünnet olduğu kabul edilir. 
 
98- Bakara Sûresi’nin son iki âyeti olan Âmenerrasûlü’yü her gece okumak, Efendimiz’in sünnetidir.

 
99- Tebâreke Sûresi’nin ezberlenmesi ve her gece yatmadan önce okunması Peygamber Efendimiz’in sünnetlerindendir.

 
100- Uyumadan önce, yanan bir ateş varsa onu söndürmek, sünnete uygun bir davranıştır.

 
101- Uykudan evvel namaz kılacakmış gibi abdest almak, sağ yanına yatmak ve uyku duasını okumak sünnettir.

 
102- Uyku için yatağa girince sağ elimizi yanağımızın altına koymak ve sağ tarafımız üzerine yatmak sünnete uygun bir davranıştır.

 
103- Geceleyin uyumadan önce Âyetü’l-kürsî okumak sünnete uygun bir davranıştır.

 
104- Âdet edinilen hayırlı işleri, sünnetleri, ibadet ve tâatleri sürekli yapmakta kararlı olmak gerekir.
 Kaynak: Prof. Dr. M. Yaşar Kandemir, Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Prof. Dr. Raşit Küçük, Riyâzü’s-Sâlihîn -Tercüme ve Şerh, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/gunluk-hayatta-yapilacak-sunnetler.html