31 Ekim 2018 Çarşamba

PEYGAMBERİMİZİN HÜZÜN SENESİ

PEYGAMBERİMİZİN HÜZÜN SENESİ


 0

Hüzün Senesi nedir? Hüzün Senesi’nde neler oldu? İşte Peygamber Efendimiz’in Hüzün Senesi…
Müşriklerin muhâsarasından selâmete çıkan Allâh Resûlü ve Müslümanların sevinci fazla sürmedi. Çünkü boykotun kaldırılmasının hemen ar­dından, kendisinin ve mü’minlerin hâmîsi olan, onları fedâkârâne bir şekilde müdâfaa eden amcası Ebû Tâlib vefât etti.
Hazret-i Peygamber, onun îmân etmesi için zaman za­man çok ısrâr ederdi. Ebû Tâlib de, bu ısrar karşısında yeğenine:
“–Ben Sen’in hakîkatini biliyorum. Lâkin Sana îmân edersem, Kureyş’in kadınları beni ayıplar!” derdi.
Hazret-i Peygamber’in nübüvvetini vicdânen kabûl eder, nefsâniyeti muktezâsı red­dederdi.
Allâh Resûlü, onun îmanlı olarak rûhunu Rabbine tes­lîm etmesi için ölüm döşeğinde iken de:
“–Ey amca! Ne olursun, bir kelime söyle ki, Allâh sana sonsuz saâdet bahşetsin!” diye ısrâr etti.
O sırada oraya gelmiş bulunan Ebû Cehil, buna mânî oldu. Çünkü Ebû Tâlib’e sürekli kelime-i şehâdeti telkîn eden Hazret-i Peygamber’e mukâbil Ebû Cehil:
“–Sen atalarının dînindesin!” telkîninde bulunuyordu. Nihâyet Ebû Tâlib’in, Resûlullâh’a son sözü:
“–Ben, eski dîn (Abdülmuttalib’in dîni) üzerine ölüyorum. Kureyş benim için ölümden korktu da dînini değiştirdi demeyecek olsalardı, Sen’in sözlerini kabûl ederdim!..” oldu. (Buhârî, Cenâiz 81, Menâkıbu’l-Ensâr 40; İbn-i Sa’d, I, 122-123)
Bu sözler üzerine Hazret-i Peygamber:
“–Ben de senin için dâimâ istiğfarda bulunacağım!” buyurmuşlar, fakat amcasının evinden mahzûn olarak ayrılmışlardır.
Resûlullâh’ın çok üzülüp amcası için “Sana dâimâ istiğfarda bulunacağım!” demesi üzerine âyet-i kerîmede şöyle buyruldu:
اِنَّكَ لاَ تَهْدِى مَنْ اَحْبَبْتَ وَلَكِنَّ اللهَ يَهْدِى مَنْ يَشَاءُ
(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin! Fakat Allâh, dilediğini doğru yola iletir…” (el-Kasas, 56) (Müslim, Îman, 41-42)
Hidâyet, kulu sırât-ı müstakîme ileten nûr-i ilâhîdir. Kimin gönlü ona teşne ve Hakk’a meyilli ise, ancak ona nasîb olur. Âyet-i kerîmede buyrulur:
يَهْدِى اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَ
“…(Allâh) kendisine yönelen kimseye hidâyet eder!” (er-Ra’d, 27)
Bu hususta başkalarının gayreti, sâdece vesîle olmaktır. Aksi hâlde, diğer bir kim­senin -velev peygamber bile olsa- gayreti ile hidâyetin nasîb olması her zaman mümkün değildir. Nitekim -Hazret-i Peygamber’in gayretine rağmen- Ebû Tâlib’in, hakîkati bildiği hâlde nefsâniyetine mağlûb olarak Hakk’a meylet­memesi üzerine kendisine hidâyet nasîb ol­mamıştır.
HÜZÜN SENESİ
Peygamber Efendimiz’i derin bir hüzne gark eden Ebû Tâlib’in vefâtının üzerinden henüz üç gün bile geçmemişti ki, Allâh Resûlü’nün dert or­tağı, büyük desteği, can yoldaşı, Seyyidetü’n-Nisâ, Hatîcetü’l-Kübrâ vâlidemiz de vefât etti. Resûl-i Ekrem ile mü’minlerin gönüllerinde acı üstüne bir büyük acı daha eklendi. Resûlullâh, çok sevdiği mübârek zevcesini, kabr-i şerîfine bizzat kendi elleriyle indirdiler. Hazret-i Peygamber’in gönlü gam ve kederle mahzûn olmuş, gözleri yaşlarla dolmuştu.
Hazret-i Hatîce vâlidemiz, Hazret-i Peygamber için İslâm dâvâsında sâdık bir müşâvir, dert ortağı, tesellî ve sükûnet kaynağı idi. Onun vefâtı Allâh Resûlü’ne:
“−Şu ümmet üzerine gelen iki büyük iptilâdan hangisine daha çok üzüleceğimi bilemiyorum.” (Ya’kûbî, II, 35; Taberî, Târih, II, 229) dedirtecek kadar ağır gelmişti.
Bu iki hüzünlü hâdise sebebiyle Mekke devrinin onuncu senesine “Hüzün Senesi” denildi.
Amcası ve zevcesinin vefâtıyla, Hazret-i Peygamber Efendimiz’e hiçbir zâhirî, izâfî ve fânî dayanak, sığınak ve barınak kalmamış oldu. O’nun gönül âlemi böylece Hak Teâlâ’ya münhasır kılındı. Zîrâ tevekkül ve teslîmiyet gösterilecek yegâne ve mutlak mercî yalnızca Cenâb-ı Hak idi. Nitekim çocukluğunda da anne, baba ve dede himâyesinden mahrûm bırakılarak Allâh’ın terbiyesinde yetiştirilmişti.
ALLAH’IN SELAM GÖNDERDİĞİ PEYGAMBER EŞİ
Hatîce vâlidemiz çok fazîletli bir insandı. Vahiy meleği bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz’e gelerek:
“−Yâ Resûlallâh! Hatîce, elinde bir kap yemekle Sana gelmektedir. Hatîce yanına geldiği zaman, ona Rabbinden ve benden selâm söyle! Onu, gürültü ve yorgunluk olmayan Cennette inciden yapılmış bir sarayla müjdele!” buyurdu. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20)
Hazret-i Hatîce bu ilâhî selâma şöyle mukâbele etti:
“−O (şânı yüce Allâh) Selâm’ın kendisidir, selâm O’ndandır, Cebrâîl’e de selâm olsun! Ey Allâh’ın Resûlü! Allâh’ın selâmı, rahmeti ve bereketi Sen’in de üzerine olsun.
Allâh Resûlü, hayâtı boyunca bu mübârek zevcesini unut­madı. O’na karşı vefânın en güzel örneklerini sergiledi.
Hazret-i Ayşe şöyle anlatıyor:
“Hazret-i Peygamber’in hanımlarından hiçbirine, Hatîce’ye olduğu kadar gıpta etmedim. Üstelik onu hiç görmemiştim. Fakat Resûl-i Ekrem onu sık sık yâd ederdi. Bir koyun kesip etini parçaladığında, çoğu zaman Hatîce’nin dostlarına gönderirdi. Bir defâsında (dayanamayıp) Allâh Resûlü’ne:
«−Sanki dünyâda Hatîce’den başka kadın kalmadı!» dedim. Nebiyy-i Ekrem:
«−O şöyle şöyleydi.» diye güzel vasıflarını saydı ve:
«–Çocuklarım da ondan oldu.» buyurdu. İçimden:
«–Bir daha Hatîce hakkında kötü söz söylemeyeceğim.» dedim.” (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 20; Edeb 73; Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe 74-76)
PEYGAMBERİMİZİN EN HAYIRLI EŞİ
Bir gün Hatîce’nin kız kardeşi Hâle bint-i Huveylid, Resûlullâh’ın huzûruna girmek için izin istemişti. Resûl-i Ekrem, Hatîce’nin sesini hatırladı ve:
“–Allâh’ım, bu (Hatîce’nin kardeşi) Hâle bint-i Huveylid!” diye heyecanlandı.
Bu manzarayı gören Hazret-i Ayşe dayanamadı:
“–İhtiyarlıktan ağzının dişleri dökülmüş ve bir zamanlar ölüp gitmiş Kureyşli bir ihtiyarın nesini anıp duruyorsun? Allâh sana onun yerine daha hayırlısını verdi.” dedi. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20)
Hazret-i Ayşe “daha hayırlı” sözüyle kendisini kastediyordu. Onun bu sözünü yerinde bulmayan Allâh Resûlü şu cevâbı verdi:
“–Hayır, Allâh Teâlâ bana ondan daha hayırlısını vermedi. Halk bana inanmazken o inandı. Herkes bana yalancı derken o doğru söylediğimi kabûl etti. Kimse bana bir şey vermezken o beni malıyla destekledi ve Cenâb-ı Hak bana ondan çocuklar ihsân etti. (İbn-i Hanbel, VI, 118)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/peygamberimizin-huzun-senesi.html



BİR EVE GİRERKEN İZİN İSTEMENİN GEREĞİ VE UYULMASI GEREKEN EDEPLER

 
BİR EVE GİRERKEN İZİN İSTEMENİN GEREĞİ VE UYULMASI GEREKEN EDEPLER
Âyet:
 1. “Ey inananlar! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi farkettirip ev halkına selâm vermeden girmeyin.”
Nûr sûresi (24), 27
Müslümanlar, başkalarına ait bir eve gittiklerinde içeri girmek için izin istemek zorundadırlar. Çünkü bir ev her zaman girilmeye müsait bir vaziyette olmayabilir. Sahiplerinden izin almak bunun için gereklidir. Ayrıca bir eve gelişin farkettirilmesi öksürmek, sübhanellah veya Allahü ekber gibi tesbih ve tekbir ifade eden bir söz söylemekle de olabilir. İzin verilmediği takdirde evlere girilmesi câiz değildir. Ayrıca eve girerken de hayır için gelindiğini ve evdekilerin kendisinden emin olmaları gerektiğini ifade etmek için selâm verilmesi gerekir. Bu konu, Selâm bölümünün başlangıcında bu âyet-i kerîmenin geçtiği yerde açıklanmıştı.
Hadis:
 Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“İzin istemek üç defadır. İzin verilirse girersin, verilmezse geri dönersin.”
Buhârî, İsti’zân 13; Müslim, Edeb 33-37. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 127, 130; Tirmizî, İsti’zân 3; İbni Mâce, Edeb 17;                                                                                                        
Açıklamalar
Peygamber Efendimiz’in bir eve gidildiği zaman izin istemenin, yani kapıyı çalmanın en çok üç defa tekrarlanabileceğini ifade eden hadisini birçok sahâbî rivayet etmişlerdir. Hadisin yukarıda işaret edilen kaynaklarında çeşitli rivayet tarikleriyle birlikte daha detaylı bilgi veren ibarelerin olduğunu görmekteyiz. Meselâ bunlardan birine göre, Ebû Mûsa el-Eş‘arî, Hz.Ömer’in kapısına gelip üç defa kapıyı çalmak suretiyle izin istemiş, kapının açılmaması üzerine geri dönmüştü. Hz.Ömer, ona niçin daha çok izin istemediğini ve geri dönmeyi tercih ettiğini sorduğunda Ebû Mûsa:
– Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in: “Sizden biriniz üç defa izin istediği halde kendisine izin verilmezse geri dönsün”  buyurduğunu duydum, demiş; Hz.Ömer ona:
– Bu söylediğin sözü duyduğuna ve Resûl-i Ekrem’in böyle buyurduğuna dair bana şahit getir, demesi üzerine, sahâbîlerin bulunduğu meclise gelerek durumu anlatmış, orada olanlar şaşırarak, bunu topluluğun yaşça en küçüğünün bile bildiğini söylemişler, bunun üzerine  onların yaşça en küçüğü olan Übey İbni Kâ’b, Ebû Mûsâ ile birlikte giderek, Ömer’in huzurunda şahitlik yapmıştı. Bu tutum, Ebû Mûsa’ya güvensizlikten kaynaklanmıyordu. Hz.Ömer,  bu konularda ne kadar titiz davrandığını göstermek ve muhtemel yalan ve yanlışları önlemek istiyordu. Onun, Ebû Mûsa’yı valilik gibi çok önemli bir göreve getirdiği düşünülecek olursa, maksadı daha iyi anlaşılmış olur. Diğer taraftan bu hâdise, haber-i vâhidin yani mütevâtir olmayan haberlerin dinde delil olduğunun da bir isbatıdır. Bu sebepledir ki, bütün mezhepler sahihlik şartlarını hâiz olan haber-i vâhidle amel edilmesinin vâcip olduğu görüşündedirler.
Bir eve girmek için izin istemenin ve selâm vermenin gerektiği konusunda Kur’an, Sünnet ve icma-ı ümmetten deliller bulunmaktadır. Müslüman toplumlarda bu hususa gereken önemin verildiğini ve konuyla ilgili edep kaidelerinin hem âdâb-ı muâşeret kitaplarında yeterince yer aldığını, hem de en küçük yerleşim birimlerinde bile yaşatıldığını görmekteyiz. Son zamanlarda bazı çevrelerde özellikle büyük şehirlerde bunun ihmâl edilmesi, İslâm edebinden uzaklaşmanın ve körü körüne gayri müslimleri taklit etmenin bir sonucudur.
İslâm âlimleri, üç defadan daha fazla izin istemenin, kapı veya kapı zili  çalmanın câiz olup olmadığı konusunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Duyulmadığına kanaat getirilirse daha fazla çalınabileceği görüşünü benimseyenler vardır. Duyulduğu fakat açılmadığı kanaati ağır basıyorsa, o takdirde üç kereden fazla çalınmamalıdır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Bir eve herhangi bir maksatla gidildiğinde, girilip girilemeyeceği ev sahibinin iznine bağlıdır.
2. Bir eve girmek için izin istemek, kapı çalmak, zil çalmak veya seslenmek üç defadan fazla olmamalıdır.
 
3. Üç defa izin isteyene cevap verilmediği takdirde, duyulmadığı kanaati  hâkimse kapı daha fazla çalınabilir, duyulup da açılmadığı anlaşılınca oraya girmekte ısrar etmemek gerekir.
 
KAYNAK:
 (Riyâzü’s-sâlihîn.(Hadis Kitabı)  İmam-ı Nevevi

--


30 Ekim 2018 Salı

KUR’ÂN’DA GEÇEN BİLİMSEL BİLGİLER

KUR’ÂN’DA GEÇEN BİLİMSEL BİLGİLER


 0

Kur’ân-ı Kerîm, modern ilmin daha yeni keşfedebildiği birtakım orijinal bilgiler vermektedir.
Meselâ, insanın üremesi ve embriyonun teşekkülü husûsunda Kur’ân-ı Kerîm, modern ilmin daha yeni keşfedebildiği birtakım orijinal bilgiler vermektedir. Âyette şöyle buyrulur:
“Andolsun Biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargâhta nutfe hâline getirdik. Sonra nutfeyi aleka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden alekayı, bir parçacık et hâline soktuk; bu bir çiğnem eti kemiklere (iskelete) çevirdik; bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan hâline getirdik. Yapıp-yaratanların en güzeli Allah pek yücedir.” (el-Mü’minûn, 12-14)
Kur’ân-ı Kerîm’in verdiği bu bilgilerle, modern biyolojinin bu husustaki tespitleri karşılaştırıldığında, aralarında tam bir mutâbakat müşâhede edilir. Kanada’nın Toronto Üniversitesi’nde Embriyoloji profesörü olan Keith L. Moore, embriyoloji sahasında yazdığı eserinde insanın rahimdeki safhalarını îzah ettikten sonra, bu bilgileri âyet-i kerîmelerle karşılaştırıp, ilmin Kur’ân-ı Kerîm’le mütâbakat hâlinde olduğunu, hattâ Kur’ân’ın, verdiği misâl ve târiflerle tıp ilminin önünde gittiğini itirâf eder.
Yine herkesin farklı bir parmak izine sahip olduğu gerçeği 19. asrın sonlarında keşfedilmiştir. Bu hakîkate Kur’ân-ı Kerîm, asırlar öncesinden şöyle dikkat çekmektedir:
“İnsan, Biz’im, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanıyor? Evet, toplarız; onun parmak uçlarını (بَنَانَهُ) bile bütün incelikleriyle yeniden düzenlemeye gücümüz yeter!” (el-Kıyâme, 3-4)
Bu sayılanların yanında Kur’ân-ı Kerîm, atomun parçalanabileceğini, çift yaratılış hakîkatini, korunmuş tavan olan atmosferi, birbirine karışmayan denizleri, atmosfer basıncını, aşılayıcı rüzgârları asırlar öncesinden bildirmiştir.
Velhâsıl, Kurʼân-ı Kerîm dâimâ önden gitmekte, ilmî keşiflerse, ilâhî beyanları tasdîk ede ede ardından gelmektedir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âlemlere Rahmet: Hz. Muhammed, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/kuranda-gecen-bilimsel-bilgiler.html



28 Ekim 2018 Pazar

Halimize şükredelim !


Halimize şükredelim !


ÇOK MUTLUYUM, HUZURLUYUM. Halime binlerce ELHAMDÜLİLLAH !
Annemi, babamı görebiliyorum.
Müzik dinleyebiliyorum
Ağrım sızım yok, kalbim ciğerim, böbreğim kısaca FA dışında sağlıklıyım.
Özgür ülkedeyiz, nimetler bol.
Elim kolum kısmen sağlıklı, annem önüme getirince yemeğimi kendim yiyebiliyorum, çayımı kendim içebiliyorum.
Dengesizlik hastalığım FA'ya sabredip şükrettiğim için ahirette cennetten umutluyum inşallah.
Tüm ibadetlerimi yaptığım için cennetteki derecemin yüksek olmasını umuyorum inşallah.
Ev, araba, laptop, akülü sandalye, internet, akıllı telefon, ....
Saymaktan aciz olduğum nimetler için binlerce ELHAMDÜLİLLAH. Çok şükür bugünüme...
Allah bugünümüzden geri koymasın inşallah.
Celal Çelik


UNUTKANLIĞI NASIL AZALTABİLİRİZ?


UNUTKANLIĞI NASIL AZALTABİLİRİZ?


 0

Unutkanlığı nasıl azaltabiliriz? Unutkanlığa iyi gelen yiyecekler nelerdir?
Tüm dünyada bilim adamları unutkanlık konusunda yoğun bir çalışma temposu içindedir. Modern dünyanın stresli ve gergin insanının en büyük problemi hiç kuşkusuz unutkanlıktır. Hemen hemen her gün unutkanlıkla ilgili basında bir yazı ile karşılaşırız. Takside, vapurda, evde, komşuda, iş yerinde velhasıl her yerde her şeyi unutabiliyoruz.
UNUTKANLIĞI GİDERMEK İÇİN NE YAPMALIYIZ?
Peki niçin unuturuz. Çare ve çözüm var mıdır? Neler yapabiliriz? Unutmak; hatırlamak, öğrenmek, okumak gibi normal kabul edilmesi gereken bir özelliğimiz. Ancak günümüz insanında sık karşılaştığımız örnekler unutkan insanları ve biz hekimleri biraz korkutur nitelikte.
Hafıza dediğimiz şey beynimizin hipokampus diye adlandırılan bölgesinde küçük bir alanın fonksiyonu sonucu kazandığımız bir özelliğimiz. Bu özellik sayesinde hem bugünü, hem dünü, hem de tüm hayat boyunca yaşadıklarımızı rüyalarımızı hayallerimizi hatta hedeflerimizi kısaca her şeyimizi doldurduğumuz olmazsa olmaz bir hazinemiz.
Bazen bizi mahcup eden unutma, bir yönü ile aslında mucizevi bir şey olarak yorumlanabilir. Çünkü unutma sayesinde acılar sıkıntılar ihanetler gibi bizi kemiren sosyal ve toplumsal olumsuzluklardan korunuyoruz.
Hafıza gücü yada hazinesi daha biz doğmadan anne karnında iken gelişmekte. Bu hazinemizin kalitesi ise lesitin ve kolin diye bildiğimiz maddelerin (ki bu maddeler asetilkolin olarak bilinen sinir iletici bir maddenin de ham maddeleri) yeterli olması ile yakından ilgili. Kolin beynimizdeki hafıza hücrelerinin sayısını artırdığı gibi aynı zamanda korunmasında da önemli bir rol üstlenmekte.
Yeni doğan çocukların anne sütü ile beslenmesi bu yönden ayrı bir önem arz eder. En gelişmiş kolinle desteklenmiş hazır mama anne sütünün bu özelliğini hala yakalayamamıştır. Tüm bu gerçeklerden yola çıkarak hareket etmeli ve unutkanlığa çare ve çözümde sizlere önereceklerimi bu gerçeklerin ışığında aktarmak isterim.
Özellikle yağ oranı çok düşük yada vejeteryan beslenme türü beslenme programlarının bir salgın halinde yayıldığı tüm dünyada unutkanlık buna paralel olarak bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. İfrat ve tefrit her yerde olduğu gibi beslenmede yaptığımız tercihlere de yansıdığı zaman bize unutma gibi hoşumuza gitmeyen bir hediye veriyor.
UNUTKANLIĞI GİDERMEK İÇİN NE YEMELİ?
Doğal olmayan işlenmiş katkı maddelerle tatlandırılmış, sadece göz ve damak zevkimize hitap eden modern beslenme şeklini kesinlikle terk edip, atalarımızın beslenme şekli olan doğal olan gıdalarla beslenmeye başlamalıyız. En önemli lesitin ve kolin kaynaklarına gelince: En başta yumurta sarısı geliyor . Yıllarca kolesterolü yükselttiği gerekçesi ile adeta öcü olarak takdim edilen yumurta ile barışmamızın zamanının geldiğini hatta geçtiğini düşünüyorum.
Yer fıstığı ise önemli bir ikinci kolin kaynağı. Bunun yanında tam buğday ki çoğumuzun tadını unuttuğu tam buğday yerine işlenmiş daha doğrusu zehir haline getirilmiş buğdaydan imal edilmiş ekmek ve un mamullerini yiyoruz. Tam buğdayla yapılan ekmek ve unlu mamulleri tercih ederek hafızamızı destekleyebiliriz.
Karaciğer ve et bir başka hafıza koruyucu gıda olarak belirli aralarla yenmesi gerekir. Peynir, süt, yoğurt gibi tüketimini azalttığımız gıdalar ile yeniden barışarak unutkanlığı azaltmamız mümkün olacak.
Balık eti, balık yağı, yeşil yapraklı sebzeler, kurutulmuş meyveler, fındık, ceviz, fıstık ve bademi de ihmal etmememiz gerekiyor.
Çoğumuzun sofrasından kalkan beyaz lahana, karnıbahar ve pırasa da iyi birer unutkanlık azaltıcı yiyeceklerimiz. Bu şekilde beslenme programımızı doğal olanlara kaydırmaya çalışır ve bu konuda tutarlı da olursak beyin hücrelerimizi öldüren homosistein denen zararlı bir maddeyi de atmış oluruz. Böylece beynimizi yaşlanmaya ve yıpranmaya karşı korumuş oluyoruz. Atalarımızın dediği gibi ne yersek o oluyoruz. Unutkanlıkla ilgili sorunları olan insanlar öncelikle yediklerine bir bakmalı . Beyaz undan imal edilmiş gıdaları terk ederek, beyaz şekerli gıdalar ile de arasına mesafeler koymalıdır. Aktif ve hareketli yaşamaya çalışmalı çevresi ile ve kendisi ile de barışık yaşamalıdır. Doğal antidepresan olan yürümeyi unutmamalı sevgi, sevecenlik ve vericilik ile de muhabbet kapılarını aralamalıdır.
Kaynak: Dr. Ali Akben, Altınoluk Dergisi, Sayı: 238

http://www.islamveihsan.com/unutkanligi-nasil-azaltabiliriz.html



27 Ekim 2018 Cumartesi

BAĞIRSAK FLORASINI DÜZENLEYEN GIDALAR


BAĞIRSAK FLORASINI DÜZENLEYEN GIDALAR


 0

Bağırsaklarda beyinden ve omurilikten bağımsız olarak çalışan “ikinci bir beyin” olduğunu keşfeden araştırmacılar, yediğimiz ve içtiğimiz gıdaların sağlığımızı ve ruh halimizi çokça etkilediğini ortaya koyuyorlar. Sağlıklı ve doğru beslenmenin beden ve ruh sağlımız için çok önemli… İşte bunun için bağırsak floramızı düzenleyen gıdaları tercih etmemiz gerekiyor. “Bağırsak florası nedir? Bağırsak florasını neler bozar? Bağırsak florasını düzenleyen gıdalar nelerdir?” Bu ve benzeri soruların cevabını haberimizden okuyabilirsiniz.
Vücudumuzun sağlığı, en başta aldığımız gıdaların tam sindirilmesi ve atık kalmayacak şekilde zararlıların çıkarılmasıyla mümkündür. Her bir hücremiz, birbiriyle bağlantılı olduğu için, hastalanan bedenimizi iyileştirmede de vücudumuzun tamamını düşünmemiz gerekir.
BÜTÜN HASTALIKLAR BAĞIRSAKTA BAŞLAR
Tıbbın kurucularından kabul edilen Hipokrat, bunu:
“-Bütün hastalıklar bağırsakta başlar. Bağırsak hasta ise, vücudun kalanı da hastadır.” diyerek açıklamıştır.
Modern tıp, bütün hastalıklara sebep olan bağırsakları göz ardı etmiş, bedeni parçalara bölerek (göğüs hastalıkları, sindirim sistemi hastalıkları, ruh hastalıkları gibi) incelemeyi tercih etmiştir. Yıllarca okullarımızda da bağırsakların ne işe yaradığı, basit anlatımlarla geçiştirilmiştir. Mesela incebağırsak, gıdaları ufak moleküllere ayrıştırıp bağırsağın iç yüzeyi tarafından emilip kana geçmesini sağlar. Kalınbağırsaklar ise, artık pek az faydalı madde içeren, ezilmiş gıda posasının suyunu ve inorganik tuzlarını emme vazifesi yaparak işe yaramaz posayı, rektumdan geçirerek anüsten dışarı attırır. Bu kısa anlatımlar, hepimizde bağırsaklarımızın “bir kalp, bir beyin gibi” önde gelen organlarımızdan biri olmadığı kanaatini yerleştirmiştir.
Bu mantığı kabul etmeyen bir kısım Alman, Amerikan, Avusturyalı bilim insanları, çalışmalarıyla bağırsakları daha yakından incelemeye almışlardır. Avustralyalı bir araştırma ekibi, bağırsaklarda beyinden ve omurilikten bağımsız olarak çalışan ve yaydığı elektrik dalgalarıyla gıdaların sindirim sisteminden geçişini senkronize ve koordine eden, vücuttan atılmasını sağlayan “ikinci bir beyin” olduğunu keşfeder.
Hâlbuki bağırsaklar, yüz milyonlarca sinir hücresi tarafından çevrilmiş olup omurgadan daha fazla nörona sahiptirler. Nöro bilimcilerin keşfine göre, bu “ikinci beyin”, neredeyse kafadaki beynin bir ikizi gibi; hücre tipi, etken maddeleri ve reseptörleri ile kafadaki beynimizin birebir aynısıdır.
Nitekim New York Columbia Üniversitesi’nden Prof. Dr. Michael Gershon’un 1998 yılında yayınlanan “The Second Brain” (İkinci Beyin) adlı kitabında, “bağırsakların hücre tiplerinin, etken maddeleri ve reseptörlerinin beynin kopyası olduğu” açıklanmıştır. Beyinde üretildiğini düşündüğümüz serotonin, dopamin ve noradrenalin gibi nörotransmitterlerin büyük bölümü, bağırsaklarda sentezlenmektedir.
Peki, bu ikinci beyin ne işe yarıyor? Düşünüyor ve hissediyor mu? Hatırlıyor mu?
Gershon, bağırsaktaki beynin, sevinç ve üzüntüde çok büyük rol oynadığını, fakat insanların çok azının onun varlığından haberdar olduğunu söylüyor.
Bu konuda ilk açıklama, 19. yüzyılın ortalarında, Alman Nörolog Dr. Leopold Auerbach tarafından yapılmıştır. Dr. Leopold Auerbach, bir bağırsaktan parçacık aldığı ve bunu basit bir mikroskopla incelediği zaman onu hayrete düşürecek bir hâdiseyle karşılaştı. Bağırsakların duvarında, iki katmanlı, sinir hücrelerinden oluşan bir iletişim ağı mevcuttu. Bu ağ, incecik olup iki kas tabakası arasına gizlenmişti.
Bağırsaklar, sindirim sisteminin kumanda merkezi olup sadece besleyici maddelerin birleşimi, tuz oranı ve su miktarı gibi kaba değerleri analiz etmekle kalmaz; gıda emilimi ve dışkılama mekanizmasının yanında sempatik ve parasempatik sinir iletim maddelerinin, uyarıcı hormonların ve koruyucu salgıların hassas dengesini de kontrol eder.
75 yıllık bir hayat boyunca 30 ton gıda ve 50 bin litre sıvıdan fazlası bağırsaklardan geçer. Gershon, bağırsakların yanında, kalbin âdî/basit bir pompa olduğunu düşünüyor. Bağırsaktaki beyin, yüksek zekâsı ile verimliliği belirliyor. Milyonlarca zehir ve tehlikenin hakkından ustaca geliyor. Bağırsaklardaki kumanda merkezi, en azılı düşmanlara karşı savaşıyor. Her gün, dışarıdan aldığımız ve bir nevi bizimle birlikte yaşayan, milyonlarcası sindirim sistemimizde ikamet eden mikroorganizmaların, kendi organizmamız içine sızmasını önlüyor.
Bağırsaklar, vücudun en büyük organıdır ve savunma hücrelerinin %70’i burada bulunur. Bağırsağın iç yapısında bulunan gaita salyası ve mayalama basilinden oluşan ılık sıvı karışımı, çok tehlikeli bir bakteri ve mantar yuvasıdır. İçimizde, aşağı yukarı 500 tür ölümcül canlı barınmaktadır. Dışkının yarısı ölmüş bakterilerden oluşur. Bu ölmüş bakteriler, organizmamızın en tesirli savunma hattı olan bağırsak duvarları sayesinde bizden uzak tutulur.
Bağırsaklarda bulunan savunma hücrelerinin büyük bir bölümünün bağırsak beyin ile normal beyne doğrudan bağlantısı vardır. Hücreleri, “iyi” ve “kötü” diye ayırt etmeyi öğrenirler, bu öğrenilen bilgi hâfızalarına kaydedilir ve gerektiği anda yine aktif hâle gelir.
Bu faaliyetlerin çoğu, birinci beyinden tamamen bağımsız çalışır. Vücuda zehir girdiği zaman bağırsaktaki ikinci beyin, tehlikeyi ilk olarak hisseder ve kafadaki birinci beyne tehlike sinyalleri gönderir. Çünkü tehlike ânında kafadaki beyin hazır olmalı, kişi midesinin ne durumda olduğunun farkında olup plâna göre davranmalı, kusma, kramp ve ishal şeklinde tepki vermelidir.
Her iki beyin arasında, hücre biyolojisi bakımından hayret verici bir benzerlik vardır. Kafatasındaki birinci beyin gibi, bağırsaklarda yer alan ikinci beyin de hassas bir idare merkezidir. İkinci beyin, düşünce organımız olan birinci beynimiz ve psikolojik durumumuza tesir eden dopamine, opiat gibi psiko-aktif maddelerin kaynağıdır. Bağırsakların anatomik kıvrımlı yapısı bile beyindeki kıvrımları çağrıştırmaktadır.
BAĞIRSAK FLORASI NEDİR?
Bağırsakta gıdaların parçalanma ve emilmesinde vazife alan trilyonlarca mikroorganizma vardır. Buna “bağırsak florası” denir. Floranın çoğunluğunu probiyotik dediğimiz faydalı mikroorganizmalar, az bir kısmını da patojen bakteri ve mantarlar oluşturur. Probiyotik bakteriler sindirim, emilim vazifeleri yanında vitamin, enzim, serotonin, dopamin, noradrenalin gibi nörotransmitterleri üretir, immün sistem üzerine de tesir eder.
Bağırsak florası, vücuda parazit, toksin, kimyevî madde girmesini engelleyen bariyer vazifesi görür. Faydalı flora bakterileri, organik asitler üreterek bağırsakta hastalık yapan mikropların üremesini engeller. Bu bakteriler, K2 vitamini gibi bazı vitaminlerin sentezlenmesinden de sorumludur. Florayı oluşturan bakterilerin türleri, dokudan dokuya, kişiden kişiye ve ırktan ırka değişir. Aynı kişinin ağız florasıyla kalın bağırsak florası farklıdır. Yakın temasla kişiden kişiye flora aktarımı da söz konusudur. Aynı evde yaşayanların floraları benzerdir. Bağırsak disbiyozisi olan annelerin bebeklerinde normal bir bağırsak florası gelişemez. Bu bebekler sık sık enfeksiyon geçirirler.
BAĞIRSAK FLORAMIZI BOZAN DURUMLAR
Antibiyotik kullanımı, bağırsak florasını daha çok bozar. Aşılar da floraya olumsuz yönde tesir eder. Gerekli tedbirler alınmazsa, fizyolojik/psikolojik birtakım hastalıkların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bağırsak florasını bozan en önemli faktör, antibiyotiklerdir. Gereksiz antibiyotik kullanımı, zararlı bakteriler yanında faydalıları da yok edeceğinden floraya çok fazla zarar verir. Antibiyotiğe maruz kalmış hayvan etleri, meyve ve sebzelerin yenmesiyle de bir geçiş söz konusudur.
Ağrı kesiciler, antidepresanlar, uyku ilaçları, doğum kontrol ilaçları, psikiyatrik ilaçlar, kemo ve radyoterapi, cerrahî işlemler bağırsak florasını bozarlar.
İşlenmiş, katkı maddesi, koruyucu kullanılmış bütün paketli gıdalar, şekerli-unlu gıdalar da floraya olumsuz yönde tesir eder. İşlenmiş unlu gıdalar, bağırsakta patojen mikroorganizmaların artışına sebep olan kötü bir ortam meydana getirirler ki, bu ortam, parazit ve bağırsak kurtlarının çoğalmasına yol açar. Alkol, stres, aşırı fizikî yorgunluk, toksik maddelere mâruz kalmak, hazır mamalar ve sezaryen doğum, florayı bozar.
Günümüzde fast-food yiyecekler, işlenmiş paketlenmiş ürünler, çok sık kullanılan antibiyotik ve ağrı kesiciler, artan sezaryen doğumlar, kimyevî ilaçlamalar sebebiyle neredeyse hepimizin florasının bozuk olduğunu söyleyebiliriz. Bunun neticesi olarak, başta beyin olmak üzere organlar zehirlenmeye maruz kaldığından, doku ve organların yapısı bozulmakta ve fonksiyonlarını yapamaz hâle gelmektedirler. İlerleyen zamanda DNA’nın yapısı bozulur ve genetik yatkınlığa göre, çeşitli hastalıklar ortaya çıkar.
Neticede sağlıklı ve doğru beslenmenin beden ve ruh sağlımız için ne kadar önemli olduğu bir kere daha görülmektedir.
BAĞIRSAK FLORAMIZIN SAĞLIĞINA UYGUN GIDALAR
Bağırsak floramızın sağlığına uygun gıdaları şöyle sıralayabiliriz:
Yumurta,
Et, organik tavuk, balık, kabuklu deniz ürünleri, et-kemik suları, tavuk suyu, balık suyu ve bunlarla yapılmış sebze çorbaları,
İşkembe, paça çorbaları,
Meyveler,
Nişastasız sebzeler (havuç, kabak, lahana, karnabahar, brokoli, enginar, kereviz, pancar, sarımsak, soğan, mantar, karalahana, bal kabağı, ıspanak),
Kabuklu yemişler (çiğ kabuklu olarak alınmalı, kabuklarıyla 24 saat tuzlu suda veya peynir altı suyunda bekletilmelidir),
Yağlar (arıtılmış tereyağı, soğuk sıkım zeytinyağı, hindistan cevizi yağı, çörek otu yağı, keten tohumu yağı, susam yağı),
Bal (organik)
İçecekler (sebze-meyve suları, taze zencefil çayı, badem sütü, filtre edilmiş mineralli sular, kambu çayı, şalgam suyu, maden suyu),
Kaya tuzu veya deniz tuzu,
Probiyotik gıdalar (yoğurt, peynir, ekşi krema, lahana turşusu, fermente sebze suları).
Kaynak: Nejla Baş, Şebnem Dergisi, Sayı: 164

http://www.islamveihsan.com/bagirsak-florasini-duzenleyen-gidalar.html



26 Ekim 2018 Cuma

AİLEDE ŞEFKAT VE NEZAKET DİLİ Diyanet Cuma Hutbesi


TARİH: 26.10.2018 Diyanet Cuma Hutbesi


 ْمُكَ نـْيَ بَلَعَجَ ا و َهْيَلِ وا ا ُ۪ٓـنُكْسَتِ لً اجا َوْزَ اْمُكِسُفْنَ اْنِ مْمُكَ لَقَلَ خْنَ آ۪ هِاتَيٰ اْنِمَو َونُرَ كَفَتَ يٍمْوَقِ لٍ اتَيَٰ  لَ َكِلٰ ف ي ذ َ نِ اًًۜةَمْحَرَ وًةَ دَوَم َ َ و سَ وِهْيَلَ عَُ ي اللّ َ لَ صَِ  اللّ ُول ُسَ رَالَق :َمَ ل ِ ِ لْمُكُرْيَ خْمُكُرْيَخ . لْمُكُرْيَ ا خَنَأَ وِهِلْه ىِلْه



AİLEDE ŞEFKAT VE NEZAKET DİLİ Diyanet Cuma Hutbesi


Muhterem Müslümanlar!

İslam, cahiliye dönemine ait olan her türlü kötü söz ve alışkanlığın son bulduğu, imanın ve güzel ahlakın hâkim olduğu bir saadet asrı inşa etmiştir. İslam’ın ilk muhatapları olan sahabe-i kiram, iyi huylu, güzel sözlü, halis niyetli insanlardan oluşan seçkin bir topluluktur. Onların ardından gelen nesillere ve bugün bizlere yakışan da ashâb-ı güzîni örnek almaktır. Onların Kur’an ile kıvam bulan, sünnet ile yoğrulan hayat tarzını çağımıza yansıtmak, güzel ahlakın, şefkat ve merhametin öncüleri olmaktır.


Kıymetli Müminler!

Sözün en güzelini, en yakınlarımız hak eder. Nezakete, hoşgörüye, en özenli sevgi ve saygı davranışlarına layık olan, ailemizdir. Bu yüzden Peygamber Efendimiz “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım”1 buyurmuştur.

Resûl-i Ekrem (s.a.s)’in kendi ailesiyle iyilik ve ihsan üzerine kurduğu ilişkiyi bize model olarak göstermesi son derece değerlidir. Çünkü aile bir ömür boyu sevgi, huzur ve güvenin yaşanacağı en samimi ortamdır.


Aziz Müminler!

Allah Teâlâ, aile ile bize dede, nine, anne, baba, eş, çocuk, torun ve kardeş olmayı lütfetmiştir. Aile, anne yüreğinin güzelliği, baba ocağının bereketidir. Eşler arasındaki sevginin ve sadakatin derinliğidir. Evladın anne babaya gösterdiği hürmet ve ikramın genişliğidir. Kur’an-ı Kerim’de Yüce Rabbimiz aile gibi değerli bir hazinenin önemini bizlere şöyle bildirmektedir: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet var etmesi Allah’ın varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”2


Kıymetli Müslümanlar!

Huzurlu bir aile, sevgi ve fedakârlıkla kurulur. Adalet ve vicdanla ayakta durur. Ülfet ve merhametle korunur. En sıkıntılı anlarda bile, gönül alıcı bir çift söz
aileyi birbirine kenetler. Büyük-küçük her cana saygının hâkim olduğu bir ailede, rahmet konuşur, şiddet susar. Kadın-erkek her ferdin şefkat kuşandığı bir ailede, ima ile de olsa can yakılmaz, gönül yıkılmaz.  


Nitekim Sevgili Peygamberimiz hayatı boyunca kimseyi incitmemiştir. Eşlerine karşı daima anlayışlı, sabırlı, nazik ve hoşgörülü olmuştur.  “Mümin bir kimse eşine karşı nefret beslemesin. Onun bir davranışından hoşlanmasa da razı olduğu bir başka davranışı mutlaka vardır”3 buyurarak bizleri olumluyu görmeye, insaflı olmaya davet etmiştir.


Muhterem Müslümanlar!

Hayırlı bir mümin, hayatın çilesini onunla birlikte çeken, derdine ortak olan, sevincine eşlik eden aile bireylerinin kıymetini bilir. Onların Allah’ın birer nimeti oldukları kadar, aslında emanet de olduklarının farkına varır. Mümin olmanın yani “elinden ve dilinden emin olunan kimse”4 vasfını taşımanın önce ailede başladığını idrak eder.

Hayırlı bir eş, nikâhlanırken verdiği söze sadık kalır. Ahdine vefa gösterir. İyi bir baba, ailesinde adil ve merhametli haliyle sevilir. Aile bireyleriyle iyilik yolunda her daim gönül birliği içinde, kol kola, omuz omuza yürür.


Değerli Müslümanlar!

Aile içinde huzur ve mutluluk, sağlıklı bir iletişimle kalıcı hale gelir. Sevgili Peygamberimiz “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun”5 buyurmuş, müminlere daima hayrı dile getirmeyi ve hayırlı olanın peşinde koşmayı öğütlemiştir. Bu öğütlerin muhatabı olarak bizlere düşen de güler yüzümüzü, güzel sözümüzü, takdir ve teşekkürümüzü ailemizden esirgememektir.


Aziz Müminler!

Acısıyla, tatlısıyla ömür yolculuğunu birlikte geçirdiğimiz ailemizin değerini bir kere daha hissedelim. Eşlerimize ve evlatlarımıza karşı müşfik ve nazik olalım. Öfkeyle kalkıp zararla oturmayalım. İncitmeyelim, incinmeyelim. Aksine her hal ve şartta, herkese karşı merhameti ve fazileti kendimize şiar edinelim. Ailede huzursuzluğun sebebi değil, mutluluğun ve güvenin teminatı olalım. Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de bize öğrettiği şu duayı dilimizden düşürmeyelim: “Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.”6                                                          
 

1 Tirmizî, Menâkıb, 63.
2 Rûm, 30/21.
3 Müslim, Radâ’, 61.
4 Müslim, Îmân, 65.
5 Ebû Dâvûd, Edeb, 122, 123.
6 Furkân, 25/74.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü


http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/Sayfalar/HutbelerListesi.aspx