31 Aralık 2015 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Cenneti İstemek, Cehennemden Sığınmak

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Cenneti İstemek, Cehennemden Sığınmak

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Bismillâhir-rahmânir-rahîm

Cenneti İstemek, Cehennemden Sığınmak

Üçüncü bir hadis-i şerif... Üç olsun, hem de bu çok müjdeli ve de kısa; bunu da okuyalım, sohbetimiz tamam olsun. Enes RA'dan rivayet edilmiş.

RE. 517/4 (Yeklüllàhu teàlâ: Ünzurû fî dîvâni abdî femen raeytümûhü seelenil-cenneh a'taytühû, ve men isteàzenî minen-nâr, üiztühû?)

Bu çok müjdeli bir hadis-i şerif, sevgili izleyiciler ve dinleyiciler. Bununla herhalde gönlünüz çok rahat edecek. Peygamber Efendimiz diyor ki:

"Allah-u Teàlâ Hazretleri buyurur ki: (Ünzurû fî dîvânı abdî) Ey melekler, kulumun amel defterine bakın!" Divan, kocaman amel defteri; sevapları, günahları, ömrü yazılmış. "Bakın bakalım amel defterine! (Femen raeytümûhü seelenil-cenneh ) Bu defterini karıştırdığınız zaman, şöyle incelediğiniz zaman, kimin cenneti istediğini gördüyseniz; hangi kulum, 'Yâ Rabbi, bana cennetini ver!' demişse, (a'taytühû) ben ona istediğini vereceğim." Yâni onu cennetime sokacağım.

(Ve men isteàzenî minen-nâr) Bakın gene defterine, hayatına, faaliyetine; kim cehennemden sığınmışsa bana, 'Yâ Rabbi, beni cehenneme sokma, ateşlere yakma! Cehennemden azad ettiğin, cennetine dâhil ettiğin kullarından eyle!' diye dua etmişse; (üiztühû) onu da cehennemden koruyacağım." buyurur.

(Allàhümme ecirnâ minen-nâr) "Yâ Rabbi, bizi cehennemden kurtar, uzaklaştır! (Ve edhilnel-cennete meal-ebrâr) Bizi salâh sahibi, birr ü takvâ sahibi kullarınla beraber cennetine sok!" diye Peygamber Efendimiz'in öğrettiği dua var. Sabah ve yatsı namazından sonra yedişer defa söylenen dua var. "Yâ Rabbi senden cenneti istiyoruz; cehennemden sana sığınıyoruz." diyoruz.

"Kim cenneti istiyorsa, ona istediğini vereceğim; kim cehennemden bana sığınmışsa, bakın defterine, onu da cehennemden koruyacağım, cehenneme atmayacağım." buyuruyor.

Demek ki erhamür-râhimîn olan, yâni merhametlilerin en merhametlisi olan, merhametlilere o güzel merhamet duygularını bahşeden, veren Rabbimiz; ekremül-ekremîn olan Rabbimiz, cömertlerin cömerdi olan Mevlâmız, her şeyimizi bize veren Rabbimiz, o kadar cömert ki, defterine baktıracak; cenneti isteyene cenneti verecek, cehennemden sığınanı da cehennemden azad edip, cehenneme atmayacak. İstediğini verecek, onu da cehennemden koruyacak.

O halde aziz ve muhterem kardeşlerim, erhamür-râhimîn olan Mevlâmızı unutmayalım! Ona kulluğu güzel yapmak hayatımızın amacıdır, bir numaralı meselesidir. Ona kulluğu güzel yapmağa gayret edelim! cenneti kazanmağa çalışalım, cehennmeden Allah'a sığınalım!

Allah bizi cehenneme atmadan, ateşlere yakmadan, azaba uğratmadan, sevdiği kullarıyla beraber, dühûl-u evvelîn ile, ilk girenlerle beraber cennetine lütfuyla, keremiyle dahil eylesin... Habîb-i Edîbine cümlemizi komşu eylesin... Cemâliyle müşerref eylesin, selâmına mazhar eylesin, rıdvân-ı ekberine dâhil eylesin...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!...
 
DEVAMI=

http://esadcosankulliyati.com/arsiv/cuma/c990226.html


 
 

30 Aralık 2015 Çarşamba

Ahmed Şahin - Yılbaşında kendimizi hesaba çekiyor muyuz?

Ahmed Şahin - Yılbaşında kendimizi hesaba çekiyor muyuz?


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Yılbaşında kendimizi hesaba çekiyor muyuz?


Düşünen her insan hemen anlar ki, geçmişte dedelerimiz, onların da baba, dede ve nineleri de yaşamışlardı bu dünyada. Ama şimdi onlardan bir eser yoktur burada. Amelleriyle baş başa kalıyorlar orada. Şu anda onlara sorma imkânımız olsa da desek ki:

- Biz de sizin gibi hayatı tüketiyoruz burada. Ne tavsiye edersiniz bizlere oradan?

Önce gidenlerin ısrarlı cevapları bizi uyarmaktan başkası olmayacaktır:

-Bizler hayatımızı tam değerlendiremedik, siz bari aldanmayın, sayılı günlerinizi haramlardan, günahlardan korunarak, sevaplarla ibadet ve itaatle değerlendirerek, hesabını verebileceğiniz sevap dolu bir hayatla gelin buraya. Şunu unutmayın ki, gafilce ve dalgınca tüketilen bir ömrün sonu burada derin pişmanlıktır. Biz bu derin pişmanlığı olanca acılığıyla yaşıyoruz burada. Siz bari kaçırmayın fırsatı da, pişman olmayacağınız bir hayat yaşayarak gelin buraya!.

-Ne dersiniz varacağımız yerden gelen bu ısrarlı uyarı ve ikazlara?

Gerçekten biz de onlar gibi pişmanlık duyacağımız bir hayat mı yaşıyoruz yoksa burada? Hep cismanî ihtiyaçlarımızı düşünüyor, cesedimizi beslemeyle mi yetiniyoruz?. Kalbî, ruhî hayatımızı ihmal ettiğimizin farkında dahi olamıyor muyuz yoksa?.. Eğer öyle ise aklımızı başımıza alıp düşünmemiz gerekmez mi hiç olmazsa bu yılbaşında? Hayatımızdan bir seneyi daha tükettiğimizi düşünmemiz gereken bu günlerde?

Hayatını düşünmeden tüketenlere Hazret-i Kur'an ‘gafilce yaşayanlar' tarifi yapmaktadır.

-Onlar zaten düşünmeden gafilce yaşayarak gelenler!

Gazali Hazretleri bu konuda bizleri düşündürmek için ibretli misallere dikkatimizi çeker.

Masum bir öğrenci çok sevdiği hocasını vefatından sonra rüyasında görünce en çok merak ettiği sorusunu şöyle sorar hocasına:

-Aziz hocam der, bizden önce giden sizler nasılsınız orada. Neleri tavsiye edersiniz oradan bizlere?

Evladım der, merhum hocası, buradakilerin en büyük pişmanlığı, oradaki hayatı gaflet içinde geçirmenin acı pişmanlığıdır. Herkes dalgın yaşadığını, düşünmeyi ihmal ettiğini, bir gün buraya geleceğini hesaba katmadan bir ömrü tükettiğinin acısını duyuyor burada. Siz bari aynı hataya düşmeyin, hayatınızı gaflet içinde tüketmeyin. Bir gün buraya geleceğinizi hesap ederek ibadet ve itaatlerinizi, hizmet ve hayırlarınızı orada tam yaparak hesabınızı verebileceğiniz bir sevap sermayesiyle gelin buraya. Sonra siz de bizim gibi bir ömrü gafletle tükettik, sermayesiz geldik buraya.. diye feryat edersiniz ama hiç faydası olmaz bu son pişmanlığınızın burada!..

Evet, Gazali Hazretleri masum bir öğrencinin vefat etmiş hocasından aldığı gaflete dalmadan yaşama uyarısını böyle anlatıyor hayatını gaflet içinde tüketen bizlere.

-Bu durumda ne diyorsunuz, biz de bir düşünsek mi fırsatı kaçırmadan burada? Gerçekten bizler de öncekiler gibi gaflet içinde mi yaşıyoruz burada? Biz de harcadığımız sene sonunda, harcayacağımız yeni senenin de başında nefsimizi bir hesaba çeksek mi? En azından hesabını veremeyeceğimiz yanlışlarımız olduysa tövbe, istiğfarla onları bir daha tekrar etmeme kararı alsak mı? Yapamadığımız ibadetlerimizi, hayır hasenat hizmetlerimizi de yapma azmine girsek mi bu yılbaşında? Fırsatlar geçmeden, sahip olduğumuz imkanlar da uçmadan!

-Yoksa boş mu ver? Ömrümüzden bir sene daha gittiği halde, sanki bir sene daha kazanmış gibi ‘vur patlasın çal oynasın' düşüncesizliğine düşenlere biz de katılarak malum tekerlemeyi biz de mi tekrarlasak: Ayağını sıcak tut başını serin; hayatını yaşa, düşünme derin!..

Fakat unutmamak gerek ki, hayatını böyle düşünmeden tüketen gafillerin sonunda duydukları pişmanlık öylesine derin oluyor ki, tüm ruhlar âleminden duyuluyor onların feryatları.

-Ne dersiniz?.. Hiç olmazsa yılbaşlarında böyle bir muhasebe yapma şuuru göstermemiz gerekmez mi? Hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşama azim ve aşkında olmamız icap etmez mi? Çok mu yanlış düşünce ve sorular bunlar?

Muhasebesini yaparak yaşayacağımız mutlu yıllar dileğimizle.
 
 
 

29 Aralık 2015 Salı

CENAB-I HAK KULUNU SEVERSE..

CENAB-I HAK KULUNU SEVERSE..


Sevgili Facebook arkadaşım öğretmen Gülümce Yıldız hocamdan çok güzel bir paylaşım:


Büyük âlim Ebu İshak Şirazî hazretleri, bir gün sevdikleriyle sohbet ediyordu..

- Allahü Teala bir kulunu severse, ona iki nimet verir, buyurdu.

- Onlar nedir? diye sordular.

Buyurdu ki:
- Birincisi, sevdiği bir kulunu tanıtır ona.

İkincisi insanların dünyasına veya ahiretine faydası olan bir işte çalıştırır o sevdiği kulunu.

Sordular:
- Daha çok severse hocam?

- O zaman dert ve bela verir ona.

- Sevdiği kuluna mı dert bela verir?

- Evet. Ama bu dertleri nimet bilir o kimseler.

Derd ü belayı kemente benzetmiştir büyükler. Cenab-ı Hak, bu kementle tutup kendine çeker sevdiklerini.

***

Cenab-ı Allah, günahkar Celal kulunu sevmiş olmalı ki,
Beş Allah dostunu, fakirle dost olmayı nasip etti, sonsuz şükürler olsun...

Efkan Vural, Yusuf Eseroğlu, Ersal Özkan, Cemil Tokpınar ve Hayat Nur Artıran...

 
 

Ahmed Şahin - Mümine mahsus koruyucu sabır şükür anlayışı!

Ahmed Şahin - Mümine mahsus koruyucu sabır şükür anlayışı!


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Mümine mahsus koruyucu sabır şükür anlayışı!


İnsan bazen sıkıntıların içindeki zahmetlere kilitlenip kalıyor, arkasından gelebilecek rahmetleri düşünemez hale bile gelebiliyor. Halbuki, sıkıntı ve üzüntülerin mümine mahsus özel ve güzel koruyucu sonuçları da söz konusudur.

Bundan dolayı deniyor ki: Müminlerin üzüntülerinde sabır, sevinçlerinde de şükür hissi hakim olur.

Bu sebeple her iki halinde de müminler hep kazanır, hiç kaybetmezler. Ayakta kalır, yıkılmazlar!

Nitekim hep cennetlik amel işlemeyi isteyen bir adam, Efendimiz (sas) Hazretleri'ne gelerek:

-Ya Resulallah der, bana öyle bir iş haber ver ki onu yapınca cennetlik iş yapmış olup cennete layık hale geleyim! Aleyhissalat-ü Vesselam Efendimiz şöyle cevap verir bu hep cennetlik iş yapmak isteyen adama:

-Allah'ın senin hakkındaki takdirlerini ya sabırla, ya da şükürle karşılarsan, cennete layık amel işlemiş olur, cennete layık hale gelirsin bu sabır ve şükür duyguların sayesinde.

Demek ki bütün mesele bu sabır ve şükür duygusunda derinleşip teslimiyet ve tevekkülde gelişmekte..

Efendimiz (sas) Hazretleri, müminin her halini hayra çeviren bu sabır ve şükür duygusunu başka bir hadisinde daha geniş şekilde tarif ederek buyurur ki:

-Hayret edilir müminin haline. Üzücü bir musibetle karşılaşsa sabreder kazanır, sevindirici bir nimetle karşılaşsa şükreder yine kazanır. Yani mümin bu özel koruyucu vasfı sayesinde her olayı hakkında hayra çevirebilen mutlu ve huzurlu insan olma örneği verir çevresine!.

Mümininin yaşadığı bu sabır imtihanını tarif eden Lokman Hekim de der ki:

-Nasıl kıymetli maden parçası ateşe tutulunca üzerindeki pası dökülüp altından öz cevheri çıkarsa, Allah'ın sevdiği kulları da maruz kaldıkları musibetleri sabır ve tevekkülle karşılamaları halinde günah kirlerinden arınmış olarak saf iman cevheriyle çıkarlar Allah'ın huzuruna.

Maneviyat büyükleri, müminin maruz kaldığı musibet ve sıkıntıları iki kısma ayırırlar.

- Manevi derecesinin yükselmesi için gelen sıkıntılar. İşlemiş olduğu günahın cezasını ödemesi gelen musibetler. Şurası da kesindir ki, her iki hal de kulun lehinedir. Çünkü kul burada günahının cezasını çekmezse ahirete tehir edilir. Ahiretin cezası ise dünya ile kıyaslanamayacak kadar ağır ve acı olur. Bundan dolayı kamil insanlar maruz kaldıkları musibet ve sıkıntıları, günahlarının peşin cezası diye yorumlayarak ayrıca bundan sevinç duymuşlar, musibetin içinde de yine bir nevi mutluluk hissetmişler..

Nitekim sahabeden bir zat, cahiliye devrinde tanıdığı bir kadınla yolda karşılaşır. Ayaküstü sohbetten sonra ayrılıp giden kadının arkasından bakmaya devam eder. Bu sırada önündeki çukura kayan ayağı sakatlanır. Sonra Resulüllah'ın (sas) huzuruna gelerek kadına bakarken ayağının kırıldığını anlatınca Efendimiz (sas) şöyle bir hatırlatmada bulunur:

-Allah, bir kulunu severse onun işlemiş olduğu hatasının cezasını peşin olarak dünyada verir, ahirete tehir etmez!

Demek ki, maruz kaldığımız sıkıntılar işlediğimiz yanlışlarımızın bir bakıma cezasını teşkil ediyorsa, buna da üzülmemek, aksine sevinmek bile mümkün.. Ahirete tehir edilmeyip dünyada ödemek söz konusudur çünkü.

Kaldı ki, dünyevî sıkıntılar korkulacak sıkıntılar da değildir. Asıl korkulacak sıkıntı ve musibet, dine gelen sıkıntı ve musibettir. Dinin emrini yaşama aşk ve şevkinden mahrum kalma musibetidir. Bu musibetin insana kazandıracak hiçbir hayır yanı yoktur. Ama dünyevî musibetin verdiği zahmet burada kalır, kazandırdığı rahmet ise ahirete kadar gider…

İşte bu farktan dolayıdır ki maneviyat büyüğü Sehl bin Abullah'a şikâyette bulunan bir adam “Camiye gelince evime giren hırsız altınlarımı çalıp götürmüş!” diye şikayette bulununca şöyle cevap vermiş:

-Bunlar dünyana gelen musibetlerdir, dinine değil. Ya musibet dünyana değil de dinine gelse de, şeytan kafana girip şüphe ve tereddütler vererek kalbinden imanını, gönlünden de dinini yaşama aşk ve şevkini çalsaydı ne olurdu halin? Unutma der maneviyat büyüğü: Ahirete altınsız, gümüşsüz gidilir, ama İslam'ı yaşama aşk ve şevkinden mahrum gidilmez. Sen İslam'ı yaşama aşk ve şevkini korumana bak. Gerisi sevabını çoğaltan musibetten ibarettir, üzülmeye değmez!

Fatebiru ya ülilebsar! Düşünün ey sabır şükür sahibi mutlu müminler!
 
 
 

28 Aralık 2015 Pazartesi

Duaların kabulü için gereken 3 şart

Duaların kabulü için gereken 3 şart

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
25 Aralık 2015, 04:26
 
De ki: Eğer duanız olmazsa Rabbim size niçin değer versin ki?” (Furkan suresi, 25/77)
 
Dualarımızın Hak katında makbul olabilmesi için bazı şartlara dikkat edilmesi gerektiği âlimlerimiz tarafından belirtilmiştir. Her işin bir usul ve adabı olduğu gibi, hayattaki belki en önemli şeylerden sayılabilecek duanın da mutlaka bir usul ve adabı vardır.

  1. En başta geleni tabii ki o duanın ihlaslı bir şekilde yapılması olacaktır. Bediüzzaman Hazretleri’nin beyanları içerisinde ihlâslı bir dirhem amel, ihlâssız yapılan batmanlarca amele tercih edilir. İhlâs öyle bir iksirdir ki içine girdiği ameli birdenbire sanki canlandırır ve Rabbimiz’in katına ulaşmasına bir vesile olur. İhlâssız ameller ise tabiri caizse ruhsuz kadavralar gibidir. Herhangi bir hayat emaresi görülmediği gibi, hedefe ulaştırabilecek fonksiyonlara da sahip değildir. Hatta Rabbimiz, ihlâslı olduğu müddetçe kâfirin -dünyevi- amelini bile mümininkine tercih etmektedir. Zira günümüzde, İslam âleminin içinde bulunduğu fakr-u zarureti ancak bu şekilde açıklayabiliriz. 


  1. Dualarımızın kabulüne vesile olabilecek bir diğer unsur ise; temiz bir şekilde Allah’a yalvarıp yakarmaktır. Dilini, gereksiz sözlerden ve lağviyattan, kalbini, günahların hasıl ettiği kirlerden, midesini, haram lokmadan, bedenini, haram maldan koruyan kişinin yapacağı dua o kadar çabuk kabul olur ki adeta kul, daha ellerini indirmeden, Yüce Rabbimiz o duaya icabet eder. Ne var ki, hikmeti gereği, kulunun isteğini bazen tehir edebilir.



  1. Bir diğer sebep ise duamızı, inanarak ve Rabbimizin gerçekleştireceğini umarak, ısrarla yapmaktır. Tirmizi’de geçen bir hadis-i şerifte Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Siz, kabul edileceğine yakînen inanarak Allah’a dua ediniz. Allah’tan gafletle yapılan dua kabul olmaz.”


Çekiliş kuponlarından kazanılanlar helâl midir?
 
Cevap: Taraflardan birinin kazanıp diğerinin kaybettiği bütün şans oyunları kumara girer. Sadece kazanan tarafın kârlı çıktığı, kaybedenin ise zarara uğramadığı uygulamalar ise kumar niteliğinde değildir. Buna göre; marketlerde ve mağazalarda işyeri sahiplerinin, alışveriş yapan müşterilerine verdikleri çekiliş kuponuna hediye çıkması durumunda, müşterilerin, çıkan hediyeleri almalarında bir sakınca yoktur. Çünkü müşterilerden birinin kazanması halinde diğerleri bir şey kaybetmemektedir.
Ancak, âlimlerimiz burada iki hususa dikkat çekmişlerdir:
 
  •  Çekilişe giren müşteri, hediye için alışveriş yapmamalıdır. Eğer alışveriş, hediye için yapılırsa bu kumara girer.
  •  Çekilişi yapacak olan firma hediye vereceğinden dolayı malın değerini arttırmamalıdır. Eğer arttırırsa yine bu çekiliş kumar olur.


Çekilişe katılmak için ayrıca bir ücret ödenmesi veya ücretli bir mesaj gönderilmesi gibi durumlarda, yatırılan para üzerinden şans yolu ile kazanç elde etme durumu söz konusu olacağından yapılan çekiliş işlemi kumara girer.


 
 
 
 

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-96

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-96

SEVGİLİ EFKAN HOCAM Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ... 

SEVGİLİ EFKAN HOCAM , YAZIDAKİ KONULARI VE ÇOK KIYMETLİ TAVSİYELERİNİ MADDELER HALİNDE ÖZETLEMİŞ AŞAĞIDAKİ YAZININ SONUNDA...

Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...


Sevgili Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.

http://celal1973.blogspot.com.tr/2013/03/trabzonlular-genelde-pozitif-insanlardr.html
Efkan hocamı anlattığım 2013'teki yazıyı okumak için resme tıklayınız

Benim namaza başlamama -oturarak teyemmümle nasıl kılacağımı öğreterek ve namazın önemini anlatarak- vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.

YALNIZ ŞUNU BELİRMEK İSTİYORUM. BEN BUNLARI YAYINLARKEN EFKAN HOCAMA HEP ŞUNU DEMİŞİMDİR:

HOCAM UTANIYORUM, İNŞALLAH BİRGÜN VUSLAT OLUNCA BUNLARI YAYINLAMAN DAHA GÜZEL OLMAZ MI?

OLSUN CELAL MERAK ETME, SEN ÖLÜRSEN YİNE YAYINLARIM... DİYOR.

Çok emek harcayıp özet haline  getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi komşu yapana hamdolsun...


http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-96/Blog/?BlogNo=518128

Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-96


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-96
 

Celal ÇELİK ’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini, sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını gözden geçirerek kısa ve öz olarak sizlere sunmaya devam ediyorum.

İsteyen bir yolunu bulur, istemeyen de bir bahane!

Cenab-ı Hak Kuran-ı Kerim’inde yetmişten fazla ayette, biz kullarına namazı emrediyor. Evet emir; tavsiye veya rica değil...

“Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin, peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin.” (Nur suresi, 56. ayet)

Peygamber Efendimiz SAV mahşerde kulun ilk sorgusunun namazdan olacağını bildirmiştir.

Namaz kılmamak için nefsimiz -şeytanın teşvikiyle- çok vesvese verir. Evet, uyanık olacağız, o -kötülüğü emreden- nefsi dinlemeyeceğiz.

Sevgili Mevlevi yazar Hayat Nur Artıran hocamız nefsi ateşe benzetmiştir. Yani onu kontrollü kullanmamız gerek. Ateşi kontrol edemezsek ısınırken veya çay demlerken evi yakarız...

Mesela, acıktığımızda nefis beyne bir sinyal gönderir; hadi acıktım ya. Biz kontrol altında tutmazsak nefsin esiri olur, yedikçe yer ve çok kilo alırız, tembelleşiriz ve ibadet yapmak zor gelir.

Hayat Nur Artıran hocamız bir sohbetinde de, insan nefsini bir bineğe benzetmiştir. Nefsin her istediğini yaparsak, zamanla ona esir oluruz, diye açıklamıştır.

Nur hocamız, aslında Nasrettin hocanın eşeğe ters binmesini de, bu manada anlamamız gerekir, dedi. Eşeğe ters binmek, nefis bineğinin isteklerine uymamayı temsil ediyor.

Yani kısacası, şeytandan ders alan o kötülüğü emreden nefsi dinlemeyeceğiz. Çünkü, o huzurdan kovulan kibirli şeytan, bizi ibadetten uzaklaştırmak ister .

Evet dinlemeyeceğiz, nefis çok bahaneler üretir. Vaktim yok, şimdi işim var, işyerinde hoş karşılanmaz, namaz kılacak yer yok, hergün beşer defa kılmak usanç veriyor...

Eğer insanın güçlü bir imanı varsa, bahane üretmek yerine çözüme odaklanır.

Muhabbet Selam Vermekle Başlar

Youtube’daki bir sohbette hocanın birisi şöyle bir anı anlatıyordu:

Geçen yaz bir yere gidiyoruz. Trafik sıkıştı, durduk. Baktım bir amca iki yolun ortasındaki çimleri biçiyor. Camı açtım, Selamünaleyküm amca, dedim.

Aleykümselam, dedi. Nasılsın, iyimisin, dedim. Sağol da çıkaramadım, dedi.Gülerek dedim ki, ben seni tanıyorum. Anamız Havva, babamız Adem, dinimiz, vatanımız, dilimiz bir ... vs.

Adam gülümsedi, trafik açılana kadar epey sohbet ettik. Görseniz adam nerdeyse evine yemeğe çağıracak.

Milletimiz aslında muhabbet istiyor. Muhabbeti kurmanın başlangıcı selam vermektir. Bu medeniyet tüm dünyada bencillik ve soğukluğu yaymış.

Evet dostlar, hergün yüzlerce ölüm haberi görüyor, okuyoruz. Artık silkinip kendimize gelelim mi?

Ölüm bu kadar yakın, bugün ölsek yarın toprak altındayız.

Bu dünya kısa ve fani. Aldanmayalım...

Ömür seryamezi boş işlerle tüketmeyelim...

Şimdi de Yunus Emre’ye kulak verelim:


 Ben gelmedim dava için,

Benim işim sevgi için

Dost'un evi gönüllerdir,

Gönüller yapmağa geldim

***

Gelin tanış olalım,

İşi kolay kılalım,

Sevelim sevilelim,

Dünya kimseye kalmaz

Sevgili Celal ÇELİK’in yazılarından özetleyerek yukarıda sunduğum yazı ışığında aşağıdaki sonuçlara ulaşmamız mümkün olabilir:

1-Namaz ibedetlerin önemlisi ve en başta gelenidir.

2-Şeytan her ibadeti ve her iyi işi engellemek ister.

3-Nefisler şeytanın temsilcisidir. Bu yüzden nefis insanı her zaman kötülüğe sevk eder.

4-Aklımızla ve imanımızla nefsimizi kontrol altına almalıyız.

5-Selam insan olmanın ilk anahtarıdır.

6-Önce selam gelir,sonra kelam (söz) gelir.

7-Dostluklar ve muhabbet selam vermekle başlar. Selamı aramızda yaygınlaştırılmalıyız.

9-Selam İslam dininin şifresidir.

10- Selam güvenli yaşam ve barış demektir.

11-Büyük Tasavvuf şairimiz Yunus Emre bizi, biz yapan en büyük değerlerimizdendir.

12-Sevginin dışında kalan kötü şeyleri içimizden atalım. Bütün Millet bir olalım inşallah....
 
Efkan Vural

 (Devam edecek)

 

27 Aralık 2015 Pazar

Ahmet Yesevi ( 1093 - 1166 )

Ahmet Yesevi ( 1093 - 1166 )



Ahmet Yesevi... Türklerin manevî hayatına asırlarca hükmeden, Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu; Arslan Baba’dan teslim aldığı emaneti, insanlara “hikmet”leri aracılığı ile damla damla özümseten; kutsal emaneti Horasan Erenleriyle dünyanın dört bucağına ulaştıran; Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan, “Pîr-i Türkistan”, Büyük Veli, öncü şair...

Ahmet Yesevi’nin hayatı hakkında bilinenler menkıbelere dayanmaktadır. Eldeki bilgilere göre, Çimkent şehrine bağlı Sayram kasabasında, bazı kaynaklara göre ise bugünkü adı Türkistan olan Yesi’de doğmuştur.

Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1093 yılında doğduğu, 73 yıl yaşadığı ve 1166 yılında vefat ettiği kabul edilmektedir.

Babası Sayram’ın meşhur mutasavvıflarından olan İbrahim Ata (İbrahim Şeyh), annesi ise Sayramlı Musa Şeyhin kızı Ayşe Hatun’dur. Yedi yaşındayken annesini, ardından babasını kaybetmiş ve ablası Gevher fiehnaz tarafından büyütülmüştür.

İlk eğitimini babasından alan Yesili Ahmet, manevî eğitimini Yesi’de devrin meşhur mutasavvıfı Arslan Baba’dan almıştır. Daha sonra Buhara’ya giderek Yusuf Hemedani’nin yanında manevi eğitimini tamamlamış ve onun ölümü üzerine 1160’da halife olmuştur. Bir süre sonra da Yesi’ye dönerek, hayatının kalan kısmını insanları irşatla geçirmiştir.

Altmış üç yaşına geldiğinde tekkesinin avlusuna yaptırdığı çilehaneye girmiş ve ömrünü burada tamamlamıştır. Türbesi, Türkistan şehrindedir.

Yahya Kemal, Ahmet Yesevi’nin Türk tarihi bakımından önemini; “fiu Ahmet Yesevi kim, bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız.” sözleriyle ifade eder.

Tasavvufi Türk halk şiirinin öncüsü olan Ahmet Yesevi, düşüncelerini yayabilmek için millî nazım şekli olan dörtlüklerle, hece vezninde, yalın bir Türkçeyle şiirler yazmıştır.

“Hikmet” adı verilen ve Divan-ı Hikmet adıyla bir kitapta toplanan şiirler, İslamiyetin Türkler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır.
 
 
 

26 Aralık 2015 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - İslamiyet bir hayat tarzıdır…

Hekimoğlu İsmail - İslamiyet bir hayat tarzıdır…


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

İslamiyet bir hayat tarzıdır…


İslamiyet, bir hayat tarzıdır. “Şahadet ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed (sas), O'nun kulu ve Resulü'dür.” diyoruz; kelime-i şehadetin içinde bir hayat şekli vardır. Helal dairede bir hayat... Haram daireden uzak bir hayat...

Mesela Alâk Sûresi nazil olurken yeryüzünde Peygamberimiz (sas) tekti. İslam toprakları O'nun mübarek ayaklarının bastığı yer kadardı. Müşrikler, her türlü haramı işlerken, berbat bir hayat yaşarken, Kur'an-ı Kerim'in inmesiyle her türlü kötülüğü, pisliği, tembelliği terk ettiler. Her türlü iyiliği yaşamaya başladılar. Böylelikle Müslümanlar birken milyarlarca oldu. İslam toprakları kıtalara yayıldı. Çünkü Peygamberimiz (sas), yaşayan Kur'an'dı.

Güzel ahlâkı, ticaretteki dürüstlüğü, adaleti, hoşgörüsü, merhameti ve şefkati, Allah'a karşı teslimiyetiyle toplumda herkes için örnekti. Bunun için de daha peygamber olmadan Mekke halkı O (sas)'na “Muhammed-ül Emin” lakabını vermişti. Tevazu ve edep sahibiydi; mesela insanlara önce kendisi selam verir, devlet reisi olduğu halde bir meclise girdiği vakit nerede boş yer varsa oraya otururdu. Pazara gider, elbisesini yamar, kendi hizmetini kendisi yapardı. İşte biz böyle bir Peygamber'in ümmetiyiz…

İslamiyet Allah'a teslimiyeti gerektirir. O (sas), onlarca defa tehlikeyle karşılaştığı halde en ufak bir zaaf göstermemişti.

Ümmetine düşkündü; İslam'ı tebliğ için Taif'e gidip de orada taşlandığı vakit melek imdadına gelip, “Ey Allah'ın Elçisi!” , “Allah, o insanların size yaptıklarını gördü. Eğer onların üzerine dağları kapatmamı emredersen, söyle, dilediğini yerine getireyim.” demiş, ama O (sas), “Hayır, ben onların nesillerinden yalnız Allah'a ibadet edecek, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayacak insanlar gelmesini dilerim. Ya Rab, bunları affet!” diye dualar etmişti. Biz, işte böyle bir Peygamber'in ümmetiyiz...

Resulullah (sas) sadece insanlara değil, bütün canlılara karşı merhametli olunmasını emretmiştir. Mesela İslam ordusu Mekke üzerine sefere çıktığında, Peygamberimiz (sas) yollarının üzerinde yavrularını emziren bir köpek görünce hemen oraya sahabeden birini nöbetçi dikmişti ki, ordu buradan dikkatli geçsin, bu köpeği ve yavrularını rahatsız etmesin.

Aynı şekilde Mekke fethedildiği gün, geçmişte kendilerine yapılan eziyeti hatırlatarak “Bunların kanı bize helaldir.” diyen ashabına “Bugün barış günüdür.” buyurmuştu. İşte bizler, kin, nefret ve intikam toplumunu sevgi, muhabbet, şefkat ve rahmet toplumuna dönüştüren bir Peygamber'in ümmetiyiz...

Kur'an okuyan, Kur'an'a uygun hayat yaşayan, fakiri doyuran, düşenin elinden tutan, din düşmanlarına karşı savaşan bir Peygamber'in ümmetiyiz...

İslamiyet cahili âlim eden, katile tövbe ettiren, zalimi ıslah eden bir dindir. Peygamberimiz (sas) veda hutbesinde buyurdu ki: “Size iki emanet bırakıyorum. Onlara uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allâh'ın kitâbı Kur'ân-ı Kerim ve Peygamber'inin sünnetidir.”

Geçtiğimiz günlerde Mevlid Kandili'ni kutladık. Peki nasıl kutladık? Peygamber Efendimiz (sas) nasıl yaşamış, hangi sıkıntılara nasıl katlanmış, namazını nasıl kılmış, Allah'tan neler istemiş, ümmetine neleri tavsiye etmiş, bütün bunları düşündük mü? Peygamberimiz (sas)'i sevmenin alameti nedir, diye düşündük mü?

Mademki İslamiyet bir hayat tarzıdır, değişmektir. Yani kötülükten iyiliğe değişmek, haramlardan helallere değişmek... Öyleyse Kur'an'a sarılacağız, sünneti seniyyeye ittiba edeceğiz. O (sas)'nun yaptıklarını kendimize örnek alıp hayatımıza katacağız; çünkü bunlar yoksa, sevmek de yoktur!..

Nasıl ki askerde er de askerdir, general de askerdir. Mevkiler, rütbeler farklı olsa da herkes aynı gayede, aynı yolda bütünleşmiştir. Aynen öyle de Müslümanlar, Kur'an ve sünnette bütünleşmelidir.

İslamiyet ve Resulullah (sas)'ı sevmek bunu gerektirir.
 
 
 
 

25 Aralık 2015 Cuma

Asr-ı Saadet’te yaşasaydınız kimin yanında olurdunuz?

Asr-ı Saadet’te yaşasaydınız kimin yanında olurdunuz?

 
Cemil Tokpınar

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
18 Aralık 2015, 02:32

Önümüzdeki Salı’yı Çarşamba’ya bağlayan gece Mevlid Kandili olduğu için bugünkü yazımızda “Peygamber (a.s.m.) sevgisini işleyeceğiz. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) “Kutlu Doğum”unu yâd etmek için yapılan her faaliyette ona olan özlemimiz, sevgimiz, aşkımız dile getirilir. Peygamber (a.s.m.) aşkını terennüm eden her şiir, ilâhî ve konuşma gözlerimizin dolmasına, kalplerimizin heyecanla çarpmasına vesile olur.
 
Yüreğimizdeki Peygamber muhabbetinin samimî olması için bu sevginin sadece dilde ve gönülde kalmayıp eyleme dönüşmesi gerekir.

“Peygamber sevgisi testi”


Bir tür “sevgi testi” yapabilmemiz için iki sorunun cevabını vermeliyiz:
  •  Acaba Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bugün yaşasaydı nasıl davranır, neler yapardı?
  •  Eğer biz Asr-ı Saadet’te yaşasaydık, kimin yanında olur, kimi model kabul ederdik?
 
İlk sorunun cevabı çok açık:
 
Güzeller güzeli (a.s.m.) bu asırda yaşasaydı, 14 asır önce ne yaptıysa aynısını yapardı.
 
Peki, ya biz o zaman yaşasaydık ne yapardık, kimin yanında olurduk?
 
İki Cihan Serveri’nin (a.s.m.) yanındaki mü’minlerden bir mü’min mi olurduk, yoksa müşriklerin veya münafıkların yanında mı yer alırdık?
 
Eğer mü’minlerle beraber olsaydık hangi sahabe gibi olurduk?
 
Her biri birer yıldız, birer kahraman olan sahabelerin hayatını şöyle gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçirelim: İmanda, ibadette, cihatta, infakta, ahlâkta biz de onlar gibi destan yazabilir miydik?
 
Uzatmayayım: Bu sorunun cevabını verirken elbette bütün mü’minler kendisini sahabelerle omuz omuza hayal eder.
 
Ancak “Biz Asr-ı Saadet’te yaşasaydık, kimin yanında olurduk?” sorusunun cevabı çok kısa ve net olarak şöyle olmalı:
 
Şimdi kimin yanında isek onun yanında olur, şimdi hangi davanın derdiyle dertleniyorsak o zaman da onunla dertlenir, şimdi kim gibi yaşıyorsak onun gibi yaşar, şimdi kimi seviyorsak o zaman da onu severdik.

Gerçek Peygamber âşığı onun yolunda olur


“İtaatsiz sevgi” yetersizdir. Hiçbirimiz Efendimiz’in (a.s.m.) amcası Ebu Talib kadar onu sevip koruyamayız. Ancak itaatsiz sevgi iyi niyetli amellerimizi de boşa çıkarabilir:
 
“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ki amellerinizi boşa çıkarmış olmayın.” (Muhammed: 33)
 
İtaat saadete, isyan azaba götürür:
 
“… Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, Allah onu altından ırmaklar akan Cennete koyar. Kim yüz çevirirse, onu da pek acı bir azapla cezalandırır.” (Fetih: 17)
 
Bu ayetler ışığında Peygamberimizin (a.s.m.) ve onun kutlu yolundan giden sahabe efendilerimizin yaşayışlarını gözümüzün önüne getirip kendi hayatımızla karşılaştıralım.
 
Mesela, Peygamberimiz (a.s.m.) bir günün yarısını mescitte ve namazda geçirirdi. Bizim namazla aramız nasıl? Onun hayatı dua, tefekkür ve zikirle doluydu. Bizim zamanımızın çoğu boş işlerle mi geçiyor, yoksa güzel amellerle mi?
 
Elbette güç yettiremeyeceğimiz olağanüstü ibadetlerin sahibi olalım demiyorum. Hiç değilse farzları yapıp günahlardan kaçabiliyor muyuz?
 
İbadette, itaatte, tebliğde, güzel ahlâkta, dine hizmette hissemiz ne kadar?
 
Eğer sadece “Peygamberimizi (a.s.m.) çok seviyoruz, canımız kurban olsun” diyor, onun bize emrettiği gibi yaşamıyorsak, samimiyet imtihanında geri kalmaz mıyız?
 
Özetle Peygamberimizi (a.s.m.) seviyorsak, onun yolunda ve onun izinde olmalıyız.

 
 
 
 

24 Aralık 2015 Perşembe

Efkan Vural - Hz. Muhammed’in örnekliği

Efkan Vural - Hz. Muhammed’in örnekliği

Sevgili Efkan hocamın yeni yazısı yayınlamış şimdi gördüm.

http://blog.milliyet.com.tr/hz-muhammed-in-ornekligi/Blog/?BlogNo=517780


Hz. Muhammed’in örnekliği


Hz. Muhammed’in örnekliği

Kur’an’da örnek İnsan ve özellikleri

İslam dininde iman, ibadet ve ahlak ilkeleri çok önemlidir. Dinimiz insanı bir bütün olarak ele alır. Allah insanlardan inanmalarını,ibadet etmelerini ve güzel davranışlar da bulunmalarını istemiştir.

Allah insanı mükemmel bir varlık olarak yaratmıştır. Allah bu konuda şöyle buyurur: ”Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.”(Tin Suresi,4.ayet)

Kur’an-ı Kerim’e uygun olarak yaşamını sürdüren kişiler örnek insandır. İslam dininde örnek kişilerin özellikleri kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerimde bir çok ayette belirtilmiştir. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “ Onlar gayba innırlar,namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” (Bakara Suresi,3.ayet)

“Yine onlar (o mü’minler ki) emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.” (Mü’minun Suresi,8.ayet)

“Onlar harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları, bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.”(Furkan Suresi,67. Ayet)

“Onlar yalana şahitlik etmeyen, faydasız boş bir şeyle karşılaştıkları zaman, akar ve hoşgörü ile geçip gidenlerdir.” (Furkan Suresi,72. Ayet)

“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.

Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler.

Onlar ki zekatı verirler.

Ve o lar ki iffetlerini koruyorlar.” (Mü’minun Suresi(23),1-5.ayetler)

“ O takva sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah için harcarlar;öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Alllah da güzel davranışta bulunanları sever” (Al-i İmran Suresi(3),134. Ayet)

“Yine onlar ki bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah'ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe-istiğfar ederler. Zaten günahları Allh'tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler.”(Al-i İmran Suresi(3),135. Ayet)

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridir; iyiyi emrederler, kötülükten sakındırırlar, namaz kılarlar, zekât verirler, Allah'a ve elçisine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Allah şüphesiz üstün güç sahibidir, hikmet sahibidir.” (TevbeSuresi (9) 71. Ayet)

Hz.Muhammed Bizim İçin Bir Örnektir

Yüce Allah insanlara iyiliği, doğruluğu ve güzelliği göstermek üzere peygamberler göndermiştir. İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem (A.S.) dır. Allah bir çok peygamber göndermiştir. En son olarak İslam dinini insanlara anlatmak üzere Hz. Muhammed’i peygamber olarak görevlendirmiştir.

Hz. Muhammed (s.a.v.) dini insanlara anlatmıştır. İbadetlerin yapılışını göstermiştir. Yaptığı güzel davranışlarıyla müslümanlara örnek olmuştur.

Dini yaşayışımızda peygamberimizi örnek almalıyız.

Dinde modelimiz Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.) dir.

Kur’an-ı Kerimde Yüce Allah bu konuda şöyle buyurur:

“Gerçek şu ki, Allah'ı ve Ahiret Günü'nü (korku ve umutla bekleyen) ve O'nu her daim anan kimseler için Allah'ın Elçisi güzel bir örnek teşkil eder.” (Ahzab Suresi,(33), 21. Ayet)

“ (Ey Resulüm!) De ki: “Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcıdır; merhamet sahibidir.” (Al-i İmran Suresi(3),31. Ayet)

“Muhammed ... Allah'ın resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusudur...” (Ahzab Suresi,(33), 40. Ayet)

“...Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.(Haşr Suresi 7.ayet)

“Ve sen elbette yüce bir ahlaka sahipsin.” (Kalem Suresi,4.ayet)

Peygamberimiz Hz.Muhammed’in güvenirliği,merhametli oluşu, adaletli oluşu, kolaylaştırıcılığı , hoşgörüsü,sabrı ve kararlılığı müslümanlar için örnektir.
 
Efkan Vural
 
 


 

23 Aralık 2015 Çarşamba

Ahmed Şahin - Hz. Mevlânâ'dan unutulmayan nükteli uyarılar!..

Ahmed Şahin - Hz. Mevlânâ'dan unutulmayan nükteli uyarılar!..


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Hz. Mevlânâ'dan unutulmayan nükteli uyarılar!..


742. vefat yılında yine sevgiyle andığımız Hz. Mevlânâ'nın günümüze mesaj yüklü nükteli misallerinden bazılarını tebessüm ve tefekkürle okuyacağınız ümidiyle arz etmekte fayda mülahaza ettim. Elbette takdir size ait olacaktır

“Ben bende-i Kur'anem. O Kur'an'ı tebliğ eden Muhammed muhtarın da ayaklarının tozuyum!” diyecek kadar coşkun bir bağlılık içinde olan Hz. Mevlânâ, bir gün güzel sesli bir hafızın okuduğu Kur'an-ı Kerim'i gözyaşları içinde dinliyordu. Bu sırada yan tarafında elini ağzına kapayarak esneyen uykulu bir adam, Mevlânâ'nın bu gözyaşlarına bir mana veremeyerek sordu:

- Efendi Hazretleri niçin ağlıyorsunuz, ağlanacak bir şey mi var ortada?

Mevlânâ, esneyen adama anlayacağı dilden nükteli ve nazikçe cevap verdi:

- Güzel sesli hafızlardan gelen Kur'an sesi bana, cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor da ondan!

Esneyen uykulu adam da başını sallayarak cevap verdi:

- Bana da öyle, cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor, dedi. Mevlânâ küçük bir düzeltme yaptı:

- Senin duyduğun ses, cennet kapısının açılış değil kapanış sesi olmalıdır. Çünkü dedi, açılış sesi gözyaşı döktürür, kapanış sesi uyku getirir!.. Bunun üzerine esneyen adamın uykusu ansızın kaçıverdi.

*******

Bir gün de huzuruna giren bir genci yakınına davet ederek baş köşeye oturtmuştu...

Çevredekiler koskoca Mevlânâ'nın bir gence bu kadar saygı göstermesini gereksiz görüp itiraz yollu sorarlar. “Ben Kur'an'ın kölesiyim” diyen büyük veli, gence bu saygısının sebebini şöyle açıklar:

- Bu genç der, Kur'an'ı ezberlemiş bir hafızdır. Kalbinde Kur'an yazılıdır. Siz sokakta üzerinde Allah yazılı bir kâğıdı görünce hemen hürmet göstererek eğilip alıyor, rahle, kürsü gibi yüksek bir yere koyuyorsunuz. Ben de kalbine Kur'an'ın tamamını yazdırmış bir gencin hafızasındaki Kur'an'a hürmet gösteriyorum. Sözlerini şöyle tamamlar:

- Sadece ben değil, Allah (cc) da kelamını ezberleyenlere büyük değer veriyor, onu cennetine almakla kalmıyor, akrabalarından cehenneme gidecek on kişiye de şefaat etme izni veriyor! Yeter ki o genç hafız, ezberlediği Kur'an'ın içeriğiyle amel etmede bir ihmale düşmesin.

*******

Kendisinden Kur'an okuyup ezberleyen bir talebesi evlenerek hayata karışmıştı. Ziyaretine geldiğinde kılık kıyafetinden ihtiyaç içinde olduğunu anladı. Fakat halkın içinde mahcup etmeden nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyordu. Tam o sırada kalkıp gitmek üzere olan talebesine seslendi:

- Osman! Sen eskiden çok mütevazı biri idin, kalkıp giderken elimi öperek giderdin.

Osman mahcubiyetle Mevlânâ'ya doğru yönelerek yaklaşıp elini öpmek istedi. O sırada avucu içine önceden hazırladığı altınları kimsecikler görmeden Osman'ın avucu içine sıkıştırarak elini kapatan Mevlânâ, şu tembihte bulunmayı da ihmal etmedi:

- Osman dedi, ben bazı kimselere el öptürmeyi severim, sık sık gelip elimi öpmeni istiyorum!..

Osman, avucu içindeki altınları sıkı sıkıya tutarak çıkıp evin yolunu tutarken bir yandan alacağı ihtiyaçlarının sevincini yaşıyor, bir yandan da bu zarif anlayış karşısında gözyaşlarını tutamıyordu.

*******

Hz. Mevlânâ “gel gel” diyordu. “Putperest olsan da gel, tövbeni yüz kere bozmuş olsan da gel” diyordu. Çünkü gelenler onun meclisinde sıcak ilgi ve saygı görüyordu. Geldiklerine pişman olmuyor, mutluluk duyuyordu. Bir daha da geriye dönme gereği de duymuyor, yanlışlarından kolayca kurtuluyorlardı.

Tam bu sıralarda bir sarhoş da gelerek kalabalığa karışıp zikretmeye başlamıştı. Ancak sarhoş dengesini koruyamıyor, yalpa yaprak yanındakilere rahatsızlık veriyordu.

Kolundan tutup dışarıya atmak isteyenler oldu. Sarhoş zikir halkasından çıkmak istemeyince tartışma çıktı. Mevlânâ sordu: Neyi tartışıyorsunuz?

- Sarhoştur, dediler içimizden çıkarmak istiyoruz, o da çıkmak istemiyor!

Cevabı herkesi düşündürecek şekilde oldu Hz. Mevlânâ'nın:

- Demek dedi, şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz!..

Bunun üzerine derin bir sessizlik başladı. Herkes bu sözü mırıldanıyordu:

- Şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz!..

Hz. Mevlânâ konuyu yarım bırakmayıp sözünü şöyle tamamladı:

- Düşene herkes tekme atar, bir tekme de siz atmayın!..

Ne dersiniz, bu tarihi uyarıyı biz de tekrar edelim mi?

- Evet, düşene herkes tekme atar, bir tekme de biz atmayalım!..
 
 
 
 

22 Aralık 2015 Salı

Ahmed Şahin - Kutlu Doğum sahibinden ümmetine birlik imtihanı uyarısı!

Ahmed Şahin - Kutlu Doğum sahibinden ümmetine birlik imtihanı uyarısı!


Ahmed Şahin
 
 
AİLE-SAĞLIK

 

Kutlu Doğum sahibinden ümmetine birlik imtihanı uyarısı!


Birlik beraberliğimizi korumak nasıl bizim kendi iradi sorumluluğumuzda oluyorsa, bozmak da aynı şekilde yine bizim kendi iradi sorumluluğumuzda gerçekleşmektedir.

Bu çok önemli iradi birlik sorumluluğumuz bizim bir numaralı meselemiz olarak bizi derinden düşündürmektedir. Şöyle ki:

-Efendimiz (sas) ümmetinin kökten ve toptan yok edilmemesi, umumi bir kıtlığa maruz kalmaması ve çoğunu helak edecek bir düşman tasallutuna uğramaması için Cenâb-ı Hakk'a dua dua yalvarmış ve Allah (cc,) Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz'in bu dualarını hep kabul buyurmuştur!

Buna göre bu ümmet, umumi bir kıtlık helakine uğramayacağı gibi, devamlı olarak düşman hâkimiyeti altında da kalmayacak, nesli tükenecek bir musibete de uğramayacaktır şükürler olsun. Ancak Efendimiz'in (sas) bu ümmetin kendi aralarında birbirleriyle kavga etmemeleri, birbirlerine düşmemeleri, kardeşliklerini bozan bir tartışmaya girmemeleri için yapmış olduğu duasına Cenâb-ı Hak tarafından aynı şekilde kabul karşılığı gelmemiştir!. (Müslim, Fiten, 19/20)

-Niçin bu son duanın kabul karşılığı gelmemiştir? İşte bu önemli konuda yapılan yorumlarda deniyor ki:

-Kardeşliği korumak veya kaybetmek konusu, insanların kendi iradeleriyle sağlayacakları şahsi kulluk görevi ve mükellefiyetleri konusudur. İnsanları iradeleri karışmadan birleştirmek irade sahibi insana yakışmaz. Zira akıl ve irade nimetlerine sahip bir varlıktır insan. Kendi iradesi işin içinde olmadan sürü gibi güdülmek, bir yere toplanmak, iradesiz ve şuursuz varlıklar gibi üst üste yığılarak bir arada bulundurmak irade ve şuur sahibi insanın haysiyet ve şerefine uygun düşmemektedir. Bunun için insan iradesinin hakkını vererek bir arada kardeşçe yaşayabilme ve başkalarıyla birlik beraberlik tesis ederek kardeşliğini koruma ve kuvvetlendirme yollarını kendisi araştırması, kendi irade ve şuuruyla bulup uygulaması gerekmektedir. Böylece kendi imtihanını da kendisi iradesiyle kazanma görevini yerine getirmiş olsun

Nitekim Cenâb-ı Hak İlahî kelamında farklı âyet-i kerimelerde insanların birbiriyle imtihan edileceğini ifade buyurarak, şöyle uyarıda bulunmaktadır: “Bazınızı bazınızla imtihan edeceğiz!.” (En'âm/53)

-Neden bazımız bazımızla imtihan olacağız?

Çünkü Rabb'imiz insanların üzerindeki esma-i ilâhiye ve sıfat-ı sübhaniyesinin tecellilerini insan yapısında böyle farklı şekillerde göstermiştir. Bu farklılığımızla, “Bazımızın bazımızla imtihan olacağımız” uyarısında bulunuyor.

Her insanda ilahi isimlerin farklı şekilde tecellisinden dolayı senin huyun ona uymadığı gibi onun huyu da sana uymayabilir. Ancak aranızdaki bütün bu farklılıklara rağmen siz yine de birlik beraberlik tesis ederek kardeşliğinizi korumanın yollarını arayacak, size verilmiş olan irade nimetinin hakkını verme mükellefiyetini yerine getirme şuuru göstermiş, imtihanı kazanmış olacaksınız.

Bu sebeplerle farklı isim tecellilerinden dolayı farklı tutum ve tavırda olan kardeşlerimizle de karşılaşabiliriz. Hatta aramızda kırgınlık-dargınlıklar da oluşabilir. Hemen kötü insan, kötü kardeş damgasını yapıştırmak yanlış olur. Farklılıklarımızı ilahi isimlerin her birimizdeki farklı tecellisinin gereği diye yorumlayarak kardeşliğimizi teyit ve tahkim etme niyetiyle muhatap olmayı, birbirimizle imtihanımızın mecburi bir gereği olarak görmeliyiz.

Hatta bu konuda irademizin hakkını tam vererek ilk defa “kusura bakma kardeşim, hakkını helal et. Birbirimizle imtihanımızın gereğini yaşıyoruz” diyerek el uzatıp barış kahramanı olma örneği de vermeliyiz vicdan muhasebemiz sonunda. Nitekim Efendimiz (sas) birbirine kırılıp küsen iki kişiden önce selâm verip el uzatarak kucaklaşanın barış kahramanı olarak kayda geçeceğine de işarette bulunmuştur!

Böyle barış kucaklaşmalarıyla kutlayacağımız Mevlid Kandilleri dualarımızla.
 
 
 
 

21 Aralık 2015 Pazartesi

Çocuklara namazı sevdirmenin 4 yolu

Çocuklara namazı sevdirmenin 4 yolu

 
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]

h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
 

1- Çocuklarımıza namazı sevdirmek için öncelikle bizim onu hakkıyla icra etmeniz gerekir. Bir çocuğun en iyi öğretmeni ailesidir. Aile neyi-nasıl yaparsa çocuklar da aynısını yapacaktır.

2- Çocuğunuzun namazı sevmesini ve ona alışmasını temin etmek için birtakım etkinliklerden faydalanabilirsiniz. Ona önce duaları öğretin ve bunları sık sık tekrar edin. Sonuna maddi-manevi ödüller koymayı unutmayın.

3- Çocuğunuzun namaz hareketlerini kavramasını sağlayın. Mesela eline rengârenk boya kalemleri verip namaz hareketlerini çizmesini isteyin. Önüne yine bir ödül koyabilirsiniz. Hatta birden fazla çocuk varsa yarışma yapın ama hepsini tek tek ödüllendirin.

4- Namaz biraz kavrandıktan sonra bir süre sizinle birlikte namaz kılmalarını sağlayın, sonuna da kutlama partisi gibi bir etkinlik yapabilirsiniz. Hatta namaz diploması bile verebilirsiniz. Verdiğiniz namaz diplomasını evin ya da odasının görünür bir yerine asın ve onunla gurur duymasını sağlayın.


Ölenin ardından kırkı, elli ikisi yapılır mı?
 
Müslümanlar olarak, hayatta olanlara karşı birtakım vazifelerimiz olduğu gibi aramızdan vefat edenlere karşı da vazifelerimiz vardır. Ölen bir Müslümanın, usulüne göre yıkanıp kefenlenmesi ve cenaze namazının kılınarak defnedilmesi üzerimize farzdır. Dinimiz, ölen kimseler için üzerimize bunun dışında bir görev yüklememiştir. Yapılan bazı şeylerin ölüye yarar sağlayacağı ve birtakım davranışların sevabının onlara ulaşacağı bir gerçektir.
 
Âlimlerin çoğu meselâ; ölen birisinin hayrına verilen sadakanın, şartlarına uygun olarak okunan Kur’an-ı Kerîm’in, yapılan duaların ona ulaşacağını söylemişlerdir. Bir hadiste Peygamberimiz: “Ölüleriniz üzerine Yasin Suresi’ni okuyunuz” buyurarak bu sureyi ölülerimizin ruhlarına okumamızı teşvik etmiştir.
 
Ölünün kırkıncı ve elli ikinci gecesi ile ilgili Peygamberimizden veya din âlimlerinden süregelen bir uygulamayı ise bilmiyoruz. Bu sebeple böyle geceler için özel merasimler tertip edilmesi çok doğru değildir. Ölenler için dua ve tasadduk etmek, Kur'an okumak her zaman iyidir; şu veya bu geceye özel olarak sınır getirilemez. Böyle belirli gecelerde toplanıp ölen için bir şeyler yapmaktansa, imkân bulunulan herhangi bir zamanda onun ruhuna göndermek üzere Kur’an okumak, hayırlar yapmak, sadaka vermek daha doğru bir davranıştır.

http://www.meydangazetesi.com.tr/cocuklara-namazi-sevdirmenin-4-yolu-makale,2150.html




20 Aralık 2015 Pazar

Efkan Vural - Rakının sahtesi öldürür, gerçeği de öldürür

Efkan Vural - Rakının sahtesi öldürür, gerçeği de öldürür

Efkan hocam çok çarpıcı bilgiler vererek enfes bir yazı kaleme almış..


http://blog.milliyet.com.tr/rakinin-sahtesi-oldurur--gercegi-de-oldurur/Blog/?BlogNo=517171

Rakının sahtesi öldürür, gerçeği de öldürür

Rakının sahtesi öldürür, gerçeği de öldürür
 
Alkole giden ölüme gider.

 


Geçen aylarda İstanbul’da ve İzmir’de sahte rakıdan ölenlerin sayısının oldukça fazla olduğu bilinmektedir.

Sahte rakıdan ölenlerin haberleri televizyonlardan verilirken, gerçek rakının da zararlarından bahsedilmesini beklerdim. Bir haber programında sahte rakı ile gerçek rakıyı tanımak için basit bir testin yapılışını gösterdiler. Test sonucunda gerçek olan rakının güven içinde kullanılabileceği söylendi. Televizyon habercisinden şu sözü duymak isterdim: Siz siz olun rakının sadece sahtesini değil, gerçeğini de kullanmayınız.

Yine sahte rakı yüzünden ölenlerin haberleri verilirken, alkolun öldürücü hastalıklara sebep olduğu bilgilerinin de seyircilere aktarılmasını isterdim. Şimdi düşünün sahte rakı insanı öldürüyor da gerçek rakı öldürmüyor mu?

Alkol kullananlar zamanla ölüme koşuyorlar. Alkol alanlar sarhoş olduklarında silahla veye bıçakla başkalarını öldürüyorlar. Kendilerini öldürüyorlar. Trafik kazalarına sebep oluyorlar. Masum insanların ölümüne sebep oluyorlar ve binlerce maddi hasara sebep oluyorlar...

Alkol kullanımı sonucunda bazı rahatsızlıklar ve hastalıklar ortaya çıkar. Bunlar:

Mantıklı düşünme, karar verme ve hareket etme yeteneklerinde bozulma; bu nedenle ciddi kazalar, yaralanmalar ve hatta ölümler.

Baş ağrısı.

Damarlarda genişleme ve yüze daha fazla kan gelmesi, bu sebeple de yüzde kızarıklık ve şişkinlikler.

Koku alma duyusunda azalma, özellikle derinin ince olduğu burun çevresi bölgesinde kılcal damarlarda kırılma veya patlamalar, bu sebeple burun kanamaları.

Ağız kuruluğu, tat alma duyusunda bozulma, ağız kokusu, ağız içi enfeksiyonlar. Çeşitli diş eti hastalıkları.

Öksürük, zamanla ses telleri üzerindeki ince kan damarlarında genişleme ve ses kısıklığı, düşük perdeli kalın bir ses.

Kalp rahatsızlığı, Karaciğer rahatsızlığı ve siroz.

Ağız ve gırtlak kanseri, Yemek borusu kanseri.

Felç ve uyku bozukluğu. Egzersiz performans bozukluğu.

Böbrek bozukluğu, şeker hastalığı ve Pankreas hastalığı.

Alkol bir çok ailenin dağılmasına ve çevrede itibar kaybetmesine sebep olmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü'nün, aralarında Türkiye'nin de bulunuğu 30 ülkede yaptığı araştırmalara göre; Dünya'daki cinayetlerin % 85’i, tecavüzlerin %50’si, şiddet olaylarının %50’si, ölümcül trafik kazalarının %65’i, aile içi kavga ve geçimsizliklerin %70’i ve sonradan olan akı hastalıklarnın %60’ı oranında etkili unsuru ya da sebebi alkol'dür!

İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığı'nın yaptığı bir diğer çalışma da bu tespitleri destekliyor. Buna göre Türkiye'de ölümlü kazaların yüzde 55'inde alkol etkili.

Ayrıca, evliliklerin huzursuz oluşunun ve boşanmaların ilk sebebi de alkoldür.

Kısacası alkol kişiye, aileye ve topluma ciddi zararlar vermektedir.

İşte bunun içindir ki dinimiz sarhoşluk veren bütün içkilerin haram olduğnu bildirmiştir.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! şarap , kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları ancak birer şeytan işi pisliktir, bunlardan uzak durun ki, kurtuluşa eresiniz.Şeytan, içki ve kumarla sadece aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi?” (Maide,90- 91.Ayetler)

Sevgili peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmaktadır. “Sarhoşluk veren şeyi içmeyiniz.”(Müslim, el-ed?h?,37.)

“Sarhoşluk veren her şey haramdır”(Buhari, vudu,71.)

İnsanın sağlığını bozan ve sarhoşluk veren her şeyden uzak durmalıyız.

İçkinin sahtesi de gerçeğide insanı hem madden ve hem de manen öldürür.
 
Efkan Vural
 
 
 
 

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-95

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-95

SEVGİLİ EFKAN HOCAM Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ... 

SEVGİLİ EFKAN HOCAM , YAZIDAKİ KONULARI VE ÇOK KIYMETLİ TAVSİYELERİNİ MADDELER HALİNDE ÖZETLEMİŞ AŞAĞIDAKİ YAZININ SONUNDA...

Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...


Sevgili Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.

http://celal1973.blogspot.com.tr/2013/03/trabzonlular-genelde-pozitif-insanlardr.html
Efkan hocamı anlattığım 2013'teki yazıyı okumak için resme tıklayınız

Benim namaza başlamama -oturarak teyemmümle nasıl kılacağımı öğreterek ve namazın önemini anlatarak- vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.

YALNIZ ŞUNU BELİRMEK İSTİYORUM. BEN BUNLARI YAYINLARKEN EFKAN HOCAMA HEP ŞUNU DEMİŞİMDİR:

HOCAM UTANIYORUM, İNŞALLAH BİRGÜN VUSLAT OLUNCA BUNLARI YAYINLAMAN DAHA GÜZEL OLMAZ MI?

OLSUN CELAL MERAK ETME, SEN ÖLÜRSEN YİNE YAYINLARIM... DİYOR.

Çok emek harcayıp özet haline  getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi komşu yapana hamdolsun...

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-95/Blog/?BlogNo=517539


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-95


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-95
 
 

Celal ÇELİK ’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini, sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını gözden geçirerek kısa ve öz olarak sizlere sunmaya devam ediyorum.

Bir Maçtan Aldığım Nasihatler

Televizyonda bir lig maçını izlerken iki nasihat aldım. Şöyle ki:

Birincisi:Güçlü takım 2-0 öndeydi, hemde deplasmanda... Dakika ise 70’i geçmişti. Zayıf takım yenilgiyi kabullenmiş, koşmuyor, pres yapmıyorlardı. Güçlü takım kendinden emin top çevirip adeta alay ediyordu.

Oyuna yeni giren zayıf takımın oyuncusu arkadaşlarını motive etti. Daha 20 dk var, koşun diye, el kol işaretlerinden belliydi. Sonra hep birden koşmaya ve yoğun prese başladılar.

Daha önce rahat rahat paslaşan güçlü takımın oyuncuları, sert presi görünce kalecilerine döndüler. Kaleci ise üzerine koşan oyuncuyu görünce panikle topu ileri vurdu.Top rakibe geçince de, sonuçta gol oldu.

Aldığım ikinci önemli nasihate gelirsek:

Yenilgiyi baştan kabullenen insanlar hiç gayret göstermek istemiyorlar, ve adeta kaderim buymuş, diyorlar. Nasıl tevekkül edeceğini soran birine Peygamberimiz SAV diyor ki:

“Deveni önce sağlam kazığa bağla, sonra Allah’a tevekkül et” (Tirmizî)

Yani, sen gayret et, tedbirini al, neticeyi Allah’tan bil, diye açabiliriz. Bize düşen sadece gayret ederek çalışmaktır.

Maça dönersek, ne zaman ki, yenik takımın futbolcuları gayret etti, koştu. O zaman, Allah’ta neticeyi çevirdi.

Maçı izleyenler 2-0 öndeki güçlü takımın maçı böyle bitireceğini sanıyorlardı. Maçın kaderi 2-0 biter dediler. Zayıf takım çabalayınca maç 2-2 oldu.

Yani, asla ümitsizliğe düşmeyeceğiz, sürekli ceht, gayret edip çalışacağız. Mesela, üniversite sınavlarına hazırlanan gençler tedbiri alacak. Yani, çok kapsamlı ve disiplinli, güzelce çalışacaklar.

İşte o zaman, Netice’deki bir başarı veya başarısızlığı sadece Allah’tan bilecekler.

Allah Ağzınızın Tadını Bozmasın

Bir sabah uyandım, ağzımın içi zehir gibi... Annem çay getirdi. Zaten kalkamıyorum. Babam yattığım yerde içirdi, Çayın tadını alamadım, sanki kuru yaprağı kaynar suya atmışsınız gibi berbat bir tad aldım.

Hiçbir şey yiyemedim, tarhana çorba, peynir, yoğurt, köfte hiçbir şeyin tadını alamadım ve yiyemedim. Fakat açlık hissediyordum. Antibiyotiğin etki etmesi için birşeyler yemem lazımdı.

Babamdan tatlı istedim. Tatlıdan bir dilim yedim, o da kesti. Babam akşam şekerimi ölçtü, şekerim fırlamıştı. Çünkü aynı zamanda şeker hastasıyım elhamdülillah...

Ağzımda tad yoktu. Sanırım bu, antibiyotiğin yan etkisiydi. Gerçekten, ben yürüyemiyorum, şeker hastasıyım, grip oldum, ateşim çıktı, hepsine çok şükür sabrettim. Fakat ağzımın tadı gidince hayattan sıkıldım, ne kadar az şükrettiğimi farkettim.

Hergün içtiğimiz çayın ve yediğimiz yemeğin tadını ve lezzetini alabiliyorsanız, ev, araba, tablet, telefonununuz olmasını beklemeyin, sırf bunlar için bile... Bile derken Küçümsemek değil, yani bunun için binlerce şükretmeli. Hatta sorsalar, niçin namaz kılıyorsun, diye. Çok rahat, Ağzımın tadı için, derim.

Bir haftadır ateş, ağrı, boğaz iltihabı sonra tad almama, kusma gibi ağır bir grip geçirdim. Şu an tam geçmedi ama iyi sayılırım. Ağzımın tadı geldi elhamdülillah

Allah ağzınızın tadını bozmasın.

Sevgili Celal ÇELİK’in yazılarından özetleyerek yukarıda sunduğum yazı ışığında aşağıdaki sonuçlara ulaşmamız mümkün olabilir:

1-Yaptığımız işi her zaman önemsemeliyiz.

2-Başarıyı yakaladığımızda, gevşemeden başarıyı devam ettirmeliyiz. Her an başarısızlığa düşebileceğimizi unutmamalıyız.

3-Hiç bir zaman tedbiri elden bırakmamalıyız.

4-Bir işi başarma konusunda ümitsizliğe düşmemeliyiz.

5-Sağlıklı bir yaşam herşeyin üstündedir.

6-Sağlığımız başta olmak üzere sahip olduğumuz her şeyin kıymetini iyi bilmeliyiz.

7-Sahip olduğumuz bunca nimet için, Allah’a şükür borcumuzu yerine getirmeliyiz.
 
Efkan Vural

  (Devam edecek)
 

 

Hikaye: Bir baba nasihati

Hikaye: Bir baba nasihati



Bir baba evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.

"Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş.

Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı "Olur" demiş çekine çekine.

Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini suyla doldurup üçünün de altını yakmış.

"Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin bana" demiş oğluna.

Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve çekirdeği istemiş... Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.

Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba koymuş. Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış. Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş oğlunu. Yemek masasında üç tabak duruyormuş. Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.

Sonra oğluna dönüp sormuş:

"Ne görüyorsun?"

Oğlu düşünürken açıklamaya başlamış.

"Havuçlar haşlandıkça aslını kaybedip yumuşamış.

Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama içleri katılaşmış. Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler sonunda da öyleler.."

Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş:

"Evlilikte aşk ve şefkat birlikte olmalıdır. Aşksız bir evlilikte her

iki eş de şu gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler, pörsütürler. Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.

Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise, şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi kişiliklerini yitirmezler. Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar geçirmeye isteklidirler.

Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa benziyordu.

"Asıl ders bu değil!" dedi baba.

Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde bıraktığı kapların içinde kalan suları gösterdi.

"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde de bir tat yok ."

Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu yavaşça bir fincana boşalttı. Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı.

"İçmek istersin herhalde" dedi. Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.

"Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis gibi, temiz ve huzur verici. Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı taze kahve gibi...

Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını, kokularını ve renklerini katmayı başarırlar .




19 Aralık 2015 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - İslamiyet'te şükür esastır…

Hekimoğlu İsmail - İslamiyet'te şükür esastır…


Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK

İslamiyet'te şükür esastır…


Nasıl ki çeşitli dükkânlarda çeşit çeşit gıdalar satılmaktadır; mesela manav, karpuza ayrı, domatese ayrı, üzüme ayrı fiyat ister.

Aynen öyle de rızkı yaratan Allah'ın, kullarından nimetlerine karşılık istediği fiyat üçtür; başta bismillah, sonunda elhamdülillah demek ve ortada bu nimeti yaratanı düşünüp tefekkür etmek. Meyveyi yerken meyveleri yaratanı, o meyveleri bize ikram edeni, yeryüzünü bir sofra gibi önümüze kuranı, midemizi yaratanın, midemizin ihtiyaçlarını da yarattığını düşünüp, şükretmek… Çünkü Allah insana öyle bir beyin vermiş ki, nimetlere bakar, nimeti vereni anlar. Demek ki şükretmek için, insan olduğumuzun farkında olmak lazım.

Bediüzzaman da bu konuya işaret etmiş: “Şükür içinde sâfi bir imân var; hâlis bir tevhid bulunur. Çünkü, bir elmayı yiyen ve “Elhamdülillâh” diyen adam, o şükürle ilân eder ki, “O elma doğrudan doğruya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya Hazine-i Rahmet'in hediyesidir.” demiştir.

Ancak insan, şikâyet eden bir mahlûktur. Şikâyet, insanın içinde bulunduğu halden razı olmamasıdır. Bazı kimselerde şikâyet o kadar ileri gider ki işini beğenmez, arkadaşını beğenmez, eşini beğenmez; elindeki nimetlerin kıymetini bilmez, nimetleri hakiki veren Zat'ı bırakır, onları sebeplere havale eder. Hâlbuki nimete karşı şükürsüzlük göstermek, bir manada nimetleri yalanlamak demektir, nankörlüktür; sağlıklı insanların sağlığıyla, zengin insanların malıyla harama koşmaları nankörlüktür. Bir insanın dini bilgisi ne kadar azsa şikâyeti o kadar çoktur. Dini bilgi arttıkça tevekkül artar, kadere iman güçlendikçe şikâyet de azalır.

Hayatımıza bir baksak, aslında şükretmemiz gereken ne kadar çok şey olduğunu görürüz. Görmek, düşünmekle olur; yani tefekkürle. Kul Allah'tan memnun olursa Allah da ondan razı olur. Dolayısıyla insan Allah'ı kula şikâyet etmemeli. Misal vereyim; “Hastayım, doktora gidiyorum, şifa bulamadım.” diyor. İşte bu ifade, Allah'ı kula şikâyettir. Peki ne yapacağız? “Ya Şafi-i Kerim, bana şifa ver!” Şafi-i Kerim, Allah'tır. Şifa ver demek, duadır. Halimizi Allah'a arz ettik; dert Senden, derman Senden, dedik.

Diğer yandan Kur'an-ı Kerim'de Allah, “...Eğer şükrederseniz, ben nimetlerimi daha da artırırım...” buyurmuştur. Yani şükretmek aynı zamanda Allah'tan yenisini istemektir, “Allah'ım bu nimet çok güzel, yine ver.” demektir, ruh zenginliğidir.

Mesela biri bizim için gitse, bir kilo meyve alıp getirse ne kadar çok seviniriz. Mutluluğumuzu ve memnuniyetimizi o şahsa belli etsek “Ne iyi düşünmüşsün, beni sevindirdin.” desek, adam da düşünür, “Arkadaşımın hoşuna gitti. Yine alayım da, yine memnun olsun.” der. Allah, insana verdiği tüm nimetler karşılığında yalnızca şükür ister. İnsan verilen nimetlere karşı tam bir şükre muvaffak olamaz ve bunun yanında nankörlük ederse cezalandırılmayı hak eder.

Her zaman gördüm ki, İslâmî esaslardan uzaklaşanların çilesi peşin oluyor. Zaten, Rahman ve Rahim olan Allah, İslâmiyet'i göndermiştir ki, dünyamızı cennet edelim. Hiç unutmam seneler önce köye yağmur yağdı, dağdan çamur aktı. O çamur evleri, bahçeleri, bağları altına aldı. Yalnız bir bahçe her şeyiyle kaldı. Diğer köylerden bu bahçeyi görmeye geldiler. Gözleriyle gördüler ki bahçe ada gibi kalmış. Sordular adama, sen ne yaptın, diye. Adam da “Zekâtımı verdim, asma salkımlarını elime alıp alıp öptüm, sizi bana Allah gönderdi diye, elhamdülillah dedim, daima şükrettim.” dedi.

İslamiyet, şükrü esas kılmıştır. Şikâyet yerine şükretmek gerekir. Çünkü şikâyet Allah'ın hakkımızda takdir ettiği hükme razı olmamak demektir, bu da kaderi tenkittir. İnsan içinde bulunduğu her hal üzere şükür içinde olursa kaderinden razı demektir.

Müslüman, şükr-i mutlak sırrına ermelidir; kim Allah'tan razıysa Allah da ondan razı demektir. Allah'tan razı olmak, Allah'ın hakkımızdaki hükmünden razı olmak.

Müslüman'a yakışan da budur.
 
 
 
 

18 Aralık 2015 Cuma

Ya o kişi anneniz olsaydı?

Ya o kişi anneniz olsaydı?

 
Cemil Tokpınar

c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
11 Aralık 2015, 03:36

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) gençleri ikaz ve irşadı fevkalâde etkilidir. Gençlere karşı sürekli anlayışlı, hoşgörülü ve merhametli davranan Peygamber Efendimizin (s.a.v.) çevresinde gençler âdeta pervane olmuşlardır.
 
İki Cihan Serverinin (s.a.v.) kendisine gelen bir gençle yaptığı “empatik özeleştiriye dayanan” şu konuşması, bugün modern dünyanın aşamadığı kişisel ve sosyal problemlere bile çözüm getirecek niteliktedir:

İffetli toplum isteyen iffetli olmalı


Bir genç, Peygamberimize (s.a.v.) gelerek, "Yâ Resûlâllah, bana zina yapmak için izin ver" dedi. Orada bulunanlar gencin üzerine yürüyerek onu ayıpladılar ve men ettiler. Hz. Peygamber, "Bana getirin" dedi.
 
Yaklaşınca:
"Bu fiilin annene yapılmasını ister misin?" diye sordu.
 
Genç:
"Hayır, vallahi (istemem)" diye cevap verdi.
 
Peygamberimiz:
"(Başka) insanlar da anneleri için bunu istemezler" dedi.
 
Daha sonra, "Kızın için kabul eder misin?", "Kız kardeşin için...", "Halan için...", "Teyzen için bunu ister misin?" diye sordu ve her defasında, "Vallahi hayır" cevabını alınca, Hz. Peygamber de, "Diğer insanlar da buna razı olmazlar" dedi.
 
Sonra elini gencin üzerine koyup, "Yâ Rabbi, günahlarını affet, kalbini pâk et, iffetini muhafaza et" diye duâ etti. Genç ondan sonra hiçbir olumsuz eğilim göstermedi. (Müsned, 5: 256)
 
Bu hadiste, gerek kişiyi gerekse toplumu başta zina olmak üzere her türlü iffetsizlikten ve ahlâksızlıktan korumanın en önemli yolu gösteriliyor.
 
Özellikle her türlü fuhuşhaneyi yok etmenin formülü bu hadiste saklıdır.
 
Bazı iffet ve hayâdan mahrum kimseler, kimi insanların para karşılığında iffetlerini satmalarını normal görür. Oysa fuhuş, insanı aşağılayan ve toplumu çökerten bir günahtır.  Şeref, namus ve haysiyet sahibi bir kimseye yakışmaz.
 
İslâm, gençlere kendisini düşündüğü kadar kardeşini de düşünmesini öğretiyor. Nitekim bir hadiste Peygamberimiz, "Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi mü'min kardeşinize de yapmayın" buyuruyor.

Bekârları evlendirmek toplumun görevi


Peygamberimizin, gençliğin problemlerini çözmek için ürettiği çözümlerin neler olduğunu anlamamız için şu hadise de kulak vermemiz gerekir:
 
Sahabelerden Alkame (r.a.) rivayet ediyor
"Resûlüllah (s.a.v.) gençlerin yanına vardı ve şöyle dedi: Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlilik gözü haramdan alıkoyar; iffet ve namusu korur. Evlenmeye gücü yetmeyen ise oruç tutsun. Çünkü (oruç), cinsî arzuyu azaltır." (Müslim, Nikâh: 1)
 
Gençlerin evlendirilmesi sosyal bir görevdir. Nitekim Nur sûresinin 32. âyetinde, "İçinizden bekâr olanları, köle ve câriyelerinizden dindar olanlarını evlendirin. Onlar fakir iseler Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah'ın lütfu geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir" buyrulmaktadır.
 
Evlilik şehvet için değil, neslin devamı içindir. Allah'a daha çok ibâdet eden kul ve Hazret-i Peygambere (s.a.v.) ümmet yetiştirmek içindir. Ancak nefsî duygu, bu vazifeyi yaptırmak için verilen cüz'î ve peşin bir ücrettir.

Zamanın fitnesinden korunmalı


Maalesef, son bir asırdır toplum için çok faydalı sosyal kurumlar tahrip edildiğinden evlenmek de bir problemler yumağı hâline gelmiştir.
 
Osmanlı da bir genç 15-18 yaşında evlenebiliyor, kendi işini kurabiliyordu. Sosyal ve ekonomik hayat o derece muntazam olduğu gibi, yardımlaşma ve dayanışma da çok kuvvetli idi.
 
Şimdi de toplum olarak evlenmek isteyen gençlere her bakımdan yardımcı olmak gerekir ki, bu zamanın dehşetli fitnelerinden ve iffetsiz hallerden korunabilsinler. Bu hususta güzel bir teşebbüs, farklı illerimizde kurulan fakir gençleri evlendirmeye yönelik vakıf ve derneklerdir. Benzer kuruluşlar yurt çapında yaygınlaştırılmalıdır.
 
Asıl köklü çözüm, evlenecek gençlere devlet eliyle verilecek olan “iki yıl geri ödemesi olmayan, faizsiz ve uzun vadeli” kredilerdir. Böylece hiçbir genç maddî sıkıntısından dolayı evliliği ertelemek veya ömrünün en mutlu günlerini borç ve taksit kıskacında geçirmek zorunda kalmayacaktır.