30 Nisan 2018 Pazartesi

HÂLİD B. VELÎD


HÂLİD B. VELÎD

Hz. Peygamberin, hakkında "ne güzel kul" diye buyurduğu sahabî.

Nesebî, Hâlid b. Velid b.Muğire b. Abdillah b. Amr b. Mahzum. Annesinin ismi Lübâbe olur. Hz Meymune'nin yakın akrabasıdır. Hz. Hâfid'in lakabı Seyfullah (Allah'ın Kılıcı)'dır. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mute savaşındaki başarısından ötürü onu Allah'ın kılıcı diye övmüştür. Künyesi Ebû Süleyman'dır. Yedinci hicrî yılında müslüman oldu (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413)

Hz. Hâlid (r.a.)'ın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Mekke'nin şerefli ve itibarlı ailelerinden biri olan mahzum oğullarındandır. Ordu komutanlığı Hz. Hâlid'in ailesinin bir imtiyazıydı. Uhud savaşında ve Hudeybiye sulhu esnasında Hâlid b. Velid, Kureyş ordusunun komutânlarından birisiydi.
Hudeybiye anlaşmasından sonra Hz. Peygamber umre için Mekke'ye gidince Hâlid'in daha önce müslüman olan kardeşi Velid'e Hâlid'i sordu. Hz. Peygamber Halid gibi bir insanın müşriklerin içinde kalmasının şaşılacak bir durum olduğunu belirtti. Velid kardeşi Halid'e Peygamber (s.a.s)'in bu iltifatını bildiren bir mektup gönderdi. Bunun üzerine Hz. Halid müslüman olmak için Mekke'den yola çıkınca, yolda Amr b. el-Âs ile karşılaştı ve beraberce Mekke'den Medine'ye gelip müslüman oldular. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 158).

Hz. Hâlid hicrî sekizinci yılda yapılan Mute savaşına bir nefer olarak katıldı. Ordu komutanlarının sırayla şehîd olması üzerine Ashab istişâre ederek komutayı Hz. Hâlid'e vermiş. Hz. Peygamber Medine'de olup bitenleri haber verip komutanların şehid düşmesini anlattıktan sonra komutayı Allah'ın kılıçlarından birinin aldığını söylemiştir.

Bu olaydan sonra Hz. Hâlid Seyfullah (Allah'ın Kılıcı) diye anıldı. Halid (r.a.) komutasına aldığı orduyu kalabalık düşman karşısında bozguna uğratmandan Medine'ye getirmeyi başardı (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413).

Hz. Hâlid, Mekke fethinde süvarilerin komutanı idi. Ordunun sağ kanadını kontrol ediyordu. (Müslim, Sahih, II,103). Mekke fethinde müslümanlara karşı çıkan küçük gruplarla Hz. Hâlid çarpışmıştır.

Huneyn savaşında Hâlid büyük cesaret ve yararlılık göstermiştir. Hatta bu savaşta yaralanınca Hz. Peygamber ziyaretine geldi, dua etti. Hâlid şifa.buldu (İsdü'l-Gâbe, II, 103).

Mekke fethinden sonra Hz. Peygamber Nahle'deki Uzza putunu kırmaya Halid b. Velid'i gönderdi. Hâlid Uzza putunu kırıp geri döndü.

Taif kuşatmasına katıldı. Hz. Peygamber (s.a.s.) Dumetu'l-Cendel'in hristiyan emiri Ukeydir'in üzerine Halid'i gönderdi. Hz. Halid Ukeydir'i yaban sığırı avlarken yakaladı ve esir aldı; teslim olmayan kardeşini öldürdü. Diğer kardeşi ve Ukeydir'i esir alarak ganimetlerle birlikte Hz. Peygamber'e getirdi.

Hicrî onuncu yılda Necrân'a Hârisoğullarım İslâm'a davet etmek için gönderildi. Onları üç gün müddetle İslâm'a davet etti. Necrânlılar müslüman oldular.

Hz. Ebû Bekir Hâlife olunca Hz. Hâlid'i komutan olarak yalancı Peygamberlerin üzerine gönderdi. Yalancı Peygamber Tulayh b. Huvaylid'i Buzaha'da mağlup etti sonra Temimoğulları üzerine yöneldi ve Mâlik b. Nuveyra'nın komutasındakilerle karşılaştı. Mâlik'i silah bırakmasına rağmen esir etti ve öldürdü. Hz. Ömer, Hâlid'i bu olayda hatalı davrandığı gerekçesiyle kınamıştır.

Daha sonra Museylemetu'l-Kezzâb'a karşı sefere çıktı ve onu Yemâme sınırında Akraba denilen yerde mağlub etti ve öldürttü.

Yalancı Peygamberlerle olan mücadelesinden sonra zekat vermeyen kabileler üzerine gönderildi. Onları da sindirdi. Daha sonra Hicrî oniki yılında Irak'a İranlılara karşı gönderildi. İki ay zarfında Iran Sâsânî, ordularını bozguna uğratarak Hire'yi zabtetti ve Fırat çevresini hâkimiyeti altına aldı.

Suriye sınırında Bizanslıların ordu hazırladıkları haberi gelince hilâfet merkezinden Hz. Hâlid'e Irak bölgesinin komutanlığını Müsenna'ya bırakarak Şam'a gitmesi emri verildi. Hicrî onüçüncü yılda Bizanslıları Acnadeyn'de mağlup ederek Şam'a doğru püskürttü. Hz. Hâlid şehri muhasara etti ve hicrî ondördüncü yılın receb ayında Şam (Dımaşk) şehrini zabtetti. Daha sonar Humus'u fethetti. Yermuk savaşında Bizanslıları bozguna uğrattı. Kudüs'ü kuşattı ve teslim aldı. Bütün Suriye mıntıkası müslümanların eline geçti.

Hicretin 17. yılında Hz. Ömer, Hâlid b. Velid'i komutanlıktan indirdi. Hz. Hâlid'in komutanlıktan ahmşının sebepleri ve azledildiği yıl tarihçiler arasında ihtilaflıdır. Genel kanaate göre, Hz. Ömer, hilâfet merkezine döndükten sonra Hâfid'i azletti. Ama bu rivayet gerçeği yansıtmamaktadır. Hz. Ömer hilafetinin beşinci senesi, yani hicretin 17. senesinde Hz. Hâlid'i azletmiştir.

Komutanlıktan alınışı ile ilgili olarak bir çok sebepler ileri sürülmektedir. Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz: Hz. Hâlid bir çok insana kumanda ediyordu. Ancak sert mizaçlı olup sert muamele ediyordu. Kimsenin sözünü dinlemiyor, kendi fikrinden başkasına kıymet vermiyordu. Hatta birçok işlerde hilâfet merkezinin görüşlerine de müracaat etmiyordu.
Irak topraklarını İslâm topraklarına dönüştürdükten sonra Halife Hz. Ebû Bekir (r.a.)'in emrinin hilâfına hacca gitmiş ve bu duruma Hz. Ebû Bekir çok üzülmüştü. Kendi başına buyruk bir tavrın içinde hareket ediyordu. Bundan dolayı Hz. Ömer (r.a) zaman zaman Hz. Ebû Bekir Efendimize Hz. Hâlid'i komutanlıktan azletmesini istemişti. Hz. Ebû Bekir (r.a) daima şöyle cevaplandırmıştı: "O, Allah'ın kılıcıdır, bu kılıcı kınına sokmak doğru değildir."

Hz. Ömer'in hilâfeti döneminde de Hz. Halid'in tutumunda bir değişiklik olmadı. Yine bildiği gibi devam etmekteydi. Ancak Hz. Ömer (r.a) Onu hemen azletmedi. Bir çok defalar kendisini uyardı, ve bu konuda mektuplar gönderdi. Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir (r.a) zamanındaki meseleleri de ona hatırlattı.

Komutanlıktan alınışının ikinci sebebi ise, müslümanların genelinde şöyle bir fikir oluştu, fetihlerin gerçekleştirilmesi Hz. Halid'in kabiliyet ve kahramanlığından kaynaklanmaktadır. Fetihlerin yegane sebebinin Hz. Halid olarak gösterilmesi elbette bir yanlışlıktı. Savaşların zaferlerle neticelenmesinde onun dehasını da gözardı etmek mümkün değilse de ondan ibaretmiş gibi göstermekte doğru değildir.

Üçüncü sebep; Hz, Halid (r.a) ordu masraflarında pek fazla israf yolunu tutmuştu. Ordu ekranına bol para dağıtması diğer mücahidlere kötü örnek oluyordu. Bu hususta şâirler mübalağalı şiirler bile yazmıştı. Eş'as b. Kays'a bir defasında onbin dinar bahşiş vermişti. Olay halife Hz. Ömer (r.a)'e intikal etti. Hz. Ömer Hz. Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh ile haber gönderdi. "Bu kadar bol parayı müslümanların malından yani ordu tahsisatından verdi ise müslümanlara hıyanet etmiştir. Kendi kişisel payından, kendi cebinden vermiş ise israf etmiştir. İkisi de câiz değildir." Halife Hz. Ömer, Hz. Hâlid'i azlettikten sonra hilâfet merkezine çağırıp, sorguya çekti. Bol para harcadığından bahsetti. Hz. Hâlid, Ganimetten eline geçen hissesinin hesabını verdi. Hesabı temiz vermişti. Hz. Ömer Hz. Hâlid'i iltifat ve ikramla karşıladı. Gönlünü aldı. Yazdığı ve her tarafa gönderdiği fermanlarda; Hz. Hâlid'in, kusur veya herhangi bir kabahatinden dolayı azledilmediğini, ancak bütün müslümanların zihinlerinin aydınlanması için, yani bu kadar İslâm futuhâtının yalnız Hz. Hâlid'in kolunun kuvvetiyle meydana gelmediğini herkesin bilmesi için azlettiğini bildirdi.

Hz. Ömer, Hâlid'i idari görevlere getirdi. Bir yil kadar valilik yaptı sonra istifa etti (Müstedrek, II, 297).

Hz. Hâlid (r.a) cihâd duygusu ile şehitlik arzusu ile dopdolu bir mü'mindi. Cihâd meydanları onun için Allah'a en yakın meydanlardı. Kendisi şöyle der: "Ben harp meydanında mücahede ve mücadeleden aldığım zevki, hiçbir zaman zifaf gecesinin keyfinden alamam" En büyük arzusu cihad meydanlarında şehid düşmekti. İran üzerine yürürken, İranlılara şu haberi gönderdi: "Sizin dünyayı sevdiğiniz kadar Âhireti seven bir ordu ile üzerinize geliyorum".

Hz. Halid şirke ve küfre karşı çok şiddetli idi. Müslüman olduktan bir sene kadar sonra Uzza putunu yıkmak için gittiğinde Uzza'ya şiirle şöyle seslenir: "Ey Uzza bu geliş seni ta'zim için değil seni inkâr içindir. Çünkü ben gördüm ki Allah seni değersiz kılmıştır." (İbn Esir, Üsdü'l-Gâbe, II, I10).

Hz. Hâlid savaşçı olduğu kadar şahsi fazilet ve ilim konusunda da üstündü. Fırsat buldukça Hz. Peygamber'in sohbetlerinden istifade etmiş, Medine'de onun etrafında bulunan ilim ve irfan ashabı arasında Hz. Hâlid'in bulunduğu zikredilmiştir. Üç-dört mesele ile ilgili fetva verdiği de rivayet edilir.

Hz. Hâlid'in Buhârî, Müslîm ve diğer hadis kitaplarında Hz. Peygamberden onsekiz hadis rivayet etmiştir. (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 413).

Rasûlullah. Hâlid'in şecâat ve cesaretini muhtelif zamanlarda muhtelif yerlerde medhetmişti. Mekke fethinden sonra müslümanlar, her tarafa toplanıp Mekke'ye girdikleri zaman Hâlid görününce, Hz. Peygamber Ebû Hureyre'ye: "Bu gelen kimdir?" diye sormuştu. Ebû Hureyre: "Hâlid b. Velid'dir" demiş. Onun üzerine Hz. Peygamber: "Bu Allah'ın ne iyi bir kuludur" buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 1360).

Hz. Peygamber yine onun hakkında "Hâlid Allah'ın Kılıcıdır" buyurmuştur. Yine Hâlid hakkında: "Hâlid b. Velid'e gelince, o herşeyini sizin için vermiştir, nesi var nesi yok harplerde Allah yolunda sarfetmiştir" (Ebû Dâvûd, Sünen, I, 163).

Hz. Hâlid gönderildiği seriyyelerde ve yaptığı muharebelerde Allah rızasını ve Allah'ın dinine davetini esas almıştır. Nitekim Yermuk savaşında Rumların komutanına savaş meydanında İslâmı tebliğ etmiş ve komutan Corc onun daveti ile müslüman olmuştur.

Hz. Peygamber'in şahsına karşı da çok büyük hürmeti olan Hz. Hâlid onun isminin mücerred anılmasından bile rahatsız olmuş; savaşlarında kazandığı muvaffakiyeti Hz. Peygamberin sakalından bir kaç taneyi sarığının içinde taşımasına bağlamıştır (İbn Hacer, el-İsabe, I, 413-415; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe, II, 109-112).

Bekir SAĞLAM

Zübeyr TEKKEŞİN

Kaynak:
http://www.islamdahayat.com/infusions/ozel/ozel.php?ozel_id=39

--


BERAT KANDİLİ NEDİR? BERAT GECESİNİN ÖNEMİ VE FAZİLETİ

BERAT KANDİLİ NEDİR? BERAT GECESİNİN ÖNEMİ VE FAZİLETİ


 0

Berat nedir? Berat Kandili nedir? Berat Kandili ne zaman? Berat gecesinin önemi ve fazileti nedir? Berat gecesi yapılacak dua ve ibadetler nelerdir?
Berat Kandili (gecesi) Şaban ayının onbeşinci gecesidir. Aslı “Berâet”tir. Berat sözlükte; “bir zorluktan kurtulmak ve beri olmak” demektir. Ayrıca bu geceye “Leyle-i Mübâreke” denir, bereketli bir gece. “Leyle-i Berâe” denir. “Leyle-i sâk”, vesîka gecesi denir. “Leyle-i rahme” ve rahmet gecesi denir.
Bu gecede, bir yıl içinde olacak bütün işler hükme bağlanıp ifası için Cenab-ı Hak tarafından meleklere verilir. Gecesini ibadet ve dua ile gündüzünü oruçlu geçirmek faziletlidir.
Berat gecesine ait beş haslet vardır:
1- Her önemli iş bu gecede ayırdedilir.
2- O gecedeki ibadetin fazileti büyüktür.
3- İlâhi rahmet yayılır.
4- Mağfiret gecesidir.
5- O gece, Resûlüllah’a şefaat hakkının tamamı verilmiştir.
Çünkü, Hz. Muhammed (s.a.v.), Şaban’ın onüçüncü gecesi ümmeti hakkında şefaat istemiş, bu şefaatin üçte biri verilmiş, ondördüncü gecesi yine istemiş, üçte biri daha verilmiş, onbeşinci gece yine talep etmiş, bu gece şefaatın tamamı ihsan edilmiştir. Bu şefaatten mahrum olanlar, devenin ürküp kaçtığı gibi Allah’tan kaçanlardır. (bk. er-Râzî ve Ebussuud Efendi Tefsirleri, ed-Duhân Sûresi 3. ve 4. âyetlerin tefsiri; Hasan Basri Çantay, Kur’ân-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, İstanbul 1959, III, 904, 905)
Berat gecesi hakkında Allah Resulü şöyle buyurmuştur:
“Şaban ayının onbeşinci gecesi olduğu zaman, gecesinde ibadete kalkın. Ve o gecenin gündüzünü oruç tutun. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teâlâ (Keyfiyeti bizce meçhul bir halde) dünyaya en yakın göğe inerek (o andan) fecir oluncaya kadar: “Benden mağfiret dileyen yok mu, onu mağfiret edeyim. Benden rızık isteyen yok mu, onu rızıklandırayım. (Bir bela ile) mübtela olan yok mu, ona kurtuluş vereyim. Şöyle olan yok mu? Böyle olan yok mu?” buyurur.” (İbn Mâce, H. no: 1388)
Diğer bir hadiste de şöyle buyuruluyor:
“Bu gece Şaban’ın onbeşinci gecesidir. Allah Teâlâ bu gecede Beni Kelb kabilesinin koyunlarının tüyleri sayısınca insanları Cehennem’den kurtarır. Ancak kendisine şirk koşanların, müslümanlara karşı kin ve düşmanlık besleyenlerin, akrabaları ile münasebeti kesenlerin, gururlu ve kibirlilerin, ana-babasına asî olanların ve içki içmeye devam edenlerin yüzüne bakmaz.” (Buhârî, et-Tergîb ve’t-Terhib, II, 118)
KUR’AN’IN İNDİRİLDİĞİ GECE
Cenab-ı Hak, rivayete göre Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan dünyaya indirildiği Berat gecesi için Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor;
“Apaçık Kitaba yemin olsun ki, Biz Kur’an-ı mübarek bir gecede indirdik. Biz, gerçekten uyarıcıyız. O mübarek gecede, her hikmetli iş katımızdan bir emirle ayırt edilir.” (Duhan, 44/1-4) Böyle bir geceyi ganimet bilip dua, zikir ve ibadete yönelerek amel defterini zenginleştirmek, Allah’ın kulları için bulunmaz bir fırsattır.

DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ=

http://www.islamveihsan.com/berat-kandili-nedir-berat-gecesinin-onemi-ve-fazileti.html



29 Nisan 2018 Pazar

HABBÂB İBN ERET


HABBÂB İBN ERET
 
İslâm ile şereflenen ve İslâm'a girdiği için müşrikler tarafından işkence edilen ilk sahabelerden biri.
Nesebi; Habbâb b. Eret b. Cendele b. Sa'd b. Huzeyme b. Ka'b b. Zeyd. Temim kabilesinden, küçükken esir edilerek Mekke'ye getirilmiş Huzâalı Ümmü En'mâr'ın kölesi, Zühre oğullarının anlaşmalısı.
 
İslâm ile şereflenen ve Allah için işkence edilen ilk müslümanlardan olan Hâbbab b. Eret müslüman olduğunu açıkladığında ilk işkence edilen sahabeler arasında idi. İlk Müslümanlar; Hz. Peygamber (s.a.s), Hz. Ebû Bekir, Habbâb, Suheyb, Bilâl, Ammâr, Sümeyye (r. Anhûm)dir. Hz. Peygamber ve Ebû Bekir, kendi aileleri tarafından nisbeten korunmuş ancak Mekkeli olmayan diğer dört kişi müşrikler tarafından şiddet ve baskı ile yıldırılmaya çalışılmıştır. Bu insanlar kızgın güneş altında demir zırhlar giydirilerek ölesiye işkence edilmişlerdir. Habbâb bu işkencelere sabrederek kâfirlerin Hz. Peygamberin risâletini inkâr etmesini istemelerini reddetmiştir (İbnu'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe II, 114).
 
Hz. Habbâb (r.a) Medine'ye hicret edince Hz. Peygamber (s.a.s) onu Cebr b. Atik ile kardeş yapmıştır. Hz. Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz. Ömer'den izin alarak Kûfe'ye cihad için gitmiş, hicri 37 tarihinde şiddetli bir hastalığa tutulmuştur. Hastalığın şiddetinden günde yedi defa başını dağlatan Habbâb, hastalık anında acı içerisinde "Hz. Peygamber (s.a.s) biri ölümü temenni etmekten alıkoymasaydı temenni ederdim" demiştir. Oğullarına kendisinin Kûfe dışına gömülmesini vasiyet eder ve Kûfe'nin dışına gömülmesi durumunda Hz. Peygamber'in sahabîsi oraya gömülmüş diye insanların ölülerini kendisinin etrafına gömeceklerini söyler. Öldüğünde altmış üç yaşında olan Habbâb (r.a) yirmibeş yaşında hicret etmiş, muhtemelen onbeş yaşlarında bir delikanlı iken İslam ile şereflenmiştir (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 416; İbnü'l Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 116).
 
Onbeş yaşında müslüman olmuş bir insanın dünyada kendisinden başka beş kişi müslüman iken işkencelere sabredebilmesi imanının ve dine bağlılığının en önemli göstergesidir. Altmışüç yaşında bir ihtiyar iken ve acılar içerisinde kıvranırken ölümüyle bir sünneti ihya etmeyi düşünmesi, onun Hz. Peygamber (s.a.s)'ın sünnetine de ne kadar bağlı olduğunun en güzel delilidir.
 
Mekke döneminde, sırtına ateşte kızdırılmış taşlar yapıştırılmış, sırt yağlan eriyinceye kadar sırtında tutulmuş, yine imanında sebat etmiştir. Demircilik ile meşgul olduğundan, efendisi Ümmü Emmâr demiri ateşte kızdırır Habbâb'ın başını dağlardı. Hz. Peygamber Habbâb'a uğrar onunla sohbet ederdi. Onun halini görünce: "Allahım Habbâb'a yardım et" diye dua etmişti. Bir müddet sonra Ümmü Enmâr şiddetli baş ağrılarına tutulur, köpek gibi bağırmaya başlar. Ona başını dağlatmasını tavsiye ederler. Habbâb demiri ateşte kızdırır ve kadının başını demirle dağlar (İbnu'l-Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 115).
 
İşkencenin dayanılmaz bir hal aldığı, müşriklerin şiddetli baskı yaptıkları bir zaman Habbab Kabe'nin gölgesinde örtüsüne bürünmüş oturan Hz. Peygamber'in yanına geldi; "Allah'a bizim için dua buyurmaz mısın" dedi: Hz. Peygamber yüzü kıpkırmızı halde doğruldu, şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerde bir adam demir tarakla taranır ve sinirleri kemiğinden sıyrılırdı da bu işkence onu diniden döndürmezdi. Testere başının saç ayırımına konur ve iki parçaya bölünürdü; bu da o adamı dininden döndürmezdi. Allah muhakkak bu dini tamamlayacaktır. San'â'dan kalkan yolcu Hadramevt'e içinde Allah korkusundan başka hiç bir korku olmadan gidebilecek" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 29). Bütün bu işkencelere katlanan Habbâb bir gün halinden şikâyetçi olmamış, İslâm'ın zafer yıllarında, çektiği işkenceleri reklam ederek insanların teveccühünü kazanmaya çalışmamış, mükafatı yalnızca Allah (c.c.)'dan istemiştir. Hz. Ömer (r.a.) hilâfeti döneminde Habbab'a "Allah yolunda çektiğin işkenceleri bize anlat ey Habbâb!" demesi üzerine sırtını açar gösterir. Hz. Ömer "Bu güne kadar bu derece harap olmuş bir sırt görmedim" der. Habbâb (r.a) "Sırtımda ateş yakarlardı, derimden çıkan yağlar ateşi söndürürdü" der. Bazen de ateşte kızdırılmış taşlar sırtına konur derisinin yağları soğutuncaya kadar tutulurdu. Bunun için sırtı yumurta büyüklüğünde oyuk oyuk idi (İbnu'l Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 115).
 
Bütün bu işkencelere rağmen İslâm'ı tebliğden geri kalmazdı. Tâhâ suresinin bazı ayetlerini Hz. Ömer'in kızkardeşinin ailesine öğretirken Ömer içeri girmiş; onların hallerindeki samimiyet Ömer'in müslüman olmasına vesile olmuştur.
 
Zühd ve takvası ile gerçekten örnek olan Habbâb, ihtiyarlık döneminde İslâmın ilk yıllarında ölmediğine hayıflanır durur, şöyle derdi: "Hz. Peygamber ile sevabını Allah'tan dileyerek hicret ettik; Allah indinde bir mükâfaata hak kazandık. İçimizden kimi bu mükâfaat bu dünyada almadan göçtü gitti. Mus'ab b. Umeyr onlardandır... Birden kimileri de meyvelerinin olgunlaştığını gördü ve bunları topladı. İslâm'ın zafer yıllarını gördü ve müslüman olmasından dolayı dünya nimetlerinden istifade etti" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 45).
 
Habbâb (r.a)'ın ilim talebeleri; Oğlu Abdullah, Ebû Ma'mer, Kays b. Ebî Hâzım, Mesruk ve diğer Tabbiîn imamlarıdır. Oğlu Abdullah da Hz. Peygamber'i görmüş ve babası yoluyla ondan hadîs rivayet etmiştir.
 
Habbâb hastalığı nedeni ile Sıffin'e katılmadı. Sıffin dönüşü Hz. Ali, Kûfe dışında yedi kabir görüp, bunlar nedir? diye sordu. Etrafındakiler Habbâb'ın öldüğünü ve Kûfe dışına gömüldüğünü söyleyince Hz. Ali (r.a) şöyle dedi: "Allah Habbâb'a rahmet etsin. İsteyerek coşkuyla müslüman oldu; Allah'ın emrine itaat ederek hicret etti; hayatı boyunca mücâhid yaşadı; bedenine çektirilen işkenceler ve hastalığı ile imtihan edildi. Allah güzel amel işleyenin amelini zayi etmez" dedi. Kabrine yaklaşarak şöyle dua etti. "Ey mümin ve müslümanlar diyarı! Allah'ın selâmı üzerinize olsun, siz bizden önce yerinize ulaştınız, biz de inşâallah kısa zamanda size katılacağız. Allah'ım onları ve biri mağfiret et. Bizi ve onları affet. Ahireti düşünüp onun için amel eden, az ile kanaat eden, Allah (c.c)dan razı olan kullara müjdeler olsun" (İbnü'l-Esîr, Usdü'l Gâbe, II,144-117; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 416).
 
Zübeyr TEKKEŞİN
 

 
 
 

FADL İBN ABBAS

FADL İBN ABBAS
 

Hz. Peygamber'in amcasının oğlu ve sahâbî. Adı Fadl, künyesi Ebû Muhammed'dir. Lâkabı,"Redîfu'r Rasûl" idi. Nesebi, Fadl b. Abbâs,

b. Abdulmuttalib b. Hişam b. Abdülmenaf b. Kusay'dır.

 

Bedir'den önce müslüman olmasına rağmen (İbn Sa'd, Tabakât, IV, 37) müşriklerden çekindiği için müslümanlığını açığa vurmamıştır.

 

Mekke'nin fethinden bir müddet önce babası Hz. Abbâs ile birlikte Medine'ye hicret etti. Hicretinden bir müddet sonra Mekke'nin fethi gerçekleşti. Fadl b. Abbas, ilk defa gazaya yani Mekke fethine katıldı, sonra Huneyn gazasında bulundu. Burada da büyük kahramanlık gösterdi. Müslümanların Huneyn'de dağınıklık göstermesi üzerine Fadl, büyük bir dirâyet ve fedakârlıkla Resulullah'ın yanında bulundu ve Havâzin kabîlelerine karşı çarpıştı.

 

Veda haccında Resulullah (s.a.s.) ile birlikte onun devesine binmişti. Bunun için ona "Redîfu'r Rasûl' yani "Resulullah (s.a.s.)'in üzengi arkadaşı" lâkabı verilmişti. Bu sırada Has'am kabilesinden genç ve güzel bir kadın bir mesele sormak istedi. Fadl, gözlerini kadına dikmişti. Resulullah kadına bakmıyordu. Fadl'ın bu hareketini beğenmedi ve ona, dikkatli olmasını ihtar etti; kadına bakmasın diye, üzengisinden tutup, başını çevirdi (İbn Sa'd, Tabakât, IV, 37).

 

Hz. Fadl, Resulullah (s.a.s.)'in hizmetinde bulunanlardandır. Resulullah son hastalıklarında, son hutbelerinde Fadl'dan sözetmiştir (İbn Hacer, el-İsâbe, V, 212, İbn Abdi'l-Berr, İstiâb, V, 535). Hz. Fadl, Resulullah (s.a.s.)'in gasl sırasında hazır bulunmuş; gasli suyunu dökmüş, Hz. Ali de gasletmiştir.

 

Hz. Fadl, çok güzel yüzlü idi (el-İsâbe, V, 212). Ümmü Mektum isimli bir kızı vardı. Bu kız, Hz. Hasan ile evlenmiş, daha sonra ondan boşanarak, Ebû Musa el-Eş'ârî ile evlenmiştir (el-İstiâb, 535).

 

Hz. Fadl b. Abbâs'tan yirmidört hadis rivâyet edilmiştir. Bunlardan üç tanesi müttefekun aleyh'tir (Tenzibü'l-Kemâl, 309). Râvileri arasında şunları saymak mümkündür: Sahâbenin büyüklerinden İbn Abbâs ve Ebû Hureyre'den başka Kerib, Kusm b. Abbâs, Abbâs b. Ubeydullah, Rebiab. Hâris(Tehzibü't-Tehzib, IV, 280).

 

Hz. Fadl'ın vefatı hakkında değişik bilgiler verilmiştir. Bir kısım râvîler, Suriye'de meydana gelen salgında vefât ettiğini; bir kısmı ise, Ecnâdin savaşında şehid olduğunu söylüyorlar. Bu rivâyetlerden ikincisi, daha yaygındır ve doğruya daha yakındır (el-İsâbe, 212).

 

Şâmil İA

KAYNAK:


 
 



--



MESNEVİ’DEKİ MEŞHUR HİKAYE

MESNEVİ’DEKİ MEŞHUR HİKAYE


 0

Mevlânâ Hazretleri’nin Mesnevî’deki bu meşhur hikâyesi; âhir zaman ümmeti olmanın hem güzel ve rahmet tarafını bizlere hatırlatıyor, hem de tefekkür ve ibrete dâvet ediyor.
“Çöldeydi… Gecenin lâhûtî nağmeleri ile feyizyâb olmuştu. Kumlara uzandı, gözlerini semâya çevirdi. Sanki elini uzatsa, yıldızlara dokunacaktı. Biraz gayret etse bir seyyârenin fevkinde bütün semâyı dolaşacaktı. Çölü seviyordu. Hele çölde yürümeyi ve tefekkürü çok daha fazla… Peygamberlerin büyük bir kısmına yol olmuştu, yâr olmuştu, yâren olmuştu bu kum zerreleri…
Düşünmeye devam etti, gökteki seyyâreler, çöldeki kum zerreleri gibi insan geçmişti dünya sahnesinden… Her insan ayrı bir deniz, her hikâye ayrı bir umman…
Peki, “Eğer bana sorulsaydı dünyaya gelmek istediğim zaman, ben hangi zaman dilimini seçerdim, bu hayat defterini doldurmak için?” diye düşünürken… Şeyh, gecenin mehtâbı gibi göründü yeniden…
“-Bak, evlât!” dedi… “Asrın içinde en kıymetli an, En Güzel’e tevâfuk eden buluşmalardır! Sen gül râyihaları almaya kur gönül saatini… Kıvamı tutmuş bir ümmetliğin mest eden efsûnunda, cânı cânâna fedâ etmenin bîhuş eden muştusunu arzula…”
MEVLANA HAZRETLERİNİN MÜTHİŞ HİKAYESİ
Mesnevî’de şöyle bir hikâye anlatılır:
Bir gün aslan, kurt ve tilki avlanmak için dağa çıkmışlardı. Avları yakalayıp birbirinin sırtına yükletmek ve taşımak için yardım edeceklerdi. Üçü birlikte o geniş kırda birçok av tutacaklardı. Aslında erkek bir aslan için kurt ve tilki ile arkadaşlık etmek ayıptı, lâkin aslan onlara ikram olsun diye, kendilerine yoldaşlığı kabul etti.
Hikâyedeki aslandan maksat, hakîkat ve mârifet aslanı olan “veliyy-i kâmil”dir. Kurt ve tilkiden murat ise; hayvanlık sıfatından kurtulamamış sûrî insanlardır. Evliyâullah hazarâtı, bazen böyle hayvan sıfatlı insanlarla beraber bulunurlar. Çünkü Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, “Cemaat, Allâh’ın rahmetine sebeptir.” buyurmuştur. Olur ki, cemaat arasında Allâh’ın sevgili bir kulu bulunur; onun yüzü suyu hürmetine, diğerleri de Allâh’ın lutf u keremine nâil olurlar.
Bu cemaat, aslanın maiyyetinde heybet ü azametle dağa doğru gidince, bir yaban sığırı, bir keçi ve iri bir tavşan avladılar. Avlarını ormana getirdiler. Aslan kurda dedi ki:
“-Ey eski ve tecrübeli kurt! Bu avı aramızda taksim ederek bir adalet göster.
Kurt:
“-Şâhım, yaban sığırı senin payındır. O büyüktür, sen ise iri gövdelisin. Bu, sana lâyıktır. Keçi benim hissemdir ki, orta vücutludur. Ey tilki, sen de tavşanı al.” diyerek taksimâtı yaptı. Fakat bu taksimat aslanı hoşnut etmemişti:
“-Ey kurt! Sen ne dedin? Ben burada iken sen ve ben demeye cesaret ediyorsun hâ!.. Haydi, bana doğru gel!” dedi ve kurdun yaklaşmasıyla ona bir pençe vurması bir oldu. O pençe darbesi kurdu parçaladı. Aslan kükremeye devam etti:
“-Mâdemki beni görmek ve karşımda bulunmak, sana kendini unutturmadı; böyle bir cana, inleyerek ölmek gerektir!”
Ondan sonra aslan, tilkiye dönüp:
“-Şu avları yemek için bir de sen taksim et!” dedi.
Tilki, aslanın önünde yerlere kapandıktan sonra dedi ki:
“-Efendimiz; şu besili sığır, kuşluk yemeğin olsun. Şu keçi öğle yemeğin, tavşan da gece çerezin olsun!”
Aslan, bu taksimattan hoşlanmıştı:
“-Ey tilki, sen böyle bir taksimi kimden öğrendin?” diye sordu. Tilki de:
“-Ey hayvanlar âleminin pâdişâhı! Kurdun hâlinden öğrendim!” cevabını verdi.
Bunun üzerine aslan:
“-Mâdem ki sen bizim aşkımızda fânî oldun ve bu fedakârlığı gösterdin, avların üçünü de al götür.”
“Bir kimse Allâh’ın olur, her şeyini, hatta kendini Allâh’a verirse, Allah da onun olur.”
Tilki o zaman; aslan, avların taksimini kurttan sonra bana emretti diye yüzlerce kere şükretti ve dedi ki:
“-Eğer bunları bana evvelden «taksim et» diye emreyleseydi, aslanın pençesinden canımı kim kurtarabilirdi?”
KISSADAN HİSSE
Mevlânâ Hazretleri; aslan, kurt ve tilkinin hikâyesini bitirirken bizi kıssadan hisseye yöneltiyor ve şöyle devam ediyor, hikmet deryası sözlerine:
“O hâlde bizi evvelkilerden sonra dünyaya getiren Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâlar olsun. Allâh’ın eski zamanlardaki müşriklere etmiş olduğu siyasetleri okuduk ve işittik. Cenâb-ı Hakk’ın bizi sonradan dünyaya getirmesi, o eski kurtların hâlinden ibret alıp, tilki gibi kendimizi korumamız içindi. Hakk’ın Rasûlü ve sözünde sâdık olan Peygamber-i Ekber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bundan dolayı bizim için «Ümmet-i Merhûme» yani «Allah’ın rahmetine mazhar olmuş ümmet»buyurmuştur.
O eski kurtların, hâlâ mevcut eserleri meydanda… Ey büyük adamlar, ey aklı başında kimseler; o eserlere bakın da ibret alın.” (Bkz: Mesnevî, Şefik Can Tercümesi, c: I, 195-196)
Mesnevî’nin bu meşhur hikâyesi; âhir zaman ümmeti olmanın hem güzel ve rahmet tarafını bizlere hatırlatıyor, hem de tefekkür ve ibrete dâvet ediyor. Şayet geçmişi bilmezsek, Allâh’ın kâinâtta cârî olan kanunlarını (Sünnetullah) anlamaz ve ona göre hayatımızı tanzim etmezsek âkıbetimiz, geçmiştekilerden çok da farklı olmaz. Nitekim şöyle denilmiştir:
“Geçmişten ibret almazsa kişi, geleceğe ibret olmaktır işi!..”
Kaynak: Ebrar Çıtraz, Şebnem Dergisi, Sayı: 158

http://www.islamveihsan.com/mesnevideki-meshur-hikaye.html



28 Nisan 2018 Cumartesi

EN FAZİLETLİ SABIR

EN FAZİLETLİ SABIR


 0

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, sabrın çeşitlerini ve fazîletlerini bildirdiği bir hadîs-i şerîfinde sabrı şöyle tarif etmiştir.
SABRIN ÜÇ ÇEŞİDİ
“Sabır üçtür:
  1. Musîbetlere karşı sabır,
  2. Kullukta sabır,
  3. Günah işlememekte sabır.
Kim, kaldırılıncaya kadar musîbete güzelce sabrederse Allâh ona üç yüz derece yazar. Her iki derece arasında semâ ile arz arası kadar mesâfe vardır. Kim de tâatte sabrederse Allâh ona altı yüz derece yazar. Her iki derece arasında yeryüzü ile yedi kat aşağısı arası kadar mesâfe vardır. Kim de mâsiyete (günaha) karşı sabrederse Allâh ona dokuz yüz derece yazar. İki derece arasında yer ile Arş arası kadar mesâfe vardır.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 42; Deylemî, II, 416)
SABRI KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN NE YAPMALIYIZ?
Her hâlukârda Allâh’ın emir ve yasaklarındaki nîmet, hikmet ve ilâhî mükâfât­ları düşünmek, sabrı kolaylaştırır. Bâzen sırtımızdan atamadığımız tabiî felâketleri, taşımaktan başka çâremiz yoktur. Her çâresizliğin yegâne çâresi, Allâh’tır. Şikâyetler, feryâd ü figânlar, sızlanmalar, kayıptan başka birşey değildir. Bunun içindir ki, başımıza gelen hâdiselere sabredip Cenâb-ı Hakk’a sığın­mak, her şeyin O’ndan geldiğini bilmek ve bir imtihân olduğunu idrâk edip mükâfâ­tını düşünmek, en akıllıca iştir.
İnsanın bu imtihân dünyâsında her arzu ettiğine nâil olması mümkün değildir. Erişemediğimiz şeyler için, “Olmaması, hakkımızda hayırdır!” veya “Olan şeyde hayır vardır!” demek, kulluğa en uygun olan ve bizi mânevî derecelere nâil eyleyen en güzel bir hâldir.
EN FAZÎLETLİ SABIR
Sabır, zorla değil, gönül hoşluğu ile kulun, Rabbine teslîmiyetidir. Hele gücü var iken, sabredip intikâm almamak, yüce bir fazîlettir.
Sabrın birinci şartı, musîbet ile ilk karşılaşıldığı anda olmasıdır. Tavı geçmiş bir sabrın, fazla bir mükâfâtı yoktur.
Bu itibarla, evlâdını veya yakınını kaybetmiş kimsenin, ilk andaki sabır ve teslîmiyeti mühimdir!
Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’dan rivâyet edildiğine göre Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çocuğunun mezarı başında feryâd ederek ağlayan bir kadının yanından geçti. Ona:
“–Allâh’tan kork ve sabret!” buyurdu.
Kadın:
“–Çekil git başımdan; zîrâ benim başıma gelen felâket senin başına gelmemiştir!” dedi.
Kadın, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i tanıyamamıştı. Kendisine, O’nun Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- olduğunu söylediler. Kadın bunu duyar duymaz Peygamber Efendimiz’in kapısına koştu. Orada kendisini engelleyen herhangi bir kimse olmadığı için doğrudan Efendimiz’in huzûruna çıktı ve (özür dileyerek):
“–Yâ Rasûlallâh, Siz’i tanıyamadım.” dedi.
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Hakîkî sabır, felâketin ilk ânında gösterilendir!” buyurdu. (Buhârî, Cenâiz, 32)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları

http://www.islamveihsan.com/en-faziletli-sabir.html



27 Nisan 2018 Cuma

AF, ARINMA VE KURTULUŞ VESİLESİ: BERAT GECESİ - Diyanet Cuma Hutbesi


TARİH: 27.04.2018  Diyanet Cuma Hutbesi

AF, ARINMA VE KURTULUŞ VESİLESİ: BERAT GECESİ -  Diyanet Cuma Hutbesi



Cumanız Mübarek Olsun Aziz Müminler!

Rahmeti sonsuz, affı sınırsız olan Yüce Rabbimiz, okuduğum ayet-i kerimede bizlere şu müjdeyi vermektedir: “De ki: ‘Ey kendi aleyhlerine günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah dilerse bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” 1


Muhterem Müslümanlar!

Af, arınma, mağfiret ve kurtuluş vesilesi olan Berat gecesine yaklaşmanın sevincini yaşıyoruz. Yüce Rabbimize sonsuz hamdü senalar olsun. Hep birlikte 30 Nisan Pazartesiyi Salıya bağlayan gece Berat gecesini idrak edeceğiz inşallah

Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir kutsî hadiste şöyle buyurmuştur: “Şaban ayının on beşinci gününü oruçlu geçirin. Gecesinde ise ibadete kalkın. Çünkü o gece güneş batınca Allah Teala keyfiyetini bilemediğimiz bir halde en yakın semaya tecelli ederek fecir doğuncaya kadar: ‘Bağışlanma dileyen yok mu, onu bağışlayayım! Rızık isteyen yok mu, ona rızık vereyim! Musibete uğrayan yok mu, ona afiyet vereyim…’ buyurur.” 2


Kardeşlerim!

Ömür, bizim en kıymetli sermayemizdir. Her saatimiz hazine, her dakikamız servet değerindedir. Berat gecesi de hayat yolculuğumuzun en bereketli duraklarından biridir. Berat bizlere varlığımızı yeniden gözden geçirme, muhasebe ve tefekkür imkânı kazandıran bir fırsat gecesidir. Berat,  mağfirettir. İlahî rahmetin tecelli ettiği gündür. Berat, nedamet ve umut zamanıdır. Berat gecesi ellerin duaya, gönüllerin semaya açıldığı gecedir. Rabbimize yönelip mağfiret iklimine girmenin adıdır Berat.

Berat, kırılan kalpleri onarma, dargınlık duvarlarını yıkma, kin, nefret ve intikam duygularını aşma günüdür. Berat, arzularımızın, hevâ ve heveslerimizin, bencilliklerimizin etkisinden, nefsimizin esaretinden kurtulma gecesidir. Nefis ve şeytanın hile ve tuzaklarına karşı teyakkuzda olma bilincini diri tutma vaktidir.


Kıymetli Müminler!

Her yıl gelen Berat gecesi, bizlere, her türlü kötülük, zulüm, haksızlık ve adaletsizlikten uzak kalmayı öğretir. Berat gecesi bize sadece Allah’ın affına mazhar olmayı değil, affedici olmayı da hatırlatır. Zira Allah’tan af bekleyen affedici olur. Kendisine, ailesine, din kardeşlerine, çevresine ve tüm kâinata karşı affedici ve hoşgörülü olur. Allah’ın hoşnutluğunu isteyen, hiç kimseyi hor ve hakir görmez. Allah’ın sevgisine ulaşmak isteyen, daima yüreğinde sevgi ve merhamet taşır.


Aziz Müminler! 

Bu gece vesilesiyle bir kez daha hatırlatmak isterim ki, “insanlık için gönderilmiş hayırlı bir ümmet” olma yolunda hepimize ayrı ayrı sorumluluklar düşmektedir. Zira etrafımızda olup bitenlere karşı duyarsız kalarak salih bir mümin olmamız mümkün değildir. 

Geliniz bu bereketli zaman diliminde unuttuğumuz ve terk ettiğimiz sorumlulukları yeniden hatırlayalım. Dünyayı ahirete tercih eder hale gelmişsek en yakınlarımızdan dahi esirgediğimiz sevgi ve merhamet için tövbe edelim. Yetim ve öksüzleri, mazlum kardeşlerimizi yalnız bırakmışsak tövbe edelim. İhmal ettiğimiz kulluğumuzu gözden geçirelim. Hırpalanmış şu gönül dünyamızı dua, ibadet ve tefekkür ile taçlandıralım. Günaha ve kötülüğe giden yollara set çekelim. İyiliğin egemen olduğu bir dünya için çaba gösterelim. Allah’ın rahmetinin bolca tecelli ettiği bu günleri en güzel şekilde değerlendirelim. Taatimizle, teslimiyetimizle, salih amellerimizle tövbelerimizi, istiğfarlarımızı yalnız O’na arz edelim. Hatalarımızdan, kusurlarımızdan, günahlarımızdan bir daha dönmemek üzere yüz çevirelim.

Hutbemi, Efendimizin şu duasıyla bitirmek istiyorum:
“Allah’ım! Gazabından rızana, cezandan affına, Sen’den yine Sana sığınıyorum. Sana övgüleri saymakla bitiremem. Sen kendini nasıl övdüysen öylesin.”3 

“Allah’ım, Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde ibadet etmek için bize yardım eyle.” 4
                                                         

 1 Zümer, 39/53. 2 İbn Mâce, İkâmetü’s-Salavât, 191. 3 Müslim, Salat, 222. 4 Ebû Davud, Vitr, 26.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

http://www2.diyanet.gov.tr/DinHizmetleriGenelMudurlugu/Sayfalar/HutbelerListesi.aspx



RUHUN GIDASI NEDİR?

RUHUN GIDASI NEDİR?


 0

Ruhun gıdası nedir? Bedenimizi nasıl günde 2-3 sefer doyuruyorsak, rûhumuzun da gıdâsını vermemiz zarûrîdir. Ruhumuzun gıdası «zikrullah»tır ve bunun da en bereketli vakti seherlerdir. Zira ilâhî feyiz ve rûhâniyetler sofrası seher vaktinde açılır.
Seherlerin ihyâsı; gündüzleri mü’min kalbine gelebilecek nefsânî günah taarruzlarına karşı, kul için bir paratoner / siper-i sâika vazifesi görür.
Seherlerde «teheccüd» çok mühimdir. Peygamber Efendimiz; gece namazını, seferlerde dahî terk etmemiştir.
Seherler, gecenin son üçte biridir ve günün bereketidir. Rûhânî hayatımızın seherlerde kazanacağı muhafaza ve kuvvet, başka bir vakitte elde edilemez.
İSTİĞFAR ETMENİN ÖNEMİ VE FAZİLETİ
Cenâb-ı Hak; takvâlı, ihlâslı kullarını tarif ederken seherlere dikkat çekerek;
“Seher vakitlerinde istiğfâr edenler…” (Âl-i İmrân, 17) buyurmaktadır.
Rabbimiz, bu mübârek vakitlerde, kulun; «Kendisi»ne ilticâ etmesini, af ve mağfiret talep etmesini arzu etmektedir.
Fahr-i Kâinât Efendimiz de ismet sıfatıyla muhafaza edildiği, geçmiş ve gelecek zelleleri de ilâhî mağfiretin teminatı altında olduğu hâlde; her gün 70 yahut 100 defa istiğfâr ettiğini ifade buyurmaktadır.
LÂ İLÂHE İLLÂLLAH ZİKRİNİN FAZİLETİ
Rasûlullah Efendimiz;
“Kelime-i tevhidle îmânınızı tazeleyin…” buyurmakta… (Bkz. Ahmed, II, 359; Hâkim, IV, 285/7657)
«Lâ ilâhe illâllah!» zikrine devam etmek… Kalpten mâsivâyı, çirkin duyguları atıp, yalnızca Allâh’a îman, muhabbet ve O’nun râzı olacağı duygularla kalbi tezyin edebilmek…
SALÂT Ü SELÂM GETİRMENİN FAZİLETİ
Seherlerin bereket sofrasında «salevât-ı şerîfe» de çok mühim: Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Allah ve melekleri Peygamber’e salât ederler. Ey îmân edenler! Siz de O’na salât edin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin.” (el-Ahzâb, 56)
Salât ü selâm; Peygamber Efendimiz’e muhabbet ve vefâmızın, duâ ile beyanıdır. O’na bey‘at ve ittibâımızın îlânıdır.
Sahâbe Efendilerimiz, dünyada fiilen O’nunla beraber olmanın rûhânî lezzetini tattı. Âhirette de beraberlik nimetine kavuşmak için her şeyini fedâ etti.
Biz ise 1400 sene sonra geldik.
Bizim için de en büyük gaye ve en büyük mânevî lezzet, âhirette O’nunla beraber olabilmek…
Bunun da yolu:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhârî, Edeb, 96)
Yani, –sallâllâhu aleyhi ve sellem– Efendimiz’in her hâlini gönül iklimimize aktarabilmek.
Cenâb-ı Hak nasîb eylesin!..
Âyet-i kerîmede;
“Ey îmân edenler! Allâh’ı çokça zikredin!” (el-Ahzâb, 41) buyuruluyor. Zikir; seher vaktinin o nûrânî ve rûhânî ikliminde, kulun gönül âleminde tam bir itmi’nâna vesile olur.
Yediğimiz gıdâlar nasıl vücudumuzun bütün fakültelerinden geçiyorsa; seher vaktindeki zikrullah da bütün mânevî uzuvlardan yani letâiften geçmeli, zikir bütün vücuda yaygınlaştırılmalıdır. Gönül dünyamız, mânevî bir doyuma ulaşmalıdır. Güne böyle bir seher ziyafetiyle girilmelidir.
Böyle bir rûhâniyetle girilen gündüzlerde de, geceye hazırlık hâli muhafaza edilmelidir. Göz, kulak ve dil gibi, kalbe malzeme taşıyan âzâlarımız; asla haramlara ve günahlara mâruz bırakılmamalıdır. Böylece gündüzlerden de geceye bir hazırlıkla girilmelidir.
Güneş ve ay, gece ve gündüz birbirinin ardından, bir değişim içinde nasıl birbirlerini takip ediyorlarsa; mânen ihyâ edilen seherlerde geceye hazırlanmalı, bu şekilde girilen gündüzlerde de takvâlı bir hayat ile geceye hazırlanmalıdır.
Gecenin de gündüzün de bereketini alabilmemiz ancak bu müteselsil gayretlerle mümkün.
Hazret-i Mevlânâ, dünyada ve ten kafesinde mahpus olan rûhun kurtuluşunun zikrullah olduğunu şu teşbihle ne güzel îzâh eder:
“Senin Yûnus –aleyhisselâm gibi olan rûhun; balık karnı gibi olan bedeninde türlü sıkıntılar içinde kavruldu, pişti. Allâh’ı tesbih etmekten başka, onun kurtuluş yolu yoktur.
Hazret-i Yûnus, ettiği tesbih bereketiyle balığın karnından kurtuldu.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı DergisiYıl: 2018 Ay: Şubat Sayı: 157

http://www.islamveihsan.com/ruhun-gidasi-nedir.html