İÇERDEN AÇILAN KAPI
9. yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Huntın, bir bahçeyi tasvir eden bir tablosu Londra Kraliyet Akademisi de sergileniyordu.
Huntın `Kainat ışığı`adını verdiği bu tabloda geceleyin elinde bir fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam görülüyordu....
Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu. Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunta dönerek :
`Güzel bir tablo doğrusu, ama manasını bir türlü kavrayamadım.` dedi. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu takmasını unutmuşsunuz da..
Hunt gülümsedi ve ekledi:
`Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki..`. `Bu kapı, insan kalbini simgeliyor..
Ancak içerden açılabildiği için dışında kola ihtiyacı yoktur`.
31 Ocak 2016 Pazar
30 Ocak 2016 Cumartesi
Hekimoğlu İsmail - Dünya bir misafirhane gibidir…
Hekimoğlu İsmail - Dünya bir misafirhane gibidir…
Nasıl ki her nehir kendi yatağını kendi çizer; taşlık bölgeye gelir çağlayan olur, kumsal bölgeye gelir erir, dik yamaçta şelale olur, halden hale girer, yoluna devam eder. İnsan da öyle. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.
Allah, dünyayı ve içindeki bütün nimetleri insanlar için yaratmıştır. İnsan da İslamiyet'i yaşamak için dünyaya gönderilmiştir. Ahiret inancı, insana Allah'tan başkasına çok bağlanmamayı, onları çok sevmemeyi öğretir. Çünkü ölüm var, ayrılık var, hiçbir şey bâki değil. Amma insan bu dünyaya imtihan için gönderildiğini, bu dünyanın gelip geçici olduğunu bildiği halde kendisini dünyaya kaptırıverir; nefsi, menfaati, makamı ve çevresi ona bu vazifeyi unutturabilir.
Sohbetlerde, derslerde, yazılarda büyük hedefler gösteriliyor; Allah rızası, ebedi saadet, Peygamberimiz (sas)'in şefaati, hizmet vesaire… Fiili hayatta hedefler küçülüyor; ev, mobilya, halı, koltuk, araba, çocukların çeyizi… Sonra da diyor ki: “Ben, cennete gitmek istiyorum.” Pekâlâ, ne güzel. Gidiyor iki yüz bin lira verip eşya alıyor, yirmi lira da sadaka veriyor. Niye? Eşyadan sadakaya para kalmadı. Hâlbuki cennet ucuz değil!
Dünya nasıl geçici ise içinde bulunan bütün canlılar da geçicidir, ölümlüdür. Nereden gelip nereye gittiğini bilen insan, dünyayı yolculuğun kısa bir molası olarak görür. İmam Şâfî Hazretleri'nin buyurduğu gibi: Bizler, dünyaya imtihan için gelen, âhiret yolcularıyız. “Kervanların, yolculuk esnâsında ev inşâ etmeleri akıl kârı değildir!” Yola çıkan insan yol üzerinde ev yapmaz; göç eden kimse de eşyasını evde bırakmaz. Sen misafirsin, bu dünya sana bir misafirhanedir; misafirhanede çok fazla şey aranmaz.
Nitekim Peygamberimiz (sas) de, üzerinde uyuduğu hurma yaprağından örülmüş hasırın vücudunda izler bıraktığını görenler, hasırın üzerine yumuşak bir şeyler sermeyi teklif ettiğinde Peygamberimiz (sas): “Benim dünya ile ne alâkam olabilir ki! Benim dünyadaki hâlim, bir ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden bir yolcunun hâline benzer.” buyurmuştur.
Mademki insan yolcudur, bizi dünyaya getiren bizi ahirete götürüyor. Öyleyse biz bu dünyaya mal biriktirmek için gelmedik! Her yolcunun çantası vardır, çantadaki eşyalar yolcuyla mütenasiptir. Ahirete giden yolcunun çantasında sevaplar çoksa götürdüğü bu hediyeye karşılık ona saadet-i ebediye verilir.
Yıllarca memuriyet yaptım, hiçbir tayinden şikâyet etmedim. Tayinim çıkınca eşyaları bagaj yapar, ambara verirdim. Ben de otobüsle gideceğim yere giderdim. Evimi taşımak kolay olurdu yani. Her tayinde bize yol masrafı verilir. Yol masrafından da param artardı. Memur arkadaşlar derlerdi ki “Tayin olmak yıkılmaktır.” Ben de derdim ki: “Tayin olmak para kazanmaktır.” Kıtalar arası seyahat ettiğimde de çantamı alıp gittim; çantamda kitap, kalem, defter vardı. Gittiğim yerde acele etmeden yavaş yavaş imkân ölçüsünde lüzumlu şeyleri aldım. Zaten 5. Şua'da diyor ki: “Deccal, israfı teşvik eder. Onun tuzağına düşenler maddeten ve manen kötü durumlara düşer.”
Diğer yandan rahat yaşamak, meşguliyet ister. Hâlbuki ömür kısa; cennete gitmek için tek sermaye, kalan ömrümüz. Yaşımla beraber diplomalarım, sanatım geçip gitti. Elimde sadece Allah'a iman kaldı. Öyleyse fani şeyleri bakiye tebdil etmenin yolu; Allah için işlemek, Allah için görüşmek, Allah için çalışmak, O'nun razı olduğu istikamette bir hayat yaşamaktır.
Netice olarak dünyâ, bir misafirhâne yani bir han gibidir.
Bediüzzaman'ın ağzıyla soralım: İdama mahkûm biri, zindanın süslenmesinden nasıl zevk alabilir?
Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
Dünya bir misafirhane gibidir…
Nasıl ki her nehir kendi yatağını kendi çizer; taşlık bölgeye gelir çağlayan olur, kumsal bölgeye gelir erir, dik yamaçta şelale olur, halden hale girer, yoluna devam eder. İnsan da öyle. Çocukluktan gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.
Allah, dünyayı ve içindeki bütün nimetleri insanlar için yaratmıştır. İnsan da İslamiyet'i yaşamak için dünyaya gönderilmiştir. Ahiret inancı, insana Allah'tan başkasına çok bağlanmamayı, onları çok sevmemeyi öğretir. Çünkü ölüm var, ayrılık var, hiçbir şey bâki değil. Amma insan bu dünyaya imtihan için gönderildiğini, bu dünyanın gelip geçici olduğunu bildiği halde kendisini dünyaya kaptırıverir; nefsi, menfaati, makamı ve çevresi ona bu vazifeyi unutturabilir.
Sohbetlerde, derslerde, yazılarda büyük hedefler gösteriliyor; Allah rızası, ebedi saadet, Peygamberimiz (sas)'in şefaati, hizmet vesaire… Fiili hayatta hedefler küçülüyor; ev, mobilya, halı, koltuk, araba, çocukların çeyizi… Sonra da diyor ki: “Ben, cennete gitmek istiyorum.” Pekâlâ, ne güzel. Gidiyor iki yüz bin lira verip eşya alıyor, yirmi lira da sadaka veriyor. Niye? Eşyadan sadakaya para kalmadı. Hâlbuki cennet ucuz değil!
Dünya nasıl geçici ise içinde bulunan bütün canlılar da geçicidir, ölümlüdür. Nereden gelip nereye gittiğini bilen insan, dünyayı yolculuğun kısa bir molası olarak görür. İmam Şâfî Hazretleri'nin buyurduğu gibi: Bizler, dünyaya imtihan için gelen, âhiret yolcularıyız. “Kervanların, yolculuk esnâsında ev inşâ etmeleri akıl kârı değildir!” Yola çıkan insan yol üzerinde ev yapmaz; göç eden kimse de eşyasını evde bırakmaz. Sen misafirsin, bu dünya sana bir misafirhanedir; misafirhanede çok fazla şey aranmaz.
Nitekim Peygamberimiz (sas) de, üzerinde uyuduğu hurma yaprağından örülmüş hasırın vücudunda izler bıraktığını görenler, hasırın üzerine yumuşak bir şeyler sermeyi teklif ettiğinde Peygamberimiz (sas): “Benim dünya ile ne alâkam olabilir ki! Benim dünyadaki hâlim, bir ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden bir yolcunun hâline benzer.” buyurmuştur.
Mademki insan yolcudur, bizi dünyaya getiren bizi ahirete götürüyor. Öyleyse biz bu dünyaya mal biriktirmek için gelmedik! Her yolcunun çantası vardır, çantadaki eşyalar yolcuyla mütenasiptir. Ahirete giden yolcunun çantasında sevaplar çoksa götürdüğü bu hediyeye karşılık ona saadet-i ebediye verilir.
Yıllarca memuriyet yaptım, hiçbir tayinden şikâyet etmedim. Tayinim çıkınca eşyaları bagaj yapar, ambara verirdim. Ben de otobüsle gideceğim yere giderdim. Evimi taşımak kolay olurdu yani. Her tayinde bize yol masrafı verilir. Yol masrafından da param artardı. Memur arkadaşlar derlerdi ki “Tayin olmak yıkılmaktır.” Ben de derdim ki: “Tayin olmak para kazanmaktır.” Kıtalar arası seyahat ettiğimde de çantamı alıp gittim; çantamda kitap, kalem, defter vardı. Gittiğim yerde acele etmeden yavaş yavaş imkân ölçüsünde lüzumlu şeyleri aldım. Zaten 5. Şua'da diyor ki: “Deccal, israfı teşvik eder. Onun tuzağına düşenler maddeten ve manen kötü durumlara düşer.”
Diğer yandan rahat yaşamak, meşguliyet ister. Hâlbuki ömür kısa; cennete gitmek için tek sermaye, kalan ömrümüz. Yaşımla beraber diplomalarım, sanatım geçip gitti. Elimde sadece Allah'a iman kaldı. Öyleyse fani şeyleri bakiye tebdil etmenin yolu; Allah için işlemek, Allah için görüşmek, Allah için çalışmak, O'nun razı olduğu istikamette bir hayat yaşamaktır.
Netice olarak dünyâ, bir misafirhâne yani bir han gibidir.
Bediüzzaman'ın ağzıyla soralım: İdama mahkûm biri, zindanın süslenmesinden nasıl zevk alabilir?
29 Ocak 2016 Cuma
Namaz kâinatın meyvesidir
Namaz kâinatın meyvesidir
Cemil Tokpınar
c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
22 Ocak 2016, 08:00
Diyebiliriz ki, Rabbimiz bütün kâinatı bizim için yaratmıştır. Bundan 12 milyar yıl önce evren yaratılmaya başlamış, 100 milyar galaksi ve her galakside bulunan ortalama 200 milyar yıldız, güneş sistemini ve dünyayı netice vermiştir. 5 milyar yıl önce yaratılan dünya, asırlarca bir beşik gibi süslenmiş, milyonlarca çeşit hayvan ve bitki yaratılmış, en sonunda kâinatın en şerefli misafiri olan insan gelmiştir.
Neden Rabbimiz, insan için bu kadar masraf etmiştir? Niçin her şeyi onun emrine vermiştir? Şöyle bir bakın: Bütün varlıkların bir görevi var. İnekler süt veriyor, arı bal yapıyor, tavuk yumurtluyor, balık bize et yetiştiriyor. Hatta lüzumsuz sandığımız bazı varlıklar bile hizmet ediyor. Yılanın zehirinden ilâç yapılıyor, karıncalar çıkardıkları gazla güneşin zararlı ışınlarını süzen ozon tabakasını güçlendiriyor, solucanlar fosforla toprağı besliyor. Gereksiz, hikmetsiz, boş ve zararlı hiçbir varlık yok.
Bunların hepsi insan için çalışıyorlar. İnsan da bütün varlıklardan yararlanıyor, kullanıyor, hatta sevdiği canlıyı yatırıp kesiyor ve etini yiyor. Ama, hiçbir varlığa insanın etini yeme, sütünü içme veya sırtına binip gezme yetkisi verilmemiş. İnsanın kullandığı bazı haklar hiçbir varlıkta yok.
Peki bunca emek çekilen, masraf yapılan, özenilen, yetkilerle donatılan insan niçin yaratılmış?
Acaba Rabbimiz bir solucana bile bir yaratılış hikmeti taksın, insanı başıboş bıraksın ve 60-70 yıl yeyip içip yatması ve sonunda ölmesi için yaratsın. Bu, mümkün mü?
Kesinlikle mümkün değil.
c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
22 Ocak 2016, 08:00
Diyebiliriz ki, Rabbimiz bütün kâinatı bizim için yaratmıştır. Bundan 12 milyar yıl önce evren yaratılmaya başlamış, 100 milyar galaksi ve her galakside bulunan ortalama 200 milyar yıldız, güneş sistemini ve dünyayı netice vermiştir. 5 milyar yıl önce yaratılan dünya, asırlarca bir beşik gibi süslenmiş, milyonlarca çeşit hayvan ve bitki yaratılmış, en sonunda kâinatın en şerefli misafiri olan insan gelmiştir.
Neden Rabbimiz, insan için bu kadar masraf etmiştir? Niçin her şeyi onun emrine vermiştir? Şöyle bir bakın: Bütün varlıkların bir görevi var. İnekler süt veriyor, arı bal yapıyor, tavuk yumurtluyor, balık bize et yetiştiriyor. Hatta lüzumsuz sandığımız bazı varlıklar bile hizmet ediyor. Yılanın zehirinden ilâç yapılıyor, karıncalar çıkardıkları gazla güneşin zararlı ışınlarını süzen ozon tabakasını güçlendiriyor, solucanlar fosforla toprağı besliyor. Gereksiz, hikmetsiz, boş ve zararlı hiçbir varlık yok.
Bunların hepsi insan için çalışıyorlar. İnsan da bütün varlıklardan yararlanıyor, kullanıyor, hatta sevdiği canlıyı yatırıp kesiyor ve etini yiyor. Ama, hiçbir varlığa insanın etini yeme, sütünü içme veya sırtına binip gezme yetkisi verilmemiş. İnsanın kullandığı bazı haklar hiçbir varlıkta yok.
Peki bunca emek çekilen, masraf yapılan, özenilen, yetkilerle donatılan insan niçin yaratılmış?
Acaba Rabbimiz bir solucana bile bir yaratılış hikmeti taksın, insanı başıboş bıraksın ve 60-70 yıl yeyip içip yatması ve sonunda ölmesi için yaratsın. Bu, mümkün mü?
Kesinlikle mümkün değil.
İnsanın aslî görevi
Şu âyet meallerine bakın, aklımıza gelen sorulara ne güzel de cevap veriyorlar:
“Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri boş yere yaratmadık.” (Sâd: 27) “Bizim sizi, boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn: 115)
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet: 36)
Peki, başıboş değilsek, Rabbimiz bizi niçin yarattı? Çalışıp çabalamamız, yiyip içmemiz için mi? İşte bu soruları cevaplayan Kur’an ayetleri:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi ancak Allah’tır.” (Zariyat: 56-58)
Bu ayet mealleri, bizim görevimizi çok kesin ve açık bir şekilde ortaya koyuyor. Aynı zamanda, dünyaya çalışıp rızık kazanmak için geldiğini sananlara da şu mesajı veriyor:
Şu âyet meallerine bakın, aklımıza gelen sorulara ne güzel de cevap veriyorlar:
“Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri boş yere yaratmadık.” (Sâd: 27) “Bizim sizi, boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn: 115)
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet: 36)
Peki, başıboş değilsek, Rabbimiz bizi niçin yarattı? Çalışıp çabalamamız, yiyip içmemiz için mi? İşte bu soruları cevaplayan Kur’an ayetleri:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Ben onlardan rızık istemiyorum, beni beslemelerini de istemiyorum. Şüphesiz rızık veren, sağlam kuvvet sahibi ancak Allah’tır.” (Zariyat: 56-58)
Bu ayet mealleri, bizim görevimizi çok kesin ve açık bir şekilde ortaya koyuyor. Aynı zamanda, dünyaya çalışıp rızık kazanmak için geldiğini sananlara da şu mesajı veriyor:
“Rezzak Cenab-ı Hak’tır. Rızkı O verir. Onun verdiği rızkı elde etmek için verdiğiniz uğraşı, namaza bahane göstermeyin.”
Tüm zamanların en büyük duası
Namaz, Hz. Âdem’den (a.s.) Peygamberimize (s.a.v.) kadar gelen bütün peygamberlerin, bütün sahabelerin, bütün Allah dostlarının ve tüm mü’minlerin birbirine dua etmesidir.
Tüm zamanların en büyük duası
Namaz, Hz. Âdem’den (a.s.) Peygamberimize (s.a.v.) kadar gelen bütün peygamberlerin, bütün sahabelerin, bütün Allah dostlarının ve tüm mü’minlerin birbirine dua etmesidir.
Namaz, manevî ve uhrevî bir şirkettir. Kim namaz kılarsa bu şirkete ortak olur. Tüm zamanların en büyük dua organizasyonu olan namazı kim kılarsa, hem gelmiş ve gelecek tüm Müslümanlara dua etmiş hem de onların duasını almış olur.
Söz gelişi, muazzam bir dua olan Fatiha Suresi’ni okuyan bir kimse, “Bizi doğru yola, kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerin ve onlara tabi olan salih kullarının yoluna ilet, gazabına uğrayanların ve haktan sapanların yoluna değil” diye dua eder. Burada “beni ilet” yerine “bizi ilet” denmesi öyle muhteşem bir nimettir ki, bizi bütün Müslümanların duasına ortak eder.
Söz gelişi, muazzam bir dua olan Fatiha Suresi’ni okuyan bir kimse, “Bizi doğru yola, kendilerine nimet ve ihsanda bulunduğun peygamberlerin ve onlara tabi olan salih kullarının yoluna ilet, gazabına uğrayanların ve haktan sapanların yoluna değil” diye dua eder. Burada “beni ilet” yerine “bizi ilet” denmesi öyle muhteşem bir nimettir ki, bizi bütün Müslümanların duasına ortak eder.
Zaten bu duanın muhtevası da çok geniş ve kapsamlıdır. Sadece bu duamız bile kabul olsa, bütün isteklerimize kavuşmuşuz demektir.
Manevi kazanç için 'biz' olmalı
Tahiyyat ve sonrasındaki salâvatlar, Rabbenâ Âtina, Rab bic’alnî, Rabbenağfirlî dualarıyla kendimize, neslimize ve mü’minlere dua ediyoruz. Dua eden milyarlarca mü’min içinde bir kişininki bile kabul olsa bizim duamız da kabul olmuş demektir. Kaldı ki, başta Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere Allah katında değeri büyük milyonlarca mü’minin duası kabul olunca inşallah bizim duamız da kabul olmuş olur. Çünkü hepimiz sadece kendimiz için değil, bütün Müslümanlar için istiyoruz.
Bu muhteşem manevî kazancı elde etmenin tek şartı, beş vakit namaz kılarak “biz” kavramının içine girebilmektir. Kimin namazdaki gayreti, şuuru, takvası, huşuu fazlaysa, manevî hisse senedi de fazla demektir. İşte o duaları okurken bütün mü’minleri, belki bütün varlıkları niyet ederek okumalıyız. Namazı terk ederek bu benzersiz menfaati kaybetmek akıl kârı mıdır?
Manevi kazanç için 'biz' olmalı
Tahiyyat ve sonrasındaki salâvatlar, Rabbenâ Âtina, Rab bic’alnî, Rabbenağfirlî dualarıyla kendimize, neslimize ve mü’minlere dua ediyoruz. Dua eden milyarlarca mü’min içinde bir kişininki bile kabul olsa bizim duamız da kabul olmuş demektir. Kaldı ki, başta Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere Allah katında değeri büyük milyonlarca mü’minin duası kabul olunca inşallah bizim duamız da kabul olmuş olur. Çünkü hepimiz sadece kendimiz için değil, bütün Müslümanlar için istiyoruz.
Bu muhteşem manevî kazancı elde etmenin tek şartı, beş vakit namaz kılarak “biz” kavramının içine girebilmektir. Kimin namazdaki gayreti, şuuru, takvası, huşuu fazlaysa, manevî hisse senedi de fazla demektir. İşte o duaları okurken bütün mü’minleri, belki bütün varlıkları niyet ederek okumalıyız. Namazı terk ederek bu benzersiz menfaati kaybetmek akıl kârı mıdır?
28 Ocak 2016 Perşembe
HERKES ASLINA ÇEKER
HERKES ASLINA ÇEKER
Bir padişah Hızır’ı görmek istiyordu. Bir gün bunun için tellallar çağırttı:
-Kim bana Hızır'ı gösterirse onu armağanlara boğacağım,dedi.
Birçok oğlu uşağı olan fakir bir adam bu işe talip oldu. Karısına dedi ki:...
-Hanım ben padişaha Hızır'ı bulacağımı söyleyip ondan kırk gün müsade alacağım. Bu kırk gün için padişahtan size ömrünüz boyunca yetecek yiyecek, içecek ve para alırım.
Kırk günün sonunda Hızır'ı bulamayacağım için benim kelle gider, ama siz rahat olursunuz.
Adamın karısı kanaatkar biriydi:
- Efendi biz nasıl olsa alıştık böyle kıt kanaat geçinmeye. Bundan sonra da idare ederiz. Vazgeç bu tehlikeli işten, dedi.
Ama adam kafaya koymuştu. Padişaha gidip Hızır'ı bulacağını söyledi. Bunun için kırk gün izin istedi. Hızır'ı bulmak için koşuşturacağı kırk gün zarfında ailesinin geçimi için sarayın ambarından tonlarca yiyecek, içecek ve nakit para aldı.
Bunları evine teslim edip kırk gün ortalıktan kayboldu. Kırk günün bitiminde padişahın huzuruna çıkıp herşeyi itiraf etti:
-Benim aslında Hızır'ı falan bulacağım yoktu. Ailece sıkıntı çekiyorduk. Hızır'ı bulacağım diye sizden dünyalık almak istedim, dedi.
Padişah buna çok kızdı:
-Padişahı kandırmanın cezasını hayatınla ödeyeceğini hiç düşünmedin mi? diye bağırdı.
Adam da her şeyi göze aldığını söyledi. Bunun üzerine padişah yanında bulunan üç veziriyle görüş alış verişinde bulundu.
Birinci vezire sordu:
-Padişahı kandıran bu adama ne ceza verelim?
-Efendimiz, bu adamın boğazını keselim, etini parçalayıp çengellere asalım.
Bu sırada peyda olan, nurani bir genç, vezirin sözleri üzerine söyle dedi:
-"Herkes aslına çeker"
Padişah ikinci vezirine sordu:
-Bu adama ne ceza verelim?
-Hükümdarım bu adamın derisini yüzüp içine saman dolduralım.
Biraz önce ansızın ortaya çıkan genç yine:
-"Herkes aslına çeker", dedi.
Padişah üçüncü vezire sordu:
-Ey vezirim sen ne dersin, beni kandıran bu adama ne ceza verelim? Padişahım bana göre, bu adamı affedin Size yakışan, sizden beklenen budur. Bu adam önemli bir suç isledi ama sanıldığı kadar da kötü biri değil. Çünkü çoluk çocuğunun rahatı için kendini feda edebilecek kadar da iyi yürekli.
Nurani genç yine söze karıştı:
-"Herkes aslına çeker"
Bu defa padişah o çocuğa yöneldi:
-Sen kimsin? İkide bir tekrarladığın o laf ne demektir?
Genç cevap verdi:
-Senin birinci vezirinin babası kasaptı. Onun için kesmekten, etini çengellere asmaktan bahsetti. Yani aslını gösterdi.
İkinci vezirin babası yorgancı idi. Yorgan yastık, yatak yüzlerine yün, pamuk doldururdu. O da babasına çekti.
Üçüncü vezirin ise babası da vezirdi. O da soyuna çekti, büyüklüğünü gösterdi. Benim söylediğim söz "Herkes aslına çeker" dediğim budur diyerek, Vezir istersen (üçüncü veziri göstererek) işte vezir, Hızır istersen (kendini göstererek) işte Hızır, bu adamı mahcup etmemek için sana göründüm, dedi ve kayboldu.
Bir padişah Hızır’ı görmek istiyordu. Bir gün bunun için tellallar çağırttı:
-Kim bana Hızır'ı gösterirse onu armağanlara boğacağım,dedi.
Birçok oğlu uşağı olan fakir bir adam bu işe talip oldu. Karısına dedi ki:...
-Hanım ben padişaha Hızır'ı bulacağımı söyleyip ondan kırk gün müsade alacağım. Bu kırk gün için padişahtan size ömrünüz boyunca yetecek yiyecek, içecek ve para alırım.
Kırk günün sonunda Hızır'ı bulamayacağım için benim kelle gider, ama siz rahat olursunuz.
Adamın karısı kanaatkar biriydi:
- Efendi biz nasıl olsa alıştık böyle kıt kanaat geçinmeye. Bundan sonra da idare ederiz. Vazgeç bu tehlikeli işten, dedi.
Ama adam kafaya koymuştu. Padişaha gidip Hızır'ı bulacağını söyledi. Bunun için kırk gün izin istedi. Hızır'ı bulmak için koşuşturacağı kırk gün zarfında ailesinin geçimi için sarayın ambarından tonlarca yiyecek, içecek ve nakit para aldı.
Bunları evine teslim edip kırk gün ortalıktan kayboldu. Kırk günün bitiminde padişahın huzuruna çıkıp herşeyi itiraf etti:
-Benim aslında Hızır'ı falan bulacağım yoktu. Ailece sıkıntı çekiyorduk. Hızır'ı bulacağım diye sizden dünyalık almak istedim, dedi.
Padişah buna çok kızdı:
-Padişahı kandırmanın cezasını hayatınla ödeyeceğini hiç düşünmedin mi? diye bağırdı.
Adam da her şeyi göze aldığını söyledi. Bunun üzerine padişah yanında bulunan üç veziriyle görüş alış verişinde bulundu.
Birinci vezire sordu:
-Padişahı kandıran bu adama ne ceza verelim?
-Efendimiz, bu adamın boğazını keselim, etini parçalayıp çengellere asalım.
Bu sırada peyda olan, nurani bir genç, vezirin sözleri üzerine söyle dedi:
-"Herkes aslına çeker"
Padişah ikinci vezirine sordu:
-Bu adama ne ceza verelim?
-Hükümdarım bu adamın derisini yüzüp içine saman dolduralım.
Biraz önce ansızın ortaya çıkan genç yine:
-"Herkes aslına çeker", dedi.
Padişah üçüncü vezire sordu:
-Ey vezirim sen ne dersin, beni kandıran bu adama ne ceza verelim? Padişahım bana göre, bu adamı affedin Size yakışan, sizden beklenen budur. Bu adam önemli bir suç isledi ama sanıldığı kadar da kötü biri değil. Çünkü çoluk çocuğunun rahatı için kendini feda edebilecek kadar da iyi yürekli.
Nurani genç yine söze karıştı:
-"Herkes aslına çeker"
Bu defa padişah o çocuğa yöneldi:
-Sen kimsin? İkide bir tekrarladığın o laf ne demektir?
Genç cevap verdi:
-Senin birinci vezirinin babası kasaptı. Onun için kesmekten, etini çengellere asmaktan bahsetti. Yani aslını gösterdi.
İkinci vezirin babası yorgancı idi. Yorgan yastık, yatak yüzlerine yün, pamuk doldururdu. O da babasına çekti.
Üçüncü vezirin ise babası da vezirdi. O da soyuna çekti, büyüklüğünü gösterdi. Benim söylediğim söz "Herkes aslına çeker" dediğim budur diyerek, Vezir istersen (üçüncü veziri göstererek) işte vezir, Hızır istersen (kendini göstererek) işte Hızır, bu adamı mahcup etmemek için sana göründüm, dedi ve kayboldu.
27 Ocak 2016 Çarşamba
Ahmet Türk - Üşüyorum Demeyin Arkadaş
Ahmet Türk - Üşüyorum Demeyin Arkadaş
Acizane fakirinde köşe yazarlığı yaptığı memleketimiz Konya Ereğli Erturkhaber.com müdürü genç Ahmet kardeşimden çok güzel bir yazı...
Bildiğiniz üzere yaklaşık bir aydır Ereğli’mizde ayaz yaşanmaktadır. Hepimiz bu nasıl soğuk son yıllarda böyle soğuk görmedik dedik.
Kurban olduğum Allah’ım bize öyle bir ders veriyor ki aslında bu soğuklarla ama düşünüp anlayana…
Dün Ereğli’de Sarıkamış’ta bu vatan için canını veren, hayatını bu vatanın bekası için feda eden 90 bin Mehmet’i anma yürüyüşü yapıldı. Gerçekten üzücü bir manzaraydı. 200 bin nüfusa hitap eden Ereğli’de bir avuç insan sıcak evlerini bırakıp bir nebze olsun 90 bin Mehmet’i anlamaya anmaya geldi. Gelenlerin, gelmek isteyip de gelemeyenlerin yüreğine sağlık…
Sarıkamış nasıl destan gelin anlamaya çalışalım…
Sıcacık evlerimizde sıcacık çaylarımızı yudumluyoruz. Dışarıya iki parmak kar yağdığı zaman kendimizi kedi gibi kaloriferin sobanın başında buluyoruz.
Beyaz esaret diyoruz, beyaz afet diyoruz on cm kar yağdığında oysa afet ne demek bilmiyoruz.
Yıl 1914…
Nice Mehmetler aşkını kalbine gömüp, üzerini daha katmerli bir aşkla örtmeye çalışmaktadır.
VATAN AŞKIYLA…
Nice ana kuzusu O’na ulaşmak için Allah-u Ekber dağlarının yoluna düşer…
“Sarıkamış”
Tarihimizin, kalplerimizde açtığı en derin yara.
Türk ordusu Rusları Kars’tan, Ardahan’dan, Sarıkamış’tan atmak için üç bir koldan taarruz ediyor.
Ama gel gelelim Mehmetçiğin başına yağmur gibi kurşun değil kar yağıyor.
Milyonlarca kar tanesi, o nar tanesi nur tanesi anneciğinin bir tanesi Mehmetçiğin başına afet olmuş yağıyor.
Mehmet aç…
Mehmet çıplak…
Üzerlerinde incecik yazlık elbise, ayaklarında yırtık pırtık çarıklarla yürüyorlar o huu huu esen tipinin ayazın altında…
Napolyon, “Askerler mideleri üzerilerinde yürürler. Doyuracaksın ki savaşsınlar.” demiş.
Halt etmiş…
Mehmetçik kalbi üzerinde yürüyor. Karnını sıcak çorbayla değil, kalbini vatan aşkıyla doldurup da yürüyor…
Bizim aşık Mehmet elinde mavzeri, en ön safta düşman üstüne yürüyor.
Sevdiği geliyor aklına.
Yürüyor… O yağdıkça metreleri iflas ettiren, antifrizler donduran karın üstünde…
O öpülesi ayaklar bileklerinden morarmaya başlıyor.
Mehmetçiğin umurunda mı?
Gerekirse ayaklarımı bileklerimden keserim, yine de sürünerek düşman üzerine yürürüm diyor…
Kar… Kar…
Mermi olmuş, havan olmuş, alev olmuş Mehmetçiği yakıyor…
Gökyüzünden düşen her bir kar tanesi gözyaşlarını tutamıyor. Bu defada o gözyaşları donup Mehmetçiğin o tertemiz alnına düşüyor…
Mehmed’im en önde bata çıka yürüyor…
Bakıyor uzaklara…
Beyaz… Beyaz… Beyaz…
Mehmet’imin ayakları duruyor, kalbi yürüyor ama ayakları duruyor…
İşte o anda çıkarıyor mavzeri ayaklarına uzatıyor, ‘yürü yürü kopasıca ayaklarım yürü’ diye haykırıyor…
Bu manzarayı gören çam ağaçları o dökülmesi imkansız yapraklarını üzüntüden döküyor…
Ulu çınarlar hüngür hüngür ağlıyor…
Mehmet’in ayağı kardan çıkamıyor.
Ayağına giymiş kara yemeni sallanma Mehmet’im öldürdün beni…
Mehmet o bembeyaz karların içine düşüyor.
Yer beyaz, gök beyaz, sağ beyaz, sol beyaz…
Mehmet’im kalkıyor… Ama kar…
O yazlık lime lime olmuş asker kaputunu delip de geçiyor.
Kar Mehmet’in boyuna geliyor.
Mehmet’i içine alıyor.
Mehmet yok oluyor…
Sonra bir Mehmet daha… Bir Mehmet daha… Bir Mehmet daha…
Düşen her kar tanesinde bir Mehmet düşüyor…
90 bin kar tanesi… 90 bin nur tanesi…
Su oluyor… Toprak oluyor… Yok oluyor… Var oluyor…
‘Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı’ diyor bir başka Mehmet…
‘Düşün altında binlerce kefensiz yatanı’
‘Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı’
‘Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı’
http://www.erturkhaber.com/usuyorum-demeyin-arkadas/
Acizane fakirinde köşe yazarlığı yaptığı memleketimiz Konya Ereğli Erturkhaber.com müdürü genç Ahmet kardeşimden çok güzel bir yazı...
Üşüyorum Demeyin Arkadaş
YAZAR | ||
ADI | : | AHMET |
SOYADI | : | TÜRK |
e-posta | : | trkahmett@gmail.com |
Bildiğiniz üzere yaklaşık bir aydır Ereğli’mizde ayaz yaşanmaktadır. Hepimiz bu nasıl soğuk son yıllarda böyle soğuk görmedik dedik.
Kurban olduğum Allah’ım bize öyle bir ders veriyor ki aslında bu soğuklarla ama düşünüp anlayana…
Dün Ereğli’de Sarıkamış’ta bu vatan için canını veren, hayatını bu vatanın bekası için feda eden 90 bin Mehmet’i anma yürüyüşü yapıldı. Gerçekten üzücü bir manzaraydı. 200 bin nüfusa hitap eden Ereğli’de bir avuç insan sıcak evlerini bırakıp bir nebze olsun 90 bin Mehmet’i anlamaya anmaya geldi. Gelenlerin, gelmek isteyip de gelemeyenlerin yüreğine sağlık…
Sarıkamış nasıl destan gelin anlamaya çalışalım…
Sıcacık evlerimizde sıcacık çaylarımızı yudumluyoruz. Dışarıya iki parmak kar yağdığı zaman kendimizi kedi gibi kaloriferin sobanın başında buluyoruz.
Beyaz esaret diyoruz, beyaz afet diyoruz on cm kar yağdığında oysa afet ne demek bilmiyoruz.
Yıl 1914…
Nice Mehmetler aşkını kalbine gömüp, üzerini daha katmerli bir aşkla örtmeye çalışmaktadır.
VATAN AŞKIYLA…
Nice ana kuzusu O’na ulaşmak için Allah-u Ekber dağlarının yoluna düşer…
“Sarıkamış”
Tarihimizin, kalplerimizde açtığı en derin yara.
Türk ordusu Rusları Kars’tan, Ardahan’dan, Sarıkamış’tan atmak için üç bir koldan taarruz ediyor.
Ama gel gelelim Mehmetçiğin başına yağmur gibi kurşun değil kar yağıyor.
Milyonlarca kar tanesi, o nar tanesi nur tanesi anneciğinin bir tanesi Mehmetçiğin başına afet olmuş yağıyor.
Mehmet aç…
Mehmet çıplak…
Üzerlerinde incecik yazlık elbise, ayaklarında yırtık pırtık çarıklarla yürüyorlar o huu huu esen tipinin ayazın altında…
Napolyon, “Askerler mideleri üzerilerinde yürürler. Doyuracaksın ki savaşsınlar.” demiş.
Halt etmiş…
Mehmetçik kalbi üzerinde yürüyor. Karnını sıcak çorbayla değil, kalbini vatan aşkıyla doldurup da yürüyor…
Bizim aşık Mehmet elinde mavzeri, en ön safta düşman üstüne yürüyor.
Sevdiği geliyor aklına.
Yürüyor… O yağdıkça metreleri iflas ettiren, antifrizler donduran karın üstünde…
O öpülesi ayaklar bileklerinden morarmaya başlıyor.
Mehmetçiğin umurunda mı?
Gerekirse ayaklarımı bileklerimden keserim, yine de sürünerek düşman üzerine yürürüm diyor…
Kar… Kar…
Mermi olmuş, havan olmuş, alev olmuş Mehmetçiği yakıyor…
Gökyüzünden düşen her bir kar tanesi gözyaşlarını tutamıyor. Bu defada o gözyaşları donup Mehmetçiğin o tertemiz alnına düşüyor…
Mehmed’im en önde bata çıka yürüyor…
Bakıyor uzaklara…
Beyaz… Beyaz… Beyaz…
Mehmet’imin ayakları duruyor, kalbi yürüyor ama ayakları duruyor…
İşte o anda çıkarıyor mavzeri ayaklarına uzatıyor, ‘yürü yürü kopasıca ayaklarım yürü’ diye haykırıyor…
Bu manzarayı gören çam ağaçları o dökülmesi imkansız yapraklarını üzüntüden döküyor…
Ulu çınarlar hüngür hüngür ağlıyor…
Mehmet’in ayağı kardan çıkamıyor.
Ayağına giymiş kara yemeni sallanma Mehmet’im öldürdün beni…
Mehmet o bembeyaz karların içine düşüyor.
Yer beyaz, gök beyaz, sağ beyaz, sol beyaz…
Mehmet’im kalkıyor… Ama kar…
O yazlık lime lime olmuş asker kaputunu delip de geçiyor.
Kar Mehmet’in boyuna geliyor.
Mehmet’i içine alıyor.
Mehmet yok oluyor…
Sonra bir Mehmet daha… Bir Mehmet daha… Bir Mehmet daha…
Düşen her kar tanesinde bir Mehmet düşüyor…
90 bin kar tanesi… 90 bin nur tanesi…
Su oluyor… Toprak oluyor… Yok oluyor… Var oluyor…
‘Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı’ diyor bir başka Mehmet…
‘Düşün altında binlerce kefensiz yatanı’
‘Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı’
‘Verme dünyaları alsan da bu cennet vatanı’
http://www.erturkhaber.com/usuyorum-demeyin-arkadas/
26 Ocak 2016 Salı
Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-100
Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-100
Sevgili Efkan Vural hocam Allah razı olsun. Bu yazıyı hazırlamak birkaç günüzü almış olmalı. Yüreğinize sağlık. Sizi çok seviyorum canım hocam...
Naçiz Celal'in yazılarını beğeniyorlarsa sayenizdedir hocam. Allah razı olsun.
Yıllarca beni yazı yazmaya ısrarla teşvik eden ve yazdığım her yazıda hatalarımı danıştığım ve düzeltmeme yardım eden sizdiniz hocam.
Vesilenizle bana bu yazıları nasip eden Cenab-ı Allah'a sonsuz hamdolsun.
Efkan Vural hocam eğitimcidir. O yüzden hocam diyorum, bizim komşumuzdu. Taşındılar ama hiç ayrılmadık sayılır. Hem biz onlara gidiyoruz, hem onlar geliyorlar. Can dostum iyi ki varsın, iyi ki buraya (Ankara Sincan-Fatih) taşındık, iyi ki sizi tanıdım.
Allah sevdiklerimizle Firdevs Cennetinde hepberaber Efendimize SAV komşu eylesin.
Sevgili Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.
http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-100/Blog/?BlogNo=520648
Sevgili Celal ÇELİK ’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım “Her şeye rağmen yaşamak çok güzel” yazı dizisini100.yazı ile tamamlamaya çalışacağım.
Sevgili Efkan Vural hocam Allah razı olsun. Bu yazıyı hazırlamak birkaç günüzü almış olmalı. Yüreğinize sağlık. Sizi çok seviyorum canım hocam...
Naçiz Celal'in yazılarını beğeniyorlarsa sayenizdedir hocam. Allah razı olsun.
Yıllarca beni yazı yazmaya ısrarla teşvik eden ve yazdığım her yazıda hatalarımı danıştığım ve düzeltmeme yardım eden sizdiniz hocam.
Vesilenizle bana bu yazıları nasip eden Cenab-ı Allah'a sonsuz hamdolsun.
Efkan Vural hocam eğitimcidir. O yüzden hocam diyorum, bizim komşumuzdu. Taşındılar ama hiç ayrılmadık sayılır. Hem biz onlara gidiyoruz, hem onlar geliyorlar. Can dostum iyi ki varsın, iyi ki buraya (Ankara Sincan-Fatih) taşındık, iyi ki sizi tanıdım.
Allah sevdiklerimizle Firdevs Cennetinde hepberaber Efendimize SAV komşu eylesin.
Sevgili Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.
Efkan hocamı anlattığım 2013'teki yazıyı okumak için resme tıklayınız |
http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-100/Blog/?BlogNo=520648
Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-100
Sevgili Celal ÇELİK ’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım “Her şeye rağmen yaşamak çok güzel” yazı dizisini100.yazı ile tamamlamaya çalışacağım.
Bu 100. Yazıda okuyuculara Celal ÇELİK’in en çok beğendiğim görüş ve yorumlarını 100 madde halinde sizlere sunmak istiyorum. Bu yazıyı ara sıra okuduğumuzda hayata bakışımız değişecek ve yaptığımız veya yapacağımız işlerde daha dikkatli olmamıza yardımcı olacaktır. Yaşamamızın ne anlama geldiğini daha iyi anlayacağımızı düşünüyorum.
İşte hayata dokunan tespitler:
1-Engelli olmak bana Rabbimden bir hediyedir. Hayat Öylede böylede geçecek ve hepimiz öleceğiz.
2- Hiç bir engel, Allah’a kul olmaya engel değildir.
3-Ziyarete bahane gerekmez.
4-Engelli olmak veya sağlıklı olmak elimizde değildir.Sakın alay etmeyiniz.
5-Allah her topluma engelli insanlar göstermiştir ki,gören ve düşünen insanlar ibret alsınlar, kendilerinin düzeltsinler.
6-Namaz kılan insan her türlü haramdan ,günahtan uzak yaşar.
7- Eşine karşı inadı bırak,harama karşı inadı bırakma!
8-Dünyaya bir kez geliyoruz, yani sonsuz azaptan kurtulmak ve sonsuz gençlik ve eğlence olan cennet hayatını kazanmak için sadece bir kez hakkımız var.
9-Ölü bedeni milyon yılda geçse kıpırdayamaz,seni dövemez, konuşamaz, kalbini kırmaz. Ölüden değil asıl diriden korkmak gerek.
10-Allah insanları dünyaya gönderirken herkese bir sermaye vermiştir. Bu sermaye ömür dakikalarıdır.
11- Trilyonlarca gezegenleri yaratan dünya dahil hepsini basket topu gibi döndüren Allah’ın elbette herşeye gücü yeter.
12- Hastalığım hep ilerledi. Artık heran ölüm gelebilir. Kıldığım her namazı son namazım olabilir diye kılıyorum ve dua ediyorum.
13- Bizim ibadet etmemiz ve yardımlaşmamız,rakip kaleye gol atmak demektir.
14- Şimdi komşunun kapısını çalan yok. En entellektüelimiz bile haftada birkaç dizi seyrediyor. Gençler desen internetli,tabletli, ayrı dünyalarda ....
15- Allah’a samimi göz yaşlarıyla edilen dualar ile, Allah başımıza gelmiş ve gelecek bütün sıkıntılardan kurtarır.
16-Sevgi bu kainatın mayasıdır. Bizi birbirimize bağlayan görünmez bağdır.Sevgi olmazsa hayat cehennem olur
17-Uyanık olalım, izleyeceğimiz program doğru seçelim dine, ahlaka, geleneklere aykırı dizi ve filmler izlemeyelim ...
18-Kas hastası Galatasaraylı bir dostum ile birlikte cennette takım çıkartıp stadyumda bir FB-GS maçı oynama hayalimiz var. Ayet ve Hadislere gore bu mümkün...
19-Bin yıldeğil , milyonyıl değil, Son suza kadar bir gençlik, zevk ve eğlence diyarı olan cenneti, insane nasıl kaçırır, aklım almıyor.
20-Yaz tatili için plan üstüne plan yapan insanlar, ölüm sonrası ebedi hayatlarını düşünmüyorlar.
21-Allah başımıza gelen sıkıntı, bela, kaza, hastalık gibi hiçbir olayı hikmetsiz yaratmaz. Hikmet demek, gizli manevi sebep demektir.
22-Ölüm,... insanlık tarihi başladığından beri değişmeyen ve değişmeyecek tek gerçek.
23- Keşke sağlıklı olsam, büyük birc amide alnımı secdeye koyabilsem…
24-Namazsız yıllarıma acıyorum. Namaz kalbime öyle huzur veriyor ki, namaz kılarken Allah’ın büyüklüğünü ve engin merhametini düşünüyorum.
25- Allah’ım dünyayı kendi etrafında basket topu gibi çeviriyorsun. Üstelik motorsuz ve elektriksiz.
26- Affet rabbim senin affın merhametin boldur. Sen kovarsan başka gidecek kapı yok deyip, bu düşüncelerle gözyaşımı tutamıyorum.
27-Allah’ın öyle büyük bir izzet ve azameti var ki, güneşten, aydan ta en küçük mahluka kadar zerrece taviz vermeden büyük bir itaatle vazifelerine devam ediyorlar.
28-En zayıf, en aciz mahluka en iyi rızkın verilmesi -bebekler ve elma kurtlarıgibi- O’nun kerem sahibi olduğunu gösterir.
29- Evet bu dünyada imtihandayız. Ve bu dünyada kazandığımız sevap ve günahlarımızın karşılığını bulacağı bir alemin mutlaka olması lazım.
30-Sevgi bir gıdadır. Aynen yemek gibi... Nasıl ki yemek yemeyen çocuk büyüyemezse, yeterince sevgi gıdasını almayan insanlarda ruhen büyümezler. Sevginin tartısı fedakarlıktır.Fedakarlık yapmayanların sevgisine inanılmaz.
31-Ben bir telefon santralinin kartını 40 santimetrekarelik geniş alana, üç ayda sığdıramazken, Allah dünyadaki katrilyonlarca arının beynindeki kartı, milimetrekarenin onda biri yere nasıl sığdırıyor ve kimbilir kaç katlı?
32- Huzur ve mutluluk çaresiz bir insana çare olmaktır.
33- Ay sonunda elektrik, su ve doğalgaz faturasını ödemezsek hemen kesiyorlar. Değil mi? İşte beş vakit namaz ile saymaktan aciz olduğumuz nimetlerin günlük faturasını ödemiş oluyoruz.
34-Allah dünyayı güneşle lamba gibi aydınlatıyor, ısıtıyor. Şairin dediği gibi hava bedava, su bedava değil... Namazı kılmazsak ahirete borçlu gideriz.
35-Cennet Allah’ın ahirete borçsuz gelen sevdiği kullarına bir ikramıdır, lütfudur.
36- Allah insanları, yaşlanınca hayatı tersine döndürüyor, çocukluğu gibi güçsüz, yine bebek gibi bakıma muhtaç, dişsiz yaptığını anlatıyor.Onun için bu fani dünyaya bağlanmayalım, aklımızı çalıştıralım.
37-Günümüzde gençlerimizin en büyük problemi örnek alacağı şahsiyetlerin olmaması... Gençlerimizin çoğu futbolculara, dizi oyuncularına hayranlık besliyorlar.
38- İstanbul iki şeyle fethedildi. Birincisi, Fatih Sultan Mehmet çağın en son teknojisiyle orduyu donattı ve ikincisi toplumdaki hemen herkesin gözyaşıyla dualarıyla... Fatih Sultan Mehmet geceleri planlar hazırlarken, Akşemseddin gibi çok alimler sabaha kadar namaz ve gözyaşıyla Allah'a yalvarıyorlardı. Evet İstanbul maddi ve manevi güçle fethedildi.
39- Şeytan şunu vesvese ederdi: Seni işten atarlar, aç kalırsın...
40-Param çok diye güvenme... Ağaca yaslanma çürür, insana güvenme ölür...
41-Çok istediğimiz şey olmuyorsa bir hayır vardır. Bu hastalık benim için ceza değil, cenneti kazandıracak bir sabır imtihanıdır. Sabretmeyi bu hastalıkla öğrendim. Allah sabredenlerle beraberdir, ayeti ışığım oldu.
42- Bu imtihan dünyasında, hastalıklarda, kazalarda, zenginlikte, şöhrette, güzellikte, mutlulukta, makamda, fakirlikte, açlıkta, sevinçte, beden sağlığımızda her şey geçicidir...
43-Aklın gıdası ilim, mantık, bilim ve fenlerdir. Kalbin gıdası ise sahibini bulmak onu tanımaktır; tesbihtir, namazdır, duadır, ibadettir. Biri eksik oldu mu, insan da eksik olur.
44- İnsanın kalbi vahiy kaynağından beslenmiyorsa gerçeği bulamaz. Akıl, vicdanın emrindedir. Bu yüzden, Allah insanların aklını doğru kullanmaları için kutsal kitapları indirmiştir.
45- Madenciler karanlıkta başlarındaki ışıkla önlerini görüyorlar. İnsan da şu karanlık dünyada Kuran’ın nuruyla bakarsa ileriyi görebilir. Aklımızın ışığı Kuran’dır.
46- Ölümü düşünmek ibadettir. Dünyanın geçiciliğini hatırlatıp tefekkür sevabı kazandırır.
47- Benim namazlarımın ardından ettiğim birinci duam şudur: “Allah’ım anneme ve babama sağlıklı, hayırlı uzun ömür ver, beni onlardan başka bir sebebe muhtaç etme. Allah’ım bana yaşamında, ölümünde hayırlısını ver.
48- Düşünün, Çanakkale’desiniz. Empati yapın, kendinizi onların yerine koyun. Karşınızda yüz kişi tüfeklerini sana doğrutlmuş, öleceğini bile bile üstlerine koşuyorsun... Yapabilir misiniz?
49-Lütfen daha ölmedik. Şeytana karşı uyanık olalım. Katrilyonlarca yıllık sonsuz gençlik ve zevk yurdu cennet hayatımızı riske atmayalım.
50-Allah samimi tövbe ile her günahı affeder. Eğer henüz namaza başlamadıysak haydi namaza başlayalım…
51- Bugün bir savaş çıksa hepbirden cepheye koşarız. Dinimiz bir, kıblemiz bir, vatanımız bir, köyümüz bir, camimiz bir, okulumuz, işyerimiz, milli takımımız bir, aynı trafikteyiz...
52- Kabe yıkmaktan beterdir mümin kalbini kırmak, değer mi Allah aşkına?
53- Cennetin binlerce güzelliği, bir anlık zevk için kaybetilmektedir.
54- Heves ve zengin olma hayaliyle hislerine mağlup olan insan; Cennetteki köşkleri bildiği halde heves ve vehmine kapılıp rüşvet alıyor.
55- Allah ramazanda müslümanları bir ay kampa alıyor. Nefis ancak açlıkla terbiye olur.
56- Peki mağlup olduk günah işledik. Ne yapacağız, battı balık yan gider, deyip günaha devam mı edeceğiz? Asla! Düştüğümüz yerden kalkıp üstümüzü silkeleyeceğiz ve yola devam edeceğiz.Yani tövbe edeceğiz.
57-Çocukluğumdan beri İsrail, Filistin, Gazze ile ilgili binlerce haber izledim. Yıllardır televizyonlarda binlerce masum çocuğun ölüm haberlerine artık alıştık ve normalleşti ve maç izler gibi izleyip, ertesi gün unutuyoruz.
58- Engelli veya sağlıklı aklı başında olan her insan, ayette Rabbimizin buyurduğu gibi dünyada imtihandadır. Allah, karnelerimizi kıyametten sonra bizi yeniden dirilttiğinde mahşerde verecek.
59- Küçük gördüğümüz bir amel dahi insanın kurtuluşuna vesile olabilir. Hiç bir günahı da küçük görmemek gerekir. Bir günah da insanın cehenneme gitmesine sebep olabilir.
60-Ben milyonlarca engelliden sadece birisiyim. Her insan bir romandır.Dertsiz insan yoktur.
61- Allah beni müslüman bir ailede,Türkiyemizde dünyaya gönderdi..Bu ülkede yaşayan milyonlar gibi hayata 1-0 önde başladım.
62-Dünyayı sonsuz sanıyordum.sanki yaşlılar hep yaşlı biz çocuklar hep çocuk kalacağız…Ah be yalan dünya kimseye kalmıyormuş.
63-Arkadaşlarımla yürüyüş yapmaktan utanırdım. Çünkü düz yürüyemezdim. Sınıfta tahtaya bir oyun için kalkmıştım. Gözümü bağlamışlardı. Gözümü açtığımda bütün sınıf kahkahalarla gülüyordu. Sarhoşlar gibi yalpalayarak dönmüşüm. O an ölmek ve unutulmak istedim.
64-Sallanmadan yürüyemiyordum. O zamanlar herkesi kendim gibi sanıyordum. Hep insanların yürüyüşüne dikkat ederdim. Farkına vardım ki herkes sendelemeden düz yürüyordu. Hiç isyan etmedim.
65-Gençken bir kıza aşık oldum. Sonra birdaha görüşmedik. Şimdi anladım ki içimdeki aşk ilahi aşkmış. Ben beşeri aşk ile ilahi aşkın stajını yapmışım.
66- İnsanlar ölümü kendisinden uzak sanıyor. Allah her an bizimle imtihanımızı sonlandırabilir.
67-Şükürler olsun neden ben böyleyim (engelliyim) diye hiç isyan etmedim. Ramazanda bir ay orucu sadece ve sadece Allah benden razı olsun diye tuttum…Aslında oruç tutmakta zorlanıyorum.
68-Burası geçici imtihan dünyası. Asıl yaşam burada olsaydı eğer, herkes sağlıklı olurdu. Mutlu olurdu. Ölüm ve yaşlılık olmazdı. Kesin kanıya vardım ki benim bu hastalığım imtihan için. Sabretmeliyim ve şükretmeliyim.
69-Namaz kılarken şeytan vesvese veriyor, diyor ki "Çabuk kıl namazını maç başlıyor." Ben de namazımı hiç acele etmeden usulüyle huşu ile kılıyorum.
70- Bir gözlük kendi kendine olamaz. Mutlaka yapan bir usta vardır. Peki en gelişmiş kameralardan daha mükemmel gözü yapan bir sanatkar yok mudur? Gözlüğü alırken ustaya teşekkür ediyoruz. Peki neden gözümü yaratana teşekkür etmiyoruz…
71-Birisi bize küçük bir hediye verse veya iyilik yapsa bile defalarca teşekkür ediyoruz. Aybaşında elektrik veya doğalgaz faturasını ödemeyince hemen kesiyorlar. Acaba güneşin ısısı ve ışığı bedava mı?
72- Bir sağlıklı insan namaz kıldığında diyelim ki on sevap alıyor. Bir engelli ise samimiyetine göre yüksek katsayı ile belki yediyüze kadar sevap alabilir.
73-Engelli olan biz miyiz? Yoksa asıl engelli yaşamanın anlamını çözemeyenler midir sizce?
74- Laptoptaki pilin ne zaman biteceği görülüyor, ama insanların pilinin ne zaman biteceğini bizler bilemiyoruz. Ancak Yüce Allah bilir. Her insanın şarjı aynı gitmeyebilir. Ölenler hep ihtiyar mı? Yüce Allah her gün çevremizde ve televizyonlardaki yüzlerce ölüm haberiyle bizlere gösteriyor ki, ölüm kaçınılmazdır ve her yaşta her an karşılaşabiliriz...
75- Hele bir emekli olayım namaza başlarım, seneye sigarayı bırakırım inşallah, okul bitsin işe gireyim namaza başlayacağım, çocuklar büyüsün, hayatım düzene girsin hele .......... vs ...
76- Çay içebiliyorsam ağzım tat alıyor. Ellerim tutabiliyor ki bardakla çay içtim.
77-Ben mesela sadece yürüyemiyorum. Fakat gözüm var, kulağım var, dilim, elim, midem, ciğerim, böbreğim… var ve hamdolsun çalışıyor. Bütün bu organlarımızın olmadığını ve bunların bize ameliyatlarla nakil edilebileceğini bir anlık düşünelim. Bunun için belki de dünyanın en zengin insanı olmamız lazımdı.
78- Ey engelli kardeşlerim ! Lütfen kendinizi üzmeyiniz, Eğer çok sağlıklı olsak bile madem ki yaşlanacağız, madem ki öleceğiz, bu dünyada yapılan incir çekirdeği kadar bile iyilik veya kötülüğün birgün karşılığı var; o halde verilen bu engele sabredelim k,i cennetteki makamımız yükselsin. Sağlıklı bir insanın şükretmesiyle , engelli birinin şükredip kazanacağı sevap çok farklıdır.
79-Eğer Allah portakalı da elma gibi yapsaydı ne olurdu biliyor musunuz? Portakalı da elma gibi ısırsak üstümüzü batırırdık. Allah bize merhamet etmiş ki, dilim dilim yaratmış.
80-Siz kime çiçek verirsiniz? Sevdiğinize değil mi? Renk, renk muhteşem desenli, enfes kokulu çiçekleri Allah bize niçin sunuyor? Yarattığı biz kullarını sevdiğini göstermez mi?
81-Engelli de bir vatandaştır. Camiye gitmek onun da hakkıdır. Ayrıca camide yanımdaki yaşlı amca da sandalyede kılıyor. Benim sandalyem tekerli… Fark bu… Keşke tüm camilerimiz engellilere uygun olsa…
82-Hayatımızın asıl gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Hayatımızdaki diğer tüm gayeler, asıl gayemize ulaşmakta basamak olmalıdır
83-Engelliye bakan ana baba, kardeşler isyan etmeden sabırla, belki de bir ömür boyu meşakkatlere katlanacaklar. Etrafında engelli komşusu veya tanıdığı olan ona güzel muameleyle duasını alıp sevap kazanacak. Ödül, ahirette cennettir inşallah.
84- Benim derdim ne biliyormusunuz? Allah’ın cenneti sonsuz, geniş , hep birlikte cennete girelim inşallah...
85-Evet televizyon öyle bir silahtır ki, bu ahir zamanın en büyük fitnelerinden biridir. Birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki kullanılan silahlardan milyonlarca insan can verdi. Ama ya bugünkü üçüncü dünya savaşının silahı televizyondan... Evet madden ölen yok fakat ya manen... Televizyon imanımızı yok ediyor, gençleri zinaya düşürüyor, ahlakı öldürüyor.
86-Efendim sevmek duygusunu içimize Allah yerleştirmiştir. Sevmemek mümkün değildir. Mutlaka bir şeyleri seveceğiz. Sevmek duygusuyla Allah'ı seveceğiz. Allah'ın sevdiklerini ve Allah'ı sevenleri seveceğiz.
87-Neden Kitap Yazıyorum?Bunun cevabı aslında çok basit; Benden geriye faydalı bir eser kalması için, böylelikle ölünce amel defterimin kapanmaması için, bu kitabı yazıyorum. “Ey gökleri ve yeri yaratan Yüce Rabbim ! Güzel ve faydalı bir kitap yazmam için bana yardım eyle. Canımı seve seve vereceğim vatanımın gençlerinin imanlı gençler olarak yetişmesini nasip et. Allah’ım bu kitapta hep doğruları anlattım. Sen de gençlerimizin doğru yolu bulmasında bu kitabı da vesile eyle. Allah’ım sen biliyorsun ki benim bu kitaptan hiç bir maddi beklentim yok. Senin yardımınla Senin rızanı kazanmak için yazıyorum.
88-Evet dünyaya bir kez geliyoruz. Yani sonsuz azaptan kurtulmak ve ebedi gençlik ve eğlence yurdu olan cennet hayatını kazanmak için sadece tek bir şansımız var.
89-Program sunucularının kulaklıkla gelen sesleri ve talimatları uygulamaları bana şeytanı hatırlatıyor. Şeytanda aynen o kulaklık sahnesi gibi kulağımıza kötü şeyler fısıldıyor. Fakat bizler o düşünceyi hemen uyguluyoruz. Halbuki zihnimize düşen o vesveselerin şeytandan olduğunu bilsek kendimizi kontrol edeceğiz.
90- Kaymakamlar, valiler, belediye başkanları halkın içine karışıp beraber çay içip sohbet etseler keşke... Keşke ramazanda fakirlerin evlerine gidip bir kuru fasulye de olsa yiyerek iftar etseler, onları sevindirseler.
91-Şikayete hakkımız yok. Bizim sahip olduklarımızı hayallerinde yaşatan nice insanlar vardır... Gözlerimin görmesine, konuşmaya ve müzik dinlemenin şükrünü nasıl yapsam?
Ben yürüyemediğim için üzülürken annesinin yüzünü görmeyi ve sesini duymayı hayal kuran binlerce genç var.
92-Yolsuzluk, torpil, tembellik, rüşvet, terör gibi kavramlar asla dinimizde yoktur. Günümüzün tabiriyle, dinde reform yapmaya gerek yok, biz dinimizin özüne dönelim yeter...
93-Sevdiğimizden gelen bir mektubu merakla açıp defalarca okurken, bizi yaratan Allah’ın gönderdiği mektup olan Kuran’da neler yazdığını merak etmiyoruz,Hayret !
94-Hata yapınca annesinin eteğine sarılıp ağlayan çocuk gibi, Allah günah işlediğimizde, bizim de kendisine yönelip tövbe etmemizi istiyor.
95-Arkadaşlar ne iş yaparsanız yapın uzmanı olun, aranılan bir eleman olun. Ayakkabı bile boyasan, işini öyle güzel yapmalısın ki herkes sana gelsin.
96-Biz engellilerin tek isteği toplumun normal bireyi olmaktır. Engelli gördüğünüzde selamlaşın, sohbet edin. Bazen sınıfta engelli arkadaşınız olursa ona engelli gibi değil normal biri gibi davranın.
97-Allah, ruhları dünyaya beden içerisinde gönderiyor. İnsan bedenini arabaya benzetebiliriz. Bu arabayı süren şoför ise ruhtur.en öyle güzel arabalar gördüm ki, onları süren şoförler merhametsiz, rüşvetçi, cimri, ana-babaya asi, dünyaya dört elle sarılan, vs. oluyorlar.Arabaların güzelliği kadar şoför güzelliği, yani ruh güzelliği de önemlidir. Bedenimiz için spor yapıyoruz, kuaföre gidiyoruz. En güzel ve temiz elbiseler giyiyoruz. Maneviyatımızı yani ruhumuzu güzelleştirmek için de çalışmalıyız.Her insan gibi benimde bir beden arabam var. Tekerlekli sandalyedeyim yani tabir yerindeyse benim arabamın lastiği patlak. Arabam arızalı olduğu için dünyada gezemiyorum. Yani bir bakıma mecburen günahlardan uzağım. Bu da bana Allah'ın bir lütfu olarak düşünüyorum.
98-“Sizin sahip olduğunuz nimetleri hayallerinde yaşatanlar vardır.”
Sahip olduğumuz nimetlerden sadece birkaç tanesini söyleyeyim:
- Ben hayvan, bitki, dağ, taş değil, varlıkların en şereflisi yani insan olarak yaratıldım.
- Gözüm görüyor, müzik dinliyorum, seviyorum ve en önemlisi düşünüyorum.
- Çok mutlu bir yuvam, annem, babam, kardeşlerim, sağlıklı yeğenlerim var..
- Belki de en önemlisi iman nimeti verildi.
Yani verilen bu imanla dünyada yaşarken tabiri caizse perde arkasını, yani ahiret hayatını görür gibi mahşer gününe hazırlanmak...
99-Engelli olduğumdan annem ve babam beraber beni rahat yaşatmak için her şeyi yaptılar. Öyle ki çoğu zaman engelli olduğumu bile unutturdular. Allah onlardan razı olsun. Anneciğim ve babacığım size hakkınızı asla ödeyemem, ne olur hakkınızı helal edin. Sizi çok seviyorum.
100-Yaşamak her şeye rağmen çok güzel...
Evet, değerli okuyucular sizlere sunmaya çalıştığım "Her Şeye Rağmen Yaşamak Çok Güzel" yazı dizisinin 100.cü ve son bölümünde kısaca şu yorumlarımı sizlerle payşarak yazı dizisini tamamlamak istiyorum:
a- Yazılarını büyük bir zevle okuyup incelediğim Sevgili Celal ÇELİK’i yaptığı çalışmalarından dolayı yürekten kutluyorum. Kendisinden Allah razı olsun. Allah çalışmalarının devamını nasip etsin.
b- Sevgili Celal ÇELİK , hepimize örnek olmuştur.
c- İnanıyorum ki, sizlerde benim gibi Celal ÇELİK’e hayran olmuşsunuzdur. Çünkü ,Celal engellerini aşmış Yüce Allah’a bağlanarak yaşamasının gayesini anlamış ve gereğini yapmaya çalışmaktadır.
d- Celal ÇELİK fiziki engellerine takılmadan büyük bir başarıyla manevi engellerini de aşmış, bu günlere ve bu başarılarına imza atmıştır. Halbu ki,bizler fiziki engelleri olmayan her şeyi rahat yapabilecek durumdayız. Ancak nefis engeline takılıyoruz. Nefsin arzularına yenik düşüyoruz. Oysa sahip olduğumuz tüm nimetleri saymakla tüketemeyiz. Bunun için şükretmeliyiz... Allah için çalışmalıyız. İşte bu konuda Sevgili Celal ÇELİK’ herkese örnek olmuştur.
e- Allah’a kul olmak için hiçbir engelin olmadığını,
f- Hayatın anlamının kulluk olduğunu,
g- Herkese yardım etmemiz gerektiğini ,
h- Toplumun birlik içinde yaşaması için sevginin en önemli unsur olduğunu,
i- Anne, baba, kardeş, akraba ve arkadaşlarımızın çok önemli olduğunu,
j- Allah’ın merhametinin sınırsız olduğunu,
k- En büyük nimetin iman nimeti olduğunu,
l- Herkese iyilik etmemiz gerektiğini,
m-Ziyeret için bahane gerekmediğini,
n- Tefekkür ederek, yaratılışımızı ve yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı planlamamız gerektiği,
o- Ölümü ve ötesini hatırlamamızın çok önemli olduğu,
p- Namaz,oruç ,zekat gibi ibadetlerimizin yanında iyilik yapmamız gerektiği,
r- Gençlik çağımızın bulunmaz bir fırsat olduğunu,ömrümüzü iyi değerlendirmemiz gerektiğini,
s- Şeytanın en büyük düşmanımız olduğunu ve nefsimizim şeytanın bir temsilcisi olduğunu,
t- Yolsuzluk, torpil, tembellik, rüşvet, adaletsizlik,terör gibi kavramların asla dinimizde yeri olmadığını,
u- İşimizi önemseyip, çok çalışmamız gerektiğini,
v- Engelli kişilere normal bir kişi gibi davranmamızın uygun olduğunu ve onlarla arkadaşlık etmemiz gerektiğini,
y-Yüce Allah’a sürekli dua etmemiz gerektiğini ve özellikle başkalarına dua etmenin çok makbul olduğunu,
z- Yaşamanın her şeye rağmen çok güzel olduğunu ,
HİÇBİR ZAMAN UNUTMAMALIYIZ....
Sevgiyle sağlıkla nice güzel günlere İnşallah...
-Son-
İşte hayata dokunan tespitler:
1-Engelli olmak bana Rabbimden bir hediyedir. Hayat Öylede böylede geçecek ve hepimiz öleceğiz.
2- Hiç bir engel, Allah’a kul olmaya engel değildir.
3-Ziyarete bahane gerekmez.
4-Engelli olmak veya sağlıklı olmak elimizde değildir.Sakın alay etmeyiniz.
5-Allah her topluma engelli insanlar göstermiştir ki,gören ve düşünen insanlar ibret alsınlar, kendilerinin düzeltsinler.
6-Namaz kılan insan her türlü haramdan ,günahtan uzak yaşar.
7- Eşine karşı inadı bırak,harama karşı inadı bırakma!
8-Dünyaya bir kez geliyoruz, yani sonsuz azaptan kurtulmak ve sonsuz gençlik ve eğlence olan cennet hayatını kazanmak için sadece bir kez hakkımız var.
9-Ölü bedeni milyon yılda geçse kıpırdayamaz,seni dövemez, konuşamaz, kalbini kırmaz. Ölüden değil asıl diriden korkmak gerek.
10-Allah insanları dünyaya gönderirken herkese bir sermaye vermiştir. Bu sermaye ömür dakikalarıdır.
11- Trilyonlarca gezegenleri yaratan dünya dahil hepsini basket topu gibi döndüren Allah’ın elbette herşeye gücü yeter.
12- Hastalığım hep ilerledi. Artık heran ölüm gelebilir. Kıldığım her namazı son namazım olabilir diye kılıyorum ve dua ediyorum.
13- Bizim ibadet etmemiz ve yardımlaşmamız,rakip kaleye gol atmak demektir.
14- Şimdi komşunun kapısını çalan yok. En entellektüelimiz bile haftada birkaç dizi seyrediyor. Gençler desen internetli,tabletli, ayrı dünyalarda ....
15- Allah’a samimi göz yaşlarıyla edilen dualar ile, Allah başımıza gelmiş ve gelecek bütün sıkıntılardan kurtarır.
16-Sevgi bu kainatın mayasıdır. Bizi birbirimize bağlayan görünmez bağdır.Sevgi olmazsa hayat cehennem olur
17-Uyanık olalım, izleyeceğimiz program doğru seçelim dine, ahlaka, geleneklere aykırı dizi ve filmler izlemeyelim ...
18-Kas hastası Galatasaraylı bir dostum ile birlikte cennette takım çıkartıp stadyumda bir FB-GS maçı oynama hayalimiz var. Ayet ve Hadislere gore bu mümkün...
19-Bin yıldeğil , milyonyıl değil, Son suza kadar bir gençlik, zevk ve eğlence diyarı olan cenneti, insane nasıl kaçırır, aklım almıyor.
20-Yaz tatili için plan üstüne plan yapan insanlar, ölüm sonrası ebedi hayatlarını düşünmüyorlar.
21-Allah başımıza gelen sıkıntı, bela, kaza, hastalık gibi hiçbir olayı hikmetsiz yaratmaz. Hikmet demek, gizli manevi sebep demektir.
22-Ölüm,... insanlık tarihi başladığından beri değişmeyen ve değişmeyecek tek gerçek.
23- Keşke sağlıklı olsam, büyük birc amide alnımı secdeye koyabilsem…
24-Namazsız yıllarıma acıyorum. Namaz kalbime öyle huzur veriyor ki, namaz kılarken Allah’ın büyüklüğünü ve engin merhametini düşünüyorum.
25- Allah’ım dünyayı kendi etrafında basket topu gibi çeviriyorsun. Üstelik motorsuz ve elektriksiz.
26- Affet rabbim senin affın merhametin boldur. Sen kovarsan başka gidecek kapı yok deyip, bu düşüncelerle gözyaşımı tutamıyorum.
27-Allah’ın öyle büyük bir izzet ve azameti var ki, güneşten, aydan ta en küçük mahluka kadar zerrece taviz vermeden büyük bir itaatle vazifelerine devam ediyorlar.
28-En zayıf, en aciz mahluka en iyi rızkın verilmesi -bebekler ve elma kurtlarıgibi- O’nun kerem sahibi olduğunu gösterir.
29- Evet bu dünyada imtihandayız. Ve bu dünyada kazandığımız sevap ve günahlarımızın karşılığını bulacağı bir alemin mutlaka olması lazım.
30-Sevgi bir gıdadır. Aynen yemek gibi... Nasıl ki yemek yemeyen çocuk büyüyemezse, yeterince sevgi gıdasını almayan insanlarda ruhen büyümezler. Sevginin tartısı fedakarlıktır.Fedakarlık yapmayanların sevgisine inanılmaz.
31-Ben bir telefon santralinin kartını 40 santimetrekarelik geniş alana, üç ayda sığdıramazken, Allah dünyadaki katrilyonlarca arının beynindeki kartı, milimetrekarenin onda biri yere nasıl sığdırıyor ve kimbilir kaç katlı?
32- Huzur ve mutluluk çaresiz bir insana çare olmaktır.
33- Ay sonunda elektrik, su ve doğalgaz faturasını ödemezsek hemen kesiyorlar. Değil mi? İşte beş vakit namaz ile saymaktan aciz olduğumuz nimetlerin günlük faturasını ödemiş oluyoruz.
34-Allah dünyayı güneşle lamba gibi aydınlatıyor, ısıtıyor. Şairin dediği gibi hava bedava, su bedava değil... Namazı kılmazsak ahirete borçlu gideriz.
35-Cennet Allah’ın ahirete borçsuz gelen sevdiği kullarına bir ikramıdır, lütfudur.
36- Allah insanları, yaşlanınca hayatı tersine döndürüyor, çocukluğu gibi güçsüz, yine bebek gibi bakıma muhtaç, dişsiz yaptığını anlatıyor.Onun için bu fani dünyaya bağlanmayalım, aklımızı çalıştıralım.
37-Günümüzde gençlerimizin en büyük problemi örnek alacağı şahsiyetlerin olmaması... Gençlerimizin çoğu futbolculara, dizi oyuncularına hayranlık besliyorlar.
38- İstanbul iki şeyle fethedildi. Birincisi, Fatih Sultan Mehmet çağın en son teknojisiyle orduyu donattı ve ikincisi toplumdaki hemen herkesin gözyaşıyla dualarıyla... Fatih Sultan Mehmet geceleri planlar hazırlarken, Akşemseddin gibi çok alimler sabaha kadar namaz ve gözyaşıyla Allah'a yalvarıyorlardı. Evet İstanbul maddi ve manevi güçle fethedildi.
39- Şeytan şunu vesvese ederdi: Seni işten atarlar, aç kalırsın...
40-Param çok diye güvenme... Ağaca yaslanma çürür, insana güvenme ölür...
41-Çok istediğimiz şey olmuyorsa bir hayır vardır. Bu hastalık benim için ceza değil, cenneti kazandıracak bir sabır imtihanıdır. Sabretmeyi bu hastalıkla öğrendim. Allah sabredenlerle beraberdir, ayeti ışığım oldu.
42- Bu imtihan dünyasında, hastalıklarda, kazalarda, zenginlikte, şöhrette, güzellikte, mutlulukta, makamda, fakirlikte, açlıkta, sevinçte, beden sağlığımızda her şey geçicidir...
43-Aklın gıdası ilim, mantık, bilim ve fenlerdir. Kalbin gıdası ise sahibini bulmak onu tanımaktır; tesbihtir, namazdır, duadır, ibadettir. Biri eksik oldu mu, insan da eksik olur.
44- İnsanın kalbi vahiy kaynağından beslenmiyorsa gerçeği bulamaz. Akıl, vicdanın emrindedir. Bu yüzden, Allah insanların aklını doğru kullanmaları için kutsal kitapları indirmiştir.
45- Madenciler karanlıkta başlarındaki ışıkla önlerini görüyorlar. İnsan da şu karanlık dünyada Kuran’ın nuruyla bakarsa ileriyi görebilir. Aklımızın ışığı Kuran’dır.
46- Ölümü düşünmek ibadettir. Dünyanın geçiciliğini hatırlatıp tefekkür sevabı kazandırır.
47- Benim namazlarımın ardından ettiğim birinci duam şudur: “Allah’ım anneme ve babama sağlıklı, hayırlı uzun ömür ver, beni onlardan başka bir sebebe muhtaç etme. Allah’ım bana yaşamında, ölümünde hayırlısını ver.
48- Düşünün, Çanakkale’desiniz. Empati yapın, kendinizi onların yerine koyun. Karşınızda yüz kişi tüfeklerini sana doğrutlmuş, öleceğini bile bile üstlerine koşuyorsun... Yapabilir misiniz?
49-Lütfen daha ölmedik. Şeytana karşı uyanık olalım. Katrilyonlarca yıllık sonsuz gençlik ve zevk yurdu cennet hayatımızı riske atmayalım.
50-Allah samimi tövbe ile her günahı affeder. Eğer henüz namaza başlamadıysak haydi namaza başlayalım…
51- Bugün bir savaş çıksa hepbirden cepheye koşarız. Dinimiz bir, kıblemiz bir, vatanımız bir, köyümüz bir, camimiz bir, okulumuz, işyerimiz, milli takımımız bir, aynı trafikteyiz...
52- Kabe yıkmaktan beterdir mümin kalbini kırmak, değer mi Allah aşkına?
53- Cennetin binlerce güzelliği, bir anlık zevk için kaybetilmektedir.
54- Heves ve zengin olma hayaliyle hislerine mağlup olan insan; Cennetteki köşkleri bildiği halde heves ve vehmine kapılıp rüşvet alıyor.
55- Allah ramazanda müslümanları bir ay kampa alıyor. Nefis ancak açlıkla terbiye olur.
56- Peki mağlup olduk günah işledik. Ne yapacağız, battı balık yan gider, deyip günaha devam mı edeceğiz? Asla! Düştüğümüz yerden kalkıp üstümüzü silkeleyeceğiz ve yola devam edeceğiz.Yani tövbe edeceğiz.
57-Çocukluğumdan beri İsrail, Filistin, Gazze ile ilgili binlerce haber izledim. Yıllardır televizyonlarda binlerce masum çocuğun ölüm haberlerine artık alıştık ve normalleşti ve maç izler gibi izleyip, ertesi gün unutuyoruz.
58- Engelli veya sağlıklı aklı başında olan her insan, ayette Rabbimizin buyurduğu gibi dünyada imtihandadır. Allah, karnelerimizi kıyametten sonra bizi yeniden dirilttiğinde mahşerde verecek.
59- Küçük gördüğümüz bir amel dahi insanın kurtuluşuna vesile olabilir. Hiç bir günahı da küçük görmemek gerekir. Bir günah da insanın cehenneme gitmesine sebep olabilir.
60-Ben milyonlarca engelliden sadece birisiyim. Her insan bir romandır.Dertsiz insan yoktur.
61- Allah beni müslüman bir ailede,Türkiyemizde dünyaya gönderdi..Bu ülkede yaşayan milyonlar gibi hayata 1-0 önde başladım.
62-Dünyayı sonsuz sanıyordum.sanki yaşlılar hep yaşlı biz çocuklar hep çocuk kalacağız…Ah be yalan dünya kimseye kalmıyormuş.
63-Arkadaşlarımla yürüyüş yapmaktan utanırdım. Çünkü düz yürüyemezdim. Sınıfta tahtaya bir oyun için kalkmıştım. Gözümü bağlamışlardı. Gözümü açtığımda bütün sınıf kahkahalarla gülüyordu. Sarhoşlar gibi yalpalayarak dönmüşüm. O an ölmek ve unutulmak istedim.
64-Sallanmadan yürüyemiyordum. O zamanlar herkesi kendim gibi sanıyordum. Hep insanların yürüyüşüne dikkat ederdim. Farkına vardım ki herkes sendelemeden düz yürüyordu. Hiç isyan etmedim.
65-Gençken bir kıza aşık oldum. Sonra birdaha görüşmedik. Şimdi anladım ki içimdeki aşk ilahi aşkmış. Ben beşeri aşk ile ilahi aşkın stajını yapmışım.
66- İnsanlar ölümü kendisinden uzak sanıyor. Allah her an bizimle imtihanımızı sonlandırabilir.
67-Şükürler olsun neden ben böyleyim (engelliyim) diye hiç isyan etmedim. Ramazanda bir ay orucu sadece ve sadece Allah benden razı olsun diye tuttum…Aslında oruç tutmakta zorlanıyorum.
68-Burası geçici imtihan dünyası. Asıl yaşam burada olsaydı eğer, herkes sağlıklı olurdu. Mutlu olurdu. Ölüm ve yaşlılık olmazdı. Kesin kanıya vardım ki benim bu hastalığım imtihan için. Sabretmeliyim ve şükretmeliyim.
69-Namaz kılarken şeytan vesvese veriyor, diyor ki "Çabuk kıl namazını maç başlıyor." Ben de namazımı hiç acele etmeden usulüyle huşu ile kılıyorum.
70- Bir gözlük kendi kendine olamaz. Mutlaka yapan bir usta vardır. Peki en gelişmiş kameralardan daha mükemmel gözü yapan bir sanatkar yok mudur? Gözlüğü alırken ustaya teşekkür ediyoruz. Peki neden gözümü yaratana teşekkür etmiyoruz…
71-Birisi bize küçük bir hediye verse veya iyilik yapsa bile defalarca teşekkür ediyoruz. Aybaşında elektrik veya doğalgaz faturasını ödemeyince hemen kesiyorlar. Acaba güneşin ısısı ve ışığı bedava mı?
72- Bir sağlıklı insan namaz kıldığında diyelim ki on sevap alıyor. Bir engelli ise samimiyetine göre yüksek katsayı ile belki yediyüze kadar sevap alabilir.
73-Engelli olan biz miyiz? Yoksa asıl engelli yaşamanın anlamını çözemeyenler midir sizce?
74- Laptoptaki pilin ne zaman biteceği görülüyor, ama insanların pilinin ne zaman biteceğini bizler bilemiyoruz. Ancak Yüce Allah bilir. Her insanın şarjı aynı gitmeyebilir. Ölenler hep ihtiyar mı? Yüce Allah her gün çevremizde ve televizyonlardaki yüzlerce ölüm haberiyle bizlere gösteriyor ki, ölüm kaçınılmazdır ve her yaşta her an karşılaşabiliriz...
75- Hele bir emekli olayım namaza başlarım, seneye sigarayı bırakırım inşallah, okul bitsin işe gireyim namaza başlayacağım, çocuklar büyüsün, hayatım düzene girsin hele .......... vs ...
76- Çay içebiliyorsam ağzım tat alıyor. Ellerim tutabiliyor ki bardakla çay içtim.
77-Ben mesela sadece yürüyemiyorum. Fakat gözüm var, kulağım var, dilim, elim, midem, ciğerim, böbreğim… var ve hamdolsun çalışıyor. Bütün bu organlarımızın olmadığını ve bunların bize ameliyatlarla nakil edilebileceğini bir anlık düşünelim. Bunun için belki de dünyanın en zengin insanı olmamız lazımdı.
78- Ey engelli kardeşlerim ! Lütfen kendinizi üzmeyiniz, Eğer çok sağlıklı olsak bile madem ki yaşlanacağız, madem ki öleceğiz, bu dünyada yapılan incir çekirdeği kadar bile iyilik veya kötülüğün birgün karşılığı var; o halde verilen bu engele sabredelim k,i cennetteki makamımız yükselsin. Sağlıklı bir insanın şükretmesiyle , engelli birinin şükredip kazanacağı sevap çok farklıdır.
79-Eğer Allah portakalı da elma gibi yapsaydı ne olurdu biliyor musunuz? Portakalı da elma gibi ısırsak üstümüzü batırırdık. Allah bize merhamet etmiş ki, dilim dilim yaratmış.
80-Siz kime çiçek verirsiniz? Sevdiğinize değil mi? Renk, renk muhteşem desenli, enfes kokulu çiçekleri Allah bize niçin sunuyor? Yarattığı biz kullarını sevdiğini göstermez mi?
81-Engelli de bir vatandaştır. Camiye gitmek onun da hakkıdır. Ayrıca camide yanımdaki yaşlı amca da sandalyede kılıyor. Benim sandalyem tekerli… Fark bu… Keşke tüm camilerimiz engellilere uygun olsa…
82-Hayatımızın asıl gayesi Allah’ın rızasını kazanmaktır. Hayatımızdaki diğer tüm gayeler, asıl gayemize ulaşmakta basamak olmalıdır
83-Engelliye bakan ana baba, kardeşler isyan etmeden sabırla, belki de bir ömür boyu meşakkatlere katlanacaklar. Etrafında engelli komşusu veya tanıdığı olan ona güzel muameleyle duasını alıp sevap kazanacak. Ödül, ahirette cennettir inşallah.
84- Benim derdim ne biliyormusunuz? Allah’ın cenneti sonsuz, geniş , hep birlikte cennete girelim inşallah...
85-Evet televizyon öyle bir silahtır ki, bu ahir zamanın en büyük fitnelerinden biridir. Birinci ve ikinci dünya savaşlarındaki kullanılan silahlardan milyonlarca insan can verdi. Ama ya bugünkü üçüncü dünya savaşının silahı televizyondan... Evet madden ölen yok fakat ya manen... Televizyon imanımızı yok ediyor, gençleri zinaya düşürüyor, ahlakı öldürüyor.
86-Efendim sevmek duygusunu içimize Allah yerleştirmiştir. Sevmemek mümkün değildir. Mutlaka bir şeyleri seveceğiz. Sevmek duygusuyla Allah'ı seveceğiz. Allah'ın sevdiklerini ve Allah'ı sevenleri seveceğiz.
87-Neden Kitap Yazıyorum?Bunun cevabı aslında çok basit; Benden geriye faydalı bir eser kalması için, böylelikle ölünce amel defterimin kapanmaması için, bu kitabı yazıyorum. “Ey gökleri ve yeri yaratan Yüce Rabbim ! Güzel ve faydalı bir kitap yazmam için bana yardım eyle. Canımı seve seve vereceğim vatanımın gençlerinin imanlı gençler olarak yetişmesini nasip et. Allah’ım bu kitapta hep doğruları anlattım. Sen de gençlerimizin doğru yolu bulmasında bu kitabı da vesile eyle. Allah’ım sen biliyorsun ki benim bu kitaptan hiç bir maddi beklentim yok. Senin yardımınla Senin rızanı kazanmak için yazıyorum.
88-Evet dünyaya bir kez geliyoruz. Yani sonsuz azaptan kurtulmak ve ebedi gençlik ve eğlence yurdu olan cennet hayatını kazanmak için sadece tek bir şansımız var.
89-Program sunucularının kulaklıkla gelen sesleri ve talimatları uygulamaları bana şeytanı hatırlatıyor. Şeytanda aynen o kulaklık sahnesi gibi kulağımıza kötü şeyler fısıldıyor. Fakat bizler o düşünceyi hemen uyguluyoruz. Halbuki zihnimize düşen o vesveselerin şeytandan olduğunu bilsek kendimizi kontrol edeceğiz.
90- Kaymakamlar, valiler, belediye başkanları halkın içine karışıp beraber çay içip sohbet etseler keşke... Keşke ramazanda fakirlerin evlerine gidip bir kuru fasulye de olsa yiyerek iftar etseler, onları sevindirseler.
91-Şikayete hakkımız yok. Bizim sahip olduklarımızı hayallerinde yaşatan nice insanlar vardır... Gözlerimin görmesine, konuşmaya ve müzik dinlemenin şükrünü nasıl yapsam?
Ben yürüyemediğim için üzülürken annesinin yüzünü görmeyi ve sesini duymayı hayal kuran binlerce genç var.
92-Yolsuzluk, torpil, tembellik, rüşvet, terör gibi kavramlar asla dinimizde yoktur. Günümüzün tabiriyle, dinde reform yapmaya gerek yok, biz dinimizin özüne dönelim yeter...
93-Sevdiğimizden gelen bir mektubu merakla açıp defalarca okurken, bizi yaratan Allah’ın gönderdiği mektup olan Kuran’da neler yazdığını merak etmiyoruz,Hayret !
94-Hata yapınca annesinin eteğine sarılıp ağlayan çocuk gibi, Allah günah işlediğimizde, bizim de kendisine yönelip tövbe etmemizi istiyor.
95-Arkadaşlar ne iş yaparsanız yapın uzmanı olun, aranılan bir eleman olun. Ayakkabı bile boyasan, işini öyle güzel yapmalısın ki herkes sana gelsin.
96-Biz engellilerin tek isteği toplumun normal bireyi olmaktır. Engelli gördüğünüzde selamlaşın, sohbet edin. Bazen sınıfta engelli arkadaşınız olursa ona engelli gibi değil normal biri gibi davranın.
97-Allah, ruhları dünyaya beden içerisinde gönderiyor. İnsan bedenini arabaya benzetebiliriz. Bu arabayı süren şoför ise ruhtur.en öyle güzel arabalar gördüm ki, onları süren şoförler merhametsiz, rüşvetçi, cimri, ana-babaya asi, dünyaya dört elle sarılan, vs. oluyorlar.Arabaların güzelliği kadar şoför güzelliği, yani ruh güzelliği de önemlidir. Bedenimiz için spor yapıyoruz, kuaföre gidiyoruz. En güzel ve temiz elbiseler giyiyoruz. Maneviyatımızı yani ruhumuzu güzelleştirmek için de çalışmalıyız.Her insan gibi benimde bir beden arabam var. Tekerlekli sandalyedeyim yani tabir yerindeyse benim arabamın lastiği patlak. Arabam arızalı olduğu için dünyada gezemiyorum. Yani bir bakıma mecburen günahlardan uzağım. Bu da bana Allah'ın bir lütfu olarak düşünüyorum.
98-“Sizin sahip olduğunuz nimetleri hayallerinde yaşatanlar vardır.”
Sahip olduğumuz nimetlerden sadece birkaç tanesini söyleyeyim:
- Ben hayvan, bitki, dağ, taş değil, varlıkların en şereflisi yani insan olarak yaratıldım.
- Gözüm görüyor, müzik dinliyorum, seviyorum ve en önemlisi düşünüyorum.
- Çok mutlu bir yuvam, annem, babam, kardeşlerim, sağlıklı yeğenlerim var..
- Belki de en önemlisi iman nimeti verildi.
Yani verilen bu imanla dünyada yaşarken tabiri caizse perde arkasını, yani ahiret hayatını görür gibi mahşer gününe hazırlanmak...
99-Engelli olduğumdan annem ve babam beraber beni rahat yaşatmak için her şeyi yaptılar. Öyle ki çoğu zaman engelli olduğumu bile unutturdular. Allah onlardan razı olsun. Anneciğim ve babacığım size hakkınızı asla ödeyemem, ne olur hakkınızı helal edin. Sizi çok seviyorum.
100-Yaşamak her şeye rağmen çok güzel...
Evet, değerli okuyucular sizlere sunmaya çalıştığım "Her Şeye Rağmen Yaşamak Çok Güzel" yazı dizisinin 100.cü ve son bölümünde kısaca şu yorumlarımı sizlerle payşarak yazı dizisini tamamlamak istiyorum:
a- Yazılarını büyük bir zevle okuyup incelediğim Sevgili Celal ÇELİK’i yaptığı çalışmalarından dolayı yürekten kutluyorum. Kendisinden Allah razı olsun. Allah çalışmalarının devamını nasip etsin.
b- Sevgili Celal ÇELİK , hepimize örnek olmuştur.
c- İnanıyorum ki, sizlerde benim gibi Celal ÇELİK’e hayran olmuşsunuzdur. Çünkü ,Celal engellerini aşmış Yüce Allah’a bağlanarak yaşamasının gayesini anlamış ve gereğini yapmaya çalışmaktadır.
d- Celal ÇELİK fiziki engellerine takılmadan büyük bir başarıyla manevi engellerini de aşmış, bu günlere ve bu başarılarına imza atmıştır. Halbu ki,bizler fiziki engelleri olmayan her şeyi rahat yapabilecek durumdayız. Ancak nefis engeline takılıyoruz. Nefsin arzularına yenik düşüyoruz. Oysa sahip olduğumuz tüm nimetleri saymakla tüketemeyiz. Bunun için şükretmeliyiz... Allah için çalışmalıyız. İşte bu konuda Sevgili Celal ÇELİK’ herkese örnek olmuştur.
e- Allah’a kul olmak için hiçbir engelin olmadığını,
f- Hayatın anlamının kulluk olduğunu,
g- Herkese yardım etmemiz gerektiğini ,
h- Toplumun birlik içinde yaşaması için sevginin en önemli unsur olduğunu,
i- Anne, baba, kardeş, akraba ve arkadaşlarımızın çok önemli olduğunu,
j- Allah’ın merhametinin sınırsız olduğunu,
k- En büyük nimetin iman nimeti olduğunu,
l- Herkese iyilik etmemiz gerektiğini,
m-Ziyeret için bahane gerekmediğini,
n- Tefekkür ederek, yaratılışımızı ve yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı planlamamız gerektiği,
o- Ölümü ve ötesini hatırlamamızın çok önemli olduğu,
p- Namaz,oruç ,zekat gibi ibadetlerimizin yanında iyilik yapmamız gerektiği,
r- Gençlik çağımızın bulunmaz bir fırsat olduğunu,ömrümüzü iyi değerlendirmemiz gerektiğini,
s- Şeytanın en büyük düşmanımız olduğunu ve nefsimizim şeytanın bir temsilcisi olduğunu,
t- Yolsuzluk, torpil, tembellik, rüşvet, adaletsizlik,terör gibi kavramların asla dinimizde yeri olmadığını,
u- İşimizi önemseyip, çok çalışmamız gerektiğini,
v- Engelli kişilere normal bir kişi gibi davranmamızın uygun olduğunu ve onlarla arkadaşlık etmemiz gerektiğini,
y-Yüce Allah’a sürekli dua etmemiz gerektiğini ve özellikle başkalarına dua etmenin çok makbul olduğunu,
z- Yaşamanın her şeye rağmen çok güzel olduğunu ,
HİÇBİR ZAMAN UNUTMAMALIYIZ....
Sevgiyle sağlıkla nice güzel günlere İnşallah...
-Son-
Efkan Vural - 26 Ocak 2016
TRENİ BEKLİYORUZ
TRENİ BEKLİYORUZ
Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer.
İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı.
Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:
- Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor ? dedim.
Hacı anne:
- Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz dedi.
Merak ettim, tekrar sordum:
- Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?
Hacı anne:
- Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda,ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ışığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz . . .
Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim, bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer.
İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı.
Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak:
- Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor ? dedim.
Hacı anne:
- Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz dedi.
Merak ettim, tekrar sordum:
- Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?
Hacı anne:
- Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda,ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ışığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz . . .
25 Ocak 2016 Pazartesi
Reenkarnasyon inancı dinimize göre doğru mudur?
Reenkarnasyon inancı dinimize göre doğru mudur?
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]
h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
22 Ocak 2016, 08:00
İnsanın, öldükten sonra ruhunun bir başka bedende yeniden dünya hayatına dönmesi anlamına gelen reenkarnasyon (ruh göçü), İslam dinine göre aşağıdaki sebeplerden dolayı yanlış bir inanıştır.
h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
22 Ocak 2016, 08:00
İnsanın, öldükten sonra ruhunun bir başka bedende yeniden dünya hayatına dönmesi anlamına gelen reenkarnasyon (ruh göçü), İslam dinine göre aşağıdaki sebeplerden dolayı yanlış bir inanıştır.
1 Haşir (yeniden dirilme) inancı açısından her ferdin hesabı, yaşadığı hayata göre olacaktır. Buna göre binlerce cesede girmiş-çıkmış bir ruh, hangi şahsiyetle haşrolacak ve hangi durumuna göre ceza veya mükâfat görecektir?
2 Ruhlar, eğer bu dünyada farklı bedenlerde dünyaya gele gele saflaşarak ahirete gideceklerse Cehennem’in var olmasının da bir anlamı olmazdı.
3 Bu inanca göre günahkâr ruhlar temizleninceye kadar bitki ve hayvan cesetlerinde dolaşırlar. İnsanı, âleme halife ve sultan yapan, yer ve gökleri onun emrine veren, onu en mükemmel surette yaratan Allah, bu mahiyetteki bir ruhu hiç, binler derece aşağı düşürerek farelerin, köpeklerin, yılanların, maymunların cesetlerinde dolaştırır mı?
4 Her ceset için ayrı bir ruh kabul etme, kudreti sonsuz olan Allah’ın sonsuz yaratıcılığına imanın ifadesidir. Bunun yerine belli sayıda ruhu, bütün cesetlere sokup çıkarma, Cenab-ı Allah’a acizlik isnad etmek olur.
5 Peygamberlere uyan kimseler arasında ilk hayatları itibariyle çok şerli kimseler de bulunuyordu. Bu insanların daha sonraları yüce makamlara yükselmeleri o kadar çoktur ki. Demek ki ruhun affedilmesi için uzun ve zahmetli bir yoldan ziyade Cenab-ı Hakk’ın af ve merhameti ön plandadır.
3 Bu inanca göre günahkâr ruhlar temizleninceye kadar bitki ve hayvan cesetlerinde dolaşırlar. İnsanı, âleme halife ve sultan yapan, yer ve gökleri onun emrine veren, onu en mükemmel surette yaratan Allah, bu mahiyetteki bir ruhu hiç, binler derece aşağı düşürerek farelerin, köpeklerin, yılanların, maymunların cesetlerinde dolaştırır mı?
4 Her ceset için ayrı bir ruh kabul etme, kudreti sonsuz olan Allah’ın sonsuz yaratıcılığına imanın ifadesidir. Bunun yerine belli sayıda ruhu, bütün cesetlere sokup çıkarma, Cenab-ı Allah’a acizlik isnad etmek olur.
5 Peygamberlere uyan kimseler arasında ilk hayatları itibariyle çok şerli kimseler de bulunuyordu. Bu insanların daha sonraları yüce makamlara yükselmeleri o kadar çoktur ki. Demek ki ruhun affedilmesi için uzun ve zahmetli bir yoldan ziyade Cenab-ı Hakk’ın af ve merhameti ön plandadır.
6 Yeryüzünde yaşayan yedi milyar insanın hiç olmazsa birkaç milyonunda, başka cesetteki hayat hikâyesine dair bir kısım işaretler bulunmalı değil miydi? Oysa bu hikâyeleri anlatan çok az sayıda ve problemli insanlardan başkasına rastlamıyoruz.
Dünya ve içindekilerin kıymeti nasıl anlaşılır?
Bu iki kelime öyle değerlidir ki, bunların değerini ancak, imansızlık bataklığına çırpınıp da Allah’ın lütfuyla oradan kurtulan insanlar anlayabilir. Hâlâ gaflet içinde yüzmeye devam eden insana ise ancak şöyle deriz: “Eğer ölümü öldürüp zevali (yok olmayı) dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp, kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle dinleyelim. Yoksa sus!..”
İmansız insanın nazarında bu dünya ve içindekiler bir anlam, bir kıymet ifade etmezler. Varlığın nasıl meydana geldiğinin, bu dünyada niçin var olduğunun ya da ölümden sonra neler olacağının pek bir önemi yoktur. Çok merak ederse, ilmi araştırmalar yaparak -hâşâ!- Allah olmaksızın, varlığın kendi kendine oluştuğunu ispat etmeye çalışır.
Milyonlarca hatta milyarlarca dolar harcayarak, deneyler ve araştırmalar yapar. Ta ki gönlünden geçene bir dayanak, bir iz, bir küçük işaret bulsun. Rabbimizin, ruhlarımıza yerleştirmiş olduğu sonsuzluk isteğini, Cenab-ı Hakk’a yönelme isteğini ise kendini gaflete salarak görmezlikten gelmeye çalışır… Her şey ona göre boştur ve hayatta ulaşacağı maddi bir hedefi kalmazsa, inançsız insan asıl o zaman bunalıma girer.
Buhranların çaresi iki kelimedir
Oysa insanın bütün buhranlarının çaresi sadece iki kelimedir. Bu kelimeleri söyleyen ve bunlara gönülden inanan kişi, sanki yeniden doğmuş gibi olur. Kaybettiği büyük bir hazineye tekrardan kavuşmuş olmanın o tarif edilemez sevincini yaşar. İşte o iki kelime şudur:
1.Amentü billahi (Allah’a iman ettim)
2.Ve bil yevmil ahiri (Ahiret gününe iman ettim)
Bu iki kelime öyle değerlidir ki, bunların değerini ancak, imansızlık bataklığına çırpınıp da Allah’ın lütfuyla oradan kurtulan insanlar anlayabilir. Hâlâ gaflet içinde yüzmeye devam eden insana ise ancak şöyle deriz: “Eğer ölümü öldürüp zevali (yok olmayı) dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp, kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle dinleyelim. Yoksa sus!..”
24 Ocak 2016 Pazar
Nereden nereye?
Nereden nereye?
“Fakirdik. Satıp kazacağımızla evin geçimini sağlayacağız diye tavuklarımızın yumurtasını yiyemiyor, tereyağı üreteceğiz diye ineğimizin sütünü içemiyorduk. Salı günleri annelerin Akçaabat pazarından getirdikleri beyaz ekmeği dünyanın en leziz pastası niyetine yiyorduk.
Bazen bir kilo portakal alınırsa, rahmetli babam arada bir bizi huzuruna topluyor ve tek bir portakalı dilimleyip aramızda dağıtıyordu. Yırtık lastik ayakkabılar ayağımızda durmadığı için toprakta çıplak ayak dolaşıyorduk ve nasır tutan tabanlarımızda bir santimlik çatlaklar oluşuyordu.
Hayal kurmuyorum, yaşadıklarımdan söz ediyorum. Kader insanları nelerden alıp nerelere savuruyor böyle… Ne varlık korunuyor yerinde, ne de yoklukta yok oluyor insan. Herkes duasına ve çabasına uygun bir geleceğe sürükleniyor.
Mısırı koçanıyla öğütüp ekmeğini yiyen… Uzak dağlardan sırtlarında odun taşıyan, şehirlere günlerce yürüyerek gidip gelen, giydiği kumaşı elleriyle örüp, toprağı bizzat elleriyle ekip biçen dedelerin ve ninelerin yaşadıklarını düşünmeli insan. Gece gündüz yürüdüler, hasırda uyudular, ekmekten başka yiyecek, bezden başka giyecek bulamadılar.
Bu günse inanılmaz bir değişim içerisindeyiz. Hayata tutunmak kaç nesildir hiç bu kadar kolay olmamıştı. Dağ köylerindeki çaresiz çocukların karşısına, şimdi adanarak çalışana bin türlü fırsat sunan bir çevre çıkıyor.
Öyleyse insan çevreye söz yetiştirmeyi terk etmeli de işine, dersine, görevine odaklanmalı, hayata başarıyla tutunmaya çalışmalıdır.”
Yazar Dr. Muhammed Bozdağ
23 Ocak 2016 Cumartesi
Hekimoğlu İsmail - Temkinli olmak aklın alametidir...
Hekimoğlu İsmail - Temkinli olmak aklın alametidir...
Allah, bu dünyayı en güzel bir şekilde yaratmış ve yarattığı canlıların içine yaşama isteği koymuştur.
İşte bu sebepten, her canlı hayatını korumak için çırpınır, kendine göre tedbir alır; fasulye çubuklara sarılarak yükselir ve yaşar, kedi çevik hareketleri ve tırnaklarıyla kendini emniyete alır, bukalemun bulunduğu ortamın rengine bürünür. Kelime olarak dikkat, ihtiyat, önlem, sakınma, tedbir manalarına gelen temkin, Müslümanlara bakan yönüyle “acele etmeme, bir işin başını-sonunu düşünerek hareket etme, ihtiyatlı olma” halidir.
Mesela hayatı korumak farzdır. İşte temkin aynı zamanda bir farzı eda etmek gibidir. Kendimden misal vereyim, ben tedavi olurken sadece iyileşeyim diye tedavi olmuyorum, aynı zamanda Allah'ın emri olduğu için tedavi oluyorum. Diğer yandan çalışmalarıma devam edebilmek için tedbir alıyorum.
İnsan hayatında temkinli olmak, tedbir almak çok önemlidir; plânlı, programlı hareket etmek sağlıklı adımlar atmamıza, kötü neticelerden korunmamıza vesile olur. Çünkü insanın haricî ve dâhilî pek çok düşmanı vardır. Temkinden gaye, felâketlerin sayısını azaltmaktır, kendimizi kazalardan, hastalıklardan, haramlardan korumaktır. Yoksa çocuk çamaşır suyunu içmiş, kapkaççı çantayı çalmış, köpek çocuğu ısırmış, kedinin tüyleri çocuğun midesinde yumak olmuş, saçaktaki buz başına düşmüş, sobadan çıkan gazla zehirlenmiş, arabayla kaza yapmış... vesaire temkinli olmamanın sonuçlarıdır ekseri. Onun için insan kendisini temkinli olmaya, her hadisede iyice düşünüp sonra karar vermeye alıştırmalı. Felâketlerin sayısı ancak böyle azaltılabilir.
Peygamber Efendimiz (sas) de bu konuya önem vermiş, sefere çıkmadan önce keşif kolları çıkararak yolu kontrol ettirmiştir. Aynı şekilde Uhud Savaşı öncesi önemli bir konumu olan Ayneyn geçidine elli okçu yerleştirip, onlara savaşın sonucu ne olursa olsun, yerlerini terk etmemelerini buyurması, Peygamberimiz (sav)'in temkine ve tedbirli olmaya verdiği önemi gösterir.
Felaketleri Allah göndermiyor; tarlasının arklarını yapmayan çiftçi, rahmete felaket diyebiliyor. Mesela haberlerde diyor ki: “Türkiye, madenlerde yaşanan ölümlerde dünya sıralamasının en üstlerinde yer alıyor.” Demek buradaki işletmelerde gerekli tedbir alınmıyor. İnsan hangi konuda temkini elden bırakmışsa sonu kötü olmuştur.
Bir misal daha vereyim; haram, ibadetlere manidir. Bir adamın elbisesinde, yediğinde, giydiğinde haram varsa, o adamın canı ibadet etmek istemez. “Yahu yapamıyorum!” der, hüngür hüngür ağlar. Öyleyse, haramlardan sakınmak ve harama bulaşmamak için de temkinli olmak gerekir; kahvehanelerden, meyhanelerden, kumarhanelerden... Her türlü zillethaneden uzak durmak tedbirdir.
Günümüzde insanlar, dünyevî menfaatlerine azıcık zarar gelse canavar kesiliyorlar. Peki ya maneviyata zarar verenler?
İnsan ancak aklıyla kendini korursa korur; hırsıza, hayduta karşı malımızı, paramızı korumak için tedbir aldığımız gibi manevî hayatımıza zarar verenlere karşı da aslan kesilmeli, iman ve takva silahı ile kendimizi korumalıyız.
Nasıl ki her yazdan sonra kış gelir; hesapları kışa göre yapmak, planlı olmak gerekir. Yine yaz gelirse ‘bahtımıza' der, seviniriz ama kış gelirse hazırlıklı olmuş oluruz.
Ve mademki temkin, aklın alametidir, akıllı olan temkinli olur ve ona göre tedbirini alır.
Temkinli Müslüman'ın tedbiri de dünyadayken, Âlem-i Berzah kışı ve ahiret âlemi için hazırlık yapmaktır.
Hekimoğlu İsmail
AİLE-SAĞLIK
Temkinli olmak aklın alametidir...
Allah, bu dünyayı en güzel bir şekilde yaratmış ve yarattığı canlıların içine yaşama isteği koymuştur.
İşte bu sebepten, her canlı hayatını korumak için çırpınır, kendine göre tedbir alır; fasulye çubuklara sarılarak yükselir ve yaşar, kedi çevik hareketleri ve tırnaklarıyla kendini emniyete alır, bukalemun bulunduğu ortamın rengine bürünür. Kelime olarak dikkat, ihtiyat, önlem, sakınma, tedbir manalarına gelen temkin, Müslümanlara bakan yönüyle “acele etmeme, bir işin başını-sonunu düşünerek hareket etme, ihtiyatlı olma” halidir.
Mesela hayatı korumak farzdır. İşte temkin aynı zamanda bir farzı eda etmek gibidir. Kendimden misal vereyim, ben tedavi olurken sadece iyileşeyim diye tedavi olmuyorum, aynı zamanda Allah'ın emri olduğu için tedavi oluyorum. Diğer yandan çalışmalarıma devam edebilmek için tedbir alıyorum.
İnsan hayatında temkinli olmak, tedbir almak çok önemlidir; plânlı, programlı hareket etmek sağlıklı adımlar atmamıza, kötü neticelerden korunmamıza vesile olur. Çünkü insanın haricî ve dâhilî pek çok düşmanı vardır. Temkinden gaye, felâketlerin sayısını azaltmaktır, kendimizi kazalardan, hastalıklardan, haramlardan korumaktır. Yoksa çocuk çamaşır suyunu içmiş, kapkaççı çantayı çalmış, köpek çocuğu ısırmış, kedinin tüyleri çocuğun midesinde yumak olmuş, saçaktaki buz başına düşmüş, sobadan çıkan gazla zehirlenmiş, arabayla kaza yapmış... vesaire temkinli olmamanın sonuçlarıdır ekseri. Onun için insan kendisini temkinli olmaya, her hadisede iyice düşünüp sonra karar vermeye alıştırmalı. Felâketlerin sayısı ancak böyle azaltılabilir.
Peygamber Efendimiz (sas) de bu konuya önem vermiş, sefere çıkmadan önce keşif kolları çıkararak yolu kontrol ettirmiştir. Aynı şekilde Uhud Savaşı öncesi önemli bir konumu olan Ayneyn geçidine elli okçu yerleştirip, onlara savaşın sonucu ne olursa olsun, yerlerini terk etmemelerini buyurması, Peygamberimiz (sav)'in temkine ve tedbirli olmaya verdiği önemi gösterir.
Felaketleri Allah göndermiyor; tarlasının arklarını yapmayan çiftçi, rahmete felaket diyebiliyor. Mesela haberlerde diyor ki: “Türkiye, madenlerde yaşanan ölümlerde dünya sıralamasının en üstlerinde yer alıyor.” Demek buradaki işletmelerde gerekli tedbir alınmıyor. İnsan hangi konuda temkini elden bırakmışsa sonu kötü olmuştur.
Bir misal daha vereyim; haram, ibadetlere manidir. Bir adamın elbisesinde, yediğinde, giydiğinde haram varsa, o adamın canı ibadet etmek istemez. “Yahu yapamıyorum!” der, hüngür hüngür ağlar. Öyleyse, haramlardan sakınmak ve harama bulaşmamak için de temkinli olmak gerekir; kahvehanelerden, meyhanelerden, kumarhanelerden... Her türlü zillethaneden uzak durmak tedbirdir.
Günümüzde insanlar, dünyevî menfaatlerine azıcık zarar gelse canavar kesiliyorlar. Peki ya maneviyata zarar verenler?
İnsan ancak aklıyla kendini korursa korur; hırsıza, hayduta karşı malımızı, paramızı korumak için tedbir aldığımız gibi manevî hayatımıza zarar verenlere karşı da aslan kesilmeli, iman ve takva silahı ile kendimizi korumalıyız.
Nasıl ki her yazdan sonra kış gelir; hesapları kışa göre yapmak, planlı olmak gerekir. Yine yaz gelirse ‘bahtımıza' der, seviniriz ama kış gelirse hazırlıklı olmuş oluruz.
Ve mademki temkin, aklın alametidir, akıllı olan temkinli olur ve ona göre tedbirini alır.
Temkinli Müslüman'ın tedbiri de dünyadayken, Âlem-i Berzah kışı ve ahiret âlemi için hazırlık yapmaktır.
22 Ocak 2016 Cuma
Namaz açık büfe ibadettir
Namaz açık büfe ibadettir
Cemil Tokpınar
c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
15 Ocak 2016, 01:39
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:
c.tokpinar@meydangazetesi.com.tr
15 Ocak 2016, 01:39
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şerifte şöyle buyurur:
“Namaz kılmayanın dini sağlam değildir. Dinde namazın yeri, vücutta başın yeri gibidir. ” (Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağîr: 107)
Nasıl ki, başın vücudun diğer organları üzerinde muazzam bir üstünlüğü vardır, vücudun idaresi, görmesi, işitmesi, düşünmesi baş ile olur ve başsız vücut yaşamaz; namazın da dindeki bütün vazifeler içinde çok özel bir yeri, muhteşem bir üstünlüğü vardır.
Çünkü namaz bütün ibadetleri ve zikirleri, özet olarak içinde toplayan, en kapsamlı bir ibadettir. Onun içinde zikir, fikir, şükür, dua, salâvat, Kur’an, tesbih, tahmid, tekbir, tehlil, kıyam, rükû, secde gibi sayısız ibadet vardır. Nasıl ki, açık büfe yemek ikramları bedenimizin bütün duygularına hitap eder ve sınırsızdır; namaz da akıl, kalp, ruh ve bütün duygularımızın ihtiyacına cevap veren açık büfe ibadettir ve sınırsızdır.
Namazın üç çekirdeği
Namazın manası, Rabbimizin celâline karşı “Sübhanallah” deyip tesbih etmek, cemaline karşı “Elhamdülillâh” diyerek hamd etmek, kemaline karşı “Allahüekber” deyip tâzim etmektir. (Sözler, s.40)
Rabbimiz, sonsuz büyüklük sahibidir, yücedir, eşi benzeri yoktur. Tesbih, O’nun her türlü acz, kusur ve eksikten münezzeh olduğunu ifade etmektir.
O, her bakımdan eksiksizdir, mükemmeldir. Tâzim, O’nun yüceliğini ve büyüklüğünü belirtir.
O sonsuz derece güzeldir ve bütün güzellikler O’nun sonsuz güzelliğinin bir tecellisidir. İşte hamd etmek, O’nu övmek ve minnettarlığımızı bildirmektir.
Tekbir, tesbih ve hamd namazın her yerinde bulunur. Namaza tekbirle başlarız ve bütün rükünler arasında “Allahüekber” deriz. Arkasından “Sübhaneke” duasıyla tesbih başlar, rükû ve secdelerde üçer defa tesbih ederek Rabbimizin münezzehliğini dile getiririz. Bütün rekâtlarda okuduğumuz “Fâtiha”nın başında Allah’a hamd vardır. Rükûdan kalkınca yine hamd ederiz.
Namaz âdeta tesbih, tekbir ve tahmid çiçekleriyle süslenmiş, rengârenk ışıklarla nurlanmış eşsiz bir ibadettir.
Meleklerin ibadetini içine alır
Namazdaki her hareket de kendi acizliğimizi ve Rabbimize saygıyı ifade eder. Ayakta durmak, önünde el bağlamak saygının ifadesidir. Rükûya eğilmek yine saygıdandır. Diz çökmek, yüce bir varlığın karşısında acizliğin göstergesidir. Secdeye kapanmak ise, sevgi ve saygının, Allah karşısında her şeyini feda etmenin zirvesidir. Secde etmek, “Rabbim, maddî ve manevî bana ne emanet etmişsen, hepsini Senin yoluna serdim, Sana feda ettim, her şeyimle Sana teslim oldum” demektir.
Namaz aynı zamanda bitki, hayvan, melek gibi varlıkların yaptıkları ibadetlerin tümünü içine alır. Çünkü onların bir kısmı sürekli secdede, bir kısmı sürekli rükûda, bazısı da devamlı ayaktadır. Ayrıca meleklerin kimi tehlil (Lâilâhe illâllah) ile kimi tesbih (Sübhanellâh) ile kimi tahmid (Elhamdülillâh) ile kimi tekbir (Allahüekber) ile Allah’ı zikretmektedir. Namaz onların hem hareketlerini, hem zikirlerini içine alır.
Namazda oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin özü ve ruhu vardır. Namazda yeyip içmemek orucu, kıbleye yönelmek haccı hatırlatır. Namaz aynı zamanda bedenimizin zekâtıdır.
Dinin direğidir
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Namaz dinin direğidir. Onu terk eden, şüphesiz dini yıkmış olur” (İhyâ, c.1, s. 399) buyurmuştur. Bir binayı ayakta tutan direkleridir, sütunlarıdır. Eğer sütun yoksa bina ayakta duramaz. Büyük ve muhteşem bir binanın, büyüklüğü ve ihtişamı nispetinde sütunları da büyük ve sağlam olmalıdır.
Koskoca Sultanahmed Câmisini ayakta tutan dört dev sütundur. İşte namaz hem yüce İslâm binasının direğidir, hem de herkesin kendi dinî yaşayışının direğidir. Bir Müslümanın şahsî dünyasındaki ibadetlerin dayandığı en temel farz namazdır.
Bir mü’min namazı hakkıyla kılmadıktan sonra ne yaparsa yapsın, kendi dinini ayakta tutamaz. Çünkü dinin direği oruç, zekât veya bir başka ibadet değil, ancak namazdır.
Nasıl ki, başın vücudun diğer organları üzerinde muazzam bir üstünlüğü vardır, vücudun idaresi, görmesi, işitmesi, düşünmesi baş ile olur ve başsız vücut yaşamaz; namazın da dindeki bütün vazifeler içinde çok özel bir yeri, muhteşem bir üstünlüğü vardır.
Çünkü namaz bütün ibadetleri ve zikirleri, özet olarak içinde toplayan, en kapsamlı bir ibadettir. Onun içinde zikir, fikir, şükür, dua, salâvat, Kur’an, tesbih, tahmid, tekbir, tehlil, kıyam, rükû, secde gibi sayısız ibadet vardır. Nasıl ki, açık büfe yemek ikramları bedenimizin bütün duygularına hitap eder ve sınırsızdır; namaz da akıl, kalp, ruh ve bütün duygularımızın ihtiyacına cevap veren açık büfe ibadettir ve sınırsızdır.
Namazın üç çekirdeği
Namazın manası, Rabbimizin celâline karşı “Sübhanallah” deyip tesbih etmek, cemaline karşı “Elhamdülillâh” diyerek hamd etmek, kemaline karşı “Allahüekber” deyip tâzim etmektir. (Sözler, s.40)
Rabbimiz, sonsuz büyüklük sahibidir, yücedir, eşi benzeri yoktur. Tesbih, O’nun her türlü acz, kusur ve eksikten münezzeh olduğunu ifade etmektir.
O, her bakımdan eksiksizdir, mükemmeldir. Tâzim, O’nun yüceliğini ve büyüklüğünü belirtir.
O sonsuz derece güzeldir ve bütün güzellikler O’nun sonsuz güzelliğinin bir tecellisidir. İşte hamd etmek, O’nu övmek ve minnettarlığımızı bildirmektir.
Tekbir, tesbih ve hamd namazın her yerinde bulunur. Namaza tekbirle başlarız ve bütün rükünler arasında “Allahüekber” deriz. Arkasından “Sübhaneke” duasıyla tesbih başlar, rükû ve secdelerde üçer defa tesbih ederek Rabbimizin münezzehliğini dile getiririz. Bütün rekâtlarda okuduğumuz “Fâtiha”nın başında Allah’a hamd vardır. Rükûdan kalkınca yine hamd ederiz.
Namaz âdeta tesbih, tekbir ve tahmid çiçekleriyle süslenmiş, rengârenk ışıklarla nurlanmış eşsiz bir ibadettir.
Meleklerin ibadetini içine alır
Namazdaki her hareket de kendi acizliğimizi ve Rabbimize saygıyı ifade eder. Ayakta durmak, önünde el bağlamak saygının ifadesidir. Rükûya eğilmek yine saygıdandır. Diz çökmek, yüce bir varlığın karşısında acizliğin göstergesidir. Secdeye kapanmak ise, sevgi ve saygının, Allah karşısında her şeyini feda etmenin zirvesidir. Secde etmek, “Rabbim, maddî ve manevî bana ne emanet etmişsen, hepsini Senin yoluna serdim, Sana feda ettim, her şeyimle Sana teslim oldum” demektir.
Namaz aynı zamanda bitki, hayvan, melek gibi varlıkların yaptıkları ibadetlerin tümünü içine alır. Çünkü onların bir kısmı sürekli secdede, bir kısmı sürekli rükûda, bazısı da devamlı ayaktadır. Ayrıca meleklerin kimi tehlil (Lâilâhe illâllah) ile kimi tesbih (Sübhanellâh) ile kimi tahmid (Elhamdülillâh) ile kimi tekbir (Allahüekber) ile Allah’ı zikretmektedir. Namaz onların hem hareketlerini, hem zikirlerini içine alır.
Namazda oruç, zekât ve hac gibi ibadetlerin özü ve ruhu vardır. Namazda yeyip içmemek orucu, kıbleye yönelmek haccı hatırlatır. Namaz aynı zamanda bedenimizin zekâtıdır.
Dinin direğidir
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Namaz dinin direğidir. Onu terk eden, şüphesiz dini yıkmış olur” (İhyâ, c.1, s. 399) buyurmuştur. Bir binayı ayakta tutan direkleridir, sütunlarıdır. Eğer sütun yoksa bina ayakta duramaz. Büyük ve muhteşem bir binanın, büyüklüğü ve ihtişamı nispetinde sütunları da büyük ve sağlam olmalıdır.
Koskoca Sultanahmed Câmisini ayakta tutan dört dev sütundur. İşte namaz hem yüce İslâm binasının direğidir, hem de herkesin kendi dinî yaşayışının direğidir. Bir Müslümanın şahsî dünyasındaki ibadetlerin dayandığı en temel farz namazdır.
Bir mü’min namazı hakkıyla kılmadıktan sonra ne yaparsa yapsın, kendi dinini ayakta tutamaz. Çünkü dinin direği oruç, zekât veya bir başka ibadet değil, ancak namazdır.
21 Ocak 2016 Perşembe
HELAL KAZANCIN ÖNEMİ
HELAL KAZANCIN ÖNEMİ
Üstâdının yanından ayrılan talebe, yolu üzerinde dilenmekte olan bir âmâ görür. Gönlü ona ısınır. Zekâtı olan bir kese altını çıkarıp verir. Keseyi eliyle şöyle bir yoklayan âmâ sevinçle oradan ayrılır.
“–Dün bana bir beyzâde tam bir kese altın verdi. Ben de meyhâneye gidip bir güzel demlendim…”
Bu durum talebenin çok canını sıkar. Doğruca Ebû Abbas Hazretleri’nin huzûruna varır. Hâdiseyi tam arz edecektir ki, Ebû Abbas Hazretleri onun konuşmasına fırsat vermeden, sattığı külâhının karşılığı olan bir akçeyi infâk etmesi için kendisine uzatıp, önüne çıkan ilk kişiye bu akçeyi vermesini tembihler.
GERÇEK İHTİYAÇ SAHİBİ
Talebe, bir şey diyemeden verilen vazifeyi îfâ etmek üzere oradan ayrılır. Kendisine tembihlendiği gibi, karşısına çıkan ilk kişiye o akçeyi verir. Ancak içini kemiren bir merakla, o şahsı tâkibe koyulur. Adamcağız, biraz ilerideki bir harâbeye girer. Sonra elbisesinin altından ölü bir keklik çıkarıp yere bırakır. Tam oradan ayrılacaktır ki, talebe önüne geçip sorar:
“–Ey yiğit! Allah için doğruyu söyle, bu ne hâldir! Şuraya attığın ölü keklik de nedir?”
Adamcağız kendisine akçeyi veren şahsı karşısında görünce heyecandan kekeleyerek şunları söyler:
“–Yedi gündür, bir şey bulup da çoluk-çocuğuma yediremedim. Ben ve hanımım sabrediyorduk, ama çocuklarımın artık açlığa tahammülleri kalmamıştı. Buna rağmen dilenip insanlardan bir şey istemek, asla yapamayacağım bir işti. Bu ızdırap içinde kıvranırken, senin görmüş olduğun, çürümeye yüz tutmuş o ölü kekliği buldum. Zarûret sebebiyle onu yemeleri için çocuklarıma götürecektim. İçimden de Allâh’a yalvarıyor; «Yâ Rab, hâlime inâyet eyle!» diye niyâz ediyordum ki, sen karşıma çıkıp o bir akçeyi verdin. Ben de Rabbime şükrederek, yenemeyecek durumda olan o kuşu bu mezbeleye bıraktım. Şimdi pazara gidecek ve verdiğin akçeyle yiyecek bir şeyler alacağım…”
EBÛ ABBAS HAZRETLERİ BUYURUYOR
Bu hâle şaşırıp kalan talebe, derhâl Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına gelir. Hazret-i Pîr, o henüz bir şey söylemeden, şöyle buyurur:
“–Evlâdım! Demek ki, sen kazancına şüpheli veya haram bir şeyin karışıp karışmadığına dikkat etmemişsin. Bu yüzden de verdiğin muhtâca dikkat ettiğin hâlde, zekâtın şaraba gitti. Zira kazanılan şeyler, nereden ve nasıl elde edilmişse, benzer şekilde elden çıkar. Nitekim senin bir kese altınına mukâbil benim bir tek akçemin sâlih bir insanın eline geçmesi de, onun helâlliğindendir…”
Demek oluyor ki, sadakayı ehil kimselere verebilmek, o malı hangi yollardan kazandığımızla da ilgilidir. Sanki parada, kazanılma keyfiyetine göre bir cezb ve incizab kanunu cârîdir. Para, yılan gibidir; geldiği delikten gider. Helâl kazanç, hayır ve fazîletlere vesîle olurken, haram kazanç da şer yollarda eriyip gider. Bu itibarla bir malın helâlliği, sarf edildiği yere bakılarak da görülebilir.
GÖNLE HUZUR VEREN ŞEY
İnfâkın mânevî durumu, çok bâriz bir şekilde kendini belli etmektedir. Bâzı kimselerin bağışları ile yapılan hayırların gönle apayrı bir huzur vermesi, paranın helâliyetini ve gönlün samimiyetini göstermektedir.
Diğer taraftan, dînimizde her fırsatta sadaka vermek teşvik edilmektedir. Eğer bunu ihlâs ile îfâ edersek Cenâb-ı Hak müstesnâ bir bereket ihsân eder. Öyle ki, verilen sadaka kimi zaman, ona lâyık olmayana gitmiş gibi görünse de, Allâh’ın lutfuyla, alan kimsenin gafletten uyanmasına ve gönlünde hayra doğru müsbet temâyüllerin filizlenmesine vesîle olur.
SADAKA VERMENİN FAZÎLETİ
Bu hakîkate işâret buyuran Allah Rasûlü (s.a.s.) bir hadîs-i şerîflerinde; vaktiyle bir adamın sadaka vermeye niyetlenip bir gece karanlığında onu bilmeden bir hırsızın, ikinci gece bir fâhişenin, üçüncü gece de bir zenginin eline tutuşturuverdiğini, bunu duyan halkın hayret dolu ifâdelerle o adamı tenkid edip ayıpladığını, fakat o zâtın infâkındaki ihlâsı bereketiyle rüyasında şu sözlere muhâtap olduğunu bildirir:
“Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fâhişe, belki yaptığından pişman olup vazgeçerek iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp Allâh’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır.” (Bkz. Buhârî, Zekât, 14; Müslim, Zekât, 78)
Bu hikmet ve hakîkatin bir benzerini de, Peygamber vârisi bir Hak dostu olan Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin şu hâtırasında görmekteyiz:
Bir Anadolu yolculukları esnâsında Ürgüp’te bir kişi otomobillerini çevirerek Hazret-i Pîr’den sigara parası ister.
Bâzı yol arkadaşlarının muhâlefetlerine rağmen, Sâmi Efendi Hazretleri; “Mâdemki istiyor, vermek lâzım.” diyerek hiç düşünmeden etrafındakilerin şaşkın bakışları arasında adamın istediği parayı uzatıverir.
Sevinçle parayı alan fakir, bir anda niyetini değiştirip; “Şimdi gidip bununla ekmek alacağım.” diyerek oradan ayrılır.
İşte Allah için ihlâsla verilen bir sadakanın muhâtabında meydana getirdiği müsbet tesir!..
“Lutuf ve ihsânı bir kese içine koyup ağzını bağlama! İhsânını kimseden esirgeme! Bu riyâcıdır, öteki hilecidir, deme! Varsın öyle olsunlar, bundan sana ne!?”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları, 2011
TARİH:
Hak dostlarından Ebû Abbas Nihâvendî’ye, ticâretle meşgul olan zengin talebelerinden biri gelerek zekâtını kime vermesinin daha uygun olacağını sorar.
O da:
“–Gönlün kimde karar kılıyorsa ona ver!” buyurur.
ZEKÂT KİMLERE VERİLMEZ
Üstâdının yanından ayrılan talebe, yolu üzerinde dilenmekte olan bir âmâ görür. Gönlü ona ısınır. Zekâtı olan bir kese altını çıkarıp verir. Keseyi eliyle şöyle bir yoklayan âmâ sevinçle oradan ayrılır.
Ertesi gün aynı yerden geçen talebe, bir önceki gün kendisine zekât verdiği âmâyı başka bir âmâ ile konuşurken görür. Onlardan şu cümleleri duyar:
“–Dün bana bir beyzâde tam bir kese altın verdi. Ben de meyhâneye gidip bir güzel demlendim…”
Bu durum talebenin çok canını sıkar. Doğruca Ebû Abbas Hazretleri’nin huzûruna varır. Hâdiseyi tam arz edecektir ki, Ebû Abbas Hazretleri onun konuşmasına fırsat vermeden, sattığı külâhının karşılığı olan bir akçeyi infâk etmesi için kendisine uzatıp, önüne çıkan ilk kişiye bu akçeyi vermesini tembihler.
GERÇEK İHTİYAÇ SAHİBİ
Talebe, bir şey diyemeden verilen vazifeyi îfâ etmek üzere oradan ayrılır. Kendisine tembihlendiği gibi, karşısına çıkan ilk kişiye o akçeyi verir. Ancak içini kemiren bir merakla, o şahsı tâkibe koyulur. Adamcağız, biraz ilerideki bir harâbeye girer. Sonra elbisesinin altından ölü bir keklik çıkarıp yere bırakır. Tam oradan ayrılacaktır ki, talebe önüne geçip sorar:
“–Ey yiğit! Allah için doğruyu söyle, bu ne hâldir! Şuraya attığın ölü keklik de nedir?”
Adamcağız kendisine akçeyi veren şahsı karşısında görünce heyecandan kekeleyerek şunları söyler:
“–Yedi gündür, bir şey bulup da çoluk-çocuğuma yediremedim. Ben ve hanımım sabrediyorduk, ama çocuklarımın artık açlığa tahammülleri kalmamıştı. Buna rağmen dilenip insanlardan bir şey istemek, asla yapamayacağım bir işti. Bu ızdırap içinde kıvranırken, senin görmüş olduğun, çürümeye yüz tutmuş o ölü kekliği buldum. Zarûret sebebiyle onu yemeleri için çocuklarıma götürecektim. İçimden de Allâh’a yalvarıyor; «Yâ Rab, hâlime inâyet eyle!» diye niyâz ediyordum ki, sen karşıma çıkıp o bir akçeyi verdin. Ben de Rabbime şükrederek, yenemeyecek durumda olan o kuşu bu mezbeleye bıraktım. Şimdi pazara gidecek ve verdiğin akçeyle yiyecek bir şeyler alacağım…”
EBÛ ABBAS HAZRETLERİ BUYURUYOR
Bu hâle şaşırıp kalan talebe, derhâl Ebû Abbas Hazretleri’nin yanına gelir. Hazret-i Pîr, o henüz bir şey söylemeden, şöyle buyurur:
“–Evlâdım! Demek ki, sen kazancına şüpheli veya haram bir şeyin karışıp karışmadığına dikkat etmemişsin. Bu yüzden de verdiğin muhtâca dikkat ettiğin hâlde, zekâtın şaraba gitti. Zira kazanılan şeyler, nereden ve nasıl elde edilmişse, benzer şekilde elden çıkar. Nitekim senin bir kese altınına mukâbil benim bir tek akçemin sâlih bir insanın eline geçmesi de, onun helâlliğindendir…”
Demek oluyor ki, sadakayı ehil kimselere verebilmek, o malı hangi yollardan kazandığımızla da ilgilidir. Sanki parada, kazanılma keyfiyetine göre bir cezb ve incizab kanunu cârîdir. Para, yılan gibidir; geldiği delikten gider. Helâl kazanç, hayır ve fazîletlere vesîle olurken, haram kazanç da şer yollarda eriyip gider. Bu itibarla bir malın helâlliği, sarf edildiği yere bakılarak da görülebilir.
GÖNLE HUZUR VEREN ŞEY
İnfâkın mânevî durumu, çok bâriz bir şekilde kendini belli etmektedir. Bâzı kimselerin bağışları ile yapılan hayırların gönle apayrı bir huzur vermesi, paranın helâliyetini ve gönlün samimiyetini göstermektedir.
Diğer taraftan, dînimizde her fırsatta sadaka vermek teşvik edilmektedir. Eğer bunu ihlâs ile îfâ edersek Cenâb-ı Hak müstesnâ bir bereket ihsân eder. Öyle ki, verilen sadaka kimi zaman, ona lâyık olmayana gitmiş gibi görünse de, Allâh’ın lutfuyla, alan kimsenin gafletten uyanmasına ve gönlünde hayra doğru müsbet temâyüllerin filizlenmesine vesîle olur.
SADAKA VERMENİN FAZÎLETİ
Bu hakîkate işâret buyuran Allah Rasûlü (s.a.s.) bir hadîs-i şerîflerinde; vaktiyle bir adamın sadaka vermeye niyetlenip bir gece karanlığında onu bilmeden bir hırsızın, ikinci gece bir fâhişenin, üçüncü gece de bir zenginin eline tutuşturuverdiğini, bunu duyan halkın hayret dolu ifâdelerle o adamı tenkid edip ayıpladığını, fakat o zâtın infâkındaki ihlâsı bereketiyle rüyasında şu sözlere muhâtap olduğunu bildirir:
“Hırsıza verdiğin sadaka, belki onu yaptığı hırsızlıktan utandırıp vazgeçirecektir. Fâhişe, belki yaptığından pişman olup vazgeçerek iffetli bir kadın olacaktır. Zengin de belki bundan ibret alıp Allâh’ın kendisine verdiği maldan muhtaçlara dağıtacaktır.” (Bkz. Buhârî, Zekât, 14; Müslim, Zekât, 78)
SİGARA PARASI
Bu hikmet ve hakîkatin bir benzerini de, Peygamber vârisi bir Hak dostu olan Mahmud Sâmi Ramazanoğlu Hazretleri’nin şu hâtırasında görmekteyiz:
Bir Anadolu yolculukları esnâsında Ürgüp’te bir kişi otomobillerini çevirerek Hazret-i Pîr’den sigara parası ister.
Bâzı yol arkadaşlarının muhâlefetlerine rağmen, Sâmi Efendi Hazretleri; “Mâdemki istiyor, vermek lâzım.” diyerek hiç düşünmeden etrafındakilerin şaşkın bakışları arasında adamın istediği parayı uzatıverir.
Sevinçle parayı alan fakir, bir anda niyetini değiştirip; “Şimdi gidip bununla ekmek alacağım.” diyerek oradan ayrılır.
İşte Allah için ihlâsla verilen bir sadakanın muhâtabında meydana getirdiği müsbet tesir!..
Bunun içindir ki Şeyh Sâdî şu îkazda bulunur:
“Lutuf ve ihsânı bir kese içine koyup ağzını bağlama! İhsânını kimseden esirgeme! Bu riyâcıdır, öteki hilecidir, deme! Varsın öyle olsunlar, bundan sana ne!?”
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlâkından 1, Erkam Yayınları, 2011
20 Ocak 2016 Çarşamba
"Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."
"Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz."
Oğlum montunu okulunda kaybetti diye sesimi yükselttim, dikkatsizlikle, sorumsuzlukla suçladım. Ertesi hafta bir sabah işe giderken aradığım montumu bulamadım. Günlerce nerede kaybettiğimi düşündüm ve hatırlayamadım.
Sağlık merkezinin önünden geçerken bir iş arkadaşımın söylenerek geçtiğini gördüm. ‘Hayırdır!’ diye seslendim. Sağlık karnesini unuttuğu için geri dönmüş. Kahkaha attım. Ertesi ha...fta göz hekiminden randevu almam gerekti. Göz hekimi beni kapıda bir saat bekletti. İçeri alındım ve tam randevuyu geciktirmesini eleştirmek için ağzımı açmıştım ki sağlık karnemi istedi. Üzerimi aradım ve inanılır gibi değil, karnem yanımda yoktu.
Hayatımda defalarca yaşadığım gerçek şudur: Birisini, saflık, unutkanlık veya bilgisizlik yüzünden işlediği veya tövbe edip pişman olduğu yanlışı yüzünden kınamaya göreyim. Bir benzeri çok geçmeden başıma geliyor.
"Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz." (Tirmizi, Kıyamet, 53, No: 2507) hadisini bilirsiniz. Kasten ve kibirle kötülüğe giren kınanır, ama yanlışlık veya pişmanlık içinde hataya düşeni kınamanın sonucu kötüdür. Bu yüzden en iyisi kınamaktan kaçınmak ve her türlü kötülükten yüce Yaradan’a sığınmaktır.”
Sağlık merkezinin önünden geçerken bir iş arkadaşımın söylenerek geçtiğini gördüm. ‘Hayırdır!’ diye seslendim. Sağlık karnesini unuttuğu için geri dönmüş. Kahkaha attım. Ertesi ha...fta göz hekiminden randevu almam gerekti. Göz hekimi beni kapıda bir saat bekletti. İçeri alındım ve tam randevuyu geciktirmesini eleştirmek için ağzımı açmıştım ki sağlık karnemi istedi. Üzerimi aradım ve inanılır gibi değil, karnem yanımda yoktu.
Hayatımda defalarca yaşadığım gerçek şudur: Birisini, saflık, unutkanlık veya bilgisizlik yüzünden işlediği veya tövbe edip pişman olduğu yanlışı yüzünden kınamaya göreyim. Bir benzeri çok geçmeden başıma geliyor.
"Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz." (Tirmizi, Kıyamet, 53, No: 2507) hadisini bilirsiniz. Kasten ve kibirle kötülüğe giren kınanır, ama yanlışlık veya pişmanlık içinde hataya düşeni kınamanın sonucu kötüdür. Bu yüzden en iyisi kınamaktan kaçınmak ve her türlü kötülükten yüce Yaradan’a sığınmaktır.”
Yazar Dr. Muhammed Bozdağ
19 Ocak 2016 Salı
Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-99
Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-99
SEVGİLİ EFKAN HOCAM Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...
SEVGİLİ EFKAN HOCAM , YAZIDAKİ KONULARI VE ÇOK KIYMETLİ TAVSİYELERİNİ MADDELER HALİNDE ÖZETLEMİŞ AŞAĞIDAKİ YAZININ SONUNDA...
Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...
Sevgili Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.
Benim namaza başlamama -oturarak teyemmümle nasıl kılacağımı öğreterek ve namazın önemini anlatarak- vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.
YALNIZ ŞUNU BELİRMEK İSTİYORUM. BEN BUNLARI YAYINLARKEN EFKAN HOCAMA HEP ŞUNU DEMİŞİMDİR:
HOCAM UTANIYORUM, İNŞALLAH BİRGÜN VUSLAT OLUNCA BUNLARI YAYINLAMAN DAHA GÜZEL OLMAZ MI?
OLSUN CELAL MERAK ETME, SEN ÖLÜRSEN YİNE YAYINLARIM... DİYOR.
Çok emek harcayıp özet haline getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi komşu yapana hamdolsun...
http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-99/Blog/?BlogNo=519983
Yol o dur ki, Hak'ka Vara
Celal ÇELİK ’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini, sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını gözden geçirerek kısa ve öz olarak sizlere sunmaya devam ediyorum.
Canım annem ve Babam
Ben annemin ilk çocuğuyum. 1993 te ilk rahatsızlandığım zamanlar annem çok üzüldü, çok ağladı. Ama ben hastalığımı/engelli oluşumu annemin açısından şöyle değerlendiriyorum:
Ben Allah’ın anneme bir hediyesiyim. İnşallah annem sabrederek (anneciğim zaten bebekliğinden beri hep sabrediyor) ve bana bakarak cennette makamı çok yükselecek. Allah, annemi ve babamı dünyada da ahirette de ayırmasın, uzun ömürler versin.
Ben şu an kırkiki yaşındayım. Annem hala bana bakıyor. Hele son altı aydır ameliyattan dolayı oturamıyorum. Annem yine bana bebeklikteki gibi yattığım yerde yemek yediriyor. ALLAH ebeden razı olsun.
Biliyorsunuz Kuran’da Rabbimiz ana-babaya Öf! bile demeyin, buyuruyor. Biz üç kardeş anne ve babamızı hep sevindirmeye çalışıyoruz. Çünkü Peygamber Efendimiz SAV (Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyheki] buyuruyor.
Anneciğim, küçükken benim için çok geceler uykusuz kaldı. Allah’ın beni yaratıp, dünya hayatına göndermesine vesilelik yaptı. Beni dokuz ay karnında taşıdı. Beni en güçsüz olduğum bebekken, göğsündeki sütle besledi.
Engelli olduğumda anneciğim, babamla beraber beni rahat yaşatmak için herşeyi yaptılar. Öyle ki çoğu zaman engelli olduğumu bile unuturdular. Allah onlardan razı olsun.
Anneciğim ve babacığım size hakkınızı asla ödeyemem, ne olur hakkınızı helal edin. Sizi çok seviyorum.
Ey Yarı Vücudunun Sıhhatini Kaybeden Hasta!
Bayramda ziyaretime gelen misafirlerden biri, Celal sana özeniyorum, dedi.AVM’lerde, işyerlerinde, caddede vs. artık haram ve günahlar sel gibi akıyor.
Allah seni sevmiş, adeta korumaya almış, diye ekledi. Ahlaksız konuşmaları duymuyorsun, dekolte görüntüleri mecburen görmüyorsun, dedi.
İnşallah bu hastalığınla ibadet yapmış oluyorsun, dedi. Zaten namazımı kılıyorum, dedim. Celal, ibadet sadece namaz, oruç, zekat değildir.
İbadet 2 türlüdür. Allah’ın ‘Yap‘ dediğini yapmak ve ’Yapma‘ dediğini yapmamaktır. Sen, Allah‘ın ‘Namaz kıl‘ emrine, aynı zamanda ’Gözünüzü haramdan koruyun‘emrine de uyuyorsun. İkisinden de çok sevap alıyorsun, dedi.
Yani, harama gözümü kapayarak namaz kılmış gibi sevap alıyorum, dedim.Aynen öyle Celal kardeşim, dedi.
Hangi Tarikat veya Cemaattensin?
Allah’ın beni hidayete erdirmesinden sonra, yani uzay okyanusunda yüzen dünya gemisine neden bindirildiğimi hatırladığım zaman, kendimce bir araştırmaya girdim.
Farklı mezhepler, farklı tarikatlar ve değişik cemaatler vardı. İslam dini tek değil miydi, bu ayrılığın sebebi neydi. İlahiyatçı dostum bir hocaya sordum.
Celal, mezhep, tarikat; arapça yol demektir. Amaç, Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Yüz olarak birbirinin birebir aynı insan hiç yokken, düşünce yapısı olarak da birbirinin aynısı insan hiç yoktur. Her insan karakterine uygun bir yolla Allah’a ulaşabilir.
Onun için Necmeddîni Kübrâ Hazretleri buyurur ki: “Allâh’a giden yollar, mahlûkların nefesleri kadar çoktur.”
Tarikatlar, bu amacımıza hızlıca ulaşabilmek için nefsin terbiye metodlarını ve çeşitli ibadet ritüellerini bir sisteme oturtmuş dini topluluklardır, dedi.
Mesela burası Ankara. Ankara’ya nasıl ulaşırsın? İsteyen İstanbul yolundan, isteyen Samsun yolundan, isteyen Eskişehir yolundan veya Konya yolundan şehre girebilir.
Ya da isteyen trenle veya uçakla gelebilir, diye ekledi.
Peki, ben de bir tarikata girmeli miyim? dedim. Hayır Celal, girmene gerek yok.
Eskiden internet, kitap, radyo, TV, vs. yoktu, insanlar dini bilgileri bir mürşitten alıyorlardı.
Celal, sana dini bilgileri güzelce öğrenmen için bir tavsiyem ve uyarım olacak; Bol bol kitap oku, çok sohbet dinle… Ama kitap alırken, radyo, TV ve internetten sohbet dinlerken tek ölçün şu olsun;
Bir insan, Kuran ve hadislere uygun konuşmuyor ve anlattıklarını yaşamıyorsa, onun kitabını okuma ve sohbetini hemen kapat.
Bir insanın havada uçması veya suyun üzerinde yürümesi önemli değildir. Önemli olan, o kimsenin Kur’an ve sünnete uymasıdır.
Çünkü Peygamber Efendimiz SAV buyuruyor ki: “Ben size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılın. Onlar: Kuran ve sünnetimdir.”
Evet, İlahiyatçı hocamın bu tavsiyesini yıllardır tutuyorum. Balarısı gibi her çiçekten öz topluyorum. Ehli sünnet pekçok alimin sohbetlerinden hergün yeni bilgiler öğreniyorum.
Sevgili Celal ÇELİK’in yazılarından özetleyerek yukarıda sunduğum yazı ışığında aşağıdaki sonuçlara ulaşmamız mümkün olabilir:
1- Anne ve baba hakkı çok zor ödenir. Ama bir de engelli birinin anne ve babası olmak... Allah onlara ayrıca mükafaat verecektir.
2- Sağlıklı olmak çok önemli. Sağlıklı olduğumuz için Yüce Allah’a şükretmeliyiz.
3- Bize emanet edilen bedenimize her durumda iyi bakmalıyız. Sağlığımıza dikkat etmeliyiz. Zararlı alışkanlıklardan uzak durmalıyız. Bu vucüd bir daha bize verilmez. Kıymetini iyi bilmeliyiz.
4- Allah’ın bize vermiş olduğu bedenle ve ruhla iyi işler yapmalıyız. Özel ibadetlerimiz yanında,yaptığımız her güzel şeyin ibadet olduğunu ve karşılığında sevap alacağımızı; yaptığımız her kötü işin de günah olduğunu ve karşılığında ceza alacağımızı hiç bir zaman unutmamalıyız.
5- Allah’a ulaşmanın bir çok yolu ve metodu vardır.
6- Allah’a ulaşmanın temel kaynağı peygamberimizin sünneti ve Yüce Allah’ın gönderdiği Kur’an-ı Kerim’dir.
7-Allah’ın yolundan gittiğini söyleyenler, gruplar, cemaatler ve tarikatler Kur’an ve sünnete uygun olarak yaşamak zorundadırlar. Kur’an ve sünnet çizgisinden çıkanlar; menfaatçı ve çıkarcıdır.
8- Çıkarcı ve menfaatçı grupların her zaman olabileceğini hiç bir zaman unutmamalıyız.
SEVGİLİ EFKAN HOCAM Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ÖZETLEYEREK ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...
SEVGİLİ EFKAN HOCAM , YAZIDAKİ KONULARI VE ÇOK KIYMETLİ TAVSİYELERİNİ MADDELER HALİNDE ÖZETLEMİŞ AŞAĞIDAKİ YAZININ SONUNDA...
Allah razı olsun hocam... Sizi çok seviyorum canım hocam...
Sevgili Efkan hocam benim en iyi dostum, akıl danıştığım büyüğüm, kendime örnek aldığım mütevazi, dürüst, ahlaklı, dindar, çalışkan, Allah'ın -inşallah- salih bir kuludur.
Efkan hocamı anlattığım 2013'teki yazıyı okumak için resme tıklayınız |
Benim namaza başlamama -oturarak teyemmümle nasıl kılacağımı öğreterek ve namazın önemini anlatarak- vesile oldu, yani beni Rabbimle buluşturdu. Allah ebediyyen razı olsun.
Allah bizleri sevdiklerimizle birlikte cennette de komşu etsin.
YALNIZ ŞUNU BELİRMEK İSTİYORUM. BEN BUNLARI YAYINLARKEN EFKAN HOCAMA HEP ŞUNU DEMİŞİMDİR:
HOCAM UTANIYORUM, İNŞALLAH BİRGÜN VUSLAT OLUNCA BUNLARI YAYINLAMAN DAHA GÜZEL OLMAZ MI?
OLSUN CELAL MERAK ETME, SEN ÖLÜRSEN YİNE YAYINLARIM... DİYOR.
Çok emek harcayıp özet haline getirmişsiniz. İyi ki varsınız hocam, bizi komşu yapana hamdolsun...
http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-99/Blog/?BlogNo=519983
Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-99
Celal ÇELİK ’in hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi yorumlarını yayınladığım yazı dizisini, sevgili Celal ÇELİK’in tüm yazılarını gözden geçirerek kısa ve öz olarak sizlere sunmaya devam ediyorum.
Canım annem ve Babam
Ben annemin ilk çocuğuyum. 1993 te ilk rahatsızlandığım zamanlar annem çok üzüldü, çok ağladı. Ama ben hastalığımı/engelli oluşumu annemin açısından şöyle değerlendiriyorum:
Ben Allah’ın anneme bir hediyesiyim. İnşallah annem sabrederek (anneciğim zaten bebekliğinden beri hep sabrediyor) ve bana bakarak cennette makamı çok yükselecek. Allah, annemi ve babamı dünyada da ahirette de ayırmasın, uzun ömürler versin.
Ben şu an kırkiki yaşındayım. Annem hala bana bakıyor. Hele son altı aydır ameliyattan dolayı oturamıyorum. Annem yine bana bebeklikteki gibi yattığım yerde yemek yediriyor. ALLAH ebeden razı olsun.
Biliyorsunuz Kuran’da Rabbimiz ana-babaya Öf! bile demeyin, buyuruyor. Biz üç kardeş anne ve babamızı hep sevindirmeye çalışıyoruz. Çünkü Peygamber Efendimiz SAV (Ana-babasının rızasını alan mümine Cennetten iki kapı, üzene de Cehennemden iki kapı açılır.) [Beyheki] buyuruyor.
Anneciğim, küçükken benim için çok geceler uykusuz kaldı. Allah’ın beni yaratıp, dünya hayatına göndermesine vesilelik yaptı. Beni dokuz ay karnında taşıdı. Beni en güçsüz olduğum bebekken, göğsündeki sütle besledi.
Engelli olduğumda anneciğim, babamla beraber beni rahat yaşatmak için herşeyi yaptılar. Öyle ki çoğu zaman engelli olduğumu bile unuturdular. Allah onlardan razı olsun.
Anneciğim ve babacığım size hakkınızı asla ödeyemem, ne olur hakkınızı helal edin. Sizi çok seviyorum.
Ey Yarı Vücudunun Sıhhatini Kaybeden Hasta!
Bayramda ziyaretime gelen misafirlerden biri, Celal sana özeniyorum, dedi.AVM’lerde, işyerlerinde, caddede vs. artık haram ve günahlar sel gibi akıyor.
Allah seni sevmiş, adeta korumaya almış, diye ekledi. Ahlaksız konuşmaları duymuyorsun, dekolte görüntüleri mecburen görmüyorsun, dedi.
İnşallah bu hastalığınla ibadet yapmış oluyorsun, dedi. Zaten namazımı kılıyorum, dedim. Celal, ibadet sadece namaz, oruç, zekat değildir.
İbadet 2 türlüdür. Allah’ın ‘Yap‘ dediğini yapmak ve ’Yapma‘ dediğini yapmamaktır. Sen, Allah‘ın ‘Namaz kıl‘ emrine, aynı zamanda ’Gözünüzü haramdan koruyun‘emrine de uyuyorsun. İkisinden de çok sevap alıyorsun, dedi.
Yani, harama gözümü kapayarak namaz kılmış gibi sevap alıyorum, dedim.Aynen öyle Celal kardeşim, dedi.
Hangi Tarikat veya Cemaattensin?
Allah’ın beni hidayete erdirmesinden sonra, yani uzay okyanusunda yüzen dünya gemisine neden bindirildiğimi hatırladığım zaman, kendimce bir araştırmaya girdim.
Farklı mezhepler, farklı tarikatlar ve değişik cemaatler vardı. İslam dini tek değil miydi, bu ayrılığın sebebi neydi. İlahiyatçı dostum bir hocaya sordum.
Celal, mezhep, tarikat; arapça yol demektir. Amaç, Allah’ın rızasını kazanmaktır.
Yüz olarak birbirinin birebir aynı insan hiç yokken, düşünce yapısı olarak da birbirinin aynısı insan hiç yoktur. Her insan karakterine uygun bir yolla Allah’a ulaşabilir.
Onun için Necmeddîni Kübrâ Hazretleri buyurur ki: “Allâh’a giden yollar, mahlûkların nefesleri kadar çoktur.”
Tarikatlar, bu amacımıza hızlıca ulaşabilmek için nefsin terbiye metodlarını ve çeşitli ibadet ritüellerini bir sisteme oturtmuş dini topluluklardır, dedi.
Mesela burası Ankara. Ankara’ya nasıl ulaşırsın? İsteyen İstanbul yolundan, isteyen Samsun yolundan, isteyen Eskişehir yolundan veya Konya yolundan şehre girebilir.
Ya da isteyen trenle veya uçakla gelebilir, diye ekledi.
Peki, ben de bir tarikata girmeli miyim? dedim. Hayır Celal, girmene gerek yok.
Eskiden internet, kitap, radyo, TV, vs. yoktu, insanlar dini bilgileri bir mürşitten alıyorlardı.
Celal, sana dini bilgileri güzelce öğrenmen için bir tavsiyem ve uyarım olacak; Bol bol kitap oku, çok sohbet dinle… Ama kitap alırken, radyo, TV ve internetten sohbet dinlerken tek ölçün şu olsun;
Bir insan, Kuran ve hadislere uygun konuşmuyor ve anlattıklarını yaşamıyorsa, onun kitabını okuma ve sohbetini hemen kapat.
Bir insanın havada uçması veya suyun üzerinde yürümesi önemli değildir. Önemli olan, o kimsenin Kur’an ve sünnete uymasıdır.
Çünkü Peygamber Efendimiz SAV buyuruyor ki: “Ben size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarılın. Onlar: Kuran ve sünnetimdir.”
Evet, İlahiyatçı hocamın bu tavsiyesini yıllardır tutuyorum. Balarısı gibi her çiçekten öz topluyorum. Ehli sünnet pekçok alimin sohbetlerinden hergün yeni bilgiler öğreniyorum.
Sevgili Celal ÇELİK’in yazılarından özetleyerek yukarıda sunduğum yazı ışığında aşağıdaki sonuçlara ulaşmamız mümkün olabilir:
1- Anne ve baba hakkı çok zor ödenir. Ama bir de engelli birinin anne ve babası olmak... Allah onlara ayrıca mükafaat verecektir.
2- Sağlıklı olmak çok önemli. Sağlıklı olduğumuz için Yüce Allah’a şükretmeliyiz.
3- Bize emanet edilen bedenimize her durumda iyi bakmalıyız. Sağlığımıza dikkat etmeliyiz. Zararlı alışkanlıklardan uzak durmalıyız. Bu vucüd bir daha bize verilmez. Kıymetini iyi bilmeliyiz.
4- Allah’ın bize vermiş olduğu bedenle ve ruhla iyi işler yapmalıyız. Özel ibadetlerimiz yanında,yaptığımız her güzel şeyin ibadet olduğunu ve karşılığında sevap alacağımızı; yaptığımız her kötü işin de günah olduğunu ve karşılığında ceza alacağımızı hiç bir zaman unutmamalıyız.
5- Allah’a ulaşmanın bir çok yolu ve metodu vardır.
6- Allah’a ulaşmanın temel kaynağı peygamberimizin sünneti ve Yüce Allah’ın gönderdiği Kur’an-ı Kerim’dir.
7-Allah’ın yolundan gittiğini söyleyenler, gruplar, cemaatler ve tarikatler Kur’an ve sünnete uygun olarak yaşamak zorundadırlar. Kur’an ve sünnet çizgisinden çıkanlar; menfaatçı ve çıkarcıdır.
8- Çıkarcı ve menfaatçı grupların her zaman olabileceğini hiç bir zaman unutmamalıyız.
Efkan Vural
(Devam edecek)
(Devam edecek)
Ahmed Şahin - Zaman'daki köşe yazılarıma toplu bir bakış!
Ahmed Şahin - Zaman'daki köşe yazılarıma toplu bir bakış!
Yaşı benim gibi sekseni geçen yaşlılarda hayatını nerelerde tükettiğinin muhasebesini yapma duygusu artıyor bu yaşlarda. Geçmişinin mutlaka hesabını yapma gereği duyuyor yaşlılar bu devrelerinde.
İşte böyle bir iç sorgulamanın başladığı şu sıralarda ben de geçmişimi düşündüğümden dolayı açıkça görüyorum ki:
- Hayatımın son yirmi sekiz senelik kısmı Zaman'ın köşe yazarlığında geçmiş, adeta böyle bir köşe yazısı hazırlama meşguliyeti hayatımın tümünü içine alan şekilde hayatıma hakim olmuştur.
Neden köşe yazıları benim hayatımın tümünü içine alacak derecede beni bu kadar çok meşgul etmiştir? Çünkü bu köşe yazıları siyasi taraftarlık veya aleyhtarlıklara çekilebilecek zayıflıkta yazılar olmamış, tam aksine insanların hayat boyu karşılaşacakları dini sorularının tam açıklamasını teşkil edecek değerde siyasetüstü sıhhatte yazıları olma özelliği kazanmıştır. Nitekim emek mahsulü bu yazılar sadece köşe yazıları olmakla kalmamıştır. Yazıların tam bir İslami ölçü içinde hazırlanan özelliğini tespit eden editörler, kitap yayıncıları, köşe yazılarını bırakmamışlar, hepsini de ayrı ayrı tasnif edip çeşitlendirerek kitaplaştırma yoluna yönelmişler, böyle bir çalışma sonunda bir de bakmışız ki, zaman için yazdığımız köşe yazıları, artık hayatın tüm ihtiyaçlarını karşılayan otuz kırk ciltlik büyük kitaplar halinde ortaya çıkmış, elden ele dolaşır ihtiyaç kitapları haline gelmişlerdir.
Bu sonuç karşısında diyebilirim ki, ben kendi adıma kitap yazmadım, ancak büyük bir dikkat ve emek vererek hazırladığım köşe yazılarımı kitaplaştıran editörler, yayıncılar köşe yazılarımı bir araya getirerek hazırladıkları kırkı elliyi bulan kitaplar tasnif etmişler, en son bir araya getirdikleri yazıları da ‘Kardeşlik Vakti' kitabı olarak sunmuşlar kitap okuyucularına.
Köşe yazılarından oluşturulan bu kitap çeşitlerinin içinde iki yüz bininci baskıya ulaşan aile ilmihalleri, gençlik hitapları, sahabe hayatlarına ışık tutan içerikte kitap çeşitleri de söz konusu olmuştur. İşte seksen senelik hayatımın muhasebesini yaparken köşe yazılarımın böyle tasnif edilmiş kitaplar haline getirilmişlerini de görüyorum ortalarda. Bundan da şükür duyguları duyuyorum yirmi sekiz senelik Zaman yazarlığımın son günlerindeki bu zengin kitap çeşidi sonucundan dolayı. Sözümün burasında unutmayı istemediğim bir başka takdir duygumu da ifade etmek istiyorum. Yirmi sekiz yıldır aralarında bulunduğum Zaman yazar ve personelinden gördüğüm samimi sevgi ve hürmet duyguları da unutulacak gibi değildir. Hemen herkesten unutulmayacak saygı sevgi gördüm. Bu özel bir edep ve terbiye gereği diye de hatıramda yaşatıyorum bu saygı örneklerini.
Köşe yazılarının haftada ikiden bire indirilme olayını ise yaşlılığımın düşündüren sonucu gibi bulmaktayım. Seksen yaşın verdiği yorulmuşluk artık bir yazıyı dahi kolay hazırlama cesaretimin kalmadığını bana hissettirmekteydi.
Hayatımın bundan sonrasındaki yaşlılık döneminde artık yük almadan ve torunlarımla şaibesiz yaşamayı gönülden arzu etmekteyim. Muhabbetlerimle.
Ahmed Şahin AİLE-SAĞLIK
Zaman'daki köşe yazılarıma toplu bir bakış!
Yaşı benim gibi sekseni geçen yaşlılarda hayatını nerelerde tükettiğinin muhasebesini yapma duygusu artıyor bu yaşlarda. Geçmişinin mutlaka hesabını yapma gereği duyuyor yaşlılar bu devrelerinde.
İşte böyle bir iç sorgulamanın başladığı şu sıralarda ben de geçmişimi düşündüğümden dolayı açıkça görüyorum ki:
- Hayatımın son yirmi sekiz senelik kısmı Zaman'ın köşe yazarlığında geçmiş, adeta böyle bir köşe yazısı hazırlama meşguliyeti hayatımın tümünü içine alan şekilde hayatıma hakim olmuştur.
Neden köşe yazıları benim hayatımın tümünü içine alacak derecede beni bu kadar çok meşgul etmiştir? Çünkü bu köşe yazıları siyasi taraftarlık veya aleyhtarlıklara çekilebilecek zayıflıkta yazılar olmamış, tam aksine insanların hayat boyu karşılaşacakları dini sorularının tam açıklamasını teşkil edecek değerde siyasetüstü sıhhatte yazıları olma özelliği kazanmıştır. Nitekim emek mahsulü bu yazılar sadece köşe yazıları olmakla kalmamıştır. Yazıların tam bir İslami ölçü içinde hazırlanan özelliğini tespit eden editörler, kitap yayıncıları, köşe yazılarını bırakmamışlar, hepsini de ayrı ayrı tasnif edip çeşitlendirerek kitaplaştırma yoluna yönelmişler, böyle bir çalışma sonunda bir de bakmışız ki, zaman için yazdığımız köşe yazıları, artık hayatın tüm ihtiyaçlarını karşılayan otuz kırk ciltlik büyük kitaplar halinde ortaya çıkmış, elden ele dolaşır ihtiyaç kitapları haline gelmişlerdir.
Bu sonuç karşısında diyebilirim ki, ben kendi adıma kitap yazmadım, ancak büyük bir dikkat ve emek vererek hazırladığım köşe yazılarımı kitaplaştıran editörler, yayıncılar köşe yazılarımı bir araya getirerek hazırladıkları kırkı elliyi bulan kitaplar tasnif etmişler, en son bir araya getirdikleri yazıları da ‘Kardeşlik Vakti' kitabı olarak sunmuşlar kitap okuyucularına.
Köşe yazılarından oluşturulan bu kitap çeşitlerinin içinde iki yüz bininci baskıya ulaşan aile ilmihalleri, gençlik hitapları, sahabe hayatlarına ışık tutan içerikte kitap çeşitleri de söz konusu olmuştur. İşte seksen senelik hayatımın muhasebesini yaparken köşe yazılarımın böyle tasnif edilmiş kitaplar haline getirilmişlerini de görüyorum ortalarda. Bundan da şükür duyguları duyuyorum yirmi sekiz senelik Zaman yazarlığımın son günlerindeki bu zengin kitap çeşidi sonucundan dolayı. Sözümün burasında unutmayı istemediğim bir başka takdir duygumu da ifade etmek istiyorum. Yirmi sekiz yıldır aralarında bulunduğum Zaman yazar ve personelinden gördüğüm samimi sevgi ve hürmet duyguları da unutulacak gibi değildir. Hemen herkesten unutulmayacak saygı sevgi gördüm. Bu özel bir edep ve terbiye gereği diye de hatıramda yaşatıyorum bu saygı örneklerini.
Köşe yazılarının haftada ikiden bire indirilme olayını ise yaşlılığımın düşündüren sonucu gibi bulmaktayım. Seksen yaşın verdiği yorulmuşluk artık bir yazıyı dahi kolay hazırlama cesaretimin kalmadığını bana hissettirmekteydi.
Hayatımın bundan sonrasındaki yaşlılık döneminde artık yük almadan ve torunlarımla şaibesiz yaşamayı gönülden arzu etmekteyim. Muhabbetlerimle.
18 Ocak 2016 Pazartesi
Toplumu kemiren bir hastalık GIYBET
Toplumu kemiren bir hastalık GIYBET
Hüseyin Gültekin - [İslami Hayat]
h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
15 Ocak 2016, 01:42
Bir kimsenin, bedeninde, nesebinde, ahlâkında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında bulunan bir kusur, arkasından söylendiği zaman, o kişi bunu işitince üzülecekse gıybet olur. Duyunca üzüleceği bir sözü yüzüne karşı söylemek de günahtır. Sözü, üstü kapalı söylemek, işaretle, hareketle veya yazıyla bildirmek de aynen sözle söylemek gibi gıybete girer.
Gıybetten nasıl kurtuluruz?
h.gultekin@meydangazetesi.com.tr
15 Ocak 2016, 01:42
Bir kimsenin, bedeninde, nesebinde, ahlâkında, işinde, sözünde, dininde, dünyasında bulunan bir kusur, arkasından söylendiği zaman, o kişi bunu işitince üzülecekse gıybet olur. Duyunca üzüleceği bir sözü yüzüne karşı söylemek de günahtır. Sözü, üstü kapalı söylemek, işaretle, hareketle veya yazıyla bildirmek de aynen sözle söylemek gibi gıybete girer.
Gıybetten nasıl kurtuluruz?
- Gıybetin zararını düşünmeli! Gıybet sebebiyle, sevaplarının gideceğini, hatta gıybet ettiği kimsenin günahlarını da yükleneceğini bilmelidir!
- Gıybet, dünyada da insanın alnında kara bir lekedir! Kendine dedikoducu dedirtmemelidir.
- İnsan, kırgın olduğu kimseyi kötülemeye çalışır, gıybetini eder. Başkasına kızıp da kendini Cehenneme atmanın ahmaklık olduğunu bilen, gıybet etmez. Gıybet etmekle, ona zarar vermiş olmadığı gibi bilakis kendini felakete atmış olur.
- Bazen de bir topluluğu memnun etmek, onları güldürmek için gıybet edilir. İnsanları memnun etmek için, Allah Teâlâ’nın gazabına maruz kalmayı istemek ne kadar yanlıştır.
- Gıybet eden, övülmeyi, herkesin kendisinden bahsetmesini ister. Bu bakımdan kendini övmek için dolaylı yolları seçer. Mesela, “Falanca çok geçimsizdir” der. Bu, “Ben geçim ehliyim” demektir. Cömert olduğunu bildirmek için, “Falanca çok cimridir” der. Eğer böyle gıybet edeni dinleyen, akıllı biri ise, kendini bu şekilde övene hiç değer vermez, onun değersiz olduğunu anlar.
- Başkalarını gıybet edip kusur araştıran kimse, kendi kusurlarını göremez. Hâlbuki kendi kusurları ile meşgul olan başkalarının kusurlarını göremez. Başkalarının kusurları ile uğraşan birinin, kendi kusurunu görmeyen zavallı biri olduğu anlaşılır.
Tüp bebek uygulamasının çeşitli türleri bulunmakla birlikte, en yaygın olarak uygulanan şekli; erkek ve kadından alınan üreme hücrelerinin, uygun bir ortamda yaklaşık 48 saat bekletildikten sonra, oluşan bu embriyonun kadının rahmine yerleştirilmesidir.
Bu yöntemle bir kadının hamile kalabilmesi için üç unsura ihtiyaç vardır; yumurta, sperm ve rahim. Eğer bu üç unsur da evli olan eşler tarafından tedarik ediliyorsa tüp bebek uygulaması günümüz fıkıhçıları tarafından câiz görülmektedir. Araya yabancı unsur sokulduğu; yani sperm, yumurta ve rahimden biri karı-koca dışında başka bir şahsa ait olduğu takdirde caiz olmaz. Bu işlemin câiz olabilme şartlarından biri de eşlerin normal ve tabii yollardan çocuklarının olmaması ve böyle bir uygulama için zaruret bulunmasıdır.
Tüp bebek yönteminde birden fazla blastocist (döllenmiş yumurta) üretilmesi ve bunlardan bir kısmının ana rahmine konması ve diğerlerinin yok edilmesi ya da araştırmalarda ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılması, tüp bebek konusunu dini açıdan yeniden tartışılır hale getirmektedir.
Çünkü sperm ve yumurtanın döllenmesinden itibaren, oluşan zigotu insan olarak kabul eden bilim adamları bulunmaktadır. Buna göre insana ilk anından itibaren bir birey olarak saygı duyulmalı, hukuki hakları tanınmalı ve bu haklar ihlal edilmemelidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)