30 Haziran 2014 Pazartesi

Kendini İşine Verirsen!

Kendini İşine Verirsen!

 
 
 
Bir zamanlar ailesinden büyük bir miras kalmış olan zengin bir genç vardı. Serveti sayesinde çalışmak zorunda kalmadan dilediği gibi yaşayan bu genç birçok zaman doğru yoldan sapıyordu. Etrafındakiler ona:

- Bu yol, yol değil. Artık bu aylaklığı, serseriliği bırak. Doğru yola gir, diyorlardı. Genç de onların haklı olduğunu kabul ediyordu ama yine nefsine uyuyordu.

Sonunda genç adamın aklına bir çare geldi. Memleketin bilge hükümdarına gitti ve derdini anlattı.

- Bir daha serseri hayata dönmemem için bana bir yol gösterin, dedi.

Hükümdar, emrindekilere “ağzına kadar dolu bir küp zeytinyağı getirmelerini” emretti. Ardından da genç adama bu küpü verip,

- Bu küp al, şehrin işlek caddesinden geçirip, diğer ucundaki köşküme götür, dedi. Ancak genç adam kapıdan çıkmadan ardından seslendi.

- İki adamım da seni takip edecek. Sakın yere bir damla bile zeytinyağı dökme! Eğer bu vazifede en ufak bir hata yaparsan kellen gider!

Genç adam bu işten bir şey anlamamıştı ama mecburen söyleneni yaptı. Kendisini hükümdarın iki adamının eli silahlı bir şekilde takip ettiğini görünce bütün dikkatini işine verdi.

Bu sırada kendisini meyhaneye, eğlenceye çağıran arkadaşlarını duymadı bile. Gözü etrafta dolaşıp kötü yola davet edenlere de takılmadı. Çünkü genç adam gözünü zeytinyağı küpünden ayırmıyordu.

Sonunda bir damla bile damlatmadan bahsedilen köşke ulaştı. Gittiğinde hükümdarı kendisini beklerken buldu.

Hükümdar genç adama sordu:

- Söyle bakalım, şehrin ana caddesinden geçerken ne gördün, ne duydun? Genç adam:

- Hiçbir şey görmedim ve duymadım, dedi. Can korkusuyla vazifemi yerine getirmekten başka bir şey düşünmüyordum. Gözümü küpten ayırmadım ki etrafımı göreyim...

Hükümdar:

- Benim iki adamım seni görüyor diye böyle kendini vazifene verdiğin zaman gözün başka bir şey görmedi. Öyleyse omuzlarındaki iki meleğin seni gördüğünü düşün ve kulluk vazifeni de öyle dikkatle yerine getir. O zaman gözün ve kulağın kötülüğe çağıranları görmez ve işitmez, doğru yoldan da sapmazsın.
 
 
 

Bereketli Mevsim


Bereketli Mevsim
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara, 185)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Nice oruç tutanlar vardır ki, orucundan kendisine kuru bir açlıktan başka bir şey kalmaz! Geceleri nice namaz (terâvih ve teheccüd) kılanlar vardır ki, namazlarından kendilerine kalan, yalnız uykusuzluktur.” (İbn-i Mâce, Sıyâm, 21)


 

29 Haziran 2014 Pazar

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-31

Efkan Vural - Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-31

SEVGİLİ EFKAN HOCAM NAÇİZANE FAKİRİNİZ HAKKINDAKİ Milliyet Blog'daki Yazı dizisine ŞÖYLE DEVAM ETMİŞ...  Allah razı olsun hocam...
Sizi çok seviyorum canım hocam...

http://blog.milliyet.com.tr/her-seye-ragmen-yasamak-cok-guzel-31/Blog/?BlogNo=465786

Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-31


Her şeye rağmen yaşamak çok güzel-31
 


Celal ÇELİK’in  hayata dair, ahlaki, dini ve felsefi düşünce ve yorumlarını beğeniyle  sunmaya devam ediyorum. Bugün sizlerle Celal ÇELİK’in  ilginç yorumlarından birini kendi diliyle paylaşıyorum.

Neden yeniden dirileceğiz?

Bu kısacık dünya hayatında ölüm var, yaşlılık, hastalık, musibetler var. Burada o sonsuz kerem sahibi Rabbimizin nimetlerinin çok minik bir kısmını, o da sadece kısa bir süre 60-70 yıl görüyoruz. Adeta bu kısacık dünya hayatında sadece tadıyoruz.

İşte ALLAH, o sonsuz cömertlik ve merhametini göstereceği bir cennet yurdunu yaratması gerek. Bunun için de bizi yeniden diriltmesi ve sonsuz bir hayat vermesi gerekir.

Şu dünyanın gidişatına bakıyoruz, en zayıf, en aciz canlıdan, ta en büyük ve güçlü canlıya sürekli, en uygun rızık verilmesi Allah’ın merhametli olduğunu gösterir.

Karıncaya, kelebeğe, böceklere, çiçeğe, ağaçlara, serçeye uygun rızık verilirken, ineğe ot, aslana et, balinaya, yılana, file de uygun rızık veriliyor.

En zayıf, en aciz mahluka en iyi rızkın verilmesi -bebekler ve elma kurtlarıgibi- O’nun kerem sahibi olduğunu gösterir.

Allah’ın öyle büyük bir izzet ve azameti var ki, güneşten, aydan ta en küçük mahluka kadar zerrece taviz vermeden büyük bir itaatle vazifelerine devam ediyorlar.

Güneş saniye atlamadan her sabah doğuyor. Ben artık bal yapmam diyen arı yok. Sütünüzü kendiniz yapın diyen inek yok. Hepsi büyük itaatle vazifelerine devam ediyorlar. İnsanın da asıl vazifesi Allah’ı tanıyıp kulluk etmektir.

Evet sonuç olarak diyoruz ki, kainattaki Allah’ın tasarrufunu düşündükçe Onun sonsuz sıfatlarını tanıyoruz. Allah bizi böyle ballarla, sütlerle, muzlarla, baklavalarla, kebaplarla beslesin de, sonra da bizi öldürüp çukura atsın, yok etsin. Akıl bunu kabul etmiyor.

Mesela, çok merhametli, çok şerefli pekçok çocuğu olan bir baba var ; evlatlarının hiçbirini ayırmadan hepsine yıllarca, binlerce iyilik yapsa günün birinde asi, nankör, hayırsız evlatlarına, yeter be nankörler deyip çok kızmaz mı?

Evet bu dünyada imtihandayız. Ve bu dünyada kazandığımız sevap ve günahlarımızın karşılığını bulacağı bir alemin mutlaka olması lazım.

 Kuran’da Allah Adl’dir deniyor. Mutlak Adaletin olacağı yeni bir dünya kurulması gerekir.

Hem, Kuran ayetlerinin üçte biri, Peygamber Efendimizin SAV pekçok Hadis-i Şerifleri, öldükten sonra yeniden diriliş ve ahiret hayatından bahseder.

Evet bu dünyada imtihandayız. Akıl ve mantığımızla anladık ki ölümden sonra yeniden dirileceğiz. Dünyanın ölümü olan kıyametten sonra dirileceğiz.

Hayat sevilince sevince güzel

Yıllar geçtikçe, insan yaşlandıkça sevgiye daha çok ihtiyaç duyuyor. Sevgi bir gıdadır. Aynen yemek gibi...

Nasıl ki yemek yemeyen çocuk büyüyemezse, yeterince sevgi gıdasını almayan insanlarda ruhen büyümezler.

Diyor ki: Mevlana’nın oğlu Sultan Veled, iman aşktır, demiş. Deriz ya, imansız kılınan namaz da, oruçta kabul olmaz, yani samimi olarak Allah rızası için yapılmayan ibadetler, aşksız ibadetler kabul olmaz, iman eşittir AŞK’tır, dedi.

Hani bir büyük der ya: “Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de hayatından lezzet alır.“

 İman, nasıl cennete girebilmenin, vazgeçilmez şartı ise, mü'minleri sevmek de tam ve kamil bir imana sahip olabilmenin biricik şartıdır. Mü'min, kendisiyle aynı imanı paylaşan herkesi, ırkına, rengine, yurduna ve diline bakmaksızın sevecek, onlara karşı muhabbet ve sorumluluk duyacaktır. Çünkü imana sınır, yine imanın kendisiyle çizilebilir.

Müslümanlar selam ile tanışır, anlaşır ve birleşirler. Onları aynı inanç çizgisinde birleştiren, bir anda kalbî duygularla birbirlerine bağlı olduklarını hissettiren sihirli kelime selamdır.

Efkan Vural

 (Devamı 30/06/2014 Pazartesi)

 



28 Haziran 2014 Cumartesi

Hekimoğlu İsmail - Ramazan sohbeti…

Hekimoğlu İsmail - Ramazan sohbeti…



Hekimoğlu İsmail
 

Ramazan sohbeti…

 
 
Sevinçliyim çünkü Ramazan geldi… Ramazan ayında aklın, mantığın ötesinde bir şeyler var. Bu ayda Müslümanlar İslamiyet’le kucaklaşıyor.
 
 
Yaşadığı hayata bakınca İslamiyet’le ilgisi olmadığını sandığımız insanlar da oruç tutuyor. Oruç zor ibadetlerden biriyken, çocuklar, memurlar, işçiler ve öğrencilerden oruçlu olanlar çok. Önceki aylarda namaz kılmayanlar, Ramazan’da camileri dolduruyor. Geçmiş Ramazanlardan birinde teravih namazı için büyük bir camiye gitmiştim. Cemaate baktım; otuz kişiden birinin saçları aktı, gençler çoğunluktaydı. Üstad Bediüzzaman’ın buyurduğu gibi, “Hayvaniyetten çık, cismaniyeti bırak, kalp ve ruhun derece-i hayatına gir.” İşte bu gençler, bu sırrı yakalamışlardı. Gençler, her türlü günahı işleyecek durumdayken camiye gelmişler. Bana göre bu hal, kahramanlıktır.
 
 
Bazı arkadaşlar diyor ki, “Ağabey, oruç tutmak çok zor. Sanki çile çekiyoruz. Allah bizim çile çekmemizi mi istiyor?” Dedim ki; “Kardeşim, talebe çile çekmiyor, okulu bitirmeye çalışıyor. Çırak çile çekmiyor, sanat öğreniyor. Irgat çile çekmiyor, geçimini sağlıyor. Oruç tutan da çile çekmiyor, İslam sarayında Allah’a muhatap oluyor. Sevabı artıyor. Sevabı çok olan cennete gidecek.”
 
 
Mesela yurtdışında askeri eğitim aldığım yerde, “Ten Tea” dediğimiz bir zaman vardı. On çayı… El arabasıyla bir personel dolaşır, çeşitli içecekler dağıtırdı; sıcak-soğuk… Yorgunluğun zirve yaptığı bu anda canım öylesine çay isterdi ki, tabii oruçlu olduğum için içemezdim. Yanımdaki Amerikalı da alıp alıp kafaya dikerdi içecekleri… Bana da hayretle bakıp, “Don’t worry!” derdi, “Dert etme, üzülme!” Sabırla çalışmaya devam ederdim. Tabii bunlar Allah’ın lütfu, bende bir şey yok.
 
 
Oruç, haramın kapılarını kapatıp, helalin kapılarını açmaktır. Oruç, “Diz çök ey zorlu nefis, önümde diz çök!” demektir. Oruç tutmak, sadece aç kalmak değildir. Allah’a itaat etmektir. Allah’a itaat edenin makamı ne kadar yücedir!.. Askerlikte herkesin rütbesi dışarıdadır, görülür. İnsanın manevi makamları ise gizlidir, görülmez amma her insan da manevi makamının gereğini yapar.
 
 
Mesela Almanya’da bir hanım dedi ki, “Ben Müslüman oluncaya kadar çok güzel yerlerde yaşadım, çok rahat evlerde yaşadım. Müslüman olunca tövbe ettim, işte şimdi betonun üstünde yatıyorum.”
 
Dedim ki, “Boşu boşuna kendine zulmetme; bunun bir faydası yok. Dünyaya niye küsüyorsun? Haramlara küs. Müslüman olmadan evvelki kötü alışkanlıklarını terk et. Helal dairede en güzel şekilde yaşa. Senin bu yaptığın, indirilen dine uymak değil, uydurulan dine uymaktır.” Kadın şaşırdı, başını önüne eğdi...
 
 
Ramazanlar, Ramazanlar… Gufran ayı, rahmet ayı. Peki, biz neyiz? Kime rahmet olduk? Hayırlı Ramazanlar… Ramazan zaten hayırlı; biz ne kadar hayırlıyız?
 
 
 
 

27 Haziran 2014 Cuma

NİHAT HATİPOĞLU - Ramazan ayı geldi

NİHAT HATİPOĞLU - Ramazan ayı geldi


NİHAT HATİPOĞLU
 

Ramazan ayı geldi 

 
Ramazan ayı, Kuran-ı Kerim'in indirilmeye başlandığı, insanlığın en son aydınlatıcısı olan İslam'ın tohumlarının atıldığı aydır. Bu ayda "bin aydan daha hayırlı" olarak nitelenen Kadir gecesi bulunur. Bu zaman dilimi manevi değeri çok yüksek bir aydır. Yüce Allah, kutsal kitabımız Kuran'dan şöyle buyurmaktadır:
 
"Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kuran'ın indirildiği aydır." (Bakara:2/185) 

 
Rahmet ve bereket ayı
 
Bu ay o kadar bereketli ki, insan bu ayda geçmişindeki kirleri, lekeleri bir anda atıp savurma şansını yakalar. Bu ayı değerlendirin.
 
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu aydaki büyük affın müjdesini Müslümanlara "Bir kimse, inanarak ve sevabını sadece Allah'tan bekleyerek ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır" (Buhari, Savm, 7) diyerek vermiştir.
 
Oruç ibadeti, insanın kararlılık, azla yetinme, dayanıklılık ve sabır gibi ahlaki güzelliklere sahip olmasına, aç kaldığı anlarda yaşadığı mücadeleyle, tok zamanlarında eline geçen nimetlerin değerini bilmesine ve aynı zamanda yoksulların karnını doyurma endişesiyle yaşayanların hallerini düşünüp onlara merhamet ve şefkat duygularıyla bakmasına neden olur.
 
Bu özelliğiyle ramazan ayı, insanların kendi iç dünyalarını terbiye etmesi, yoksulları doyurup gözetmesi, sevap ve ödülün bir fırsat olarak yakalanması bakımından "rahmet, mağfiret, afv" ve "bereket" ayıdır... O halde ramazan ayının ilk gününü, yeni bir başlangıç olarak kabul edelim.
 
Giderek vahşileşen, maddiyatın her şeyin önüne geçtiği, sevgi tomurcuklarının neredeyse hiç açmadığı şu günleri bir fırsat kabul edelim ve içimizde o hiç ölmeyen masum kişiliği ortaya çıkaralım. Ve hem de hiç geri göndermemecesine!... 

Peki oruç nedir?
 
Aslında oruç ibadeti, insanlık tarihi var olduğundan beri yapılagelen çok eski bir ibadettir. Hemen hemen bütün dinlerde, birbirleriyle farklılık arz etse de bu ibadet şekli vardır. Bakara suresinin 183. ayeti bunu anlatır. "Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz."
 
Oruç, niyet ederek güneşin doğmaya başladığı andan (sabah namazı vakti) güneşin batmasına (akşam namazı vakti) kadar yeme içme ve cinsel ilişkiden uzak durarak yapılan bir ibadettir. Oruç, İslam dinine inanan, akıl sağlığı yerinde ve ergenlik çağına gelmiş herkes için zorunlu kılınmış bir ibadettir. Ancak, oruç tutamayacak kadar hasta olanlar ile yolculuk halinde olanlar oruçlarını tutamayabilir.
 
Yolcular, yolculukları bittiğinde, hastalar da iyileşince oruç tutmaya devam eder. Ramazanda kaçırılan oruçlar, daha sonra en kısa sürede kaza edilir. İyileşmeleri mümkün olmayan hastalar ise tutamadıkları ramazan oruçlarının her günü için bir fidye, yani bir kişinin bir günlük yiyeceği veya o yiyeceğin karşılığı olan parayı yoksula verir.
 
Adetli olan ve lohusalığı devam eden kadınlar oruç tutamaz. Namaz kılamazlar. Adetten temizlenen hanımlar oruca başlar, tutamadıkları gün sayısınca sonradan kaza yaparlar. Bu konuda Hz. Peygamber'den nakledilen hadisler vardır. Mezhep imamlarının görüşü de budur.
 
Adetli olan kadınların, adet süresinde oruç tutacakları veya namaz kılabilecekleri tamamen uydurmadır. Kuran'dan veya sünnetten hiçbir delilleri yoktur. 

Nasıl oruç tutacağız?
 
Esasen oruç tutmak maksadıyla sahura kalkmanın bizatihi kendisi niyet olarak görülse bile bunu dille ifade etmek daha da güzel olur.
 
Kişi "Niyet ettim Allah rızası için oruç tutmaya" diyerek niyet eder. Oruçlu iken yapılmayacak şeyleri bırakmanın vakti, sabah namazının vaktinin girdiği andır. Kişi o andan itibaren oruçludur ve yeme içme, karı kocanın cinsel yakınlığı gibi normal günlerde yaptığı işleri akşam ezanı okunana kadar terk eder. 

Niçin oruç?
 
Orucu sadece bir "açlık" imtihanı olarak görmek son derece yanlıştır. İnsan nefsinin bitmek tükenmek bilmeyen arzularının başında, en güzel yemekleri yemek ve dünyevi zevklerin belki de en önde olanı cinsel ilişki gelir. Bu zevkler insanı öyle sarmalar ki, pek çok insanda araç olmaktan çıkıp amaç haline bile gelir. İşte bu anda devreye giren oruç, insana sahip olduğu imkânların geçiciliğini hatırlatır. Yokluğu durumunda yaşayacaklarını tecrübe ettirir. Belli bir süreliğine de olsa yoksun kalınan imkânlara hiç sahip olamayan insanları düşündürür.
 
Oruç tutan kişi, yaptığı ibadetin etkisiyle manevi bir atmosfere girer. Kişi oruçlu bulunduğu ramazan boyunca, orucunu heba edecek şeylerden uzak durduğu gibi, pervasızca yaptığı kötü, çirkin ve ahlak dışı davranışlara da girmemeye gayret eder. Ramazanda merhamet ve sabır duyguları ön plana çıkar.
 
Orucu tüm gereklerini yerine getirerek tutanlar için Peygamber Efendimiz, "Kim ramazan orucunun farz olduğuna inanarak ve karşılığını da yalnız Allah'tan umarak oruç tutarsa, onun bütün geçmiş günahları bağışlanır" (Buhari, Savm, 7) diye müjde vermiştir.
 
İnsanın orucundan umduğu manevi lezzeti alabilmesi ve günahlarının affolunması için, sadece midesinin değil, tüm organlarının affolunması için, sadece midesine değil, tüm organlarına oruç tutturması gerekir. Yani insan, nefsinin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyup öfkesini yenebilmeli ve eline, ayağına, diline, gözüne, kulağına, kalbine, düşüncesine oruç tutturabilmelidir.
 
Diğer insanlara zarar vermekten, onları rahatsız etmekten kaçınmalı, herkesle ve özellikle kendisiyle iyi geçinmelidir.
 
 
NOT: Cuma gecesi, yani cumartesi sabahı ilk sahurumuza kalkacağız; yani ilk oruç günü cumartesi olacak. Ramazan boyunca iftar ve sahurda ATV'de Sultanahmet Meydanı'ndan canlı yayında olacağız. İftar için 19.45, Sahur için ise 01.30'da ATV'de olunuz. Ramazanınızı kutlarım.

 
 

İlahi Ahlak

İlahi Ahlak



Ey mübarek millet... Gördüklerimin anlamlarından sezdiğim acı bir gelecek yaklaşıyor deyip duruyorum burada bir kaç yıldır. O acı zamanın ayak sesleri çok yaklaştı...

Yıllar geçmeyecek ve sanki patladı patlayacak. Kadere fetva verdiriyoruz çünkü müslüman olduğumuz halde müşrik davranıyoruz ve kitlelerin kalbinden şirki kaldırma imkanı tükeniyor. Anlatılamıyor.

Dini gruplar da kendilerini masum sanıyorlar. Küfürleşmeler, şehvet, kul hakkı, haram, Allah'ın men ettiği ne varsa iyiliğin yayılma hızından kat kat hızlı çoğalıyor.

1 Ocak günü yayınladığım bir uyarıyı tekrar yayınlıyorum. Dilerim ki bir kaç kişi daha durumunu düzeltir de kurtuluş yoluna girer.

----------------------------------
https://www.facebook.com/drmuhammedbozdag/posts/630698580326872
------------------------


Yaklaşan felaketten kurtuluşun tek çaresi ilahi ahlaktır.

Anlatacaklarımı okumadan önce şu ayet üzerinde düşünelim: “Onlardan önce nice nesilleri helâk ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân ve iktidarı onlara verdik. Onlara bol bol yağmur yağdırdık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helâk ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.” (En’am 6)

Konuya gelelim: 2011 yılının İstanbul Tüyap fuarında geziniyordum. Bir kadın yazarın kitabı için yılan gibi uzayıp kıvrılmış imza sırasında yüzlerce genci izledim. Geleceğimizi omuzlamaya hazırlanan gençliğimizin öylesine çılgınca imzası peşinde saatlerce beklemeye iştiyak duyduğu kitabı merak ettim. Yayıncım o kitaptan bir tane alıp incelemem için çantama koydu.

Ertesi gün Ankara’ya dönünce, terasımda oturup söz konusu romanın ortasından rasgele bir bölüm okuyayım dedim. Birkaç sayfa sonra kan dondurucu bir sahne çıktı karıma. Yazar kadın, orta yaş üstü bir erkeği bir genç erkekle eşcinsel ilişkiye sokuyor ve dünyanın en pislik eylemini en yüce işmişçesine süsleyerek sunuyordu.

Bu başımıza gelen ne büyük felakettir! Şeytan yeryüzünü bu kadar mı ele geçirdi? O sıradaki yüzlerce kız ve erkek bu sahneleri okuyacak mı? Şuuraltında nasıl bir program oluşacak? Bu korkunç tasavvuru okuyan ruhları nasıl da karanlığa gömecek? Bu millete bu dehşetli ihanet neden yapılır? Kaderin sahibinin böylesine pis işlere kitlesel olarak bulaşmış milletleri mahvettiğini ne çabuk unuttuk?

İşte Lut kavminin yok edilişi! İşte Nuh peygambere isyan edenlerin boğulup gidişi! Uzak geçmişten çekinmeyenler yakınlara baksınlar. Bir tsunaminin Japonların gece hayatını nasıl bir anda yok ettiğine baksınlar. Yüz milyona yakın insanı öldüren birinci ve ikinci dünya savaşlarına insanlığın neden fetva verdirdiğini düşünsünler.

Yeni bir büyük tokat dalgası yola çıktı, geliyor! Sadece ahıretlerimiz değil, dünya hayatımız da tehlikeye sürükleniyor! Beraberinde açlık ve ölüm taşıyan o büyük dalgaya kapılmaktan kurtulmanın tek yolu Yunus (as) Peygamberin milletinin yaptığı gibi tövbe edip Allah’a dönmektir. İlahi ahlaka tutunmaktır.

Dr. Muhammed Bozdağ
 


26 Haziran 2014 Perşembe

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Bir Tek Nafile Orucun Karşılığı



Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN - Bir Tek Nafile Orucun Karşılığı
 

 

Prof Dr. Mahmud Esad Coşan (1938-2001)

(İNŞALLAH ARTIK HER CUMA SABAHI RAHMETLİ ESAD COŞAN HOCAEFENDİNİN SOHBETLERİNDEN DERLEDİĞİMİZ KISA BİR BÖLÜMÜ PAYLAŞACAĞIZ...)

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Ramazanınız hayırlı geçsin, mübarek olsun... Allah ibadetlerinizi, oruçlarınızı, teravihlerinizi, iftarlarınızı, ziyafetlerinizi, sadakalarınızı, zekâtlarınızı, hayır hasenâtınızı en güzel şekilde mükâfâtlandırsın... Dünya ve ahiretin her türlü hayırlarına cümlemizi erdirsin, sağlık afiyet versin...

a. Bir Tek Nafile Orucun Karşılığı

Peygamber SAS Efendimiz'den Ebû Hüreyre RA'ın rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz buyurmuş ki:
 (Lev enne racülen sàme yevmen tatavvuà, sümme u'tıye mil'el-ardı zeheben lem yestevfi sevâbehû dûne yevmil-hisâb.)

Ebû Ya'lâ ve Taberânî rivayet etmişler. Râvîleri hep güvenilir kimseler diye geçiyor, (illâ leysibni ebî süleym) diye bir istisnâ ile. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(Lev enne racülen sàme yevmen tatavvuan) "Eğer bir adam bir gün farz olmayan, tatavvu, nafile bir oruç tutsa; sonra bu adama (u'tıye mil-el-ardı zehebâ) yeryüzü dolusu kadar altın verilse, (lem yestevfi sevâbehû) sevabını tam olarak almış olmaz. Yâni bu kadar altın onun sevabını karşılamağa yetmez; oruç daha sevaplı. (dûne yevmil-hisâb) Ancak sevabını ahiret gününde, mahkeme-i kübrâda alır." (Et-Tergîb, Oruç: 17)

Bu hadis-i şerifi göz önünde bulundurun! Enlemleriyle, boylamlarıyla, kıtalarıyla, büyük denizleriyle, deryâlarıyla, ummanlarıyla yeryüzünü düşünün! Bunun içinin altın dolu olduğunu düşünün! Bir nafile orucun, farz olmayan, sevap kazanmak için tutulan bir orucun sevabını, o kadar altın karşılayamıyor maddî olarak. Ancak ahirette Cenâb-ı Hak karşılayacak, verecek. Dünyadaki o kadar altın yetmiyor, ahirete kalıyor.

Bunu göz önünde bulundurarak oruçlarınızı tutun! Oruç böyle bir muhteşem, sevabı çok olan, güzel bir ibadet; Ramazan böyle bir müstesnâ ibadet mevsimi... Ramazana ermemiz ve mü'min olup oruç tutuyor olmamız çok büyük nîmet, çok büyük devlet ve saadet....

Allah gàfillere de gafletten uyanmayı nasib etsin... Şaşıranları doğru yola sevk ve hidayet eylesin... Gözleri görmeyenlerin basiretlerini açsın... Yolunda yürüyenlere de gayret, kuvvet ihsân eylesin...

b. Sıcak Günlerde Oruç Tutmak

Diğer bir hadis-i şerif. Ebû Bürde ve Ebû Mûsâ RA'dan İbn-i Ebid-Dünyâ (Rh.A) rivayet etmiş. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz bu ikinci hadis-i şerifte:
 (İnnallàhe teàlâ kadà alâ nefsihî ennehû men attaşa nefsehû lillâhi fî yevmin hàrrin, kâne hakkan alellàhi azze ve celle en yerviyehû yevmel-kıyâmeh.)

"Hiç şüphe yok ki Allah-u Teàlâ Hazretleri kendisine karar aldı, kendi zât-ı celîli üzerine hükmetti, öyle yapmayı kararlaştırdı, kaza buyurdu ki: (Men attaşa nefsehû lillâhi fî yevmin hàrrin) Kim çok harâretli, çok sıcak bir günde, Allah rızası için nefsini susuz bırakırsa, yâni oruç tutarsa..." Ağzı kuruyor, dudakları kuruyor. (Kâne hakkan alellàhi azze ve celle) "Azîz ve Celîl olan Allah-u Teâlâ Hazretleri üzerine hak olur, yâni muhakkak öyle yapar. (En yerviyehû yevmel-kıyâmeh) Kıyamet gününde onu suya bol bol kandırır, bol bol sular. Kıyamet gününde ona su ihsân eder."

Biliyorsunuz, kıyamet gününde güneş tepeye yaklaştırılacak. Ancak sadaka verenlerin, zekât verenleri hayırları kendi başlarına gölge edecek. herkes güneşin altında terlere batacak. Terler yeryüzünün içine yetmiş arşın işleyecek. Dizlere kadar, bellere, omuzlara kadar, kulakları hizasına kadar gelecek. İnsanlar terde yüzecekler, korkular çekecekler, harâretten çok sıkıntılara düşecekler.

İşte o günde Cenâb-ı Hak ona su verip kana kana içirtir. Suya kandırır. Böyle yapmak Cenâb-ı Hakk'ın üzerine, kendisinin hükmü üzere, hak olur. Allah-u Teàlâ Hazretleri kendisi böyle kararlaştırmış. Muhakkak kulunu böylece taltif edecektir.

(Kâne ebû mûsâ yetevehhal-yevmeş-şedîdel-harrillezî yekâdül-insânü yenselihu fîhî harran feyesùmuhû.)

"Bu hadisin râvîsi, bu hadis-i şerifi Peygamber Efendimiz'in söylediğini duyup da bize nakleden Ebû Mûsâ el-Eş'arî RA, böyle şiddetli, hararetli günleri gözlerdi, araştırırdı, bulmağa gayret ederdi. İnsanın içinde sanki ruhunu teslim edecek, ruhu bedenden çıkacak gibi olacağı sıcak günleri arardı, gayret ederdi, o günde oruç tutardı." Neden?.. İşte o, "Kendisini Allah yolunda bir gün susuz bırakanı, Allah kıyamet gününde suya kandıracak!" müjdesine ermek için.

Şimdi niye bu hadis-i şerifi seçip size okudum?..

Şu anda Türkiye'de kış mevsimindeyiz. Yazlar uzun gündüzlü olur, kışlar kısa gündüzlü olur. Yâni Türkiye'de oruç tutmak kolay. Ama ben Avustralya'daki dostlara telefon açıyorum, "Nasılsınız, ne yapıyorsunuz?" diye. "Aman o kadar şiddetli sıcak var ki, sıcaktan bayılıyoruz. Çok şiddetli hararet var, yerlere seriliyoruz." diyorlar.

Hem onlar duysunlar, o hararette oruç tuttukları için ne kadar sevap aldıklarını anlasınlar diye, orucun mânevî bakımdan ne kadar kârlı olduğunu anlatmak istiyorum. Hem de tabii bu yıllarda Türkiye'de Ramazanlar kısa günlere geliyor ama, şimdi bizim bulunduğumuz İsveç'te de öyle ama, Ramazan her yıl onbir gün, onbir gün sonbahara doğru geri gelecek, sonunda yıllar geçince yaza gelecek. O yıllara eriştiğimiz zaman, İsveç'tekiler çok çok uzun oruç tutacaklar. O zaman da Avustralya'dakiler kısa günlere denk geldiği için kısa oruç tutacaklar.

Demek ki Cenâb-ı Hak böyle çok zahmet çeken, meşakkat çekip de orucu Allah rızası için tutana, o meşakkatinin karşılığını kat kat veriyor. Ondan dolayı da, Allah-u Teàlâ Hazretleri mahzun etmiyor, mahrum bırakmıyor. İbadetleri ne kadar zorluk altında olursa olsun, Allah'ın emrini yüksünmeden, çekinmeden, kaçınmadan tutmağa gayret edelim diye bu hadis-i şerifi okudum.

Ebû Mûsâ Hazretleri'nin, o sıcak günleri araştırıp da, --aksine başkası sıcak günlerde oruç tutmaktan kaçınır-- sıcak günlerde oruç tutması hatırınızda kalsın...


Rabbimiz bizi korusun... Tevfîkını refîk eylesin... Yolunda dâim eylesin... Ve şu güzel günlerin güzelliklerinden, mükâfatlarından, feyizlerinden, manevî ikramlarından nasibleri bizlere çok çok ihsan eylesin, payları bize çok çok versin... Bugünlerden isitfade edip kâmil müslüman olmayı, kalp gözü açılmış, gerçekleri gören, olgun, kâmil, yâni böyle yetişkin, ham tarafı kalmamış, güzel müslüman olmayı, güzel hareketler yapmayı nasib etsin...

Tabii insan inanacak, sâlih amel işleyecek, yâni ihlâsla işleyecek. Bir şeyler öğrendikten sonra asıl sonuç nedir?.. O öğrendiklerini uygulamaktır. Onları hayatında uygulayıp, İslâm'a faydalı olup, ömrünü Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin rızasına uygun geçirip, huzuruna sevdiği kullar olarak varmayı, Allah cümlemize nasib eylesin, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..

HAYIRLI CUMALAR

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..


 08. 12. 2000 AVUSTRALYA'DAN Telefonla AKRA Fm CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

 ************************


Başarının sırrı

KÜÇÜK YAŞTA ÇOCUĞA İŞ YAPTIRIN

 
Sorumluluk
 
cocuk
 
Yaklaşık 4 yıl önce İngiltere’de çocuk eğitimi ile ilgili 25 kitabı best seller olan, öğretmenlerin kitabı okumadan mesleğe başlamadığı eğitimci Penny Tassoni ile uzun bir röportaj yapmıştım. Tassoni ile görüşmemizin ağırlıklı konusu, aile- çocuk ilişkisi idi.
 
27 yıldır birçok ülkede çocukla ilgili eğitim veren ve öğretmenleri eğiten Tassoni, çocuklara verilmesi gereken en önemli şeyin “kendine yetme” olduğunun altını çizmişti:
 
“Çocuklar her şeyi yapabilir. Çocuklarım 4 yaşında kendi başlarına kek yapabiliyordu. Ben 8 yaşında iken bütün elbisemi dikiş makinasını kullanarak kendim kestim, diktim. Biz, anne baba ve öğretmenler olarak çoğunlukla çocukların kendilerine yeteceklerini, kendi sorunlarını çözeceklerini düşünmeden, onların yerine her şeyi kendimiz yaparız”
 

Küçük Yaşta Çocuğa İş Yaptırın
 
cocuk1
 
Aslında Tassoni ne kadar haklı değil mi?
 
 
Sizi bilmem, ben Tassoni’nin söylediğinin tam tersini yaptım yıllarca. Hep korumacı, oğlumun yerine düşünen bir anne oldum. Ve itiraf ediyorum, oğlum 12 yaşına gelince ne kadar yanlış yaptığımı şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü, o zamanlar belki farkında değildim, belki de bunu görev sanıyordum, ama şimdi onun etrafını toplamaktan, onun yerine düşünmekten yoruldum. Odasını toplama kavgalarımız, yemeği yedikten sonra tabağın kirini atıp, makinaya koyma savaşımız, eşya düzeni konusundaki cebelleşmelerimiz sürüyor, anlaşılan sürmeye de devam edecek.
 
Oysa, Tassoni’nin dediği gibi daha küçük yaşta ona sorumluluk verip, güvenseydim bunların hiçbiri olmazdı. 4 yaşından itibaren ona yapabileceği şeyleri kontrollü şekilde yapmasına izin verseydim bugün kendi kendine yeten, bana pek ihtiyacı olmayan bir birey olacaktı.
 
Onun yerine bütün görevleri ben üstlenmeseydim, sabahları uyandırmak için çaba harcamaz, akşamları ödevlerini yapması için baskı yapmazdım. Yani şimdi pek eleştirdiğim sorumsuz çocuk yerine, sorumlu birini yetiştirmiş olurdum.
 

Çocuklara İş yaptırmak, Onları Ailenin Bir Parçası Olarak Hissettirir
 
cocuk2
 
Aman siz siz olun bu konuda duygularınıza, annelik güdülerinize, koruma kalkanına izin vermeyin. Alışverişe mi çıktınız, çantanızın içine onun için de küçük çanta koyun. Aldıklarınızı onunla paylaşın, taşıyabileceği şeyleri ona da taşıtın. Tabii bu arada bu yardımları için ona içtenlikle, gülümseyerek teşekkür etmeyi unutmayın.
 
Birlikte yemek yapın. Bırakın eviniz batsın, etraf kirlensin. Çünkü, oğlunuz ya da kızınız kekin istenince gelmediğini, emek ve zaman harcanarak önüne geldiğini görecek. O zaman bazı şeylerin değerini daha iyi anlayacak.
 
Unutmayın, çocuklara iş yaptırmak, onları ailenin bir parçası olarak hissettirir. Gelecekte 15 yaşında çocuğun başka insanları düşünmesini istiyorsak, 5 yaşında onun ellerindekilerini paylaştırmaya alıştırmalıyız. 15 yaşında parasını sürekli harcamasını istemiyorsak da, 5 yaşından itibaren para biriktirmesini öğretmeliyiz.
 
Geçtiğimiz günlerde dünyanın en zenginleri listesine giren ve Türkiye’nin en zengin işadamlarından biri olan Hüsnü Özyeğin ile buluştuğumuzda aklımda kalan en önemli şey şu oldu:
 
“Ben 6 yaşından itibaren dedemin manifaturacı dükkanında çalıştım. Kapı önünde oturup, içeriye müşteri çağırdım. 10 yaşında yatılı olarak Robert Kolej’e gittim. Amerika’ya gittiğimde de komilik bile yaptım. Oğlum şirketlerimde vezne yardımcısı olarak işe başladı. Para arabasında şoförün yanında Karaköy’e gitti, geldi. Başarının sırrı çocuğa küçük yaşta sorumluluk verip, çalıştırmaktır
 
 
Özyeğin’i de profesyonellikten, patronluğa getiren, hatta dünyanın sayılı girişimcilerinden biri yapan kendisinin de söylediği gibi küçük yaşta iş yapıp, sorumluluk almasıdır. Siz siz olun çocuklara evde hizmet etmek yerine, birlikte bir şeyler yapın. Kız erkek demeden tozları aldırın, yatağını toplatın, çiçekleri sulatın, güvenli ise yakındaki bakkala gönderin. İş yapması için cesaretlendirin. Evde, okulda sorumluluk verin ki, ilerde yetişkin olunca duyarsız vatandaş olarak karşımıza çıkmasınlar.
 
 
Nuran Çakmakçı
 
 
 

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Bari

Haftanın Esma'ül Hüsna'sı: Bari



El-Bari; kusursuz yaratan demektir. Bu isimde "el-Halık" isminden farklı olarak şu manalar vardır;

1. Bir kalıptan döker gibi düzgün, tertipli ve güzel bir şekilde yaratan,
2. Mahlukların aza ve cihazlarını birbiriyle uyumlu bir şekilde yaratan,
3. Her varlığı kainattaki umumi nizama ve gayelere uygun bir şekilde yaratan demektir.

Şimdi Bari isminin bu üç manasını kainat kitabının sayfalarında okumaya çalışalım;

1. Bir kalıptan döker gibi düzgün, tertipli ve güzel bir şekilde yaratan

Ham maddesi hazır olan bir bardağı yapmak için ilk önce ne yaparsınız?
Yapmanız gereken ilk şey; bardağa bir kalıp hazırlamaktır. Maddi bir kalıp olmadan bir bardağı asla yapamazsınız. O halde şekilleri birbirinden farklı elli bardak yapacak olsanız size elli farklı kalıp lazımdır.

Demek en basit bir eşyayı yapmak için maddi kalıplara ve bir ustaya ihtiyaç var.  Ve usta ve kalıp olmaksızın o eşya var olamıyor.

Şimdi bir sineğin ya da bir çiçeğin yaratılması için neler gerekli buna bakalım:
    a. O çiçek ve sineğin planını çizmek ve programını yapmak,
    b. O çiçek ve sineği oluşturan atomları ve maddeleri şu alemin her köşesinden toplamak,
    c. Topladığı atom ve maddeleri ince bir elek ile eledikten sonra, o çiçek ve sineğe lazım olacak kadarını hassas bir ölçüyle belirleyip almak,
    d. Ve aldığı bu maddeleri bir kalıba dökerek, düzgün, tertipli ve güzel bir şekilde onu yapmak.

O halde mesela bir toprağa bir gül tohumunu attığımızda, o toprağın ‘gülü yaratmak’ fiiline sahip olabilmesi için, gülün plan ve programını yapabilmesi, güle lazım olan maddeleri alemden toplayabilmesi, hassas bir teraziyle ona lazım olan kadarını ayırabilmesi ve bu maddeleri maddi bir kalıba dökebilmesi gerekir. Bir gül ancak bunlar yapıldıktan sonra var olabilir.

İlk üç maddeyi bir kenara bırakıp, sadece maddi kalıbının olması gerektiği hakkında biraz düşünürsek; madem o toprak, kendisine atılan binlerce farklı tohumdan, farklı bitkiler çıkartabiliyor. O halde o toprakta, yeryüzündeki bitkiler adedince maddi kalıpların var olduğunu kabul etmek gerekir.

Ayrıca her bitkinin yaprakları, meyveleri, çiçekleri, şekilleri farklı olduğundan, o toprakta sadece bitkiler adedince kalıplar değil, aynı zamanda yapraklar, meyveler, çiçekler adedince maddi kalıpların var olduğunu da kabul etmek gerekir. Bunu kabul etmek ise öyle bir fikirdir ki, alemdeki bitkiler, çiçekler ve meyveler adedince imkansızlık ve hurafeler içinde bulunur.

Halbuki bu sanatlı bitkiler ve hikmetli eserler Allah’ın Bari ismine isnad edildiğinde, o atomlar Allah’ın ilminin ve kaderinin manevi kalıplarına, kudretinin sevkiyle girerler. Ve düzgün ve tertipli bir şekilde çıkarlar.

O halde bizler bir elmaya, bir kelebeğe, bir çiçeğe, bir insana ve insanın azalarına, sözün özü, her bir mevcuda baktığımızda, ondaki bir kalıptan çıkarcasına düzgün ve tertipli yaratılışı görerek Allah’ı ‘Bari’ ismiyle tesbih etmeliyiz.

Demek düzgün ve tertipli yaratılan her şey, Allah’ın Bari isminin tecellisine mahzardır ve okuyabilenler için Allah’ın ‘Bari’ isminin bir mektubudur.

2. Mahlukların aza ve cihazlarını birbiriyle uyumlu bir şekilde yaratan

Azaların birbirine uygun olarak yaratılması Bari isminin bir tecellisidir. Bu manasıyla Bari ismi, İnsanlarda ve bütün hayvanlarda, hatta bitki ve ağaçlarda dahi tecelli etmektedir. Zira her mahlukun bütün azaları, birbiriyle uyum içinde yaratılmıştır.

Mesela insana bakalım; insanın dili ile ağzı uyum içindedir. Eğer dili uzun olsaydı, ağzına sığmayacak ve hayat onun için ne kadar zor olacaktı. İşte dil ile ağız arasındaki bu uyum Bari isminin bir tecellisidir.

Dil ile ağız arasındaki uyum gibi, dişler ile ağız arasında da bir uyum vardır. Dişler âdeta inci gibi ağza dizilmiştir. Eğer dişlerimiz uzun olsaydı ve ağzımıza sığmasaydı, halimiz nice olurdu bir düşünün. İşte dişlerin, ağza uygun olarak yaratılması Bari isminin bir tecellisidir.

Kaşlar ve göz arasındaki uyum da bu ismin bir tecellisidir. Kaşlar göze kadar uzamamakta ve insanın görüşünü etkilememektedir. Kaşların da saçlar gibi uzadığını ve insanın gözüne perde olduğunu düşündüğümüzde, Bari isminin tecellisine ne kadar muhtaç olduğumuzu anlarız.

Yine insanın iki gözü ve iki kulağı arasındaki uyum, kolun uzunluğunun boy ile uyumu, el ve ayak parmaklarının arasındaki uyum, bacakların birbiriyle eşit uzunlukta olması, dişlerin kendi arasındaki uyumu ve iç organların birbiri arasındaki uyum hep Bari isminin bir tecellisidir. Bu ismin tecellisi sayesinde bir ayak uzun, diğer ayak kısa olmamakta ve bütün azalar birbirini tamamlamaktadır.

İnsanda azami mertebede tecelli eden Bari ismi, hayvanlarda da tecelli etmektedir. Kartala sinek kanadının takılmaması, sineğe arının iğnesinin verilmemesi ve her mahluka vücuduna uygun azaların takılması hep Bari isminin bir tecellisidir.

Bari ismi bu manasıyla ağaçlarda dahi tecelli etmektedir. Ağacın gövdesi ile dalları arasındaki uyum, dallar ile meyveler arasındaki uyum hep Bari isminin bir tecellisidir. Hatta bir ağaca baktığınızda, yaprakların dallara gelişigüzel takıldığını zannedersiniz. Halbuki hakikat böyle değildir. Zira dala takılan her bir yaprak, diğer yaprağın güneşine en az mani olacak şekilde takılmaktadır. İşte bir ağaca yaprakların takılması dahi bu ismin tecellisi ile olmaktadır.

Madem vazifemiz Allah’ı tanımak ve mahlûkatta tecelli eden isim ve sıfatlarını okumaktır ve bu vazife bizim yaratılışımızın en büyük gayesidir. O halde bizler hem kendimize hem de her bir mahlûka baktığımızda aza ve cihazlarımızın birbiriyle uyumlu bir şekilde yaratıldığını görerek, Allah’a hamd etmeli ve O’nu Bari ismi ile tespih etmeliyiz.

3. Her varlığı kainattaki umumi nizama ve gayelere uygun bir şekilde yaratan demektir.

Her yaratılan varlık, kainattaki nizama ve gayelere uygun bir şekilde icad edilmiştir.

Mesela, insanı ele alalım; bütün azaları ve cihazları kainattaki nizama ve gayelere uygun olarak yaratılmıştır. Işığı görebilen göze, sesleri işitebilen kulağa, kokuları hissedebilen burna, yiyeceklerin tadını alabilen ve konuşmayı sağlayan dile, havayı teneffüs edebilen ciğerlere ve kainattaki nizama uygun diğer azalara sahiptir.

O halde insanın gözünü yaratan kim ise, ışığı icad eden de odur. İnsana kulağı takan kim ise, sesleri var eden de odur. İnsana burnu ihsan eden kim ise, o burnun kokladığı varlıkları ve onlardaki kokuları yaratan da odur. İnsana dili takan kim ise, o dilin tattığı bütün yiyecekleri ve o dildeki konuşmayı icad eden de odur...

Sözün özü; insan bu haliyle adeta şöyle der; “Beni kim yapmış ise, alakadar olduğum bütün eşyayı ve kainattaki nizamı da o yapmıştır. Ben kimin mülkü isem, kainat da onun mülküdür. Ve O zatın adı bu cihetle El-Bari’dir. ”

Ve her şey kainattaki gayelere münasip bir şekilde yaratılmıştır. Mesela, alemde hayatın devamı gibi bir gaye vardır. Her çiçek ve ağaç bu gayeye hizmet edecek şekilde tasarlanmıştır. Adeta atmosferdeki oksijen ve karbondioksit dengesini ayarlayacak şekilde bir hesap uzmanı gibi çalışır.

Bütün ömrü boyunca oksijen üreterek o dengeyi sağlar. Ölürken de ömür boyu karbondioksit emen o çiçek oksijen vererek ölür. Eğer atmosferde karbondioksit gazı çoğalsa, bütün bitkiler solunumlarını hızlandırır.

Eğer bu nizamı sağlayan -haşa- Bari olan Allah değilse, şimdi soruyoruz;

- Acaba şuursuz olan bu bitkiler bir kimya mühendisi gibi nasıl çalışıyorlar?

- Hangi aletleriyle ölçüm yapıyorlar?

- Hayatın devamı onlar için niye bu kadar önemli?

- Karbondioksiti oksijene çeviren fabrikayı onun vücuduna kim yerleştirdi?..

İnsanın azalarının kainattaki nizama uygunluğunu, çiçek ve bitkilerin alemdeki gayelerle olan münasebetini gördükten sonra, şimdi bir bal arısını, kelebeği, kuşu, balığı ve diğer canlı ve cansız mahlukları insan ve çiçeklere kıyas edelim. Ve onların yaratılışına, kainattaki nizama uygun cihaz ve azalarına bakarak şu sesi duymaya çalışalım:

“Ben yaratılırken tek başıma planlanmamışım. Bana kainattaki nizama uygun alet ve cihazlar takılmış. Ve gayelere hizmet edecek vazifeler verilmiş. İşte ben, nizama uygun cihazlarım ve gayelere hizmetim ile Allah’ın Bari ismine aynayım. Sen de benim bu cihetime bak ve benim lisan-ı halim ile

“Ya Bari, Ya Bari, Ya Bari” dediğim gibi, sen de lisan-ı kalin ile “Ya Bari, Ya Bari, Ya Bari” diyerek Rabbini tesbih et.”

http://www.herseyonuanlatiyor.com/el-bari


Sükûtu çok severdi

Sükûtu çok severdi



Güzeller güzeli Peygamberimiz (as) konuşmasında, susmasında, oturmasında, yürümesinde, ibadetinde ve bütün yaşayışında vakur bir insandı.

Peygamberimizin halinde sükût, yani sessizlik hakimdi. Sükûtu çok sever, ihtiyaç olmadan konuşmazdı. Güzel konuşmayan veya konuşurken edep ve terbiyeye uymayan kişiden yüzünü çevirirdi.

Sahabîlere, "Resulullahla sohbet eder miydiniz?" diye sorduklarında, onlar..., "Evet, fakat o çok az konuşurdu" şeklinde cevap verirlerdi.

Peygamberimiz konuşsa dahi az ve öz konuşur, lüzumsuz lakırdı yapmazdı.

Ebû Mâlik, babasından Peygamberimizin konuşması ve susması ile ilgili gördüklerini şöyle anlatıyor:

"Biz çocukken Resulullahın (a.s.m) meclisinde otururduk. Ben ondan daha az konuşan hiçbir kimse görmedim. Bazı Sahabîler konuşup da sözü uzattıkları zaman tebessüm ederdi."

Araştırma..

Gülümce Yıldız

 Dipnot:
Vakar imandan gelen ciddiyet, ağırbaşlılıkdır.. kibir ile alakası yoktur..
 
 

25 Haziran 2014 Çarşamba

Kırılan Kanat

Kırılan Kanat



Bir gün yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek kanadını bir dervişin kırdığını söyler. Hz.Süleyman dervişi hemen huzuruna çağırtır ve ona sorar;

“Bu kuş senden şikâyetçi, neden kanadını kırdın?” Derviş kendini şöyle savunur:

“Sultanım, ben bu kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, yanına kadar gittim, yine kaçmadı. Ben de bana teslim olacağını düşünerek üzerine atladım. Tam yakalayacağım sırada kaçmaya çalıştı, o esnada kanadı kırıldı” Bunun üzerine Hz. Süleyman kuşa döner ve şöyle der:

“Bak, bu adam da haklı. Sen niye kaçmadın O sana sinsice yaklaşmamış. Sen hakkını savunabilirdin. şimdi kolum kanadım kırıldı diye şikâyet ediyorsun” Kuş’un kendini savunması Hz. Süleyman’ı da şaşırtır:

“Efendim ben onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Avcı olsaydı hemen kaçardım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüm ve kaçmadım.”

Hz. Süleyman bu savunmayı doğru bulur ve kısasın yerine getirilmesini ister.
“Kuş haklı, hemen dervişin kolunu kırın” diye emreder. Ancak bu emre Kuş itiraz eder:

“Efendim, sakın böyle bir şey yaptırmayın” diyerek öne atılır. “Neden” diye sorar Hz. Süleyman. Kuş nedenini şöyle açıklar:

“Efendim, dervişin kolunu kırarsanız, kolu iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi bunun üzerindeki derviş elbisesini çıkartın. Çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın.“


Çocuklarınızı şeytan mı eğitiyor? Takip ediyor musunuz?

Çocuklarınızı şeytan mı eğitiyor? Takip ediyor musunuz?
 

 

 
1980 öncesine gidiyorum. Ortaokul öğrencisiyim. Babam bizim evimize de televizyon aldı. Sadece TRT var ve yayınlar siyah beyaz. Günün birinde Charlie Chaplin’i keşfettik. Filmin başından sonuna katıla katıla kahkaha atarak izledik dört kardeş. Bir hafta sonu yine Charlie Chaplin filmi vardı ve saatinin gelmesini dakika dakika sabırla çekiyork...en babam, -Hadi herkes doğruca tarlaya! dedi.
 
–Ama baba.. –Baba ne olursun filmi izleyelim. –Baba gidelim ama gelip filmi izleyelim… Yalvardık. Rahmetli babam kesin kararlıydı ve ısrarımız üzerine sesini yükselterek bizi tarlaya gönderdi. Mısır tarlasında çalışırken ağlıyordum. O filmi izleyemediğim için ağlıyordum.
 
Kalbimde bir yara olarak kaldı bu olay. Yıllar geçti ve ben baba oldum. Oğlum ve kızım komşulardan görünce benden de çizgi film kanalına abone olmamızı istediler. Gözyaşlarımı hatırladım ve isteklerini ikiletmeden kablo tv’ye ve özellikle o çizgi film kanalı, jetix miydi o zaman, emin değilim, ona abone olduk.
 
Aradan birkaç ay geçti. O beni kapıya heyecanla koşup sevinçle karşılayan çocuklarımı arıyorum. Koridorda omuzlarıma alırdım, güreşirdik, konuşurduk, beraber işler yapardık. İlgileri, zekaları gelişsin diye tamir, düzenleme vb. işlerimde işin bir ucundan onlara tuttururdum.
 

Fakat kayboldular. Neler oluyor? İzliyorum. Tuhaf davranışlar gelişmeye başladı. Öf püf ediyorlar. Bizden büyüklermiş gibi hükmedici konuşuyorlar. Eleştirebiliyorlar. Bir tuhaf bencilleşme, bir acayip kibirlenme… Bir pis maddeleşme, tatminsizlik…
 
Yemeği beğenmeme, istekleri olmayınca seslerini yükseltme, debelenme… Birbirlerini öldürmece, satırla doğrayıp kazana koyup pişirip yemece oynuyorlar. Bunları çektikleri videodan öğreniyorum. Bunlar daha 6-10 yaşlarında…

Dehşete kapıldım. Bunlar çocuk. Bunlar benim sevgili evlatlarım. Ben terörist mi, cehennem odunu mu yetiştiriyorum. Ben hain yetiştireceksem keşke doğmasalardı. Aman Allah’ım. Korkunç bir şeyler oluyor. Adeta elim ayağım titremeye başladı. Ne yapacağımı şaşırdım. Laf söylüyorum anlamıyorlar.
Çocukları izlemeye karar verdim. Bir hayalet gibi takip ettim. Ne gördüm… Günlerinin çoğu televizyon karşısında o kanalı izlemekle geçiyor. Bir biri ardına çizgi diziler… Büyücüler, tanrısal gücü olan, evreni yaratıp yok eden, avuçlarından ışıklı bombalar fırlatan yaratık suretinde tanrılar.
 
Gezegenleri yok eden şeytanlar… Birbirlerinin eteğini kaldırıp bakan çocuklar… Popo üzerine konuşmalar… Aslında kendilerini ördeklerin getirmediğini konuşup nasıl olduğunu utanılacak şekilde ifşa eden sahneler… 
 
Sadece çizgi diziler mi? Çocuk animasyonları, oyuncaklar, neredeyse hepsi felaket. Aman ya Rabbim. Ben çocuklarımın beynini tamamen şeytanın eline teslim etmişim. Şirk, küfür, dinsizlik, ahlaksızlık, fuhuş, kibir, bencillik, maddecilik, akla hayale gelebilecek ne kadar pislik varsa hepsi bu çizgi filmlerin içerisinde…
 
Sürekli her gün, sabahtan akşama kadar… Ben güya ailemizin rızkı için işe gidiyorum ve çocuklarımı evde şeytan eğitiyor.
 
Nasıl bir dehşet yaşadım. Derhal kabloları kestim. Aboneliği iptal ettim. Bir süre televizyonu yasakladım. Kızdılar, karşı koydular. Beton bir suratla dikildim karşılarına. Dünyada yaşayacakları en büyük acı cehennem odunu olmalarından ağır olamazdı.
 
Çok şükür birkaç hafta içerisinde düzelip eskiye döndüler.
 
Büyüdüklerinde televizyon aldıksa da, çizgi film izlenmesine izin vermedim. Sonradan muhafazakar süsü verilen bir çizgi filmi izlemelerine izin verdiysem de bunun da yanlışlığını anladım. 
 
Radar gibi takip ettim. Çünkü fırsat bulunca başka çizgi film kanallarına kayıyorlardı.
 
Enerjilerini boşaltacak zararsız yollar aradık. Bir süre karete kursuna takıldılar. Sonra gitar çalmayı öğrenip müzikle oyalandılar.
 
Çocuklarınıza sahip çıkın. Onları neyin nasıl yetiştirdiğini iyi takip edin. Şimdilerde mantar gibi türeyen bacak arası meraklısı, ateizmi adamlık sanan kibir küpü, haddini bilmez insancıklar görüyoruz.
 
 Kendi günahı insana yeter. Elbette ne yapsak da evlatlarımızın hayırlı olmalarını garanti edemeyiz.
 
En azından kıyamet günü cenabı Allah’a verebileceğimiz cevabımız olsun. Allah herkese hayırlı evlat nasip eylesin. Evlatlarımızı koruma bilincini ve çarelerini bize nasip eylesin.
 
 
 
 

Ahmed Şahin - Ramazan’da her Müslüman oruç tutar, mazeretliler müstesna!

Ahmed Şahin - Ramazan’da her Müslüman oruç tutar, mazeretliler müstesna!



AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Ramazan’da her Müslüman oruç tutar, mazeretliler müstesna!

 
 
Rabb’imiz lütfederse önümüzdeki cuma akşamı teravih kılacak, gece de sahura kalkarak, cumartesi gününde oruçlu olma şerefini kazanacağız inşallah.
 
 
Bizleri böylesine mutlu bir aya daha ulaştıran Rabb’imize sonsuz şükürler ediyor, bu mukaddes günlerin mükellefiyetini tam olarak yerine getirmeye muvaffak kılmasını Rabb’imizden olanca duygularımızla niyaz ediyoruz.
 
 
Şöyle sathi bir düşünce ile baktığımızda dahi anlıyoruz ki, sonsuz merhamet sahibi Rabb’imiz, bütün sene boyunca tüm nimetlerine karşı serbest bıraktığı biz kullarını bir aylık oruç ibadetiyle mükellef kılmış, hem sıhhatlerini kazanmaları hem de sahip oldukları nimetlerin farkına varmaları, yoksulların da halini anlamaları için günahların affına sebep olacak bir irade imtihanına hemen her Müslüman’ı tabi tutmuştur.
 
 
Bu irade imtihanında oruçlarını tutanlar çok şey kazanırlar, hiçbir şey kaybetmezler. Tutmayanlar ise hiçbir şey kazanmazlar; ama (ahiretleri adına) çok şey kaybederler. Bu önemli gerçek asla unutulmamalıdır. Bunun için irade sahibi şuurlu müminler herkesle birlikte teravihlerini kılar, sahurlarına kalkıp oruçlarını tutarlar, nihayet bayramı da yine toplumla birlikte yaparlar. Böylece bir aylık irade imtihanından yüz akıyla çıkarlar. Bayram gününde bir pişmanlık yaşama duygusuna maruz kalmazlar.
 
 
Bununla beraber Rabb’imiz yine de kullarının oruç tutamayacak derecede mazereti olanlarını ayırır, onlara oruçlarını ileride mazeretleri geçince tutma izni de verir, rahatlatır... Böylece oruç tutamayacak durumda olan özürlüler zorlanmazlar, oruç tutacak imkân ve sıhhate kavuşuncaya kadar bekleyebilirler.
 
 
- Kimlerdir Ramazan ayında herkes oruçlu iken oruçlarını tehir etme iznine sahip olan mazeretliler?
 
Bu izin sahiplerini kısaca şöyle sıralamak mümkündür:
 
 
1- En başta oruç tutacak yaşa erişmemiş masum çocuklar: Bunlar erginlik yaşına ulaşmadıkça oruç tutmakla yükümlü olmazlar. Tutarlarsa sevabı, onları alıştıranlara da şamil olur. Erginlik yaşının son sınırı, on beş yaş denmişse de esas yükümlülük, kızlarda özel hal, erkek çocuklarda ihtilam olmanın başlamasıyla başlar. Bu tespitler yapılamazsa on beş yaş son mükellefiyet yaşı olarak kesinleşir...
 
 
2- Bir bakıma çocuklaşmış yaşlılar, kötürüm halindeki ihtiyarlar: Oruç tutacak kuvvete sahip olmayan bu yaşlıların halsizlikleri oruç tutmaları halinde daha da artacak, zor durumda kalacaklarsa tutmazlar. Bunların maddi imkânı olanları, tutamadıkları her oruç başına yoksula birer fitre miktarı fidye verirler. Otuz oruca otuz fitreden aşağı olmayan bir fidye borcunu yoksula ödemelidirler. Bunu verecek imkânı olmayanlardan Rabb’imiz bunu da istemeyip bağışlamaktadır.
 
 
3- Yaşlı değil; fakat hasta olanlar: Oruç tutacak olurlarsa hastalıkları fazlalaşacak, sıhhatleri daha da bozulacak. Sıhhatine kavuşunca tutmaya niyet ederek beklerler.
 
 
4- Hamile hanımlar: Taşıdıkları çocuklarına bir zarar geleceğini düşünüyorlarsa doğumdan sonraki müsait devrede tutmaya niyet ederek oruçlarını tehir ederler.
 
 
5- Doğum yapmış, çocuk emdirmekte olan anneler: Oruçlu iken sütün azalacağını, emen çocuğun ya da annenin zarar göreceğini düşünüyorlarsa oruçlarını tehir eder, sonra tutarlar.
 
 
6- Her ay belli günlerdeki özürleri başlamış bulunan hanımlar: Bunlar da oruçlarını bu halleri başlayınca bırakırlar; bitince başlarlar. Bu özürlerini başlatmamak için önceden ilaç almaya mecbur değiller. Yani isyan yok, yine emre itaat var.
 
 
7- Seferde olanlar: Oruç günlerinde doksan kilometreden uzak olan yolculuğa çıkmış bulunanlar... Bunlar tutarlarsa sevaplısını tercih etmiş olurlar, yolculuk sebebiyle tutmazlarsa verilen izinden istifade etmiş olurlar, vebale girmiş sayılmazlar.
 
 
Hep birlikte yaralı gönlümüzü tedavi edecek mübarek Ramazanlar dileğimizle...
 
 
 

Zikir suya benzer

Zikir suya benzer

 Mesnevî, cilt 4, 435:
“Çıplak bir adama arı sürüsü saldırır. Adam,
arıların sokmasından kurtulmak için hemen suya atlar. Arılar, adamın
tepesinde dolaşır durur. Başını sudan bir çıkardı mı hiç affetmez,...
hemen sokarlar.


Cenâb-ı Allah’ı anmak sudur. Bize zarar verecek
düşünceler de arı sürüsü gibidir. Allah’ı anma suyuna dal, nefesini tut,
sabret, sana zarar veren eski düşünce ve vesveselerden kurtul. Ondan
sonra da tepeden tırnağa o arı duru suyun tabiatına bürünürsün. Öyle
bir hâle gelirsin ki seni sokan o kötü arı nasıl sudan korkup çekinirse
senden de öyle çekinir kaçar.”


Görüldüğü üzere Allah’ı zikretmek, en aziz varlık olan suyun
bâtındaki karşılığıdır. Dolayısıyla da su dışımızı temizlediği gibi
zikir de bedenimizdeki tüm kötü duygu ve düşünceleri temizleyip
arıya benzeyen düşünce sürüsünün şerrinden bizleri kurtaracaktır.
 

Böylece “Ayık olun! Kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.”
(Ra’d sûresi, 28) ayetinin önemi bir kez daha anlaşılır.


H. Nur Artıran, Aşk Bir Davaya Benzer, Düşüncelerimizde Gizlenen Esrarlı Kuvvet bölümünden alıntıdır.

 

 
 

24 Haziran 2014 Salı

Hikaye: Güzel Ahlak Nedir?

Kıssa: Güzel Ahlak Nedir?

 
 
 
Bir zamanlar Allah dostu bir zat, hacca gitmek için yola çıkmış. Konakladığı memleketlerdeki mübarek zatların dualarını alarak, evliyaların türbelerini ziyaret edip Fatiha okuyarak yola devam ediyormuş.
 
O zamanın şartlarında bir şehirden diğerine günlerce süren kervan yolculuğuyla varıyormuş. Yine böyle uzun bir yolculuğun sonunda bir şehirde konaklamış. Kaç gündür güzelce yıkanma imkânı bulamadığı için ilk iş olarak şehrin hamamına gitmeye karar vermiş.

Hamamda tellaklık yapan iri yarı delikanlı gelip:

- Beybaba sırtını keseleyeyim mi? diye sorunca da itiraz etmemiş.

Fakat, tellak cahil ve nezaketten mahrum bir genç olduğundan, sırtını keselerken dökülen kirleri Allah dostunun gözünün önüne silkelerken, “amma da kir çıktı” gibi sözler söyler dururmuş. Bu da ince ruhlu bir insan olan Allah dostunu çok incitirmiş ama bir şey söylememiş.

O sırada hamama gelen bir kişi Allah dostunu tanımış ve hemen yanına koşup:

- Aman efendim, siz şehrimize gelmişsiniz de bizim nasıl haberimiz olmadı? diyerek ona çok alaka göstermiş.

Bizim cahil tellak deminden beri sırtını keselediği zatın büyük bir alim ve Allah dostu olduğunu öğrenince ondan bir şeyler öğrenmek istemiş ve bir soru sormuş:

- Efendim güzel ahlak nedir?

Allah dostu zat, tam da muhatabının muhtaç olduğu cevabı vermiş:

“Güzel ahlak, insanların kusurunu yüzüne vurmamak, kimseyi utandırmamaktır.”
 
 
Kaynak: İslami Hayat Dergisi
 
 
 
 
 

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 1


Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 1

 

Yüzlerce kişilik email gruplarını saymazsam, bu mailleri yaklaşık 260 kişiye gönderiyorum.

Biliyorsunuz ağırlıklı olarak haftaiçi mailler gönderiyorum ve sizi çok meşgul etmeyecek, bilgilenip düşündüren kısa yazılar göndermeye çalışıyorum. Sanırım artık alıştınız, haftanın 5 günü, farklı  farklı mailler atıyorum. Ve aynı zamanda blog sayfamdaki Sevdiğim yazılar blogumda da yayınlıyorum.

Pazartesi: Fakirinizin yeni yazısı , Efkan Vural hocamın yazı dizisinin o günkü yazısı...

Salı: Haftanın Tsm şarkısı, Ahmed Şahin hocanın o günkü köşe yazısı

Çarşamba: Haftanın hikayesi, Ahmed Şahin hocanın o günkü köşe yazısı 

Perşembe: Fakirinizin yeni yazısı , Haftanın Esmaül Hüsnası

Cuma: Efkan Vural hocamın yazı dizisinden o günkü yazısı... , Nihat Hatipoğlu’nun o günkü köşe yazısı


Ve bu yazıların aralarında gönderdiğim güzel yazılar... Günlük 4 -5 mail civarında elhamdülillah...

Mailleri silmeyip okuduğunuz inancındayım. Bu yüzden daha da faydalı olabilmek için, mailin başlığındaki konuda, Salı günleri araştırıp toparlayarak derleyeceğim ayetleri yazacağım, inşallah....

Çünkü biliyorsunuz Ramazan Kuran Ayı’dır. Bu bereketten hepbirlikte hissedar olalım inşallah...

*** Kuran-ı Kerim Ramazan ayında, kadir gecesinde inmeye başladı. Benim hayatımın dönüm noktası 11 yıl önce Ramazanda Kuran meali okumaya başlamamdı.
 

Kuran-ı Kerim 6666 ayetten oluşur. Peygamber Efendimiz SAV, Allah’ın emri, Cebrail’in (AS)  bildirmesiyle bu ayetleri 114 sure olarak belirlemiştir.  

Mesela Kuran’ın en başındaki Fatiha suresi 7 ayettir. En uzun sure Bakara suresi ise 286 ayettir.

İnşallah bugünden başlayarak her Salı Kuran-ı Kerim’den anlayacağımız, üzerinde düşüneceğimiz ve ders alacağımız on (10) ayetin Türkçe mealini aktaracağız...
 
******

Haftanın Kuran-ı Kerim mesajları – 1




1 - Ankebût Sûresi 64. âyet:

“Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir.
  Ahiret yurdu ise elbette (asıl yaşanacak) ebedi hayat odur,
 keşke bunu bilselerdi.”

******

2 - Lokmân sûresi 33. âyet:

"Ey insanlar! Rabbinizin emrine uygun yaşayın,
 babanın çocuğuna fayda veremeyeceği,
 çocuğun da babasına fayda veremeyeceği bir günden korkun!
 Şüphesiz ki Allah'ın vaadi gerçektir. Dünya hayatı, sizi asla aldatmasın.
 O çok aldatıcı (şeytan ve dostları) da sizi Allah(ın affı) ile sakın aldatmasın
 (günâha daldırmasın ve ibâdetten alıkoymasın!)."

******

3 - İsrâ Sûresi 18. âyet:

"Kim (haram helal ayırmaksızın sâdece) şu çabucak geçen (keyif verecek dünyalık şeyler)i isterse,
 dilediğimiz kimseye istediğimiz kadarıyla onu hemen veririz.
 Sonra ona cehennemi hazırlarız.
 Oraya kınanmış ve (rahmetimizden) kovulmuş olarak atılır."

******

 
4 - Nahl suresi 61. ayet:

"Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde
 hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar
 erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de
 öne geçebilirler."
 

******

5 -  Enbiya suresi 10. ayet:

"Yemin olsun, size bir Kitap gönderdik ki,  

 öğüt ve uyarınız/zikriniz/şerefiniz yalnız ondadır.
 Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız?"


******

 

6 -  BAKARA suresi, 188. ayet:

"Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin.
 İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere
 (işbaşındakilere) (rüşvet olarak) vermeyin."

******




7 - Nisa Suresi, 2. Ayet:

 


"Yetimlere mallarını verin.
 Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin.
 Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin.
 Çünkü bu, büyük bir günahtır."

******


8 -  NİSA Suresi, 29. ayet:


"Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin.
 Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka.
 Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir."

******


9 - Kaf suresi 16 ayet:


"Ve andolsun ki insanı Biz yarattık.
 Ve nefsinin ona ne vesveseler vereceğini biliriz.
 Ve Biz, ona şah damarından daha yakınız."

******


10 - Şuara Suresi 181.183 ayet:


"Ölçüyü, tartıyı tam yapın, eksiltenlerden olmayın.
 Doğru dürüst tartıyla tartın.
 İnsanların mallarının değerini normal fiyatların altına düşürmeyin
 ve yeryüzünde fesatlık yapmayın."

 

 

 

Ahmed Şahin - Ramazan’da Kur’an ezberleme fırsatını kaçırmayın!

Ahmed Şahin - Ramazan’da Kur’an ezberleme fırsatını kaçırmayın!


AİLE-SAĞLIK Yazarlar Ahmed Şahin

Ramazan’da Kur’an ezberleme fırsatını kaçırmayın!

 
 
Yolda yürürken yerde gördüğünüz bir kâğıdın üzerinde Allah (cc) isminin yazılı olduğunu fark ederseniz kâğıda basıp geçemez, hemen eğilip hürmetle alır, saygı ile korumaya çalışırsınız değil mi?  Çünkü üzerinde Allah ism-i celalini taşımaktadır bu kâğıt ve üzerindeki yazıyla değer kazanmıştır.
 
 
İşte insan kalbi de aynen bunun gibidir. İnsanın kalbinde, ezberlediği herhangi bir ayet yoksa kendini kıymetlendirecek bir değerden de mahrum demektir. Böyle değil de, en azından namazlarda okuyacağı kadar Kur’an’dan  ayetler ezberlemiş, yani kalbine Allah’ın kelamını yazdırmışsa, artık o kimse ayak altına düşecek boş kâğıt değersizliğinden çıkmış, üzerinde  Allah kelamı yazılı bir değer derecesine yükselmiştir. Hem öylesine yükselmiştir ki,  Rabb’imiz de kelamını ezberleyerek kalbine yazdırmış olan bu hafız kulunu, cennetine layık görmekle kalmıyor, ayrıca akrabalarına şefaat etme izni vereceğini de haber veriyor.
 
 
Nitekim öğrencilik devremde aldığım hafızlık diplomama da yazılan bu hadis-i şerif, şefaat etme iznini şu şekilde açıklamaktadır:
 
 
-Kim  Kur’an’ı ezberler, manasıyla da amel ederek yaşarsa, o kimseyi Allah ezberlediği Kur’an hürmetine cennetine almakla kalmaz, ayrıca akrabalarından (cehenneme gitmesi kesinleşen) on kişiye de şefaat etme izni verir.!.
 
 
Evet,  ünlü hadis kitabı İbni Mace’den alınan hadis aynen böyle haber veriyor Kur’an’ı  okumasını öğrenip ezberleyen hafızın Allah yanındaki itibarını.
 
 
Bilhassa Kur’an kursuna giderek, ya da evinde özel gayretle Kur’an öğrenerek bazı sûreleri ezberleyenler, bu müjdeden hissedar olurlar.
 
 
Bu konuda Hazret-i Mevlânâ’nın Kur’an ezberleyen çocuğa ayağa kalkarak saygı gösterme örneği,  her Kur’an kursu devresinde hatırlanmaya layık görülen mesaj yüklü misallerden biri olarak anlatılır.
 
 
   Huzuruna giren bir genci ayağa kalkarak karşılayan Hazret-i Mevlânâ, yakınına davet ettiği gence büyük bir saygı gösterir.
 
 
Çevredekiler koskoca Mevlânâ’nın bir çocuğu ayağa kalkarak karşılamasını gereksiz bir saygı olarak görüp itiraz yollu sorarlar. Büyük veli, çocuğa bu saygısının gerekçesini şöyle açıklar:
 
 
-Bu genç der, Kur’an’ı ezberlemiş bir hafızdır. Kalbinde Kur’an yazılıdır. Siz sokakta üzerinde Allah yazılı bir kâğıdı görünce hemen hürmet göstererek eğilip alıyor, yüksek bir yere koyuyorsunuz. Ben de kalbine Kur’an’ın tamamını yazdırmış bir gence ayağa kalkıyor, hürmet gösteriyorum. Sizin hürmet gösterdiğiniz kâğıt üzerindeki yazıdan daha fazladır bu gencin kalbinde ezberlediği Kur’an yazıları. Büyük veli sözlerini şöyle tamamlar:
 
 
-Sadece ben değil Allah (cc ) da kelamını ezberleyenlere büyük değer veriyor, onu cennetine almakla kalmıyor, akrabalarından cehenneme gidecek on kişiye de şefaat etme izni veriyor! Yeter ki o genç hafız ezberlediği Kur’an’ın içeriğiyle amel etmede bir ihmale düşmesin!.        
 
 
Ne dersiniz? Bir Kur’an ayı olan şu mübarek Ramazan girişindeki bu tatil devresinde, böyle özel ve güzel müjdelerden bizler de, çocuklarımız da hissemizi alsak mı? Biz de kalbimize yazdırmış olacağımız Kur’an’dan sûrelerle kendimizi değerli hale getirsek mi? Yoksa hiçbir şey ezberlemeden boş kâğıt değersizliğinde kalmayı mı tercih etsek?
 
 
 Takdir elbette tercih edenin olacaktır. Ama hiç olmazsa namazda okuyacağımız sûreleri yanlışsız şekilde ezberleyerek kalbimize yazdırmış olma değeri kazanmalıyız şu tatil devresinde.
 
 
Gönül razı olmuyor kendimizin de, çocuklarımızın da boş bir kâğıt parçası gibi değersiz halde kalmasına. Hem de bir Kur’an ayı olan şu mübarek Ramazan’ın girişinde, mukabelelerin de başladığı şu özel ve güzel günlerde.