31 Mayıs 2018 Perşembe

HZ. MEVLANA’YA GÖRE ORUCUN FAYDALARI

HZ. MEVLANA’YA GÖRE ORUCUN FAYDALARI


 0

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- da oruç ibadetinin kıymetini ne güzel tarif ediyor. Orucun bazı zorlukları varsa da, yüzlerce çeşit hüneri vardır. İşte Hz. Mevlânâ’ya göre oruç tutmanın faydaları…
1- Oruç; şeytanı ve nefsi güçsüz ve tesirsiz hâle getirir.
2- Maddî ve mânevî açıdan temizliği gerçekleştirir.
3- Gönlü, bedenî isteklerin tahakkümünden kurtarır.
4- Nefsi, kirlerinden arındırır.
5- Ruhu esâretten kurtarır.
6- Oruç, insanın gönül gözünü açar.
7- Mânevî görüşü artırır.
8- Sabrı öğretir.
9- Bedenî hastalıklardan korunmanın yollarını öğretir.
10- İnsanın insanlığı olgunlaşır.
11- Mânevî rızıklara ulaştırır.
12- Oruç, insanı Allâh’a yakınlaştırır.
Kaynak: Merve Güleç, Şebnem Güleç, Sayı: 159

http://www.islamveihsan.com/hz-mevlanaya-gore-orucun-faydalari.html



Efkan VURAL - Kur’an-ı Kerim’den Mesaj Var-30


Efkan VURAL - Kur’an-ı Kerim’den Mesaj Var-30

 

Kur’an-ı Kerim’den Mesaj Var-30

İnsan sadece maddi bir  varlıktan ibaret değildir. İnsanın ruhi ve manevi yönü de vardır. İnsan manevi yönüyle Yüce bir varlığa inanma, ona bağlanma,beğenilme,kabul görme,boyun eğme  gibi ihtiyaçlar duyar.
Bunlar insana  yaratılıştan verilen özelliklerdir.  İnsanın bu özelliğine bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaçlarını bir şekilde gidermeye çalışır.
İnsan bu ihtiyaçlarını doğru bir biçimde temin etmelidir. Gerçek ve sağlam bir İslam inancıyla donatılmış olan bir kimse manevi ihtiyaçlarını ve kulluk görevini  yerine getirmek suretiyle ,başkalarına kul ve köle olmaktan kendini kurtarabilir.
Allah’a gerçek bir  kul olamayan insan, yaratılıştan gelen ihtiyaçlarını gidermek için  yanlış bir takım şeylere yönelerek bazı kimselere kul ve köle olabiliyor. Onlar için her şeyi  tereddütsüz yapabiliyor. Hatta canını bile severek verebiliyor.   
Halbuki Allah insana hür bir irade vermiştir. İnsan akıl ve hür iradesiyle Yüce Yaratıcıya kulluk görevini yerine getirebilirse özgürlüğüne kavuşmuş olur. Kendi arzusuyla Allah’a kulluk görevini yerine getiren birisi  manevi yönden doyuma ulaşır.
Böylece, İnsan olma özelliğimize uygun bir biçimde hayatımızı mutlu ve huzurlu bir şekilde  sürdürmüş oluruz.


Yanlış yollara düşmemek ve dünya ve ahret hayatımızı kurtarmak için yaratılışımıza uygun olarak Yüce Allah’a kulluk görevimizi yerine getirmeliyiz.
 
Bu konuda ,Yüce Allah’ın Kur’an-ı Kerim’deki mesajı şöyledir:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz ki, O'na karşı gelmekten korunmuş olabilesiniz.” (Bakara suresi,21.ayet)
 
Ne mutlu o kimselere ki, kendi istekleriyle Allah’a karşı kulluk görevlerini yerine getirenlere….
Efkan VURAL
 
 
 
 
 

30 Mayıs 2018 Çarşamba

NECİP FAZIL’IN HAPİSHANEDE RAMAZAN HATIRASI

NECİP FAZIL’IN HAPİSHANEDE RAMAZAN HATIRASI


 0

Necip Fazıl’ın hapishane anılarını anlattığı hatıratında, bir Ramazan günü başından geçen ibretlik olayı bize anlatıyor.
“Karpuz… Hayatımın en büyük hediyesi… Ramazandı. Oruçluydum. Tanıdığım bir tüccar iftar yemeğini her gün evinden, hususi otomobiliyle gönderirdi. Ben de hapishane kapısının yanındaki ilk telörgüde beklerdim. Herkesin deliğine çekildiği o saatlerde bana izin verirlerdi.
Yine böyle beklerken, bir gün ihtiyar bir adam telörgüye sokuldu. Üstü başı dökülen, amele kılıklı bir ihtiyar… Beni asla tanımadan “Oğlum, içeride bir Necip Fazıl varmış. Şu karpuzu ona hediye getirdim. Allah rızası için götürüp verir misin?” dedi. Gözlerim, hücum eden yaşlardan yangın içinde “Ver baba, hemen götüreyim” dedim ve aldım.
İşte, hasbi, her türlü nefs oyunundan uzak, Allah için verilen hediye… Bu meçhul Müslümandan tüten edayı ömrümce unutamam! Keşke o karpuzu kesmeseydim; hep ona bakıp düşünseydim, İslam ahlakını fikretseydim, ağlasaydım, ağlasaydım…”
Kaynak: Necip Fazıl Kısakürek, Cinnet Mustatili, Büyük Doğu Yayınları

http://www.islamveihsan.com/necip-fazilin-hapishanede-ramazan-hatirasi.html



ORUÇ TUTMANIN 17 FAYDASI

ORUÇ TUTMANIN 17 FAYDASI


 0

Mü’minler olarak kulluğumuza çekidüzen vermek adına hasretle ve iştiyakla beklediğimiz Ramazan ayında bizlere farz kılınan oruç ibâdetiyle muhatabız.  İşte oruç ibadetinin fayda ve hikmetleri…
Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’inde:
“Ey îmân edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki takvâya erersiniz.” (el-Bakara, 183) buyuruyor.
Hicretin ikinci senesinde Medîne-i Münevvere’de bütün Müslümanlara farz kılınan oruç ibâdeti; kitap, sünnet ve icmâ ile sabittir. İnkâr eden küfre düşer. İnsanların sâhibi yüce Yaratıcımız tarafından emredilen bütün hususlarda, bizim bilebildiğimiz veya bilemediğimiz nice hikmetleri vardır. Biz de görebildiğimiz kadarıyla oruç ibadetinin bu fayda ve hikmetleri üzerinde durmak istiyoruz:
1- Oruç, Cenâb-ı Hakk’a ve O’nun emirlerine bağlılığın göstergesidir.
Hiç şüphesiz ki Allah Teâlâ, yarattığı kullarını açlıkla, susuzlukla, mallardan eksiltmekle ve nice başka şeylerle imtihan edeceğini Bakara Sûresi’nin 155. âyet-i kerîmesinde haber vermiştir. Bu âyet-i kerîme mûcibince, hakkıyla orucunu tutan mü’min, Rabbinin açlık imtihanını başarmış olarak dîni samimiyetini ve hassâsiyetini göstermiş olur.
2- Oruç, müminleri sabra alıştırır.
Bilinsin ki sabır, başarının sırrıdır. Sabır, problemlerden, sıkıntılardan, musîbetlerden kurtulmanın yegâne ilacıdır. Hayatta, ilimde, ticârette, savaşta her çeşit hâdisede sabredenler dâima başarıya erişirler. Allah Teâlâ sabredenlerle beraberdir. Oruç ile kul, bedenin pek çok isteklerine sabretme becerisi kazanır.
3- Oruç, şükür ifâdesidir.
Oruç ile mü’min Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği nimetlere şükretme, Cenâb-ı Hakk’ın azabından korunma, kıyâmet gününün şiddet ve sıkıntısını hatırlama hâlini yaşar. Bu hususla ilgili olan âyeti kerimede Hak Teâlâ:
“Ey îman edenler! Oruç, sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz…”(el-Bakara, 183) “…Umulur ki şükredersiniz.” (el-Bakara, 185) buyurmuştur.
4- Oruç, şefkat ve merhamet duygularını geliştirir.
Bizim sahip olduğumuz nice nimetlerden mahrum olan kardeşlerimizi düşünerek onlar için yardım etme hisleriyle dolarız. Nitekim İslam coğrafyasının değişik yerlerinde pek çok müslüman açlık ve susuzluk içinde kıvranmaktadır. Şüphesiz açlık ve susuzluk, acıların en çetinidir. Mü’minler olarak kendi nefsimiz için istediklerimizi, diğer kardeşlerimiz için de isteyerek fakir, kimsesiz ve muhtaçların hâlini düşünerek onlara şefkat ve merhametle yardım ederiz.
5- Oruç, mü’mine Allah Teâlâ’nın rahmet ve mağfiretini kazandırarak dünya ve âhiret mutluluğu sağlar.
Âdemoğlunun her ameli katlanır. Zîrâ Cenâb-ı Hakk’ın bu husustaki sünneti şudur: Hayırlı ameller, en az on misliyle yazılır. Bu, yedi yüz misline kadar çıkar. Allah Teâlâ (bir hadîs-i kutsîde) şöyle buyurmuştur:
“Oruç başkadır. Çünkü o sırf Benim içindir, onun mükâfatını da (dilediğim gibi) Ben vereceğim. Kulum, Benim için şehvetini, yiyeceğini terk etti. Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur.” (Buhârî, Savm 2, 9; Libâs 78)
6- Oruç, günahları bağışlatır.
Ramazan orucunu lâyıkıyla tutan, inşâallah günahlarından kurtularak temizlenmiş olur. Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kim fazîletine inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, İman 28, Savm 6)
7- Oruç, o en zor günde tutana şefaatçi olur.
“Oruçla Kur’ân, kıyâmet gününde kula şefaat edeceklerdir. Şöyle ki: Oruç: «Ey Rabbim! Ben onu gündüzleri yemekten ve şehvetlerinden men ettim. Onun için beni, onun hakkında şefaatçi kıl!» diyecek; Kur’ân da: «Ben onu geceleri uykusuz bıraktım. Beni de onun hakkında şefaatçi kıl.» diyecek. Böylece ikisi de (o kula) şefaat edeceklerdir.” (Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/174)
8- Oruç, rızkı bereketlendirir.
Ramazan, müslümanlar için rahmet ve bereket ayı olarak bilinir. Nitekim Taberânî’de belirtilen bir hadîste;
“Bereket ayı olan Ramazan geldi. Allah Teâlâ onda size zenginlik ve rahmet indirir. Hata ve kusurları bağışlar, duâları kabul eder. Allah Teâlâ, sizin amellerinize bakar ve sizinle meleklerine iftihar eder. Öyle ise, Allah katında hayırlı olmaya bakın, hayır işleyin. Gerçekten en bedbaht kimse, Allah Teâlâ’nın rahmetinden mahrum kalandır.” buyrulur.
9- Oruç, bedenin zekâtıdır.
Zekât ibâdeti, nasıl malı temizlerse, oruç da bedeni temizler. Taberânî’deki bir hadisi şerifte;
“Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur.” buyrulması bu hakikate işaret eder.
10- Oruç, akıl ve zekâyı güçlendirir.
Bazı kendini bilmez nâdânların yanlış ifade ettikleri gibi, oruç, zekâ ve yeteneklerin çalışma temposunu azaltmaz; tam tersi zihne uyanıklık, kabiliyetlere canlılık sağlar. Oruç tutan insan; sönük, donuk, ölgün olmaz. Bilakis canlı, dinamik ve dinç olur.
11- Oruç, sosyal hayattaki dengeyi sağlar.
Oruç ile cemiyet hayatında zengin-fakir mücâdelesi azalır. Bilindiği gibi, toplumda yerleşik pek çok huzursuzluğun sebebi, birilerinde var olanın diğerlerinde olmamasıdır. Yüce İslam Dîni, bu târihî hakikatten hareketle zekât, sadaka, hibe, borç verme ve yardımlaşma kültürü ile zengin-fakir arasındaki mücâdeleyi önlemiş, hatta bu denge kurma işini vakıflar eliyle müesseseleştirmiştir. Aynı zamanda inananlara az ile yetinmeyi ve sabrı tavsiye etmiştir.
12- Oruç, âdeta müminler için bir savaş eğitimidir.
Hayatın en zor dönemlerinden olan savaşlarda her zaman yiyecek, içecek bulmak mümkün olmaz. Uzun süre insanlar aç kalabilirler. İşte oruç ile inanan insan, bu gerçekle yüz yüze kalmaya tecrübe kazanır. Ayrıca öyle zor günlerde oruç tutanlara da büyük mükâfatlar vardır.
“Allah yolunda bir gün oruç tutan kimseyi Allah Teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle cehennem ateşinden yetmiş yıl uzak tutar.” (Buhârî, Cihâd 36)
13- Oruç, bedenin sağlığıdır.
Devamlı çalışan her varlığın mutlak dinlenmeye ihtiyâcı vardır. On bir ay, bütün âzâlarımızla çalışan bedenimizin bir ay belli zaman dilimlerinde biraz istirahat etmesi çok mâkuldür. İslâm’ın beş şartından biri olan oruç, hakikaten şifa kaynağıdır. Avrupa ve Amerika’da doktorlar, hastalarına oruç tutmalarını tavsiye ediyorlar. Oruçla insan vücûdunda biriken toksinler, fazla yağlar, birikmiş zehirler vücuttan dışarı atılır. Bu sebeple oruç İslam ülkelerinin dışında da hızla yayılmaktadır.
14- Oruç, ahlâkı güzelleştirir.
Hakiki mânâda oruç tutan mü’min; eli, dili, gözü, kulağı, ayağı ile işleyebileceği günahlardan kendini titizlikle korumaya çalışır. Cimrilikten, fesattan, çekişmeden, dedikodudan kaçınır. Kibir, gurur, gösterişten, bencillikten sakınır. Bu şekilde kişi güzel ahlâk sâhibi olur. Oruç tutan mü’min gafletten, hileden, nefis ve şeytanın kötülüklerinden kendini koruyan Allah Teâlâ’nın has kuludur. Bu hususu te’yit eden hadisi şerif şöyledir:
“Kim yalan sözü (yalanı, gıybet, dedikodu gibi günah sözleri) ve onunla ameli terk etmezse, (bilsin ki) onun yiyip içmesini bırakmasına Allah Teâlâ’nın ihtiyâcı yoktur.” (Buhârî, Savm 8, Edeb 51)
15- Oruç, insana kendini denetleme imkânı sağlar.
Oruç tutan mü’min, Rabbinin kendisine helâl kıldığı pek çok şeyden belirli süre isteyerek ferâgat eder. Her şey elinin altında olmasına rağmen yiyebileceği, içebileceği halde sırf Rabbinin rızâsı için tuttuğu oruç sebebiyle kendi irâdesiyle yemez, içmez. Bu, müthiş bir irâde eğitimidir. Sosyal hayatta inanan insanların aynı anda ve aynı şekilde hareket etmesiyle toplumsal mensubiyet duygusu ve psikolojik üstünlük sağlanır.
16- Oruç, kötü alışkanlıkların terk edilmesini kolaylaştırır.
Sigara, içki, kumar gibi toplumda hızla yayılan kötü alışkanlıklar, genelde oruçla terk edilir. Belki de böylece kişinin oruç, namaz, Kur’ân ile hayırlı amellere başlaması mümkün olur. Eğer bunlar devam ettirilirse, inanan kişinin hayatına ciddi mânâda istikâmet gelir.
17- Oruç, rûhî melekeleri geliştirir, mânevî birlik temin eder.
Oruç, rûhun beden üzerindeki iyi yönlü hâkimiyetini kuvvetlendirir. Bu hususta pek çok uzman psikolog, oruç tutan insanların genellikle nefislerine hâkim olduklarını, mânevî gücün bütün zaafları yendiğini hayranlıkla müşahede ettiklerini söylemektedirler. Yine insanın vücuduyla birlikte düşünce ve his dünyasında büyük bir hassasiyet elde edildiğini, kişilerin günlük stres ve gerginliklerin azaldığını vurguluyorlar. Aynı zamanda mü’minler olarak işçisiyle-memuruyla, doktoru-öğretmeniyle, yaşlısı-genciyle, erkeği ve kadınıyla oruç, inananlar arasında mânevî bir ortaklık ve birliktelik sağlar.
Sayılamayacak kadar çok faydaları olan orucun emredilmesindeki hikmetleri gerektiği gibi anlamak durumundayız. Ancak bilelim ki, oruç ve diğer bütün ibadetler, sırf fayda ve hikmetleri sebebiyle îfa edilmez. İbadetlerin yapılış gâyesi, öncelikle Allâh’ın rızâsını kazanmak ve O’na olan bağlılık ve kulluğumuzu göstermektir. Diğer bütün fayda ve hikmetler, bundan sonra gelir.
Âdeta senenin kalbi olan Ramazan ve Ramazan’ın kalbi olan oruç, bütün müslümanlara kemal noktasında, iyilik, güzellik ve bağışlanmalar getirsin inşaALLAH. (Âmin)
Kaynak: Nurten Selma Çevikoğlu, Şebnem Dergisi, 136. Sayı, Haziran 2016

http://www.islamveihsan.com/oruc-tutmanin-17-faydasi.html



29 Mayıs 2018 Salı

İSTANBUL’UN FETHİ NASIL GERÇEKLEŞTİ?

İSTANBUL’UN FETHİ NASIL GERÇEKLEŞTİ?


 0

Osmanlı Devleti’nin daha önce tam yedi kez kuşattığı İstanbul, 29 Mayıs 1453’te 7. Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet (II. Mehmet) tarafından fethedildi. Peki İstanbul neden fethedildi? İstanbul’un fethi hangi şartlarda gerçekleştirildi?
Haber: Murat Karadeniz
Fetih öncesinde Bizans güçlü bir imparatorluk olmaktan çıkmıştı. İmparatorluk başkent Konstantinopolis, Marmara kıyısındaki Silivri KalesiVize ve Misivri gibi küçük kasabalardan ibaretti. Buralar da Osmanlılar tarafından çepeçevre kuşatılmıştı. Sur dışındaki küçük Bizans kasabalarının Osmanlı sınırlarına katılmamış olması ise direnmelerinden değil, buraların çok ciddiye alınmamasından ve hedefin önce Konstantinopolis olmasındandı. Kaldı ki son kuşatmaların başarısız olmasının sebebi ordu değil, daha çok Osmanlı’nın iç sorunlarıydı.
SON KALE
Bizans, bu dönemde güçlü bir imparatorluk değildi. Bizans imparatorları da artık Osmanlı Devleti’ne itaatini sunmuş ve her yıl düzenli vergi ödemeyi kabul etmişlerdi. Artık Osmanlı’nın karşısındaBizans İmparatorları yerine kendisine vergi veren küçük Tekfurlar vardı. Konstantinopolis de bir imparatorluk başkentinden ziyade dini bir merkezdi. Hıristiyan dünyasının İslam dinine ve Türk ordularına karşı en son ve en güçlü kalesiydi ve kesinlikle düşmemeliydi. Bu yüzden Papaönderliğinde bu kaleyi korumak için yeni Haçlı Seferleri örgütleniyordu.
BİZANS’IN EN ÖNEMLİ SORUNU
Bu dönemde Osmanlı akınlarından ve kuşatmalarından bunalan Bizans’ın en önemli sorunu, Hıristiyan dünyasındaki örgütlenmenin Ortodoks ve Katolik olarak ikiye ayrılmış olmasıydı. Bu ayrılık Hıristiyan Avrupa’nın Ortodoks Bizans’ı yeterince kollayamaması anlamına geliyordu. Bu ikiliği gidermek için çaresizlik içinde çırpınan İmparator ve Patrik, 1439’da Floransa Konsili’nde Katolik Kilisesi’ne boyun eğdi. Rum Ortodoks Kilisesi de Katolik Kilisesi’ne boyun eğdi. Rum Ortodoks Kilisesi ile Katolik Kilisesi kavgasında zoraki de olsa bir ittifak dönemi başladı. Böylece yüzyıllardır süren Ortodoks-Katolik çatışması, Osmanlı’nın baskısıyla kısa süreli de olsa donduruldu. Ancak bu anlaşma Konstantinopolis halkı tarafından hiç de hoş karşılanmadı ve Ayasofya’daki resmi kutlama törenleri halkın sert protestolarıyla karşılaştı. Bizans halkı Konstantinopolis’te Avrupalıyı görmek istemiyor, yeni bir Latin dönemi yaşamaktan korkuyordu.
İSTANBUL NEDEN FETHEDİLDİ?
Floransa Konsili’nde sağlanan birleşmeden sonra kurulan güçlü Haçlı Ordusu, Rumeli’yi 1443 ve 1444’de istila etti. Fakat 1444’de Osmanlı’nın kazandığı Varna Zaferi ile Haçlıların önünü kesti. Bu son savaş Konstantinopolis’in alınyazısını belirledi. Anadolu’ya ve Rumeli’ye yayılan genç Osmanlı için Konstantinopolis’i fethetmek artık tersi düşünülemez bir mecburiyetti. İmparatorluk topraklarının tam kalbindeki bu yabancı unsur ortadan kaldırılmalıydı. Çünkü Anadolu’nun ve Rumeli’nin gerçek anlamda birbirine bağlanması Konstantinopolis’in fethiyle mümkündü.
İSTANBUL’UN FETİH HAZIRLIKLARI
İstanbul’un fetih hazırlıkları bir yıl önceden başlatıldı. Kuşatma için gerekli olan çok büyük toplar döktürüldü. 1452 yılında Boğaz’ın kontrolünü sağlamak için Rumeli Hisarı inşa edildi. 16 kadırgadan oluşan güçlü bir donanma oluşturuldu. Asker sayısı iki kat arttırıldı. Bizans’ın yardım almasını engellemek için yardım yolları kontrol altına alındı. Cenevizlilerin elinde bulunan Galata’nın da savaş esnasında tarafsız kalması sağlandı. 2 Nisan 1453 tarihinde ilk Osmanlı öncü kuvvetleri İstanbul önlerinde görüldü. Böylece kuşatma başladı.
İSTANBUL’UN FETHİNİN KRONOLOJİSİ
6 Nisan 1453: Fatih Sultan Mehmet otağı Konstantinopolis önlerinde, St. Romanüs Kapısı (Şimdiki Topkapı) önüne kuruldu. Aynı gün şehir, Haliç’ten Marmara’ya kadar kuşatıldı.
6-7 Nisan 1453: İlk top atışları başladı. Edirnekapı yakınındaki surların bir kısmı yıkıldı.
9 Nisan 1453: Baltaoğlu Süleyman Bey Haliç’e girmek için ilk saldırıyı yaptı.
9-10 Nisan 1453: Boğaz’daki surların bir bölümü ele geçti. Baltaoğlu Süleyman Bey Prens adalarını ele geçirdi.
11 Nisan 1453: Büyük surlar dövülmeye başlandı. Yer yer gedikler açıldı. Sürekli dövülen surlarda tahribat önemli boyutlara ulaştı.
12 Nisan 1453: Donanma Haliç’i koruyan gemilere saldırdı, fakat Hıristiyan gemilerinin üstün gelmesi Osmanlı ordusunda moral bozukluğuna yol açtı. Fatih Sultan Mehmet’in emri üzerine havan topları ile Haliç’teki gemiler dövülmeye başlandı ve bir kadırga batırıldı.
18 Nisan 1453 Gecesi: Padişah, ilk büyük saldırı emrini verdi. Dört saat süren saldırı püskürtüldü.
20 Nisan 1453: Yardıma gelen erzak ve silah yüklü, üçü Papalığın, biri Bizans’ın dört savaş gemisiyle Osmanlı donaması arasında Yenikapı açıklarında bir deniz savaşı meydana geldi. Padişah bizzat kıyıya gelerek Baltaoğlu Süleyman Paşa’ya gemilerini her ne pahasına olursa olsun batırmasını emretti. Osmanlı donanması, sayıca üstünlüğüne rağmen, kendilerinden büyük ve yüksek olan düşman gemilerini engelleyemedi. Bu başarısızlık Osmanlı ordusunda bir bozgun etkisi gösterdi. Asker orduyu terk etmeye başladı. Hemen sonra bu durumdan istifade etmek isteyen imparator bir barış önerisinde bulundu. Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’nın desteğiyle bu öneri reddedilerek, kuşatmaya ve surların büyük toplarla dövülmesine devam edildi.
Bütün bu bozgun havası içinde Fatih Sultan Mehmet’e şeyhi ve hocası Akşemseddin Hazretlerinin fetih müjdesi mektubu geldi. Fatih Sultan Mehmet bu manevi desteğin de etkisiyle bir yandan saldırıyı şiddetlendirirken, öte yandan herkesi şaşırtan yeni girişimlerde bulundu. Dolmabahçe’de demirlenen donanma karadan Haliç’e indirilecekti!
22 Nisan 1453: Sabahın erken saatlerinde Hıristiyanlar, Fatih Sultan Mehmet’in inanılmaz azminin Haliç sırtlarında, karada seyrettiği gemileri hayret ve korkuyla gördüler. Öküzlerle çekilen 70 kadar gemi yüzlerce gemi tarafından halatlarla dengeleniyor ve kızaklar üzerinde ilerliyordu. Öğleden sonra gemiler artık Haliç’e inmişlerdi. Türk donanmasının umulmadık biçimde Haliç’te görünmesi Bizans üzerinde büyük bir olumsuz tesir yaptı. Bui arada, Bizans kuvvetlerinin bir kısmı Haliç surlarını savunmaya başladığı için, kara surlarının savunması zayıfladı.
28 Nisan 1453: Haliç’teki gemi yakma girişimi yoğun top ateşiyle engellendi. Ayvansaray ile Sütlüce arasına köprü kuruldu ve buradan Haliç surları ateş altına alındı. Deniz boyu surlarında tamamı kuşatıldı. İmparatora Cenevizliler aracılığıyla koşulsuz teslim önerisi iletildi. Eğer teslim olunursa serbestçe istediği yere gidebilecek, halkın canı ve malı güvende olacaktı. İmparator bu teklifi kabul etmedi.
7 Mayıs 1453: 30 bin kişilik bir kuvvetle Bayrampaşa Deresi üzerindeki surlara yapılan 3 saatlik saldırı sonuca ulaşamadı.
12 Mayıs 1453: Tekfursarayı ile Edirnekapı arasında yapılan büyük saldırı püskürtüldü.
16 Mayıs 1453: Eğrikapı önüne kazılan lağımla Bizans’ın açtığı karşı lağım birleşti ve yeraltında şiddetli bir çarpışma oldu. Aynı gün Haliç’teki zincire yapılan saldırı da başarılı olamadı. Ertesi gün tekrar saldırıldı, yine sonuca ulaşılamadı.
18 Mayıs 1453: Hareketli ağaçtan bir kule ile Topkapı yönünden saldırıya geçildi. Şiddetli çarpışmalar akşama kadar sürdü. Bizanslılar gece kuleyi yaktılar, doldurulan hendekleri boşalttılar. Sonraki günlerde surların yoğun top ateşiyle dövülmesi sürdürüldü.
25 Mayıs 1453: Fatih Sultan Mehmet, İmparator’a İsfendiyar Beyoğlu İsmail Bey’i elçi göndererek son kez teslim olma teklifinde bulundu. Bu teklife göre imparator bütün malları ve hazinesiyle istediği yere gidebilecek, halktan isteyenlerde mallarını alıp gidebilecekler, kalanlar mal ve mülklerini koruyabileceklerdi. Bu teklif de reddedildi.
26 Mayıs 1453: Kuşatmanın kaldırılması, aksi durumda Macaristan’da Bizans lehine harekete geçmek zorunda kalacağı, ayrıca Batı devletlerinin gönderildiği büyük bir donanmanın yaklaşmakta olduğu gibi söylentilerin artması üzerine Fatih Sultan Mehmet Savaş Meclisi’ni topladı. Bu toplantıda, baştan beri kuşatmaya karşı olan Çandarlı Halil Paşa ve taraftarları kuşatmayı kaldırılmasını savundular. Padişah ile birlikte lalası Zağanos Paşa, Hocası Akşemseddin, Molla Gürani ve Molla Hüsrev gibi zatlar buna şiddetle karşı çıktı. Saldırıya devam etme kararı alındı ve hazırlıkları yapma görevi Zağanos Paşa’ya verildi.
27 Mayıs 1453: Genel saldırı orduya duyuruldu.
28 Mayıs 1453: Ordu, gününü ertesi gün yapılacak saldırılara hazırlanmak ve dinlenmekle geçirildi. Orduda tam bir sessizlik hakimdi. Fatih Sultan Mehmet safları dolaşarak askeri yüreklendirdi. İstanbul’da ise bir dini ayin düzenlendi, imparator Ayasofya’da herkesi savunmaya davet etti. Bu tören Bizans’ın son töreni oldu.
29 Mayıs 1453: Birlikler hücum için savaş düzenine girdiler. Fatih Sultan Mehmet sabaha karşı savaş emrini verdi. Konstantinopolis cephesinde askerler savaş düzenini alırken halk kiliselere doluştu. Osmanlı ordusu karadan ve denizden tekbirlerle ve davul sesleri ile son büyük saldırıya geçtiler. İlk saldırıyı hafif piyade kuvvetleri yaptı, ardından Anadolu askerleri saldırıya geçti. Surdaki gedikten içeriye giren 300 kadar Anadolu askeri şehit olunca, ardından Yeniçeriler saldırıya geçtiler yanlarına kadar gelen Fatih Sultan Mehmet’in yüreklendirmesiyle göğüs göğüse çarpışmalar başladı. Surlarailk Türk Bayrağı’nı diken Ulubatlı Hasan bu arada şehit oldu. Belgradkapı’dan Yeniçerilerin içeri girmesi ve Edirnekapı’daki son direnişçilerin arkadan kuşatılmaları üzerine Bizans savunması çöktü.
ÇAĞ AÇIP ÇAĞ KAPATAN ZAFER
Askerleri tarafından yalnız bırakılan İmparator sokak çatışmaları sırasında öldürüldü. Her yandan kente giren Türkler, Bizans savunmasını tümüyle kırdılar. Fatih Sultan Mehmet öğleye doğruTopkapı’dan şehre girdi, doğruca Ayasofya’ya girerek burayı camiye çevirdi. Böylece bir çağ açılıp, bir çağ kapandı.
İSTANBUL’UN FETHİNİN SONUÇLARI
İstanbul’un Fethi’nin Türk, İslam ve dünya açısından önemli ve tarihin akışına yön verecek olan sonuçları vardır. Bu nedenle birçok tarihçi İstanbul’un Fethi’yle Ortaçağ’ın sona erdiğini kabul eder.
Fetihle birlikte Osmanlı Devleti, Anadolu’da kurulmuş bulunan çok sayıdaki Türk beyliğine karşı üstünlüğünü pekiştirmiş bulunuyordu. Bu nedenle İstanbul’un Fethi, Anadolu’daki Türk birliğinin sağlanmasında önemli bir etkendir. Osmanlı Devleti’nin sadece Anadolu’daki Türklerin değil, aynı zamanda bütün İslam ümmetinin lideri olması süreci de fetihten sonra başlar. Böylece Osmanlı Beyliği bir dünya devleti haline gelecektir.
Fetihten sonra, Osmanlı liderliğindeki İslam, dünya politikasının temel dinamiklerinden biri olmuştur. O dönemde Eski Dünya’da yaşanan bütün uluslararası olaylarda Müslümanların belirleyici bir rolü vardır.
Avrupa Hıristiyanlığı yaklaşık üç asır boyunca Haçlı Seferleri ile İslamiyet’i Ön-Asya’dan çıkarmaya çalışmıştı. Bu mücadelede İstanbul Haçlılar için bir sınır karakolu işlevi görüyordu. İstanbul’un Fethi’nden sonra Ön-Asya’daki İslam egemenliği Hıristiyan dünyası tarafından kesin olarak kabullenilecek ve bir daha bu toprakları kurtarmak için Haçlı seferi düzenlemeyecektir. Aksine İslam Avrupa içlerine yönelecektir. İstanbul’un Fethi Müslümanlar için Avrupa’ya karşı kazanılmış ve uzun yıllar sürecek bir üstünlüğün başlangıç noktasıdır.
İSTANBUL’UN FETHİNİN DÜNYA TARİHİ AÇISINDAN ÖNEMİ
İstanbul’un Fethi’nin dünya tarihi açısından önemli olmasının bir diğer sebebi de Rönesansüzerindeki etkisidir. Fetih’ten sonra birçok Bizanslı düşünür ve sanatçı yanlarına çok değerli yazma eserleri de alarak, çoğunlukla Roma’ya göç ettiler. Bu kimseler klasik Yunan kültürüne dönüşte önemli rol oynadılar ve kısa bir süre sonra Avrupa’da Rönesans hareketi başladı.

http://www.islamveihsan.com/istanbulun-fethi-nasil-gerceklesti.html



ZEYD B. HÂRİSE

 
ZEYD B. HÂRİSE

 

Zeyd b. Hârise b. Şurâhîl el-Kelbî. Üsâme'nin babası. Ashâbın ileri gelenlerinden olup, Resûlullah (s.a.s)'ın en çok sevdiği arkadaşlarındandır. Bu yüzden sahâbe arasında "el-hubb" diye anılırdı.

 

Tam künyesi: Zeyd b. Hârise b. Şurâhîl (İbn İshak'a göre, Şurahbîl) b. Kâ'b b. Abdiluzza b. Imriülkays b. Âmir b. Abdivüdd b. Avf b. Kinâne b. Bekr b. Uzre b. Zeyd el-Lât b. Rufayde b. Sevr b. Kelb b. Vebre b. Tağlib b. Hulvân b. İmrân b. Luhaf b. Kuzâa'dır (İbn Hişâm, es-Sîretü'n Nebeviyye", I, 247; İbn Sa'd, et-Tabakâtıt'l-Kilbrâ, III, 40; İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Ğâbe fı Ma'rifeti's Sahâbe, II, 281).

 

Kaynakların ifadesine göre; cahiliyye döneminde, Zeyd'in annesi Su'dâ, yanında oğlu olduğu halde akrabalarını ziyarete gider. Bu sırada Benî el-Kayn b. Cisr'e mensup bazı atlılar, Su'dâ'nın akrabaları olan Benî Ma'n evlerine baskın yaparlar. Zeyd'i de bu arada beraberlerinde alıp götürürler. Zeyd, bu sırada temyiz çağında bir çocuktur. Onu, Ukaz Panayırına götürüp satışa arzederler. Hz. Hatice'nin yeğeni Hakîm b. Huzâm b. Huveylid de o esnada panayıra uğrayıp Mekke'ye götürmek üzere birkaç köle satın alır. Zeyd b. Hârise de bu köleler arasında bulunmaktadır. Hakîm, Mekke'ye döndüğünde, halası Hz. Hatice kendisini ziyarete gider. O da halasına köleleri göstererek, dilediği köleyi seçip götürebileceğini söyler. Hz. Hatice de Zeyd b. Hârise'yi seçer. Daha sonra O'nu, Resûlullah (s.a.s)'e bağışlar.

 

Kelb kabilesine mensup bazı insanlar, hac için Mekke'ye geldiklerinde Zeyd'i görüp tanırlar, Zeyd de onları tanır. Dönüşte durumu babasına haber vererek bulunduğu yeri tarif ederler. Zeyd'in babası Hârise ile amcası Kâ'b, yanlarına fidye alarak Mekke'ye gelirler ve Resûlullah (s.a.s)'ın yanına varıp: "Ey Abdulmuttalib'in oğlu! Ey kavminin efendisinin oğlu! Sizler, Harem'in ehlisiniz, köleyi azad eder, esiri yedirirsiniz. Yanında bulunan oğlumuz için sana geldik. Bize iyilikte bulun, sana fazlasıyla fidye vereceğiz" derler.

 

Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.), Zeyd'i çağırtarak, kendisini istemeye gelen bu kişileri tanıyıp tanımadığını sorar. Zeyd de, bunlardan birinin babası diğerinin de amcası olduğunu söyleyerek tanıdığını ifade eder. Bu sefer Resûlullah Zeyd'e, dilerse babasıyla gidebileceğini, şayet isterse yanında kalabileceğini söyleyince, Zeyd, Resûlullah (s.a.s.)'in yanında kalmayı tercih eder. Peygamberimiz de Zeyd'i elinden tutarak Hicr denilen yere çıkarır ve: "Şahid olun, Zeyd benim oğlumdur. O bana mirasçıdır, ben de O'na mirasçıyım!" diyerek Zeyd'i evlat edindiğini ilan eder (İbn Sa'd, a.g.e., III, 40-42; İbn Hişâm, a.g.e., I, 247 vd.; el Askalânî, el-İsâbe fi Temyizi's-Sahâbe, III, 24).

 

Zeyd b. Hârise, Muhammed (s.a.s.)'e risalet gelinceye kadar yanında kaldı ve Resûlullah, peygamber olur olmaz O'nun risâletini tasdik edip müslüman oldu, O'nunla birlikte namaz kıldı ve: "Onları babalarının isimleriyle çağırın..." (el-Ahzab, 33/5) meâlindeki ayet nazil oluncaya kadar "Muhammed'in oğlu" diye anıldı. Bu ayet-i kerimenin nüzulünden sonra Zeyd, Zeyd b. Hârise olarak çoğalmaya başlandı (İbn Hişâm, a.g.e., I, 247; İbn Sa'd, a.g.e., III, 42; el-Askalânî, a.g.e., III, 25).

 

Zeyd b. Hârise, Resûlullah (s.a.s.)'ın cefakâr dostlarından biriydi. Hemen hemen tüm sıkıntılı zamanlarında O'nunla birlikteydi. Nitekim, çevre kabileleri İslâm'a davet etmek kabilinden Tâif'e giden Rasûlüllah'ı yalnız bırakmamış, Tâiflilerin attığı taşlar Peygamber (s.a.s.)'e isabet etmesin diye kendi vücudunu siper etmiş ve başından çeşitli yaralar almıştı (İbn Sa'd, a.g.e., I, 212).

 

Müslümanlar Medine'ye hicret etmeye başlayınca, Zeyd b. Hârise de hicret etmişti. Resûlullah (s.a.s.), hicretten sonra Medine'de, ashabı arasında kardeşlik tesis ettiğinde, Zeyd'l-e Hamza b. Abdülmuttalib'i de kardeş ilan etmişti. Bu sebepten Hz. Hamza, Uhud günü şehadet şerbetini içmeden önce Zeyd'i kendisine vâsî tayin etmişti (İbn Nişâm, a.g.e., I, 505; İbn Sa,d, a.g.e., III, 44).

 

Zeyd b. Hârise; Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarıyla Hudeybiye Barışı ve Hayber fethinde de bulunmuştur. Resûlullah (s.a.s.), Müreysî gazasına çıktığı zaman kendisini Medine'ye vekil olarak bırakmıştı.

Bunun yanında Zeyd, komutan olarak da çeşitli seriyyelere katılmış ve üstün başarılar göstermiştir. Bu seriyyeler; Karede, Cemûm, el-Iys, et-Tarafa, Hisma ve Ümmü Kırfa'dır. Son olarak Mute Savaşı'na iştirak etmiş ve bu savaşta şehid olmuştur.

 

Resûlullah (s.a.s.), sancağı ilk önce Zeyd'e vermiş ve: "Şayet Zeyd şehid olursa, sancağı Câfer alsın, O da şehid düşerse, Abdullah b. Ravâha alsın" buyurmuştur. Bu üç sahâbî de Mute günü, kahramanca savaşarak Hakk'ın rahmetine kavuşmuşlardır.

 

Zeyd, şehid olduğu zaman 50-55 yaşları arasındaydı.

Resûlullah (s.a.s), bu üç kahraman dostunun şehadet haberini duyunca gözyaşlarını tutamayarak ağlamış ve onlar için: "Allah'ım; Zeyd'e mağfiret et! Allah'ım; Zeyd'e mağfiret et! Allah'ım; Zeyd'e mağfiret et! Allah'ım; Câfer'e mağfiret et! Allah'ım; Abdullah b. Ravâha'ya mağfiret et!" diyerek dua etmiştir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 45, II, 86-90 ve 128-129; el-Askalânî, a.g.e., III, 26).

 

Zeyd, birkaç hanımla evlenmişti ki, bunlardan biri de Zeyneb bint Cahş'tır. Bir diğeri, Ümmü Külsüm bint Ukbe. Zeyd ondan boşanıp Dürre bint Ebî Leheb ile evlendi. Sonra onu da boşayarak Hind bint el-Avuâm (Zübeyr b. el-Avvâm'ın kız kardeşi) ile evlendi. Sonunda, Peygamber (s.a.s.), Zeyd'i, dadısı ve aynı zamanda cariyesi Ümmü Eymen'l-e evlendirdi. Ashâbın ileri gelenlerinden biri olan Üsâme, işte bu hanımdan dünyaya geldi (İbn Sa'd, a.g.e., III, 45; el-Askalânî, a.g.e., III, 25).

Zeyd b. Hârise; kısa boylu, çok esmer ve basık burunlu idi (İbn Sa'd, a.g.e., III, 44).

 

Halid ERBOĞA

 

KAYNAK: