30 Temmuz 2019 Salı

KEŞKE (PİŞMANLIK) İLE İLGİLİ AYETLER

KEŞKE (PİŞMANLIK) İLE İLGİLİ AYETLER


 0
Rabbimiz âhirette bir çok insanın pişmanlıkla keşke diyeceğini bildiriyor. Keşke ile ilgili ayetleri sizler için derledik…
İnsan neden pişman olur? Ahiretteki pişmanlıkların sebepleri nelerdir? Pişmanlık ile ilgili ayetler ve anlamları
  • Bakara Sûresi : 103
“Eğer onlar iman edip Allah’ın emirlerine karşı gelmekten sakınmış olsalardı, Allah katında kazanacakları sevap kendileri için daha hayırlı olacaktı. Keşke bilselerdi.”
  • Bakara Sûresi : 167
“Uyanlar şöyle derler: “Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da onların şimdi bizden uzaklaştıkları gibi, biz de onlardan uzaklaşsaydık.” Böylece Allah, onlara işledikleri fiilleri pişmanlık kaynağı olarak gösterir. Onlar ateşten çıkacak da değillerdir.”
  • En’âm Sûresi : 27
“Ateşin karşısında durdurulup da, “Ah, keşke dünyaya geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve mü’minlerden olsak” dedikleri vakit (hallerini) bir görsen!”
  • Hicr Sûresi : 2
“İnkar edenler, “Keşke müslüman olsaydık” diye çok arzu edeceklerdir.”
  • Nahl Sûresi : 41
“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, elbette onları dünyada güzel bir şekilde yerleştiririz. Ahiret mükafatı ise daha büyüktür. Keşke bilselerdi…”
  • Tâhâ Sûresi : 134
“Eğer biz onları o Kur’an’dan önce bir azap ile helâk etseydik mutlaka, “Ey Rabbimiz! Keşke bize bir peygamber gönderseydin de alçalıp rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık” derlerdi.”
  • Mü’minûn Sûresi : 114
Allah şöyle der: “Çok az bir zaman kaldınız. Keşke bunu (daha önce) bilmiş olsaydınız.”
  • Furkân Sûresi : 28
“Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim!”
  • Şuarâ Sûresi : 102
“Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.”
  • Kasas Sûresi : 64
“Onlara, “Haydi ortaklarınızı çağırın!” denir. Onlar da çağırırlar fakat ortakları onlara cevap veremez. Azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.”
  • Kasas Sûresi : 79
“Kârûn, zineti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler, “Keşke Kârûn’a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz) olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir” dediler.”
  • Ankebût Sûresi : 41
“Allah’tan başkalarını dost edinenlerin durumu, kendine bir ev edinen örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı ise şüphesiz örümcek evidir. Keşke bilselerdi!”
  • Ankebût Sûresi : 64
“Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!”
  • Ahzâb Sûresi : 66
“Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, “Keşke Allah’a ve Resül’e itaat edeydik” diyecekler.”
  • Yâsîn Sûresi : 26
“(Kavmi onu öldürdüğünde kendisine): “Cennete gir!” denildi. O da, “Keşke kavmim, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!” dedi.”
  • Zümer Sûresi : 26
“Böylece Allah dünya hayatında onlara zilleti tattırdı. Elbette ki ahiret azabı daha büyüktür. Keşke bilselerdi!”
  • Zümer Sûresi : 58
“Yahut azabı gördüğünde, “Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam” demesin.”
  • Zuhruf Sûresi : 38
“Sonunda bize geldiğinde, arkadaşına, “Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı! Ne kötü arkadaşmışsın!” der.”
  • Hâkka Sûresi : 25
Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: “Keşke kitabım bana verilmeseydi.”
  • Hâkka Sûresi : 27
“Keşke ölüm her şeyi bitirseydi.”
  • Nûh Sûresi : 3
“Allah’a ibadet edin. Ona karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin ki sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir vakte kadar ertelesin. Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.”
  • Nebe Sûresi : 40
“Şüphesiz biz sizi, kişinin önceden elleriyle yaptıklarına bakacağı ve inkarcının, “Keşke toprak olaydım!” diyeceği günde gerçekleşecek olan yakın bir azaba karşı uyardık.”
  • Fecr Sûresi : 24
“Keşke bu hayatım için önceden bir şey yapsaydım” der.




KURBAN NEDİR?

KURBAN NEDİR?


 2

Kurban nedir, ne anlama gelir? Kurban niçin kesilir? Kurban kesmenin hükmü ve faydaları…
Sözlükte “yaklaşmak, Allah’a yakınlık sağlamaya vesile olan şey” anlamına gelen kurban, dinî bir terim olarak, “ibadet maksadıyla belirli bir vakitte belirli şartları taşıyan hayvanı usulünce boğazlamak, ya da bu şekilde boğazlanan hayvan” demektir. Arapça’da bu şekilde kesilen hayvana udhiyye denilir.
KURBAN UYGULAMASI
İnsanlık tarihi boyunca hemen bütün dinlerde kurban uygulaması mevcut olmakla birlikte şekil ve amaç yönüyle aralarında farklılıklar bulunur. Kur’an’da Hz. Âdem’in (a.s.) iki oğlunun Allah’a kurban takdim ettiklerinden söz edilir. (el-Mâide 5/27); bir başka âyette de ilâhî dinlerin hepsinde kurban hükmünün konulduğuna işaret edilir. (el-Hac 22/34) Ancak Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta kurban telakkisi bir hayli değişikliğe uğramıştır. Hıristiyanlık’ta İsâ’nın (a.s.) çarmıha gerildiği ve bunun insanoğlunun aslî günahına karşı Baba’nın (haşa Allah’ın) oğlu İsâ’yı (a.s.) feda etmesi olduğu inanışıyla kurban telakkisi özel bir anlam kazanmıştır.
İslâm’da kurbanın dinî hükmüyle ilgili olarak Kur’an’da, Hz. Peygamber’in sünnetinde önemli açıklamalar yer almış, bu çerçevede oluşan fıkıh kültüründe de konu hakkında ayrıntılı bilgi ve hükümler derlenmiştir.
KURBAN NEDEN KESİLİR?
Kurban gerek fert gerekse toplum açısından çeşitli yararlar taşıyan malî bir ibadettir. Kişi kurban kesmekle Allah’ın emrine boyun eğmiş ve kulluk bilincini koruduğunu canlı bir biçimde ortaya koymuş olur. Müminler her kurban kesiminde Hz. İbrâhim ile oğlu İsmâil’in (a.s.) Cenâb-ı Hakk’ın buyruğuna mutlak itaat konusunda verdikleri başarılı sınavın hâtırasını tazelemiş ve kendilerinin de benzeri bir itaate hazır olduğunu simgesel davranışla göstermiş olmaktadır.
KURBANIN FAYDALARI
Kurban toplumda kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu canlı tutar, sosyal adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunur. Özellikle et satın alma imkânı hiç bulunmayan veya çok sınırlı olan yoksulların bulunduğu ortamlarda onun bu rolünü daha belirgin biçimde görmek mümkündür. Zengine malını Allah’ın rızâsı, yardımlaşma ve başkalarıyla paylaşma yolunda harcama zevk ve alışkanlığını verir, onu cimrilik hastalığından, dünya malına tutkunluktan kurtarır. Fakirin de varlıklı kullar aracılığıyla Allah’a şükretmesine, dünya nimetinin yeryüzündeki dağılımı konusunda karamsarlık ve düşmanlıktan kendini kurtarmasına ve kendini toplumunun bir üyesi olarak hissetmesine vesile olur.
Kaynak: İslam İlmihal 2, TDV Yayınları




29 Temmuz 2019 Pazartesi

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ÖĞRETTİĞİ GÜZEL VASIFLAR

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN ÖĞRETTİĞİ GÜZEL VASIFLAR


 0

Peygamber Efendimiz’in ahlakı yüceydi. Çünkü Allah, Resulullah’ı en güzel biçimde terbiye etti. O da ashabına güzel ahlakı öğretti.
İslâm’da; “Defʼ-i mefâsid, celb-i menâfîden evlâdır.” prensibi geçerlidir. Yani güzel ahlâka ermek için önce kötü ve çirkin hâllerin tahliye edilmesi gerekir.
Gönüllerden neleri tahliye etmek gerekir?
“Enâniyet, haksızlık, intikam, hırs, tamah, fitne, kin, gurur, kibir, yalan, gıybet, tecessüs…”
Bunlar kalplerden silinecek. Îmanda bunların yeri yok, bunlar kalpten temizlenecek.
Bunların yerine kalpte ne olacak?
İlâhî muhabbet olacak, merhamet olacak, hizmet olacak, tevâzu olacak, cömertlik, hamiyet, hakşinaslık, adâlet, kanaat, el-Emîn ve es-Sâdık olabilme, hüsn-i zan, ihsan, ikram, saygı, insaf, affedicilik, ihlâs, vakar, edep, sabır, hayâ gibi güzel vasıflar olacak.
İşte Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Ashâb-ı Kirâm’a bu güzel vasıfları öğretti. Ashâb-ı kirâm bu vasıflarla zirveleşti.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gençlerle 12 Soru-Cevap, Erkam Yayınları




28 Temmuz 2019 Pazar

PEYGAMBER EFENDİMİZ NEYİ, NEYLE BERTARAF ETMEYİ ÖĞRETTİ?

PEYGAMBER EFENDİMİZ NEYİ, NEYLE BERTARAF ETMEYİ ÖĞRETTİ?


 0

Peygamber Efendimiz’den kötü alışkanlıklardan kurtulma yolları…
Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz neyi, neyle bertaraf etmeyi öğretti?
MUSİBET NASIL GİDER?
İptilâ ve musibetleri, namaz ve sabırla bertaraf etmeyi öğretti:
Hayat sürekli med-cezirler içinde, devamlı iptilâlar var. Neyle mukâvemet edilecek? Sabır ve namazla… Âyet-i kerîmede:
“Ey îmân edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin…” (el-Bakara, 153) buyruluyor.
UNUTKANLIK NASIL GİDERİLİR?
Unutkanlığı zikirle bertaraf etmeyi öğretti:
Peygamber Efendimiz, dâimâ zikir hâlindeydi.
Semâya bakardı; “Aman yâ Rabbi!” derdi, Cenâb-ı Hakk’ı zikrederdi. Önüne bakardı, toprağa bakardı; Cenâb-ı Hakk’ı zikrederdi. Neye baksa Cenâb-ı Hakk’ı hatırlardı.
O’nun mübârek sîmâsına nazar kılanlar da Allâh’ı hatırlardı. Gönüllerin o kıvâma gelmesini temin etti.
Ashâb-ı kirâma da “unutkanlığı zikirle telâfi etmeyi” öğretti. Çünkü insan unuttuğu zaman günah işler. Hiç kimse gıybet ederken, dedikodu ederken, bir çelme takarken besmele çekmez.
NANKÖRLÜK NASIL ÖNLENİR?
Nankörlüğü şükürle bertaraf etmeyi öğretti:
En büyük fâcia; nankörlük! İnsanlığa ve vicdana vedâ etmek! Nâdanlaşmak, kabalaşmak!..
İnsan, Allâh’ın verdiği nîmetleri tefekkür edecek, iç dünyasını zenginleştirecek. Böylece nefsânî arzulara meyletmekten sakınacak.
Kendine bakacak, kâinâta bakacak, ilâhî ve ekolojik dengeye bakacak. Atoma bakacak, galaksilere bakacak; hücreye bakacak, cesîm varlıklara bakacak; “Aman yâ Rabbi!” diyecek.
Bütün bunlar insana ihsân edildi. Âyet-i kerîmede:
“O, göklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtfu olmak üzere) size boyun eğdirmiştir. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” (el-Câsiye, 13) buyruluyor.
İSYAN NASIL ÖNLENİR?
İsyânı tâatle bertaraf etmeyi öğretti:
İnsan; neyin hayırlı, neyin kötü olduğuna, nefsinin hoşlanıp hoşlanmamasına göre karar vermemeli. Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“…Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür…” (el-Bakara, 216)
Bu sebeple ölçü, Allâh’ın rızâsı olmalı. Kul, değişen şartlar altında dâimâ tevekkül ve rızâ üzere bulunmaya gayret etmeli.
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Tâif’te taşlandığı vakit bile;
“Yâ Rabbi! Sen bana gazaplı değilsen, ben başıma gelen hiçbir şeye aldırmam (râzı olurum.)” diye niyaz etti. (İbn-i Hişâm, II, 29-30; Heysemî, VI, 35)
Diğer taraftan;
“Gaybı Allahʼtan başkası bilemez.”
Gaybı bilmiyorsun. Belki senin şer bildiğin şey, hayır olarak tecellî edecek; hayır bildiğin, şer olarak tecellî edecek. Bu yüzden Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Cenâb-ı Hakk’ın kaderine her hâlükârda rızâ hâlinde olmayı öğretti.
Meselâ, çocuğu olmayan biri, buna fazla üzülmemeli, takdîr-i ilâhîye râzı olmalı. Çünkü çocuğu olmasının hayır mı şer mi getireceği meçhul. Gaybı bilemiyoruz. Şunu da unutmamalı ki, Âişe Vâlidemiz’in de çocuğu olmamıştı.
CİMRİLİK NASIL GEÇER?
Cimriliği cömertlikle bertaraf etmeyi öğretti:
Cimrilik; rûhun kanseri, gönül âleminin viraneye dönmesidir. İnsanın, mal-mülk ve paranın putperestliğine meyletmesidir.
Âişe Vâlidemiz buyuruyor:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in aile efrâdı, Medîne’ye geldiği günden vefat ettiği âna kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.” (Müslim, Zühd, 20)
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ömrü boyunca iki gün üst üste arpa ekmeği ile doymadan âhirete intikâl etti. (Buhârî, Eymân, 22; İbn-i Mâce, Et’ime, 48)
“Üç ay geçerdi de Efendimiz’in evlerinde hiç ateş yakılmazdı. Hurma ve su ile idare ederlerdi.” (Buhârî, Hibe 1; Rikāk 17; Müslim, Zühd, 28)
Vermek; bir yoksulun, garibin, yalnızın, kimsesizin hâcetini görmek; en büyük lezzetti Efendimiz için. Vermenin lezzeti, kendi açlığını unutturuyordu Efendimiz’e. Ümmetine de bunu öğretti.
Câbir -radıyallâhu anh- diyor ki:
“İmkânı olup da vakıf kurmayan (vakfetmeyen) hiçbir sahâbî ben bilmiyorum.” (İbnü Kudâme, el-Muğnî, V, 598)
İhtirâsı kanaatle bertaraf etmeyi öğretti:
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
“İnsanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, bir vâdi daha ister. Onun gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz…” (Buhârî, Rikāk, 10; Müslim, Zekât, 116-119)
İmam Ahmed bin Hanbel de şöyle buyuruyor:
“Mü’mine az mal kâfî gelir; muhterise ise çok mal kâfî gelmez.”
ACIMASIZLIK NASIL ÖNLENİR?
Acımasızlığı affedicilikle bertaraf etmeyi öğretti:
Cenâb-ı Hak;
“Allâh’ın sizi affetmesini arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.” (en-Nûr, 22) buyuruyor.
Sahâbî de dâimâ bu şekilde, bir kardeşlik tesis etti. Kardeşinin yaptığı ufak tefek yanlışları affetti. Rasûlullah Efendimiz nasıl affetmişse onlar da affediyordu.
Mekke Fethi, tam kısas yapılacak zamandı. 20 senelik zulmün intikâmını alma zamanıydı. Müşrikler korku içinde titreyerek Allah Rasûlü’ne geldiler:
“‒Ne var bizim için?” dediler.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“‒Af var.” buyurdu.
“‒Sen ne muhteşem bir insansın!” dediler Efendimiz’e. (Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa‘d, II, 142-143)
ŞÜPHE NASIL GİDERİLİR?
Şüpheyi yakînle bertaraf etmeyi öğretti:
Şunu telkin etti:
“…Nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)
Cenâb-ı Hak zamandan-mekândan münezzeh. Kul, dâimâ ilâhî kameranın, ilâhî müşâhedenin altında olduğunu, kalben şuur ve idrak hâlinde olacak. “İhsan” da bu…
RİYADAN NASIL KURTULUNUR?
Riyâyı ihlâs ile bertaraf etmeyi öğretti:
Tevhid akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur.
KİBİR NASIL YENİLİR?
Kibri ve ucbu, tevâzu ile bertaraf etmeyi öğretti:
Bu şekilde kul, “ibâdurrahmân” olacak. Âyet-i kerîmede buyruluyor:
“Rahmân’ın (has) kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler…” (el-Furkân, 63)
İSYAN NASIL ÖNLENİR?
İsyânı tevbe ile bertaraf etmeyi öğretti:
Af kapılarını açtı. Lâkin “tevbe-i nasûh” telkin etti.
GAFLETTEN NASIL KURTULURUM?
Gafleti tefekkür ile bertaraf etmeyi öğretti.
Zira tefekkür, bir îman anahtarıdır.
HARAMLARDAN NASIL KORUNULUR?
Haramlardan kaçınmayı emretti, bu hususta gönülleri tedavi etti:
Nasıl haramdan kaçılacak?
–Zina yerine, nikâhın saâdetine ve huzurlu âile yuvasına yönlendirdi.
–Faiz ve gabn-i fâhiş/kandırma yerine, karz-ı hasen (güzel borç) ve helâlinden kazanca yönlendirdi.
–Haramın çirkinliği yerine, helâlin nezihliğine yönlendirdi. Şeytanı memnun eden her haramın karşısında, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına nâil eden bir helâlin olduğunu öğretti.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Gençlerle 12 Soru-Cevap, Erkam Yayınları




27 Temmuz 2019 Cumartesi

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN GÜZEL AHLÂKI

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN GÜZEL AHLÂKI


 0
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- gelmiş gelecek insanların en güzel ahlâklısıdır. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
(Ey Rasûlüm!) Muhakkak ki Sen’in için tükenmeyen bir mükâfat vardır. Şüphesiz Sen büyük bir ahlâk üzeresin.” (el-Kalem, 3-4)
O, en güzel ahlâkı yeryüzüne yerleştiren ve insanlığa öğreten en mümtaz peygamberdir.
GÜZEL AHLÂKI TAMAMLAMAK İÇİN GÖNDERİLDİ
Gıfâr kabîlesine mensup olan Ebû Zer -radıyallahu anh-, Peygamber Efendimiz’in Mekke’de peygamberlik vazifesine başladığını haber almıştı. Akıllı ve usta bir şâir olan kardeşi Üneys’e:
“–Bineğine binip Mekke vâdisine git ve O zâtın sözlerini dinle!” dedi.
Üneys, Mekke’den döndüğünde şöyle dedi:
“–Ben O zâtın herkese mekârim-i ahlâkı, yani en üstün ahlâkî güzellikleri öğrettiğini gördüm!” (Buhârî, Edeb, 39)
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“Ben başka bir maksatla değil, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”[1] buyurmak sûretiyle, vazifelerinin temel hikmetini ifâde etmiş ve güzel ahlâkın ehemmiyetini vurgulamışlardır.
O’nun yüce ahlâkından bâzı misaller şöyledir:
PEYGAMBER EFENDİMİZİN DOĞRULUĞU
Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- hak ve hakîkati getirmişti; insanları ıslah etmek, onlara doğruluğu öğretmek için gelmişti. Bu sebeple, O’ndan yalanın sâdır olması bir tarafa, boş ve lüzumsuz bir söz veya fiil bile zuhûr etmezdi.
Abdullah bin Amr -radıyallahu anh- şöyle rivâyet eder:
“Ben, muhafaza etme düşüncesiyle Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- ’den işittiğim her şeyi yazıyordum. Kureyş kabîlesinden bâzı müslümanlar beni bundan nehyettiler:
«Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- de bir beşerdir, öfkeliyken de konuşur, rızâ hâlindeyken de! Hâl böyleyken sen O’ndan duyduğun her şeyi yazıyor musun?» dediler.
Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- ’e arz ettim. Parmağıyla mübârek ağzına işaret ederek;
«Yaz! Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki bundan, haktan başka bir söz çıkmaz!»buyurdu.” (Ebû Dâvûd, İlim, 3/3646; Dârimî, Mukaddime, 43/490; Ahmed, II, 162; Hâkim, I, 187)
DİNÎ HÜKÜMLERE DELİL
Peygamber Efendimiz’in her sözü, dînî hükümler için bir delildir. Öfke ve sevinç hâlleri, O’nun her an Hakk’a bağlı olan ve vahy-i ilâhîyi alan mübârek kalbine tesir edemez, mübârek lisânından akan hikmet pınarlarını bulandıramaz.
O’nun doğruluğunu, dost-düşman herkes kabûl etmiştir. Bunu gösteren sayısız misalden ikisini nakledelim:
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İ HİÇ KİMSE YALANLAMADI
Müşrikler bile Peygamber Efendimiz’in ahlâkını takdir ediyor ve O’nun kesinlikle yalan söylemediğine gönülden inanıyorlardı. Ancak haksız yere elde ettikleri bâzı dünyevî menfaatleri ve nefsânî hazlarını terk etmek istemiyorlardı. Nitekim Allah Rasûlü -sallâllahu aleyhi ve sellem- bir gün, amansız düşmanları olan Ebû Cehil ve arkadaşlarının yanına uğramıştı. Onlar:
“–Ey Muhammed! Vallâhi biz Sen’i yalanlamıyoruz. Sen bizim yanımızda son derece sâdık (doğru sözlü, güvenilir) bir insansın. Ancak biz, Sen’in getirmiş olduğun âyetleri yalanlıyoruz…” dediler.
Bu hususta Cenâb-ı Hak şu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu:
“…Gerçekte onlar Sen’i yalanlamıyorlar. Fakat o zâlimler Allâh’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.” (el-En’âm, 33. Tirmizî, Tefsîr, 6/3064; Vâhidî, Esbâb, s. 219)
Yani onlar Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in peygamberliğini vicdânen kabul ediyorlardı, lâkin nefsânî arzularının esîri oldukları için muhâlefette bulunuyorlardı.
MÜŞRİKLER O’NUN YALAN SÖYLEMEYECEĞİNİ BİLİYORDU
Bu husustaki diğer bir rivâyet de şöyledir:
“Medîneli Sa‘d bin Muâz -radıyallahu anh- umre yapmak için Mekke-i Mükerreme’ye gitmişti. Oraya vardığında müşrik biri olan Ümeyye bin Halef’in evine misafir oldu. Ümeyye de ticâret için Şam’a giderken Medîne’ye uğrar, Sa‘d bin Muâz’a misafir olurdu. (Aralarında bir dostluk vardı.) Ümeyye, Sa‘d’a:
«−Biraz bekle! Öğle sıcağı bastırıp insanlar çekilince gider Kâbe’yi tavaf edersin!» dedi.
Sa‘d -radıyallahu anh- tavaf ederken Ebû Cehil çıkageldi ve:
«−Kâbe’yi tavaf eden şu zât da kimdir?» diye sordu. Sa‘d -radıyallahu anh-:
«−Ben Sa‘d bin Muâz’ım!» dedi. Ebû Cehil:
«−Kâbe’yi böyle emniyetle tavaf ediyorsun ama siz Muhammed ile ashâbını himâye ettiniz?!» dedi. Sa‘d -radıyallahu anh-:
«−Evet öyledir.» dedi ve aralarında bir münakaşa başladı. Bunun üzerine Ümeyye, Sa‘d’a:
«−Ebû’l-Hakem’e karşı sesini yükseltme! O bu vâdi halkının önde gelenidir.» dedi. Sa‘d -radıyallahu anh- Ebû Cehil’e:
«−Eğer Kâbe’yi tavaf etmekten beni men edersen, vallâhi ben de senin Şam ticâret yolunu keserim!» dedi. Ümeyye, Sa‘d -radıyallahu anh-’a tekrar:
«−Sesini yükseltme!» demeye ve onu tutmaya başladı. Bunun üzerine Sa‘d -radıyallahu anh-, öfkelenerek:
«−Bizi kendi hâlimize bırak! Ben Muhammed -sallâllahu aleyhi ve sellem- ’den işittim, seni öldüreceğini söylüyordu!» dedi.
(Çünkü Ümeyye, Peygamber Efendimiz’e yaptığı ağır işkenceler yetmiyormuş gibi bir de O’nu ölümle tehdit etmişti. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- de buna mukâbil kendisinin onu öldüreceğini söylemişti.)
Ümeyye:
«−Beni mi?» diye sordu. Sa‘d -radıyallahu anh-:
«−Evet seni!» dedi. Bunun üzerine Ümeyye bin Halef:
«−Vallâhi Muhammed bir şey söylediği zaman aslâ yalan konuşmaz!» dedi ve korku içinde karısının yanına gitti:
«−Yesribli kardeşim bana ne dedi, biliyor musun?» dedi. Karısı:
«−Ne dedi?» diye sordu. Ümeyye:
«−Muhammed’i beni öldüreceğini söylerken işitmiş!» dedi. Hanımı:
«−Allâh’a yemin ederim ki Muhammed aslâ yalan söylemez!» diye Sa‘d’ın haberini te’yid etti.
Bir müddet sonra müşrikler Bedir’e giderken bir münâdî Ümeyye’yi de çağırdı. Karısı, Ümeyye’ye:
«−Yesribli kardeşinin sana ne dediğini unuttun mu?» dedi. Ümeyye Bedir’e gitmek istemedi. Ancak Ebû Cehil gelip:
«−Sen bu vâdinin eşrâfındansın, geri kalırsan olmaz. Hiç değilse bir iki gün herkesle beraber yürü, ondan sonra dön!» deyip kandırdı. Ümeyye de onlarla iki gün yürüdü, ancak geri dönemedi. Neticede Allah Teâlâ onu öldürdü. (Buhârî, Menâkıb, 25, IV, 184-185)
Dipnotlar: [1] Muvatta’, Hüsnü’l-Hulk, 8; Ahmed, II, 381; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, X, 192.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Din İslâm, Erkam Yayınları